31 Temmuz 2010 Cumartesi

bilirim güldür yüreğin...


bilirim güldür yüreğin...
ve ne kadar güzeldir gözlerin...
hergün sessizliğini dinlerim tellerimden...
bam telimde yazarım sevdayı yüreğime...
bilirim güldür yüreğin...
sorarım hergün soğuk kollarımda yaslı mısan...
yalnızlığa soğuktur yaslı nisan...
şarkılarına kervan kervan keder taşırım...
bilirim güldür yüreğin...
dikeni ölümdür güzel gözüne...
kapısını açsam bi dert,
açmasam kapılarımı bilirim demezsin mert...
oysa yüreği esaret sevdaların
kapısı açık şiiri de oluruz biz...
haydi çık şimdi uç git...

rumuz:kafesin sevdası...

kul'un dileği bir yağmur damlası dua olup düşer yere...


bir dileğim var SENDEN...
kul'unun dileği,
bir yağmur damlası
dua olup düşer yere...
bir dileğim var SENDEN...
belliki dökülüyorum kerpiç kerpiç duvarlarımdan...
azalıyorum gün be gün yaşamaktan...
pekte haz etmezdim zaten bilirsin saklamam...
kedere derde fazla ah etmem...
varsın kurtlar kuşlar yesin leşimi...
süslü yerler heykellerde istemem...
yoruldum düştüm bu insan yarışındanda zaten,
bir dileğim var SENDEN...
vur artık al yanına beni...

ıslansa dudakların gözyaşlarımla...


ben ağlasam üzerinde yalan kahkahalarla...
ıslansa dudakların gözyaşlarımla...
öpüşmeler keder koksa...
dudakların yas tutsa...
sarılıp birbirine kapansa...
terli nefesler yanıp kül olsa...
teslim gözlerin sözlerime celladım olsa,
ben susup ölsem sessizliğe gömülsem karşında...
ben ağlasam üzerinde yalan kahkahalarla...
sabah ezanı sarılsa sırtıma serin bir yağmur olsa,
güneşin doğuşu mendilim olup açsa duvarıma,
yüzüme üflediğin nefesin gözlerimi silse kurutsa...
nefesini alıp katlasam,
çıplak tenimde cebime saklasam sonra...
üzüldükçe çıkarıp koklasam...

iki kaşın arasına ay düştü gecende...


iki kaşın arasına ay düştü gecende...
kanadı dizelerin al acılara sarılıp,
geceden sabah şafağına akıp...
kabuk kabuk kaldırdın dünü bugününde kanatıp...
iki kaşın arasına ay düştü gecende...
yaşlı ellerin çizgilerinden tesbih taneleri misali
döküldü besmeleler...
kırbaç sızılarından akıp döküldün sevda sırtından vuslata...
dilimde koruk tadı yalan memnuniyetlerin gülümseyişi,
saklanan ekşiyen yüzlerin kibarlığı...
sussam bir dert ,düşsem bin vuslat...
kalemimde sızlayan nasır kelimeler,
kessen bir dert, kesmesen sen...
iki kaşın arasına ay düştü gecende...
sevsen arar bulurdun...
ölmezdi kelebek kanatlarında satırların silinen yalnızlığı...
yaşardı tüm susuz mezarların dökülen suları...
gülerdi belki kırbaçlara koşturulan kısrağın yuları...
dökülürdü kimbilir yine eskisi gibi köy çeşmesinde,
sevdalara can suyu düşen yalağa,
dökülen buzdu yanan gözlerinden düşülen,
ikinci yaşam şansı verir gibi akıp dökülen sular...
iki kaşın arasına ay düştü gecende...
çatladı gökte gök, elde toprak sanki...
doğarken öldü daha dilde bebek ahlar figanlar...
sızlamaya korkup kaçtı tüm sızılar...
terkedildi ten feryat feryat...
geceyi döven sazlar azdı yangına yağmaya...
sönmeyen ateş türkü türkü yandı dağlara...
iki kaşın arasına ay düştü gecende...
pılını pırtını topladı rüyalar,düşler...
suya düştü yalan bir sese kandırılan,
gökte vurulan tüm göçmen umutlar...
iki kaşın arasına ay düştü gecende...
aya kan düştü,
suya dem üşüştü teninde...
sararmış bir film afişine kondu gecede sinek...
plaka yirmibeş eski bir taksi bozuldu az ilerde...
yürek susuzdu...
yara tuzsuzdu...
ıslak tütünün dumanı yarayı dağladı...
tenim altına sakladığın tohumdu mektupların,
sustu bulutundan gözlerin sonra...
ve kuruyan sözlerinde avuçlar torpakh torpakh çatladı...

* aynaya aksinde düşen dert dumanıydı taşıyamadığım ağırlaşan bu beden...
tütünü bakışlarından ıslanan adamın küstür ciğeri tüm ağlamalara ezelden...

