30 Mart 2010 Salı

bende sonsuz bir körlük...


ne dense eksik...
ağızdan ne düşse tüm sözler hep silik..
senin görmek dediğin
bende sonsuz bir körlük...
ne dense eksik...
sevilenin gözlerinde verilen molada
tüm bakışlar giyotin altı başlar kadar
güçsüz ve kesik...

ağzımda bir damla ölüm bir damla zehir...


kafamda ruhumun yarınlara ait tüm hayalleri ile ,
ağzımda bir damla ölüm bir damla zehir...
bugünü öldürüyorum içimden koparıp...
yarınları söndürüyorum,
mum damlalarının tende yanık süzülen zevkli yangınlarından...
ağzımda bir damla ölüm bir damla zehir...
bugünü sallayıp atıyorum zarlarımdan...
ve yere düşüyor işime yaramayacak rakamları ile
yavaşça zaman...

akıp gitsede yarandan sıcacık bir kırmızı ile zaman...


kırık bir bardak kenarı dudaklarında
ve yarım bir süt yatağının ucunda...
aynada seni bekleyen sessiz bir sen...
ve yalnız olduğuna inanmayan bir çoban ,
onunla konuşmayan koyunlarıyla...
haydi saymaya başla şimdi çoban...
esnediğinde gözünden düşen yaşlardaki an,
durma uyuduğun rüyalarında gülümseyeceğin zamanlara yan...
sakın durma biran...
haydi seni gülümsetmeye uğraşan tüm yalanlara
yalandan da olsa birazcık kan...
akıp gitsede yarandan sıcacık bir kırmızı ile zaman...

istemediğin bir cevabı almaktan korkup tüm sormalardan vazgeçmek...


istemediğin bir cevabı almaktan korkup tüm sormalardan vazgeçmek...
tüm sormalardan kaçmak...
cesaretin sözlük anlamını bildiği için kendini cesur zanneden
o kadar çok korkağın dünyasında,
cesareti nefeslerinde yaşayan
cesur olduklarını bilmeyen nice korkaklar tanıdım...

tüm bunları düşününce ;
istemediğin bir cevabı almaktan korkup tüm sormalardan vazgeçmek...
yüreğinden yüz dönüp dümdüz bir duvarın önünde ağlamanın,
ne farkı varki uyuşturucu almaktan...
uyuşup yaşamdan ve yaşadıklarından kaçmaktan...
çekilen yada çekilecek acılardan kaçmak
ne kadar doğru olabilir ki zaten...
her acının bizi başka bir dünyaya taşıyan kapı olduğunu unutmazsak eğer..

istemediğin bir cevabı almaktan korkup tüm sormalardan vazgeçmek...
yada soruları cevapları bırakıp aŞkı dudağından öpmek...
dudaklarda ıslanıp aŞkın yanan gözlerinde alevlerinde ısınmak...
tüm soruları dudak dudağa sormak,
ve cevapları aŞkın dudaklarındayken sessizliğinde tatmak...
istemediğin bir cevabı almaktan korkup
tüm cevapları sevdiğinin dudaklarına
daha çıkmasına izin vermeden
toprağı nefeslerin
ve kefeni dudakların ile gömmek...
tüm korkulan cevapların üzerini örtmek...
seni seviyorumu hiç konuşmadan söyleyebilmek...

ve vurulup düşüyor yere tüm sözcükler...


ve vurulup düşüyor yere tüm sözcükler...
ağzımda bir savaşın türküsü çalıyor..
dilimde cesur cümleler ıslanıyor...
ve vurulup düşüyor yere tüm sözcükler...
yutuluyor ölen tüm sözler,
boğazımda yutkunamadığım lokmalar gibi ceset satırlar...
ve yutup içime gömdüğüm kahraman mısralar...

ve vurulup düşüyor yere tüm sözcükler...
yirmidokuz harfte tek ünlü komutan isminin baş harfi...
isminsiz dilimdeki sözler ne kadarda küçükler...
ve vurulup düşüyor yere tüm sözcükler...
köy gecesi balkonumda
mumumda ısınıp şiirimi okuyup kaçıyor tüm böcekler...

ve vurulup düşüyor yere tüm sözcükler...
her gecem başka bir savaş karanlığımda...
toplanıyor kahramanlar kağıdımın karargahında...
aŞkı anlatmak haykırmak büyük savaş...
gecelerim hazırlıktır bu büyük savaşa.
zihnimde büyüyen nice yiğit cümleler ki
toplanır dilimde tek tek...
yinede ,
ne zaman karşına çıksam
dilim dolusu kocaman bir ordu ile bu savaşta ,
hep aynı keder aynı son...
kırmızı bir gül kan gibi düşüyor ,
arkamda saklanan ellerimden yerlere...
ve vurulup düşüyor yere tüm sözcükler...

boğazda yürür müsün benimle... ?


- boğazda yürür müsün benimle ?
- peki tamam yürüyelim.
- yok hayır, tüm boğazı yanyana denizin üzerinde yürüyelim.
tut elimi var mısın ?
- deli misin divane misin,aşık mısın hayalperest misin sen ya ?
- E şıkkı , hepsi ...


kimse inanmıyor hayallerime,düşünmüyor düşlerimi benimle diyen menekşemi suluyorum penceremde...güneşi ve sokağı izlemeyi seviyor tüm saksılar penceremde...dostlarımın aksine ben ,aslında ışık isteyen ama güneşte asla kalamayan fuchsia çiçeği gibi saklanıyorum perdelerimin arkasına...
donmuş boğazımda keskin öksürük bu satırlar hasta yatağımda belkide ; belki sıcak bir limonlu çay özlemi benimkisi...
ıhlamur kokan mendillere döküyorum içimdeki şiirleri...
ve ilaç almıyorum yine herzamanki gibi,zamanın kollarına bırakıyorum kendimi...

