27 Kasım 2009 Cuma

iStANbuL ...


İstanbul
Edmondo De Amicis



Borges’in romanındaki Lombardiyalı Droctfult’un fethetmeye geldiği şey karşısında büyülenip önünde diz çöktüğü; Hz. Muhammed’in fethini gerçekleştirecek komutana övgülerini belirttiği; Fatih Sultan Mehmet’in fethetmeden önceki iki gün boyunca hiç uyumadığı; pek çok şair, yazar ve sanatçının ilk karşılaştıklarında kekeleyip konuşamadıkları; yüzlerce farklı kültürün bin yıllar boyunca kendi içinde harmanlanıp bir renk cümbüşü haline getirdiği; tarihin her döneminden muhteşem yapıları ve eserleri ile dünyanın sayılı birkaç şehri arasında yer alan İSTANBUL’u, 1870’li yıllarda varır varmaz gördüğü manzara karşısında büyülenen Edmondo De Amicis’in öve öve bitiremediği kalemi ve estetik hayranı gözüyle, şehrin görkemini ve burada Amicis’in geçirdiği her anı geçmişe yapılan bir yolculukmuş gibi büyülenerek yaşayın.
Edmondo de Amicis, 1846 senesinde, İtalya’nın Liguria bölgesinde, Imperia yakınındaki, Oneglia’da dünyaya gelmiştir. Çok seyahat etmiş, başka yerlerin yanı sıra, İspanya, Hollanda, İngiltere, Fas ve Türkiye seyahatlerine dair ciltleri dolduracak seyahat günlükleri kaleme almıştır.



Vita Militaire (Orduda Yaşam-1868), Novelle (Öyküler-1872), Konstantinapol (İstanbul-1877) eserlerinin sahibidir. En ünlü eseri, 1886 senesinde yayınlandığında büyük yankı uyandıran, duygusal bir çocuk kitabı olan Çocuk Kalbi (Cuore)’dir. 1908 senesinde Bordighera’da hayata veda etmiştir.



De Amicis, aynı zamanda, İstanbul’a dair çok etkileyici bir günce olan ve benim de İstanbul’u ilk ziyaretimde yanımda bulundurduğum İstanbul kitabından da anlaşılacağı üzere çok yetenekli bir gazetecidir.
-Umberto Eco


bu kitabı okumaya başladım...sizinde denemenizi ve tadına bakmanızı isterim dogrusu sevgili dostlarım...

25 Kasım 2009 Çarşamba

ve hergün aynı rüyaya uyuyorum...


nereye baksam aynı kız...

nereye baksam seni seviyorum...

tükenen mumların bilinen kaderine kürekler çekiyorum her gece...

yandıgı an donacak sıcaklıklar demliyorum eriyen mumlarımdan...

nereye baksam aynı kız...

nereye baksam seni seviyorum...

yazılası satırlar kovalıyorum körebelerimde...

gözlerime tüm inkarlarımı baglıyorum kimseleri görmeyeyim diye...

nereye baksam aynı kız...

nereye baksam seni seviyorum...

her hapşırmamda bir sessizlik kaplıyo içimi ve beni tanımayan bir kalabalık birde...

çok yaşamayı dilemiyorum aslında bir çok yaşa duymayı beklerken tanınmadıgım kalabalıklardan...

git gide kayboluyorum büyüdügüm sokaklarda bile...

nereye baksam aynı kız...

nereye baksam seni seviyorum...

kim ne sorsa bu devirde bana , kimsenin sorusu beklemiyor hiç verilen cevapları...

susuyorum tüm cevaplarımı işte bu yüzden sana...

ve hergün aynı rüyaya uyuyorum...

nereye baksam aynı kız...

nereye baksam seni seviyorum...

bakışını bakışıma dayayıp...


kim demiş biz hiç öpüşmedik diye...

bizim sadece dudaklarımız degmedi birbirlerine ...

kim demiş biz hiç öpüşmemişiz diye...

gözgöze tutuşup bakışını bakışıma dayayıp saatlerce nefessiz kalmadık mı biz her gece...

yalnızlıga saplanan...


naber istanbul...kalmadı kimse yanımda...ne bir dost ne bir düşman kimseler kalmadı yanımda...yapayalnız bir yalnızlıgın ortasında kalakaldım öylece...bomboş bir okyanusun anlamsız maviligi içinde küreksiz bir sandalım yalnızlıga saplanan...kimsesiz bir masal kaldım sayfaları yırtılmış yarım bir kitap sanki...