19 Temmuz 2010 Pazartesi

har kokulu geceyi koklayıp taş ocakta odamda...


gidem...
heybemden dökülüp dökülüp düşem yollara...
sanki sebepsizmiş gibi ama sebebi koynuma asılı,
alnıma yazılı adım adım yürüyem yolları...
gidem...
gidemEDEN...
gidem...
har kokulu geceyi koklayıp taş ocakta odamda,
çaputuma tenini sürüp gidem yollara...
saklayım köy karanlıklarına tüm sessiz ağlayışlarımı,
dut dut döküp kurutup gözyaşlarını...
damda güneşe büyüteyim saksı saksı çocuklarımı...
düşlerimi köy kızları nakışlasın mektup mektup,
gülüşlerini gelinler giysin duvak duvak dua diye
utanan yüzlerine...
gidem...
herşeyi terkedip gidem kilim kilim ağlayıp,
ilmek ilmek özleyim eski ahşap penceremi
çerçeve saydıklarımı tek tek...
gidem...
kuruyan tütünlerimden sarınca dudaklarımı sıcağına,
her nefeste dem dem,
ağzımda gıdıklanan her yanışı türküm sayıp gidem...
gidem...
düşem püskül püskül mısırlardan koçanda koynuna sarılıp,
hüzünde yüzüne
yüzünde düşüne aldanıp
düşem çiçek döken mevsimden ellerine...
gidem...
ama dualarla,
ama yaşlarla,
ama yağmurlarla,
ama teslimsiz,
ama zengin bir çıplaklığa fakirden çalınan,
ama kahraman,
ama zehir
ama ziyan
gidem buralardan hezeyan hezeyan...
gidem bulutunu terkeden yağmur ağırlığınca düşüp yüzüne
toprak toprak utanam teninde kokundan...
gidem,gidemEDEN...
gidem...
saçlarından ırmak ırmak ıslanıp topraklara karışam...
yüzün düşsün yerlere...
toprak değsin ellere...
toprağım ıslanıp sen koksun yüzüme...
ben kokunda kaybolam...

18 Temmuz 2010 Pazar

bir varmış bir yokmuş...ve gelir bir prenses öper seni...


ve gelir bir prenses öper seni
atanırsın birden basit dünyandan prens koltuğuna düşlerin...
senden senliğini alırlar halbuki...
bunda sevinecek ne varki...
değiştirdiler seni kendileri için büsbütün...
prensesin ülkesinde prensesin halkıyla
iç güveysisin yaş tütün...
nerede o seni yeşil çirkinliğinde seven derenin kızları...
ve vırak vırak çağırdığın türküler...
sevinme buna sihirmiş gibi sanki ne olur...
yakışıyordu oysaki sana
yeşil tahtında yüzdüğün o dokuz on tur...
özlersin sonra demedi deme sakın...
insanları anlaman elbetteki çok yakın...
yakışıyordu oysaki sana
bence, sen kal sen tüm vırraklamalarınla...
ve gelir bir prenses öper seni
atanırsın birden basit dünyandan prens koltuğuna düşlerin...
sonra başlar,
yalanlarıyla seni kandıran masaldan düşüşlerin...

bir varmış bir yokmuş...
biri varmış biri yokmuş...

n...


onsekiz'i beş geçe düşer bir harf,
boğazın serin sularından olgunlaşıp dilin toprağına...
toplayanı olmaz bir bereket ölür sonra,
yamacında bekleyip dudaklarını...
dudaklarından düşüp,
üflersin
yüzümde yüzüme
düşümde düşüme
esen inanmadığım yaşamak çabasını nefeslerinde...
nereye uzanıp gittiği bilinmez yollara güvenip,
o tanımadığın yolların omuzlarına adımlarını yaslayan güzel..
susmalı belkide kapısı asla açılmayan odaların,
saklanan korkuları...
kim sobeleyecek söyler misin içimizdeki bizi...
onsekiz'i beş geçe düşer bir harf,
boğazın serin sularından olgunlaşıp dilin toprağına...
naif neslin nazlı nar çiçekleri gibi
öper dudağından baharı ağlaya ağlaya terkedip
can suyuna hasret,güneşin kırbacına teslim
yalancı güneş sessiz ayçiçekleri...
güneşten ayırmadıkları yüzleriyle
aşık ay'ın çiçekleri...
omuzlarında esen kır kokusundan uyanan
ve boynuna açan sabah çiçekleri...
özgür gülüşünün zincir soğukluğu sensiz yağmurların,
ıslatsa da susatan,
dilimde susan,
gözlerimce yana yana okunan sessiz türküsü...
onsekiz'i beş geçe düşer bir harf,
boğazın serin sularından olgunlaşıp dilin toprağına...
ve yazılır adressiz zarflanıp içimin mektupları,
hiç gitmediğimiz o parkta çardaktaki üzümün
asma ölür yaprağına..

ve uzar gider harfler noktaların ırmaklarında...
virgüllerin dalgalarına takılıp sallanır kelimelerin sandalları..
orağı soru işaretleri kağıdımda tarlaların...
uzar gider tüm teşekkürler ve üzgünümler akşamımın izinde...
parantezi, içine mektup saklanan cam şişesidir belkide
bu yazıda akan mavimsi yeşil mürekkepten denizin...

