23 Şubat 2011 Çarşamba

duası sen gözlerimden kapanan o dünler...


tende kuruyan yağmurların havlusu olsun sıcacık avuçların,
üşümüş tende açılan sevda bayrağının rüzgarı olsun,
gülüşünün kesik rüzgarlarına dalgalanan yüzümde doğan şu güneş.
ışıl ışıl sallansın bu aşk dar gelen ağaçların gölgesinde,
darağacı kadar son yeşil,ar acısı kadar can sallanışında
çekilsin tüm pişmanlıklar gözümde...

aşk,benden düşen gözlerinde son bulsun gözlerim için...

AMİN...


*el açılan sızılar bahçesinde,dert kuyusuna düşen gül yaprağında
belki düne saklanan bugünde,
belkide yarına kaçan afacan dünlerde görebilme ihtimalim vardı seni...
ama yinede,
ama orada durduğunu bildiğim halde,
açmadım gözlerimi hiç yinede...
sımsıkı yumdum onları korkularıma gem kaçışlarımın ellerinden tutup...


* duası sen gözlerimden kapanan o dünlerden yazıyorum sana...
yazanı ben düşler bunlar...
yüz'ü olmayan on'lardan kaçan sekizlerin masalı bu...
sayıların dili olsa,MATEMatik şiir olurdu kara tahtada...



duaları emen dudakların kokusunda korkmuştuk ilk defa biz ölmekten...
süt kokan duaların avuçlarında koklamıştık aşk'ı ilk kez...
üstelik aşk'ın sözü bile yoktu ağzında henüz...
ah aah...
teni kavuran hayallerin kırbaçları sızlıyor gecelerime...
düşünmek insana artık acı veriyor gülüşünde...

İSY/AN SESLERİNDEN DÜŞEN AYAK İZLERİ UYANIYOR DUVARLARIMDA...


23.06

ve şubat düşüyor sevgili'm...


şubat düşüyor işte sevgilim...
soğuk bıçaktan bir rüzgar ile yıkılmadan önümüze duran duvarlarıyla,
boyu kısa bir ay vazgeçiyor işte sevdasından,
bülbül gül'üne kanıyor,sıcak akan kızıl yalanlarda bir taşa vurulup.
ve savaşından cayıyor kış avuçlarında eriyip...
savaşı kaybediyor yürek...
az kaldı...zaman yok artık...
şubat düşüyor işte...
kale duvarları un ufak eleniyor dudaktan esen mısraların rüzgarında dağılıp.
ey kalenin şanlı komutanı,
yenilginin yüzüne bir gülümseme ile en çok yakıştığı kumandan...

sırtını döndüğün yenilgilerin,
hançerinden kanıyor tüm gururlu ölümlerin ile şimdi işte...
şimdi sen yenilgini gülümse hüznünde haydi...

gök yüzünde alev alev bulutlar yanıyor işte,
savaşa hayır diyen yüzüm kanıyor işte,
beni sildiğin fermanlardan yana sol yanım ağarıyor işte,
şimdi o tanımadığın suretimde elini uzat elime haydi,
elini uzat yüzüme ve tanış benimle tekrar haydi,
ardına çekildiğin bu çİN SEDDİ kale duvarların eriyor damla damla,
aşılmaz denilen savunman diz çöküyor,
ve sEvgiLİMDEN şubat'ım düşüyor işte...

YALANIN DUVARLARI TUZ OLUYOR İŞTE ADIMLARIMIN ALTINA...
KAYBEDİYOR AYAĞIMIN ALTINDA KALAN TÜM KAVRULUŞLAR BEYNİMİ İŞTE...
CAN TENDE YANMIYOR...
CAN SENİ ACIYOR ...
YARALARIM BOYUN BÜKÜYOR TENİME,
SIZILAR TERKEDİYOR ŞARK'IMI İŞTE...

yüzümü,bir kaybedişin aydınlattığı geceler parlıyor kağıdımda,
ve kurşun kalem saygıyla susmak için kırıyor kendi ucunu keser niyetine dilini...
satırların intiharı bu...
her kederde mısralar,salladığı zarında son nefesini arıyor...

ve şubat düşüyor sevgili'm,şubat düşüyor...
ocak üşüyor hala belkide...
sırtımda güzel bir kanbur rüyalanıyor cenk ile,
ve şubat düşüyor gözlerinden buzdan alevleriyle tutuşmuş bir terk ile...