* istanbul boğazı ocak 1954'te donmuştur tamamen...Kazım taşken'in günlüğünden ..ocak-1954 ..sayfa 202 ;
1954 yılı gerçekten kış çok müthiş geçiyordu efendim...o zamanlar
yapı kredinin bahçekapı şubesindeki genel müdürlük binamızda idik ..bir
akşam meşgaliyetten çıktığımız vakit yenicaminin önüne geldiğimizde
denizin bembeyaz olduğunu ve üzerinde insanların kartopu oynadığına
şahit olduk...

beklentiler ve gerçekler...


beklentiler ve gerçekler...

bir satranç tahtasında karşı karşıya kalan iki şah gibidirler ; iki kral...birinin diğerini öldürme girişimi kendi ölüm fermanını imzalaması,kendi ölümüne mühür basması gibidir...hiçbirzaman birbirlerini yenemezler...bunu bilmelerine rağmen ,içlerindeki acaba asla sönmez ve hep düşünürler...içinde bulundukları beraberlik sonucundan hep nefret ederler...ama bu oyunda karşı karşıya sonsuza kadar kalmaya mahkumdurlar...beklentiler ve gerçekler...

her adımın acıyacak gözlerinde...


her adımın acıyacak gözlerinde...yüreğine çiviler saplanacak her yürüyüşünde...ellerin yumruk yumruk kapanacak acıdan,gözlerinden demir kokan sıcak ağlamalar damlayacak ; yinede durmayacaksın,durmak istemeyeceksin,yürümek zorunda hissedeceksin kalbini ve canın acıya acıya adım atacaksın o zaman...

yada canını acıta acıta söküp atacaksın onu...her adımında aynı eski hatıralar ile aynı acılara sızılara dalıp, yüreğine kendi ellerinle çiviler saplayacaksın ; çünkü her adımında , ayağının altındaki o acının yokluğunu farkedeceksin..ve sevdiğine giden o sızılı adımlarında yürüdüğün yollarda ayağının altında hissedemediğin o acıları özleyeceksin...ve bu söküp atılan nasırlı sevdanda bu yokluk ,nasıl daha büyük bir acı olarak alev alacak yüreğinde hiç anlamayacaksın...

Aşk; topuklarından etine kadar işlemiş bir nasırdır...doğru...yangın yangın alevlerin içinde yanıp kıvranırken tenin yar'a bakarken , içinde ta derinlerde bilmediğin bir zirvesinden göklerin , ruhuna karların düşmesidir...ellerin cayır cayır yanarken avuçlarının üşümesidir aşk... yanan teninde üşüyen yürektir ...

dergahın sadık üyesi ve hizmetkarından hocasına saygılarım ile ...

29 Mart 2010 Pazartesi

bir karpuzun içinden çıkıp ,



seni seviyorum...
bende yazmak isterdim beni seviyorum...
ama olmuyo işte biliyorum...
üzüm dalında elmalar kızarmıyo deniyorum...
seni seviyorum...
bende yazmak isterdim beni seviyorum...
ama olmuyo işte biliyorum...
utanıp hemen yerin dibine giriyorum...
bir karpuzun içinden çıkıp ,
bizi seviyorum...

çirkin ördek yavrusunun duası döküldü suya...


ve çirkin ördek yavrusunun duası dökülür dudaklarından suya...
amin niyetine vak vak yapar yüzen kalbi ,
yankılanan sesinde düştüğü kuyuya...

bilmemki nedir aŞk...


tarifsiz bir gökyüzü...
yerde mi gökte mi olduğunu bilememek...
bir kuş kadar hafiflemek...
uçan binlerce umudun arasında nereye uçacağını kestirememek...
siyah beyaz bir fotoğrafta masmavi gülümsemek...
yanaklarında kızaran bahardan bir elma...
ve yasak olduğunu bile bile ,
onu koparıp uzatmayı istemek birine...
bilmemki nedir
aşk...


haydi kuş...
durma sende uç...

seni öpmeyi hayal etmek tüm hayalleri bir kenara bırakıp...


seni öpmeyi hayal etmek tüm hayalleri bir kenara bırakıp...
düşlerin soğuk duvarına dayamak dudaklarımı,
kapatıp gözlerimi...
seni öpmeyi hayal etmek tüm hayalleri bir kenara bırakıp...
vizesiz dudaklarında dolaşmak sessiz...
kaçak nefeslerinde dudaklarımı yakmak...
mülteci heyecanlarda yüzünü okşamak ,
korkusuzca bir o kadar korkular içindeyken çaresiz...
evsiz yatacak yersiz gülüşler uçurmak
kendinden bile habersiz...
seni öpmeyi hayal etmek tüm hayalleri bir kenara bırakıp...
bir sunta damda fotoğrafına sarılıp
dudaklarımda hayalini kurmak...
seni öpmeyi hayal etmek tüm hayalleri bir kenara bırakıp...
dudaklarındaki nefesinden düşüp yüreğine akıp...
düşeceğimi bile bile uçurumu sen bir yolda yürümek ,
bir çağlayana giden teninde ruhundan sonsuzluğa dökülmek..
seni öpmeyi hayal etmek tüm hayalleri bir kenara bırakıp...

saygılı gülümseyişler kapısında...


herzaman yerin başımın üstünde anne...