(adressiz zarflarda infaz ediyorum
içimde yangın dalgınlığımın yetim çığlık mektuplarını...
seni pulsuz döküyorum satırlardan denize...
ceset satırları yıkıyorum dualarla
ve tüm aminleri gömüyorum dualarımdan kaçırıp dilimden içime...
isimsiz mezarlarda hapsedilen öpüşmeleri düşünüp
kaçıyorum tüm düşünmelerden dört nala sonra...)

saat: onsekiz'i beş geçede unutulan zaman...

17 Temmuz 2010 Cumartesi

buluttan ağır düştü gam...


buluttan ağır düştü gam...
ıslandı taş kalpli taştan tüm kaldırımlar...
bağlamamdan bir tel düştü yere ağarıp...
birazda bam telim diye bağırıp...
sen dert yüklendin,
ben kedere turnalandım...
mevsimsiz göçlerin kanatlarını açtım,
şemsiye diye yağmuruna...
oysa aşık olmuştum yüzüme dayadığın namluna...
namlunun ucunda ölümü üfleyen dudaklarına...
şimşeklerine kanat çırptım tüfeklerde barut kokusuna...
korkusuz güzler soyundum uçuşlarımdan sana...
buluttan ağır düştü gam...
ıslandı sessizce taş kalpleriyle taştan tüm kaldırımlar...
bağlamamdan bir tel düştü yere ağarıp...
oy garıp...
ipe serilen zulümdür esen yelden,
uçuşan saçların kokusundan tanıyıp...
zalımın kanlı zincirinde dağılan beyaz tüldür,
gözlerinden izlediğim ıslanan gök...
yağdı şimşek,
ve bir su birikintisine düştü gürlemesiyle aktan saçıyla
vurulan simsiyah gök...
sonra kırıldı arnavut kaldırımlardan iki taş,
rüzgarın türküsünde üşüyüp...
ve kirazdan bir yaprak düştü gecenin düş yüzüne,
üşüsün dudaklarında kızaran can bulan genç kirazlar diye...
zaman çobanın yıldızını güttüğü an gecede,
ve kirazdan ağacın altında uyuyan çobanın armağanı bu,
gördüğü tüm düşleriyle sana hediye...

sallandı camdan yansıyanlar yüzüme...


kızdı gök,
gürledi pencereme...
bir yel ki tokat vurdu sanki yorgun hüznüme...
korkup titredi cam...
sallandı camdan yansıyanlar yüzüme,
ve sallanıp uyuyakaldı bu salıncakta tüm bağ,
tümüyle,
asma yaprağına kurulu beşiğinden üzüme...

düşüyordu tane tane dudaklarının şırıltısından eziyetler...


camda yağmur damlaları gibi terledi avuçlarımda harfler,
yanık bir kağıdın hışırtısıydı sanki,
teninde dolanan sinsi rüzgar...
bir buket rüzgar gülü ile gelsede dalına yaprağına...
düşemedi karadul gözlerinin gölgeden ağına...
camda yağmur damlaları gibi terledi avuçlarımda harfler,
sonra kağıda yağdı usul usul tüm düşler...
buğulandı kağıtta damla damla kelimelerden suretler...
kendini kurt zanneden tüm o saf temiz kuzu niyetler...
düşüyordu tane tane dudaklarının şırıltısından eziyetler...
gökler fotoğraf çekiyordu üzerimizde sanki,
şimşekler çakıyordu durmadan...
patlıyor gibi ard arda flaşlar,
aydınlanıyordu ayın karanlık yüzü birkaç saniye ile
yüzümüzde sanki...
yağmur düşüyordu ağzımızdan düşenler ile yerlere...
basmayalım üzerine korkusuyla adım atamıyorduk önümüze...
ıslanıyordu akşam gözlerimizde git gide...
biz birbirimizde üşüyorduk...
ve camda yağmur damlaları gibi terledi avuçlarımda harfler,
yandı çam sakızı kokusuyla avuçlarımızda,
çıtır çıtır tutuşan hayaliyle titreyen masum eller...

bakışımı düşler ıslattı...


ve yaktı bulutu duman,göğün yüzünü yağmur yıkadı
bakışımı düşler ıslattı...
sabırsız vapurlar yazdı mektuplarımı sana...
beyazdan köpük köpük döküldü
tüm ağlayışlar bardağıma...
simit simit bölündü anlatılanlar
susam susam uçuştu martılar dalan giden sözlerimde,
ve gözlerimi terkeden sözlerimdi kağıdımda gece...
yağmurluydu bulutundan düşen,
sessizliğini şemsiye yapıp giyen dudağındaki her pişman hece...
sözler ıslandı...
dağıldı harfler mürekkeplerden bulanıp...
kağıdı çamur yolların mavimsi yalanıydı gidenler yanıp...
ardından birkaç titrek hece...
ve seni sevdi yüreğim tenimin ardına saklanıp sinsice...