* 22.13

19 Şubat 2011 Cumartesi

asıl zor olan ,


asıl zor olan,
kolay olması herşeyin eskisinden...
zor olan,
çekilen acıların üç dakikada bir ilaç ile susturulabilmesi.
zor olan,
hep uyutulan sızılar,sesler,sözler,kederler,haykırışlar,düşler...

zor olan,
artık hiç bir şeyin zor olmaması...
ve üstelik bizim bunu istememiz...


*dünler ne kadarda güzeldi değil mi diyen amcaların ahşap sandalye sitemlerinden yazıyorum size...

dünler ne kadarda güzeldi gerçekten...

14.37

beN .. .

18 Şubat 2011 Cuma

bir helke suyun yüzünde...


sızıver yüzümün çatlaklarından içime...
ama sızı verme...
düşü ver gülüşünden gülüşüme bir taş köprü örer gibi...
ama düşüverme...
düşe yaz en mutlu çocukluğundan sağıp cümleleri satır satır
bana yazdığın mektuplarda...
ama sakın düşeyazma...dikkat et...

dışarısı eksi yirmi gecesi...
ve bir helke suyun yüzünde ,
incecik donup buzlanan suyun soğuk yüzü sanki yüzüm...
gülüşünden yüzüme ılışan,avuçlarıma bulaşan bir sıcak bu uzattığın...
yüzüm çözülüyor gülüşünden esen alevden ipek çarşafa sanki...
ısınıyorum hayaline...
ama dedim ya gülüm,
dışarısı eksi yirmi gecesi...
ne zaman kollarımı açmaya kalksam,
bu soğuk pıranga,yapraklarımı tutuyor benim...
el susuyor,yol donuyor...
ve ben hasretinden kışlar eskitiyorum...
soğuklar yangın yeri,üşümeler yetim düşüyor şubatına.. .
yüzümde lapa lapa hasretin taneleri eriyor...
ben seni ıslanıyorum ,
şehirlerarası otobüslerin öksüz pencerelerine başımı dayayıp...

kaç watt bu yüreğinden kırıp yüzüme vurduğun buzdan su söyle bana ?
yüze yangın,yüreğe kar düşüren üflediğin bu günah kimin cehennemi...



an ki zaman ; 04.06

* noktalama hataları ve yazım yanlışları bile bile yapılmış seçimlerimdir;şiir suçSUzDUR...

ve sabah düşer pencereye...


cESARETİ ölü doğan sözlerin,yetimdir teni tüm doğan güneşlere ;
dudakların mora kaçan titreyişinde soyunur,
düşünen avuçların yalnız üşüyüşleri.
söz darlanır,öz sararır düşer,göz kapanır...
gece,incecik bir ırmağın karanlığı gibi sicim sicim yüzüne dolanır.
gece uzar,yürek kısalır...

an gelir AY DOĞAR,gözünde büyüyen bir ümit ölü doğar ellerinde.
ve sabah düşer pencereye,
aydınlık bir sızı sıvazlar sırtında yanan ocağını...
gün biter,
ŞUBAT uyanır kabuğunu kırıp...
an düşer yerlere...

söz darlanır,öz sararır düşer,göz kapanır...

* kar düşen yüzlerin eteklerinde açan bakışlardan yazıyorum bunları size.
ezilen düşlerin cesetlerinden yıkanıp akıyorum kağıda...
cİNAYET bu gece,
ve katilinin vicdanını açıyor kırgın yüzünde bir kardelen...


02.17 'yi tik taklayan bir kuştu ağacın dalındaki zaman...

sonra eskrim konuşmalar döküldü ağızlardan...


- eksik birşey mi var ?

- bir şey var,eksikliğinin farkında bile değil...

- özne'nin aradığı ne bu cümlede peki ?

- gizliden bir özne'nin saçlarının arasından kayıp,
yüzümün kıyılarına vuran ıslak bir sabahın kokusu aranılan...

- ...ve meşgul tüm aramalar öyle mi ?

- ahizesiz tüm konuşmalar bu cümlede,noktaya kadar ne telefon var nede gazete.

- ee iletişim ?

- dudaklarımdan onun dudaklarına iletilen kadar tüm sözler,
gerisi treni sekiz gün gelmez boş bir yoldur rayların gönlünde...