adaletin simgesi taştan kadın...


adaletin simgesi taştan kadın...
bir eli terazi diğerinde kılıç...
ilginç gelir bu bana hep...
halbuki tüm adaletsiz işlerin araçlarıdır
bu ikiside memlekette...
kılıç zalimliğin ,terazi yalanların silahıdır hep gözlerimde...
üstelik adaletin simgesi kadın taş kalpli bilmemki niye...

benimle dans eder misin...yinede...


benimle dans eder misin...
duyup duyabileceğimiz en aptalca şarkıda olsa çalan,
o şarkıyı hiç duymuyormuşcasına
benimle dans eder misin...
herşeye rağmen ;
yinede...

bir oyun yazdım sana bu gece...


bir oyun yazdım sana bu gece...
adı saklankaç...
saklambaç değil...

bol entrika...politika...


politika nedir...

riziko zamanlardan arta kalan anılardan...

28 Mart 2010 Pazar

kırık bir bardak ve yarım bir süt önümde...


her gece aynı düşlerde aynı yanık sızılar...
kırık bir bardak ve yarım bir süt önümde...
soğuyor mısralar dilimde...
kırgın bir bardak ve yarım bir süt önümde...
kapanıyor gözlerim yudumlarken bembeyaz geceyi...
çatlamış bir bardak ve yarım bir süt önümde...
hala ayakta tüm yanmış toprak gücüyle...
hep aynı kız dökülüyor hayallerimden gözlerime...
biraz kırık ,
sararan yapraklar gibi solgun dökülen düşlerinde...
hep aynı kız dökülüyor hayallerimden gözlerime...
buğulu bir bardak ve yarım bir süt önümde...
yudum yudum yutkunuyorum dilinden damlayan sözlerinde...
dudaklarım süt süzülen bir mezar suskunluğunda gömülü,
dilimde süt tadı prangalı haykırışların esareti...
dudağımda soğuk bir beyaz örtü sessizlik...
seni düşünmelere müebbet zindan dört duvar ahlar...
dikeni verem gülü sen öksürüşler,
mısraların hapsinde...
kolundan sebile zincirlenmiş esir bir bardak
ve yarım bir süt önümde...
prangalı dudakların bedava mutluluklarına bağlı
pamuk ipliği ışıldayan gözlerin...
heyecanlı beceriksiz ip cambazın ben...
gözlerinden düşerim eğer istersen...
kenarı kırık bir bardak ve yarım bir süt önümde...
sütümü sağan sen kaynatıp yüreğimde...

27 Mart 2010 Cumartesi

gözlerimi kapatıp okurum tüm şiirlerimi...


gözlerimi kapatıp okurum tüm şiirlerimi...
görmeden hiçbir yeri ,
olabildiğine kör...
göz kapaklarıma da yazılıdır çünkü mısralarım...
bunu sende gör...

26 Mart 2010 Cuma

dondurma zamanlar soğutuyorum sözlerimde...


karşınızdaki insanların sanki bir dondurmacıdaymış gibi sizi seçmeye çalışması ne kadarda yersiz ve saçma...keşke sende şuda olsaydı buda olsaydı gibi sözlerle yargılamalar ne kadarda yersiz ve saygısızca...keşke içinde şu özellik olmasaydı yada şu özellik daha fazla olsaydı gibi sizi kendi tabaklarındaki bir dondurma karışımına benzetmeye çalışmaları...biraz vanilya,biraz muz, biraz karamel, biraz belçika çikolatası, limon sorbedende biraz koy,kurabiyelidende ,orman meyveleri karışımı,mango ve çikolata sos lütfen der gibi sizi ve kişiliğinizi seçmeye değiştirmeye çalışan gereksiz saygısız insanlar...şöyle olmalısın,bunuda yapmalısın,şuraya gitsen ne kadarda iyi olurdu,şunu yap seni daha çok seveceğim diyen şuursuzluktan uzak durunuz lütfen...kendinize saygınız olsun biraz...sanki bir dondurmacıdaymışcasına seçimler yapıp kendi aşk tabağına bir bukalemun koymak doldurmak isteyen, size saygısı olmayan insanlardan uzak durun rica ediyorum...

sizi siz olduğunuz için ve sizi yalnızca sizin tadınızda, sizin tadınız için kaşıklayan GERÇEK AŞKA yürüyün...ve geride dönmeyin...

dondurma zamanlar soğutuyorum sözlerimde...sade ve sadece ben olmak istiyorum bakışlarımda ve gözlerimde...yüreğimde yangın bir yaz ve sözlerimde dondurma zamanlar bahane...

süzülüp süzülüp düşüyor isimler kaldırımlara düşer gibi kağıtlarıma...


bu aralar sonbaharda bir ağaç gibi beynim...
markalar düşüyor sararıp zihnimden ellerime yine...
süzülüp süzülüp düşüyor isimler
kaldırımlara düşer gibi kağıtlarıma...

23:32 (siyah beyaz dev fotoğraflar ve hemen yanında aynalarla dolu bir kafe-cafe...aynadaki aksiniz ile yanyanasınız hep göndermesi yapan bir yer olma manasında...)

my poem ( özgün olmasını istediğim bir tekstil markası ismi bu hayallerimden...özel yakalar ,asimetrik ve özgün farklı dikişler ve farklı anlamlar yüklü mesajlarıyla can bulmasını istediğim bir tekstil düşüncesi zihnimden...her etikette o ürünü yeniden tanımlayan ,o ürüne özgü bir kısa şiir olucak mısralardan...)