23 Kasım 2009 Pazartesi

sevgili istanbul her yanımız sis...


sis

domuz gribi...

sis

yeni ay...

sis

açılımlar...
saçılımlar...

sis

aynı tas aynı hayat ( hiçbirşey degişmiyo bu yaşamda... )

sis

soguklar , maçlar , diziler , çaylar , kahveler , sıcacık çorbalar, dostlar , hatıralar ...

sis

önümüzü göremiyoruz bir türlü...bir sis kapladı ki sorma her yanımızı istanbul...ne zaman dagılıp gidicek acaba herşey bilmiyorum...cahil bekleyişlerdeyiz...bilmiyoruz...bekliyoruz...hadi hayırlısı sevgili istanbul...yine elele ...yine beraberiz ...

düştüm : çaresiz gökyüzüne bakış ...


düştüm...

gerçek olamadım bir türlü...

düştüm...

dengemi bulamadım kuramadım bir türlü...

düştüm...


ellerimden beni tutup yakalamanı bekleyen düşler kurdum gecelere...düştüm...dizlerimde yara kabuklarıyla acıyan adımlar attım sana dogru yürüyen...düştüm...yere uzanıp bakakaldım gökyüzüne , gülümseyen aptal bir mutlulugun suratını giyip yüzüme...düştüm...hergece zihnimden rüyalarıma esen tutkularımın esiri kaldım düşlerimde...rüyalarda seviştim durmadan seninle sabahlara kadar üç beş saniyeler içinde...düştüm...kararan bir gecenin rengini gözlerin saydım...ışıl ışıl yıldızları gözlerinin ışıgı yaptım düşlerimde...düştüm...kararan kara gözlerinden bakışlarının narin dallarına tırmanırken yüreginin dibine düştüm...kalbimi kırdım...


düştüm...

gözlerinde ışıldayan küçük bir çocugun düşüydüm aslında

düşen süt dişlerinin eksik gülümseyişinde...

yalan diş perilerine inanan heyecanlı yastık altı bekleyişlerinde...

düştüm...

düşen tüm kar tanelerinin pencere önü krema görünüşlerine...

ne zaman kar yagsa heryerine bu şehrin

evlerin çatıları pencere kenarları kenarlarından taşar kremaları sanki...

bu şehir pasta olup çıkar gözlerimde inanki...

afiyet olsun sevgili...

rumuz : ekmek kırıntısı ...


seni sevdigimi hangi kuşun kulagına fısıldasam acaba ? hangi kuş pencerene konabilecek kadar cesur yada aç bu şehirde ? kimbilir ? bir kırlangıcı sevdim sevgili güvercin , rica etsem ona söyler misin seni bekleyen biri var bu soguk şehirde... rumuz : ekmek kırıntısı

eksik gülüşüne sarılan...


acıyan ellerimin kanayan sıcaklıgından akıp gidiyorum sana...kanayan içimin soguk terlerinden dökülüp anlatıyorum sana tüm masallarımı...diz kapaklarımı çakıl taşlarına , avuçlarımı taş parçası sızılara emanet bırakıyorum ne zaman düşsem yüzüstü yerlere...yanıyor ellerimin içleri...kanıyor çocuk cesaretsizligim içimde bir yerlere kaçıp...


ayakta duramayan genç dengesizligimin cesur hayallerini ıslattılar gözlerimde...hızlanan kalp atışlarımı heyecandan yanan avuçlarımda kuruttular yine...kuruttular gözlerimde ıslanıp suladıgım tüm hayallerimi...


ve ben ayaklarının altına yol olmak pahasına düştüm tüm hayallerimden ellerine...bir eldiveni giymek kadar kolaydı , bir çorabı çıkarmak kadar üşenilirdi bir sonraki günün sorumlulukları ve silmeye ugraşmaktansa sayfaları yırtmak kadar basitti tüm seçimler kafalarımızda...


ve ben ayaklarının altına yol olmak pahasına düştüm tüm hayallerimden ellerine...eksik gülüşüne sarılan bir hıçkırıgım şimdi seni gördügüm herhangi bir günün akşamına uyuyan...

düştüm...


hep bir düş olarak kaldım dürüst gözlerinde...

titrek yüreginde...

düştüm...

ceplerinden yerlere , sözlerinden rüzgarlara...
sana uzanan eller büyüttüm mahkum avuçlarımın utangaç telleri arasından sana uzanan...

hep bir düş olarak kaldım dürüst gözlerinde...

düştüm...

ellerinden kayıp ıslak yagmur kaldırımlara...

şimdi tüm haksızlıkları postalıyorum ilk geldikleri zarflarına koyup gözlerimden uzaklara...

mesela pek girmedigim bir diger odasına evin...

atıyorum mektup mektup tüm sızıları içimden...

pulu pişmanlıklar , adresi sen uzaklar demliyorum aklımdaki zamanlarımızdan bize...

düştüm...

derin yükseklerden bulutlu derinliklere düştüm hep gözlerinde...

düşle beni sensiz ,

durma devam et düşündügün tüm alevleriyle meşalelerin gölgesine saklamaya beni...

düşle bizi bensiz...

düştüm...

kiremit çatılardan bir sokak arası taş basamaklarına düştüm gözlerinde...

bir kibrit çakıp yak kükürt kokan kış akşamlarının hatrına ardımdan karanlıgıma...

umut kokan umutsuzluklar ışıldayıp dursun ardım sıra her adımımda...

uzun ince bir yolun koluna girmiş caddede ateş böcekleri yanıp sönüyormuş gibi

umutsuzluga çakılan umut kıymıkları ışıldasın o yolda...

biz adına kibritler yanıyor diyelim...

penceresinde bir çocuk sihir desin sokak karanlıgında gördüklerine...

hep bir düş olarak kaldım dürüst gözlerinde...

düştüm...