- bir rüyadasın sen,uyan bence

- durma o zaman haydi
beni uyuyan dudağımdan yakala,''kötü bir rüyaydı sadece''lere sürükle
öpüşlerinden...


* ve eskrim konuşmalar döküldü ağızlardan...
01.49

gecenin bir yarısı...

6 Şubat 2011 Pazar

BAL AYINDA İKİ ARI...


kimi sevsem mısrası sendin belkide...
şiirde hiçbir otobüsün durmadığı tek nefeslik bir durak belki.
kimi sevsem kafiyede sen kokusu...
tanımadım yalanlarını yaktım dumanlarından kimi bazı...
kimi sevişsem dudağımda derin bir çatlaktı hüzün,
her dudaktan bana tuzlu bir deniz tadı düştü...
cayır cayırdı dudağım,yandı tüm konuşmak istediklerim
daha dudağıma düşmeden üstelik...
közdü tüm şiirler dudağımın cebinde...
dilim yaslı bir ıslanışın sessizliğinde...
kimi sevsem mısrası sendin belkide...
kimi sevişsem dudağımda derin bir çatlaktı hüzün...
dudaklarım sızlıyordu,
dudakların ışıldıyordu tuz gölünü ovasında öpmüşcesine...
kimi sevsem mısrası sendin belkide...
kimi sevişsem dudağımda derin bir çatlaktı hüzün...
ve her kavgasında kendini öldüren haram bir ölümdü zaman,
tek iğnesini çeken cesur gölgesinde...


kimi sevsem mısrası sendin belkide...
ve kimi sevişsem dudağımda derin bir çatlaktı hüzün...

b/al ayında iki arı var yüreğimin kovanında...


17.59

ben .. .

kalabalıklar yüzüyordu ardısıra yüzünün denizinde...


kalabalıklar yüzüyordu ardısıra yüzünün denizinde...
ve aynasızdı avuçlarının ayası...
bu yüzden,
göremiyordu ellerinin çizgilerinden ona mısralar hizalayanları...
kalabalıklar yüzüyordu ardısıra yüzünün denizinde...
o hala ıslak bir çöl sanıyordu teninde dalgalananları...
sırrı dökük,gülüşü sökük bir yüzün tamlayanıydı sanki dudakları...
öpüştüğü düşlere anlatıyordu nefesinden tüm fezasız uzakları...
gülüşünün bileği burkuk adımlarında ıslanıyordu
güneşe söylediği o serin yalanlar,
ve ne zaman gün düşse,
o geceden yıldızlanan göğü çalıyordu incecik bir elbise diye...
yakışıyordu tüm topallamalar göğsüne...
yürekten geçen her sızı onu kıskanıyordu,
al kırmızı şiirin kanlı renginde...
yüzü sevda,yüreği onb/eşine hasret denginde...
kalabalıklar yüzüyordu ardısıra yüzünün denizinde..
sarıya dönük zarflardan katlanan geminin gıcırdayan güvertesinde,
kalabalıklara yüzüyordu yüzünün balıkçı çizgilerinde...
gülüşü rüzgar,tavrı kurt kapanıydı söylediği sessizlik ezgilerinde...
adı yalnızlıktı kadının...
adı tansızlıktı adamın...
ve kalabalıklar yüzüyordu ardısıra yüzünün denizinde..
adam oltasındaki iğneye bir mısra daha hançerledi,
ve uzandı yarım ölüm tuz kokusu dizlerin gökyüzüne..


17.38

yüzüne büyüyen zeytin hikayesinde...

ben ...

bilir miyim ki..


bilir miyim ki ben...
semerkand'ın suyudur yüzüm buz gibi...
hiçbir denizin güzelliğinin layık olmadığı sanılan,
aslında denizlerden kaçan,
bir çöl ortasında bilinmeyen bir karanlığa saklanıp kaybolan...
bilir miyim ki ben...
semerkand'ın suyudur yüzüm tuz gibi...
alışık olmayan dili yarasıyla kavurur bir avuç ateş gibi..
ruhu bozkır soğuğuna sarılı,
saçında bozkırın yavan yorgun rengine yer yer kırağı sürülü...
bilir miyim ki ben...
semerkand'ın suyudur yüzüm buz gibi...
yüzümde rüzgarın ebrusu çizgiler vurulu yol yol dudağım yamacına biten.
kimi zaman inatçı bir diken,sök sök bir türlü toprağını terk etmeyen.
kimi an , bir anda çöl kumuna sokulup yok olup giden...
bilir miyim ki ben...
semerkand'ın suyudur gülüşüm buz gibi...
kim demiş denize dökmez içini diye,tez yıkılsın bu söz bir sur gibi...
bir çöl'e denizin kokusunu saklamış ise bir sihir,
benim zavallı suçum ne ki...
çöl kumunda sandalımın rüyasıdır
düşüme ebrulanan saçının rüzgarı belkide.
yanılan kim ki yanan tuz bassın ömrü'ne...