3:33 pm ( aksesuar marka ismim buda...her rakam aynı görünsede yazılışında, aslında her dakika farklıdır bir saniyede bile olsa bir öncekinden diyerek lanse etmek istediğim bir düşüncem buda...aksesuar farklılıktır ,kimliğinize kattığınız bir parça baharat gibidir; bütün tadınızı değiştirebilir eğer isterseniz diye tanıtıp reklamlamak istediğim bir çalışma zihnimden buda...)

ah aahh...neyse yola devam...hayallerim durmak yok yola devam...yelkenler fora tam yol ileri...

koşulsuz seven birini tanıdım çocuk bakışları ile...


koşulsuz seven birini tanıdım çocuk bakışları ile...
ıslak gözlerinde yetişkin çamaşırları
verdiği nefesler ile rüzgar gibi kurutan...
çocuksu sesine serili dilek mendillerini
soğuk duvarlarında uyutan...
koşulsuz seven birini tanıdım çocuk bakışları ile...
umutsuz yarınları mahmur gözlerinde ağlayan...
dizlerinde tüm karamsar saatlerini sallayan...
yağmurlu günleri güneşe dek pış pışlayıp uyutan...
koşulsuz seven birini tanıdım çocuk bakışları ile...
bugün desem dün olan ,
dün desem iki gün önceye kaçan...
acabalara sarılıp yarınlara saklanan...
bulamadığım bir yarın arıyorum düşte hayalde...
ağaçtaki yuvandan hele bir elime düşte...
çıkıp geliyorsun beklenmedik bir anda...
güneşin nöbet saatinde ay olup doğuyorsun ya tavanda...
heryer yıldız bir gece gibi parlıyor gözlerin o anda...
koşulsuz seven birini tanıdım çocuk bakışları ile...
koşusuz kazandığım acımasız bir yarışta...
tenime şiirler yazıyorum seni gördüğüm her güne kalemden...
bir saman kağıt olup uçuyorum sonra ilk rüzgarda...
denize uzanıp ıslanıyorum...
adını anıp batıyorum boğazda...

25 Mart 2010 Perşembe

yaz yaz bitmiyorsun içimde...


yaz yaz bitmiyorsun içimde...
bunun anlamı ne söyle tedirgin sesinde...
gördüğüm en güzel şey sensin belkide...
kendinde kusurlar araman bilmemki niye...
yaz yaz bitmiyorsun içimde...
gözlerim haykırıyor duymuyor musun sanki bunu gözlerinde...
bilmemki bu kaçmalar niye...
korkuyor gözlerimden dilime düşmeye belli ki
sarfetmeye korktuğumuz tüm sözler...
avuçlarımda eriyor kutuptan kopan nice buzlar...
yanıyor içim cayır cayır...
yaz yaz bitmiyorsun içimde...
taşıyor bu dışıma kimi zaman...
biliyorsun sende bunu hepzaman...
bilmemki ikimizde de bu durmalar hep niye...

24 Mart 2010 Çarşamba

yağmuraltı ıslak teninde...


Bundan fazla yakmaz beni hiçbir ateş...
cehennemde donarak ölecek bir günahkarın
gözlerinde tutuşmaz hiçbir düş...
ve sevilenin senden dönen bakışlarından
daha fazla acıtamaz hiçbir düşüş...
Bundan fazla yakmaz beni hiçbir ateş...
yağmuraltı ıslak teninde
mavi bir alevdir yüzünde tutuşan o sinsi gülüş...
ve kar yağan bir akşamda
durmayan yangınlar yanında ,
gecelere çizdiğim yastır
tek kelime sen sonrası nokta bir düş...
ve inan bana ,
Bundan fazla yakmaz beni hiçbir ateş...


* teşekkürler zahir...

23 Mart 2010 Salı

bu şehir mayın tarlası...


bu şehir mayın tarlası...
gözlerimde pimi çekilmiş el bombası saniyeler...
titrek adımlar düşüyor buluttan
isteksiz yağmur damlaları gibi dökülüyor gece yukarıdan...
ıslanıyor tüm toprakaltı mayınlar adımlarımda...
ayaklarımda korkan bir çocuk bekleyişi dikiliyor...
göz kapaklarım düşüyor korkuyla
havaya uçarmıyım ansızın çıkagelen mutluluktan acaba...
bu şehir mayın tarlası...
gözlerimde pimi çekilmiş el bombası saniyeler...
ileriye kaç adım atsam farketmiyor...
her adımda saatlerce bekleniyor...
ne geri dönülüyor ne ileri yürünüyor...
ağzımda kaçak bir sevda ıslanıyor...
tütünler tatsız seferler atsız yanıyor...
koca bir ordu gibi koca bir ömür
gözlerimde donup ölüyor...
yüreğim sarıkamış...
avuçlarımın çizgisinde koca bir pişmanlık
gülümseyişimi bölüyor...
bu şehir mayın tarlası...
gözlerimde pimi çekilmiş el bombası saniyeler...
heyecanlı bir bekleyiş sırtımdaki yük...
kaçak mısralar gecelerimin sınırlarından
gizlice kağıdıma sızıyor...
kalemim inatçı bir katır kılavuzu karga gecede sanki...
her adımda kalp dakikada kaç titriyor bilinmez inanki...
buralarda gecelerin kahramanları tayt giymiyor...
kader kalemi adımlarım altındayken yürümek
inan hiç içime sinmiyor...
bu şehir mayın tarlası...
gözlerimde pimi çekilmiş el bombası saniyeler...
rüyalardan gizlice sabahıma taşıdığım kaçak bir hayal,yüzün...
beyaz kağıtların sınırlarından ceplerime düşen satırlar...
sessiz adım atamayan tahta bacak adımlarda
sessiz kalan suratlar...
bu şehir mayın tarlası...
gözlerimde pimi çekilmiş el bombası saniyeler...
rüyalardan gizlice sabahıma taşıdığım kaçak bir hayal,yüzün...
terleyen çamurlu yüzümden akan
suyu altın, durmaz akar bir musluktur köylü kulaklarımda hüzün...
sen kokan bir sevda mendili işte o an burnumda
yumduğum gözlerimde gülen yüzünü gördüğüm düşün...