ölen bir balık gibi akvaryumun kumla süslü derinlerinden suyun üstüne düştüm gözlerinde...

kibritler...

umut çubukları masallarımın...

umut çubukları bilinçaltımın...

tutuşsun tüm korkularım bir kibrit kutusu kenarına sürtünüp bir anda...

üşüsün uyuyan tüm üşümelerim içimdeki titreyişlerimin rüzgarlarına tutunup...

uyansın içimdeki tüm soguklar buz gibi bir ocak sabahına...

dokuz dogursun ocak o soguk sabahına uyanıp...

hep bir düş olarak kaldım dürüst gözlerinde...

düştüm...

bakışlarının hizasından diz çökmüş ayaklarımda ayaklarının önüne düştüm gözlerinde...

tekrar bakışlarının hizasına düşürdüm tüm sakladıklarımı işte...

hep bir düş olarak kaldım dürüst gözlerinde...

düştüm...

diz kapaklarımın kanayan sıcaklıgından tüm çocukluguma düştüm gözlerinde...








öldürdüm tüm eski benleri içimden...


sen kazandın...

öldürdüm tüm eski benleri içimden...

tüm eski günleri döktüm böbreklerimden acılarla süzüp...

öldürdüm tüm eski benleri içimden...

sorma neden...

öldürdüm tüm eski benleri içimden...

kan revan yaşlı bakışlarımı kesip attım dipsiz taş kuyulara zindan düşüşlere...

sen kazandın...

tüm eski benleri öldürdüm içimden...

içimden kan ırmakları döktüm gözlerimin deniz derinligine...

öldürdüm tüm eski benleri içimden...

kan kırmızı pazartesiler uyandım kayıp sabahların yalnızlıgına sımsıkı sarılıp...

sen kazandın...

tüm eski benleri öldürdüm içimden...

katiliyim tüm dürüst hislerimin artık

kalbim kaç kalibre atar acaba şimdi bilmiyorum...

soyunuyorum tüm silahsızlıgımı gözlerimden...

bakışlarıma cepheler kazıyorum tabur tabur dökülen aglayışlarımdan...

sen kazandın...

öldürdüm tüm eski benleri içimden...

vicdanımın ebedi mahkumuyum kemik parmaklıklar ardında şimdi...

gögüs kafesimin agrılarında yalnız atmaya mahkum kaldı kalbim...

müebbet yaşamayı ceza kestiler kurşundan aşk kalemimi kırıp...

sen kazandın...

öldürdüm tüm eski benleri içimden...

katiliyim tüm sevdalı bakışların deniz kenarı kaldırımlarında bu kentin...

katiliyim tüm aşık sözlerimin

aşık mısralarımın artık...

sen kazandın...

tüm kaybedişleri silahımda unutup bastım dilimin tetigine...

sen kazandın...

öldürdüm tüm eski benleri içimden...



4 Kasım 2009 Çarşamba

bütün gün titredin içimde...


düşer gider tutamazsın gibi...


kayar gider gözden dolup dolup kayıp gidenler gibi...


dökülür gider yakalayamazsın gibi...


düşer gider farkedemezsin...


düşer gider tutamazsın gibi...


yuvasından düşen uçmayı bilmeyen yavru kuş gibi...


tenine çakılıp kalmış gibi...


tutunamazsın ve...


düşer gider tutamazsın gibi...


gözyaşlarını durduramazsın gibi...


öksürdüm bugün seni cigerlerimden...


bütün gün titredin içimde...


3 Kasım 2009 Salı

bindim gidiyorum...


bindim gidiyorum...

onbinlere dogru yol alıyorum sessizden usuldan...

bindim gidiyorum...

arkamdan çekiliyorum durmadan...

gerime sallanışlar döküyorum avuçlarımdan akıp giden...

dökülen yagmurların tersine adım atıyorum...

bindim gidiyorum...

kafamı bugulu pencerelerin omzuna koyuyorum...

bindim gidiyorum...

durakları unutup kayboluyorum

bu kentin yabancı bakışları ile turisti oluyorum...

bindim gidiyorum...

tüm yüzler ardımdan geliyor...
yüzler dökülüyor gözlerimden...

bindim gidiyorum...

bir bir dökülüyorum göklerimden...

çatılardan damlıyor çatlak kaldırımlardan birikiyorum...

bindim gidiyorum...

ardımdan kimse el sallamıyor...

bindim gidiyorum...

tüm sallanışlarımdan düşüp

salıncagımdan üşüyorum...
tıka basa dolu bir minibüste neden yapayalnızdır tüm bakışlar düşünüyorum...
ALLAH rahmet eylesin bir umudun daha yanıp gitti bu dünyadan...başın sagolsun kibritçi kız ...