bilir miyim ki ben...
semerkand'ın suyudur kayboluşum buz gibi...
çöl yanıyor sananlar,peki gece kemiğe dayanan buz dağları neki ne...
üşüyen mısraların ateş böceği dansı,
gülüşüne savrulan misinamın iğnesi...
belki bir kıvılcım,belki yürekten gelen derin bir sıcak nefes
avuçlarıma düşen,dudağından dökme kor mısranın türküsü...
ama kim ısınacak kim ısıtacak yüreğinden cenneti söyle,
gerçi bilinmez bir cura ağıtı bu dilimden tozlanan yüreğime silinen.

hem bilir miyim ki ben...
semerkand'ın suyudur bir çöl'ün koynuna yüreği gibi saklanışım,
buz gibi sıcacık...
bir çöl'e düşürüp san/dalımı denizim saymamı engeller mi şiir...
ebrulanır mı kumlara düşen rüzgar,
susuz kalan sandalların iskelesinde dağılan renklerden kağıdını...
kağıdımın mumu hüznün ıslanmış gülüşü...

bilir miyim ki ben...
semerkand'ın suyudur yüzüm buz gibi...
yörük avuçların dört nala koşan nasırlı türküsünü eser,
rüzgarımda gülüşüm,
ve akıp tükendiğim ç/ölüm...

* zerefşan ki altın yaldızlı bir ırmaktır buz gibi sıcacık...
türküsü soğuğundan alev alıp yanık...
kim demiş hiçbir deniz layıkıyla güzel değil ki dökülsün bağrı,
alev alev suyuyla bir okyanusu bulmuş çöl'ünde zerefşan belli ki,
mecnun'un susuz bakışlarında ebrulanmış serap gözüyle belki...
uzanmış perişan haliyle ç/ölümün sıcacık altın kumdan gögsüne...
ve akıp kaybolmuş kum kokusu teninde deniz kokan cennetine...

bilir miyim ki ben...
sıcacık altındır kum göğsünde dolanan akrep sokmaz mı yelkovanı...
durmaz mı zaman,dudaklarından akan o tatlı zehirde...
bilir miyim ki ben...
dudağından akan sıcacık o zehirde,an be an yavaşlamaz mı şu ölüm
gözlerimden akan yaşlar ile bu zalim şehirde...


an ki zaman ; 14.41
yaz/an , bEn...

4 Şubat 2011 Cuma

el ele sızılar kahvesinde .. .


gri dudaklarınız susmuştu zalimliğini,hapsedip sessizliğine dilini...

çatlamış dudaklarınızın omzundan kayıp düşen askılı bir elbiseydi sanki avucunuzda sımsıkı sakladığınız,zaman...

dudaklarınızdan bir beyaz düşse,
bir siyAH uyanıyordu ölümlü güzel yüzünüzde...
ve bir siyah çıkarıp soyunsa dudağınızdaki o titreyen YAS,
beYAZ'a düşen bir kiraz kızarıyordu alev alan gülüşünüzde...

ah çeken yazların,
ve tüm siyah beyaz fotoğrafların hatrına,
dudağınızdan gri bir akşam batıyordu kıymık gibi elimize...

el ele sızılar kahvesinde,
balıkçıların,deniz kokan yorgun nefeslerinde demlenen çayın eşliğinde...

gözlerini seviyorum,bütün gece ardına dek kapalıyken bile...


gözlerini seviyorum,bütün gece ardına dek kapalıyken bile...
bakmayı yaşıyormuş resmen içinde diye,
görmeyi biliyormuş herkes,değilmiş diye...

gözlerini seviyorum,bütün gece ardına dek kapalıyken bile...
dudaklarında açan gülümseyişin titreyişi ile...
şiir örmüşsün bu kış ellerime,
mısralar yüzüme...
doğrudur dudaklarınla kuruyan o üşümüş cümle,
yaramdır ayaklarım adımlarından yaslı dününe...
yün çoraba tuz sürmesin söyle o ipi eğiren nineye...