22 Mart 2010 Pazartesi

sormuşlar o yar ile hoş musun...


sormuşlar o yar ile hoş musun...
gecede aya karşı tüten sarhoş bir alev misin yoksa,
rüzgardan bir sağa bir sola devrilen...
kor ateş, güneş rengi közde bir sızı mısın ki kalpte...
sormuşlar o yar ile hoş musun...
gökten yağan çöl müsün gözlerimde...
beklenmeyen dakikalar mı düşüyor yoksa kum tanelerinden...
kırık camlı kan kaybeden kum saatinde...
yaşam can mı veriyor ellerinde...
sormuşlar o yar ile hoş musun...
senden habersiz sevdiğin gözlerde ıslanan sarhoş musun...
sorsam sana ,
balıkların cezaevi midir camdan akvaryumlar odanda...
ışığı hiç sönmeyen bir zindanda ne kadar mutludur
tüm gurbet solungaçlar bir cam ardında...
sormuşlar o yar ile hoş musun...
toprak üstü ateşlerinde ,
toprak altı köz iki patates ile tok musun...
dokunamadığın kadar sıcak mı sevdanın teni parmaklarında...
kabuğunu soyamadığın an kadar aç mısın yarin sözlerine
onca zaman ardından hala...
sormuşlar o yar ile hoş musun...
söyle yar yoksa gögsüm kafesinde güp güp uçan kuş musun...
avuçlarımın dallarına konamayan ürkek bir düş müsün...
gecelerimin sırtında adımlar tırnaklayan bir gülüş müsün yoksa söyle...

19 Mart 2010 Cuma

kaybolmak nedir...


kaybolmak nedir...kaybolup gitmek ne anlama gelir...kaybolmak keşfetmektir...bilinmeyeni bilmeden yürümektir...zaten güzelliğide budur...kaybolduğunu düşündüğün anlarına korkuyla değil ,bir yeniliği keşfetmenin heyecanıyla bak ne olur...bilinmeyen kıtalara böyle adım atılmadı mı ilk defa...korkulan bilinmeyen suların fırtınalarından sıyrılıp çıkılmadı mı yeni bir dünyanın kumsalına...kaybolmak nedir...kaybolup gitmek ne anlama gelir...kaybolmak keşfetmektir...bilinmeyeni bilmeden yürümektir...zaten güzelliğide budur...bilmediğin yeni bir dünyanın güzelliğine adım atarken sen farkında olmadan , kurtarılmayı dilemek cennetin bulutlarından cennete düşmeyi reddetmektir...kurtarılamayacak kadar kaybolmuş musun soruna cevabım umarım o kadar kaybolmuşsundur ve kimse seni keşfetmenin o derin zaferinden döndüremez olacaktır...dünyaya,zihinlere ve tarihe adını kazımış kaşiflerle standart insanoğlunun farkıda budur zaten...bir resme gerçekten bakmak köşedeki imzayı görmeyecek farketmeyecek kadar o resme dalmak ve yaşamaktır...gözlerinden imzaların silindiği , baktığın herşeyi yaşadığın ve yaşadığın herşeye dalıp gittiğin günlerin yakın olması dileğimle...

16 Mart 2010 Salı

dilinden döktüğün tüm sözler adamın yüreğine mimleniyor...


sesin o kadar güzelki ne anlatsan dinleniyor,
dilinden döktüğün tüm sözler adamın yüreğine mimleniyor...

sesin o kadar güzelki ne anlatsan dinleniyor,
dinleniyor ruh uzanıyor beden...

sesin o kadar güzelki ne anlatsan dinleniyor,
kulaklar bayram gözler ışık ediyor...

sesin o kadar güzelki ne anlatsan dinleniyor,
sevdiğini neden söylemedin diye
kaçkar karı, nenem karı kızıp söyleniyor...

sesin o kadar güzelki ne anlatsan dinleniyor,
çeşmeden akan suya dalıp
yürek kazlar misali süzülüyor...

sesin o kadar güzelki ne anlatsan dinleniyor,
avuçlarının kokusundan düşen tanelerden
bakışlarımın göçmen kuşları yemleniyor...

sesin o kadar güzelki ne anlatsan dinleniyor,
dilinden döktüğün tüm sözler adamın yüreğine mimleniyor...
bir bilsen yüreğimde kaç türkü adını anınca dilleniyor...

sesin o kadar güzelki ne anlatsan dinleniyor,
dilinden döktüğün tüm sözler adamın yüreğine mimleniyor...
leylekler gibi mısralarım senin evin çatısını sahipleniyor...

sesin o kadar güzelki ne anlatsan dinleniyor,
dilinden döktüğün tüm sözler adamın yüreğine mimleniyor...
gözlerinin ateşinde yüreğim çayı demleniyor...

yarım kalan masallar karalamak degil...


bir yazar eksik bakmamalı etrafa , eksik yazmamak için ...ben gördügüm kadarının, düşündügüm kadarının tasvirini yapabilirim yazabilirim çizebilirim diyorsan eger , kalemin eksik yazarlıgın etiket demektir...çünkü yazmak yaşamaktır , at gözlügü ile etrafına bakıp yarım kalan masallar karalamak degil...

gözleri kapalı doğar tüm yavrular doğada...ama kızıyorum gördüğümde,gözlerini bile bile doğrulara kapatan büyümeyen koca koca adamlara...

kırgın ve kızgın bir çay bahçesinin yayla çayı dumanından...
dumanın sıcaklığını sırtına alıp saklanan vefasız satırlardan düşüp yazılmıştır...

söylediğin türkünün hançer sözlerinde adımlanan kederinden kalma...


her yürekte mutlaka bir ayak izi vardır,
söylediğin türkünün hançer sözlerinde adımlanan kederinden kalma...
bakışlarında üşüyen yardır,
ıslık çaldığın serin bir yaz akşamını
göğsüne başını dayayıp yüreğinden dinleyen...

her yürekte mutlaka bir ayak izi vardır,
söylediğin türkünün hançer sözlerinde adımlanan kederinden kalma...
ayağının dibinde çatlak toprağına beyaz çiçek döken
bir kadındır her meyve ağacı yaz başlarında...
çiçek çiçek nevresimler örten altındaki çatlak toprağına...

her yürekte mutlaka bir ayak izi vardır,
söylediğin türkünün hançer sözlerinde adımlanan kederinden kalma...
yardan uzak uzanılmış her cennet gecesi
prangadır kalpte bile bile esir her nefese...
uyusun diye sallanılan her ağaç dalında,
yaslı bir hasret türküsüdür rüzgar;
yar'a uzak yaralara kırık bakışlarında mektuplar yazana...

her yürekte mutlaka bir ayak izi vardır,
söylediğin türkünün hançer sözlerinde adımlanan kederinden kalma...
ne zaman konuşa konuşa kurusa dudakların,
ve çatlak dudaklarına
dudaklarımdan yağmurlar yağmak istesem
susuzluğun ıslansın diye düşlerimde,
toprak damımda dut kurusu bir tad düşer çocukluğumdan dilime...
ve toprak damda bir dut ağacı gölgesine saklanan
güneşe yanık çocukluğumda
huysuz uykusuzluğumu dudaklarında sallamanı isterim bakışlarımla...
uzun uzadıya yükselen ahşap bir merdiven çıkar toprak çatıma sonra...
adı hasret bir mevsim sararır düşer yaprağından...

her yürekte mutlaka bir ayak izi vardır,
söylediğin türkünün hançer sözlerinde adımlanan kederinden kalma...
dilinden çözüp dallarıma bağladığın her sözde
kanımdan kan canımdan can alma...
cırcır böceklerine teslim gecelerin bir yarısında,
avuçlarımın heyecanla terleyen bahçesine,
gözlerinden gök gürültüsü hıçkırıklarla düşen
sel suyu gözyaşlarımı salma...

geride kalanları dikiz aynasından düşlediğin
buğulu bir ayna mı bu dünya...

her yürekte mutlaka bir ayak izi vardır,
söylediğin türkünün hançer sözlerinde adımlanan kederinden kalma...
hele hele bu satırlar nedendir sakın sorma...

inanmakmış meğer aşk...


elde boş beyaz bir kağıt, başucunda kalemtraş gölgesinde silgisiz bir kurşun kalem ile yeşil bir yaprak çizilebileceğine körü körüne inanmakmış meğer aşk...kağıtta dokunulan ve elde dağılan her karartının kelebek kanatları gibi rengarenk görünebilmesiymiş meğer sevgi...tıpkı kelebeğin kanatlarına dokunduğunuzdaki gibi...elinize bulaşan ve engellediğiniz tüm güzellikler...kağıttan parmaklarına bulaşan, kurşundan tüm kelimelerden dökülen karartıların kokusuymuş ellerinden içime çektiğim meğer, yaşamımın en güzel kokusu avuçlarından içime dolanmış ;gülümseyen nefeslerini saymazsak eğer...

elde boş beyaz bir kağıt, başucunda kalemtraş gölgesinde silgisiz bir kurşun kalem ile yeşil bir yaprak çizilebileceğine körü körüne inanmakmış meğer aşk...yazmayı değil,çizmeyi bilmediğin rakamları bir resim gibi çizmen gerektiğine inanarak...bir rakamı çizmeyi sana, ellerini ellerimle örtüp öğretmeye çalışır gibi yapmakmış , avuçlarımda yanan en sıcak ateş meğer...

inanmakmış meğer aşk...elde boş beyaz bir kağıt, başucunda kalemtraş gölgesinde silgisiz bir kurşun kalem ile yeşil bir yaprak çizilebileceğine körü körüne inanmakmış meğer aşk...

destelerce cümleyi harmanlayıp kocaman balyalar gibi parağraflardan mısralar dizmekmiş şiir diye kagıtlara meğer hayat...her parağrafın bir mısra sayıldığı kalbimde , senin roman dediğin ve benim adını şiir koyduğum düşler var kalemlerimin ucunda yine...

adı aşk bir yalan bu nefesler içimde...ölümde , yaşamda bir yılanın dişlerinden dökülen zehrinde saklı ne kadar garip...kim ne almak istiyorsa onu alsın istiyorsun ama o değil belkide payına düşen...ve adı aşk bir yalan bu nefesler içimde...bu yalanları koklayan bir yılan yaşıyor herşeye rağmen inatla yükselip alçalan göğsümde...

içimde durduramadığım büyük patlamalar var yine...yaralı yüreğimin saklıkentinde...yinede diyorum kendi kendime...inanmakmış meğer aşk...ve adı aşk bir yalan bu nefesler içimde...bir yangını temizlemek için yağıyormuş meğer o akşam yağmaya başlayan yağmur ,sana neden dediğimde...
ama yinede...inanmakmış meğer aşk...ve adı aşk bir yalan bu nefesler içimde...