gözlerini seviyorum,bütün gece ardına dek kapalıyken bile...
bakmayı biliyor bakışların diye...
bu kalabalıklara da alıştı gözüm,
bu karda kışta sırf sen üşüme diye...

gözlerini seviyorum,bütün gece ardına dek kapalıyken bile...
yalnızlığımı,yalnızlığından ısıtıyorum...
dudaklarından ışıldayan kıvılcım kavuruyor karanlığı bir anda,
ve ben sıcak dudağında aydınlanıyorum...

gözlerini seviyorum,bütün gece ardına dek kapalıyken bile...
uyusun tüm dünya,sen,gözlerin ve heryerin fark mı eder,
dudakların uyumasın yeter...
lütfen,
rüyanda bile konuş benimle...


gecenin koynundan yazıyorum size...
an ki şu an ; 23.29
yazan berduş , ben.. .

3 Şubat 2011 Perşembe

uçurum...


sen i sev i yorum .. .



parmak uçlarının kıyısında uzandığım bir geceydi yüzümde gülüşüm,
adı mutluluk/muş katladığım kağıt kanatlı kuşun...
süzülür zannedilen ama döne döne önümüze çakılan bir gözyaşı belkide.

omzunun ardından kulağına düşen sessiz bir fısıltıydı sevginin sesi akşamda,
'' tembel kıss ... '' dedi çocuk...

ve mutluca gülümsedi güzelin yüzünde suskunluk...

o kadar güzel gülümsüyordun ki,
içimde şubat yanıyor ve tüm kalabalık sessizce siliniyordu...

bende yalnızca bir sen aydınlanıyordu,sokak lambaları gölgende kararıyordu.

içimde ŞEHİT kederler dualaşıyordu,
ve dilime saklanan o utangaç çocuk dökülüyordu yüzümden gözlerine usul usul,
'' sen i sev i yorum .. . ''


* bir uçURum bu seninle aramızda kalan...
hergün aynı yolları sanki yokmuş o ur gibi yürüdüğümüz...
ama hep içimizde sızlayan ve büyüyen...
kederiyle,ağrısıyla hey ben buradayım diyen...
bir uçURum bu seninle aramızda kalan...
yaşasak rüya,ölsek haram...
deterjan kokulu renksizliğinde rengarenk saniyelik bir baloncuk bu,
ağzımızdan düşüp uçuşan...
ama yörüngemizden bir adım dışarı adım atmayan...
izlemeye doyamaz iken pıt diye patlayan...
yere bir damla düşüp biraz sonra kuruyan...
bir uçURum bu seninle aramızda kalan...
ileriye bir adım atsan haram,
gözlerini kapatıp bağırsan tatlı bir rüya,
birazdan uyandığında yapayalnız kalıp ağlayan...
bir uçURum bu seninle aramızda kalan...
bir zaman iyi huylu diye başı okşanan,
bir başka zaman kötü huylu diye kesilip atılan...
oysa kaderi kim yazmıştı unuttu tabib,
bilmişlik tasladık neş/ter-i duayla
yüzümüze yansıyan teslimiyete...
boyun büktük isyana...
sustuk tüm dağlara ve yankılara...
ardımızı döndük ama gidemedik bir adım dahi başka yere...
çömelen takvim yapraklarında oturup bekledik sevgiliyi
her bir gün,
gELir diye...
üstelik tüm ASLA'ları bile bile...
bir uçURum bu seninle aramızda kalan...
tenime yaslanan şu an ve bu yas rengine sisli önümdeki zamansız zaman.
anlamı yok hiç bir şeyin...
dudakların zehir,avuçların memleket hasreti,yüzün gurbet...
şiir kumaştan mendil,bir ucu yüreğime asılı...
ve bir uçURum bu seninle aramızda kalan...
ağlayan suskunluğumun heybesinde,göz yaşı şişeme
bir dolup bir boşalan...

bir uçURum bu seninle aramızda kalan ,
ve benden düşüp sen i sev i yorum diye bağıran bir çığlık bu,
uzattığımız ellerimizin arasında yankılanan...

sen i sev i yorum .. .



vakit, 23.16

siyah kuş'un gözünden düşüp yazıyorum size...

ben...