11 Mart 2010 Perşembe

nazlanıyor eller yüz çeviriyor kağıt...


yazamıyorum...
tutuldu kalem...
tutuldu yaşlanan cümlelerin beli...
yazamıyorum...
gitmeye korkulan mezarların üzerine uzanıp geceleri kazamıyorum...
yazamıyorum...
uzanıp yatağımdan tavanıma bakamıyorum...
tavanımda yanıp üzerime düşen cümleleri toplayamıyorum...
yazamıyorum...
nazlanıyor eller yüz çeviriyor kağıt...
gözyaşlarından yanaklarıma akamıyorum...

7 Mart 2010 Pazar

aşka muaf gemiler yazmaya uğraşıyor suyun üzerine...


aşka muaf gemiler yazmaya uğraşıyor suyun üzerine...
hangi ebru dağılmazki bu mısralara...
suyu kağıdıymış önüne...
yeşil yapraklar boyuyormuş kağıda...
sayfaları döküyormuş önündeki bardağına...
yudum yudum çeviriyormuş yazdıklarımı dudaklarında...
aşka muaf gemiler yazmaya uğraşıyor suyun üzerine...
hangi ebru dağılmazki bu mısralara...
ne zaman bir türkü okusa duvarlara karşı yankılanan
kağıdına ıslak bir yeşillik hakim olur
huzuruna kırmızı bir ay düşer
suyun gökyüzüne vuran yanağına karşı...
yakamozlar süzülür gamzelerinde...
dalgalanır suda kağıt ,
adı aşk olur düşünce kağıdın yüzüne suyun yüzü...
ıslanan kağıt boyanır mı hiç diyeceksin yüreğinde belki...
ağlayan su kağıda dökülmez mi diyeceğim...
köşesine, kaçtığın aminlerden bir amin düşecek sonra
mavi bir noktada can bulup aminlerinden...
kağıdında su, dualarında hıçkıran gülümsemeler belirecek...
meneviş yaşlar devrilip düşecek gözlerinden...
gözlerin ıslak bir kağıda dönüşecek...
aşka muaf gemiler yazmaya uğraşıyor suyun üzerine...
hangi ebru dağılmazki bu mısralara...
kağıttan gemiler yüzecek bardağımda...
mısraların alaborasında
satırlar devrilecek...
ıslanacak tüm yaşlar gözlerimde...
ıslanacak tüm yazmaya uğraştığın kagıt gemiler avuçlarında...
ve batacak her akşamın güneşi gibi
aşka muaf tüm kağıt gemiler yüreğinde...
Bogazda yıldızsız bir gece gözlerin...
Ve gözlerinin altına uzanıcak karanlık gecende denize bakan gözlerim...
gecesi gökyüzü bakışlarının altında yeşil bir huzuru giyecek sözlerim...
bakışlarım huzur
bakışlarım yeşil
bakışlarım mavi umut dolacak senin gökyüzünden dökülenleri toplayıp...
gözlerimin dibi batık kağıt gemiler,
yüreğim sevda dolup boyanacak...
ve bir anda yavaşça ıslak kağıdımı çekeceğim gözlerimden...
sözlerimden bir şiir düşecek yıldızsız gece gözlerine...
ebruli bir ay doğacak kucağına...
göz bebeklerini sallayacağım şiirimin dizlerinde...
ve sözlerin süt kokacak daldığın rüyalarda...
aşka muaf gemiler yazmaya uğraşıyor suyun üzerine...
hangi ebru dağılmazki bu mısralara...
sabırsız bekleyişlerinde demlenen her saniye bir başka...
hangi sınavı verdi ki yüreğin muaf kaldı bu aşka...

6 Mart 2010 Cumartesi

virgülün kırmızı yapragından düşüp, yağmurlar yağıyor günlerdir şehre...


farkediyor musun bilmiyorum...
yağmurlar yağıyor günlerdir şehre...
martılar uçuşuyor etrafta...
ıslak omuzlara yaslanıyor tüm aşklar çekinerek...
üşüyen eller sıcacık yanıyor heyecanla alev alev avuçlarda...
farkediyor musun bilmiyorum...
yağmurlar yağıyor günlerdir şehre...
şemsiyem bozuk oturuyor köşede...
kafam bozuk benimde...
ıslanıyoruz beraberce bir sahil yolunda...
kıvrılıyoruz kıvrılan yolların kıyısına uzanıp...
soğuk bir yel esip okşuyor saçlarımı
denizden çocukluğumun yalnızlığına vuruyor dalgaların saati...
yelkovanlar dövüyor kıyılarımı...
akrepler esir, dalan gözlerin geçip gittiği
farkedilmeyen zamanların parmaklıkları ardına...
farkediyor musun bilmiyorum...
yağmurlar yağıyor günlerdir şehre...
ve ben çırılçıplak doğduğum karlı dağlardan yuvarlanıp
sende üşüyorum...
sırılsıklamım şehrin karanlığı gözlerinde ,
yosun tutmuş gözlerimde kırılgan bir mavi akıntılara kapılıyor...
ne zaman bir mektup salsam gözlerimden gözlerine,
satırlarımın güvercini cam şişeler
kırılıyor denizimden gökyüzüne çarpıp...
ıslanıyor sayfalar...
ıslanıyor mürekkep gözlerim...
dağılıyor satırlar dilimden düşüp
sularda kayboluyor tüm kelimeler teker teker...
bir ikisini yakalıyorum,
bikaçı karaya vuruyor tutunuyorum
üçü ölüyor...
beşi yasta...
sekizinci can çekişiyor,
heryer mürekkep heryer kan bir kağıdın üzerinde...
maviye yas tutan bir mezar bu beyaz kağıtlar artık ellerimde...
ıslanıyor ellerimde umutlar...
akıyor tüm dantel satırlar damla damla
kağıdımdan yanaklarıma dökülüyor...
üşüyor tüm cesareti sarhoş sözlerim
avuçlarıma üflediğim sıcak nefeslerimden ürküp...
farkediyor musun bilmiyorum...
yağmurlar yağıyor günlerdir şehre...
yanılıyor yine gözlerimin hava durumu
güneş beklenilen ayık sabahların ıslak bakışlarına aldanıp...
farkediyor musun bilmiyorum...
yağmurlar yağıyor günlerdir şehre...
ve gökkuşağından sarı düşüyor namluya ,
sırası ben bir rus ruleti parlıyor
yalancı bir kış güneşinin gülüşünde avluya...
kurşundan kalemler kırılıyor avuçlarımda...
kurşunlar düşüyor yerlere ölü ozanlar yurdunda...
tüm silahsızlığımı kuşanıp çıkıyorum karşına cesurca...
yıkılan dağlarımda ağlarımda
yakılan tütünde dağlarım tüm yaralarımı...
üflediğim dumanda söndürürüm tüm yanık hatıralarımı...
merhemi kül saniyeler yakar gözlerin gözlerime...
ağzında demir eriten harlanan ateşten bir ocak sözlerin...
alevi kör eden ateşlerin suyu gözlerin...
ateşe düşen su yüreğin...
ıslanan alevlerin üşüyen ellerinde,
yükselen dumanlardır sessizliğin...
farkediyor musun bilmiyorum...
yağmurlar yağıyor günlerdir şehre...
gözlerimden gözlerine bir şehir düşüyor habersizce...
teslim edercesine nefeslerimi içime gömeceğim,
ve sen
fethedercesine sözlerimi susacaksın...
sessizliğini topa tutacak tüm dost bildiklerin...
yüzünün surları yıkılıcak sütun sütun
üzgün gülümseyişlerin şafaklarında...
küçük yüreğinde yorgun sevinemeyen yaralı zaferler kazanacaksın...
hüzünlü ıslak mutluluklar ganimeti olucak bu büyük savaşın...
adına aşk
taşına sessiz çığlıklar dolu ağlamalar yazılacak
kefensiz çıplak mezarlarda...
şehit gecelerin karanlıklarına saklanacak
tüm cesur delikanlı ağlamalar...
yumruklar ısırılıp ağızlar kapanacak...
farkediyor musun bilmiyorum...
yağmurlar yağıyor günlerdir şehre...
ve ben elimde yaralı kapalı bir şemsiye
kaybedilen bir savaşın kağıtlara dökülen satırlarında
pişman bir virgülün kırmızı yapragından düşüp
yüksek soğuk bakışlarımdan alıp tüm yağmurları
kar olup yağacagım bu kente...
adı sen bir kış üşüyecek;
çıkmaz sokak sevdaların beraber yudumladığı,
sıcak tek bardak çayın ardında kalan tüm dudaklarda...

5 Mart 2010 Cuma

ve ölür insan bir hiç uğruna...


ve ölür insan bir hiç uğruna...
tutulan nefeslerin saklanılan heyecanları ardına...
kızaran yanaklarından düşer ağacı dibine olgunlaşıp gözyaşların...
güneşi soldurur bir mart akşamı gibi nefesin...
düşer esareti saksılar bir gülün yaprakları ,
aglamalar misali avuçlarına...
avuçların keder kokar kıpkırmızı mis gibi...
bakışlarında ıslak yaseminler açar utanan dalları kirpiklerine tutunan...
bir yağmur ertesini damlar saçagı kirpiklerin kararan gökyüzü gözlerinde...
düşlerin kışlarında açar
kışların yazlarını üşür mumların büyüttüğü büyük gölgeli akşamlarında...
ve ölür insan bir hiç uğruna...
susar insan...
susar sarıldığı koskoca bir denizin tuzlu koynunda susuz akşamlarına...
her buluşmanın ardında kalan ,
kulaklarındaki son sözlerine sımsıkı tutunan korkak bir çocuk yüreği bu eller...
yumruk yumruk yumuk yumuk kapanıp ağlayan...
ve yinede durur parmak uçlarında hayat bir anda habersiz...
susar tüm tik taklarıyla zaman ceplerinde...
sözlerin kum saati...
titrek hecelerinde dökülür saniyeler gözlerime...
tıkanır sertleşip zaman bir yerlerde sözlerinde...
sözlerin kum...
gözlerinden ufalanmış diline çöl mesafeleri yürüyen bir akşam bu adımlar sanki...
ve ölür insan bir hiç uğruna...
gözlerinden yağan yağmurların altında ben susuz kalıp öleceğim...
güneşin altında altından kum taneleri gibi ışıldayıp güleceğim...
düşeceğim mezarsız bir yolun sıcak koynuna...
öldün mü kaldın mı bilmeden seveceğim...
ve ölür insan bir hiç uğruna...