23 Nisan 2011 Cumartesi

başka bir hayale uçurmam ben kuyruğu kopuk uçurtmamı...


başka bir hayale uçurmam ben kuyruğu kopuk uçurtmamı...
alıp saçlarından ayırdığın rüzgarını tek nefeste içime,
başka bir esintiye uzanmam...
teninde uyanan mevsiminde tut sen güneşimi...
inatlaşma ne olur,
bırak ipimi istemesende sessizce...
kaysın parmak uçlarından o bir türlü uçuramadığın zaman.
ve ben ;
bir martının yorgun gözlerinde,
bir anda gökleri terkedip ayaklarına çakılayım...

başka bir hayale uçurmam ben kuyruğu kopuk uçurtmamı...


çayır dili üflentileri...

zaman ki an ; 01.47

bugün bulutlusun sen...


bugün bulutlusun sen...
bir rüzgardır tarıyor saçlarını senden ayırıp...
tel tel dökülüyor gök yüzün...
devşirme gülüşlerini kovalıyor kızgın ağlayışlar...
ve yüreğindeki köy ayaklanıyor...

bugün bulutlusun sen...
yağmurların terkediyor yüzünü...
gökte rüzgarlı bir akşamın avutan yalanları savruluyor...
poşetler uçuşuyor şehrinin sokaklarında senin...
ve avuçlarında bir kırlangıç ıslanıyor...

bugün bulutlusun sen...
yanakların gözyaşı kokusu...
gözlerin sarhoş adımlarda sallanıyor...
yorgun düşmüş yüreğin...
ve sızıların dahi seni terkediyor...

bugün bulutlusun sen...
sokaktaki kadının havası dediklerinden...
ama aslında ruhun evinde dağlanıyor...
ve kimi bıçaklasan sadece bıçaklar aldanıyor...

yağmurlu bir geceyi giymişsin üzerine bu akşam...


yağmurlu bir geceyi giymişsin üzerine bu akşam...
ıslanmış yüzün ince ince...
soyunsan rüzgarlanacak gece yarısı tüm rüyalar belli ki...
sonra bir el uzanacak ay ışığını söndürecek hızlıca,
gecede yağmur tenindeki alevleri yıkayacak,
ve kimi sevişsen bu geceyi üzerinden yırtacak...
sen öksüz yağmurları toplayacaksın sabah şafağında...
kan kızıl gök yüzünün endişeli mahmurluğunda...
merak etme,
sonra güneşle yüzünü pişman bir kedi yalayacak...

ardından göklere kuşakları dolanır,ıslanmaktan korkup...



elbet dökülecek yağmurların gözlerden...
düşecek çatısı göz kapakların,
kirpik kirpik saçaklarından damlalar bir bir dur duraksız ansızın...
elbet gözlerinin altına sen ağlarken iki serçe düş sığınacak,
ıslanmaktan korkup...
sen yinede gülümse yağmurlarının altında kedere...
bil ki bir güneş açar eninde sonunda...
ardından göklere kuşakları dolanır merak etme;
meneviş bir gök(kuşağı)soyunur ıslanan gözlerinde...
elbet gökkuşağı doğar bu dökülenlerin ardından bir gün...
umutlarından sakın ha vazgeçme...
elbet bahar kokacak yüzün karla yıkandıktan sonra bunca hüzün...

sen ki ölümü soyunup yaşamın çıplaklığını sermişsin tenine,
boşver haydi...
sadece gülümse...

kukla düşler ülkesinde,bir yağmur ertesinde,ıslak iplerimizin dengesinde yazıyorum bunları size...
bizi tutan eller kadar günahkar mıyız belkide...


zaman ki an ; 00.18 ... gecede bir gariplik var

amAn dikKAT ...


aman dikkat;
karşında çaresizce seyrettiğin başkasına ait her yaş,yanağında kuruyan tuzlu bir sızıya dönüşebilir...

üstüne alınmadan görmemiş gibi yap ve
kaç kaçtığını belli etmeden adımlarında...
çünkü ben,
yer çekimine aldanmayan umutları yakıyorum sözlerimde burada...

sonra yanar dilin tadına bakmak istediğin her yanda...

aman dikkat;
sözüne aldanan her yalancıya bir can borcun vardır sonra...
ödesende silinmeyen bir borç kalır vicdansızlığında...
ve hiçbir doktor hiçbir hekim göremez bir körün ne gördüğünü asla...

aman dikkat;
düş kurma olur mu,düşe(yazarsın) kağıtlara küsüp nefesinden sonra...
yanındaki tüm yansızlarla ne olur sende bir yalandan günahlanıp yanma...
HEM NE GEREK VAR DÜŞÜNSENE,
bu gezegen zaten yeterince sıcak...

zaman ki an ; 17.11 ve bugün yirmiüçnisan...

takvimlerde hata yapabilirmiş onu koparan eller kadar meğer...


aman dikkat;
hoşçakal deme sen hiçbir veda'nda kimseye...
sonra tüm merhabalarından utanırsın...

22 Nisan 2011 Cuma

kAN FALI .. .


bir damlası hep ayrılıp gidiyor diğer ikisinden kaçar gibi üstelik...
geride kalanları çok mu düşünüyor yoksa hiç mi bilmiyor yüreği...
bir kağıt üstüne akıyor sorumsuz bir tavıra saklanıp sadece oysaki...
tenimde iğnelerin dikiş azabı...
acılarım çuvaldız vasiyeti...
ve mutlaka kanıyor tende yürek her seferinde,
hemde dur duraksız...
yarama kağıttan işlemeli mendiller kapatıyorum sonra,
hani şu zamanenin kullan at tavırlılarından...
mendillerin bile değeri yok artık bu zamanda...
ah ah nerede o eski bir ömür saklanan unutulmaz mendil anlar ,
mendil zamanlar diyarında...
bir ömür konuşan iki kelimelik kumaştan mektuplar,
ve sayfaların kenarında işlenen o süsler ve tüm masum suçlar...

neyse durmak yok,yola devam...
yarama kağıttan işlemeli mendiller kapatıyorum sonra,
hani şu,bu zamanın kullan at tavırlılarından..
her acı başka bir şekilde kanıyor gördümki...
şekil şekil ağlıyor tende sıcak,yürekte sarp zamanlar...
sanki mektup mektup satırlanıyor tüm içinden geçenler...
ve her anlamsız şeklin,sende bir anlamı oluyor
belkide olmasada,bir anlamı doğuyor o anda...

o an'a ait bir fAL DOĞUYOR sonra sanki...
bilmemki,aptalca bir hayalgücü belki...
ama aşk bile çıkıyor bir damla acıdan inanki...
kuruyan kan değil,
onu yakıp kurutan nefeslerin sen bunu bil...

tenime saplanan iğneler sokağından yazıyorum sana...



gereksiz bilgi : kan,normal şartlar altında oksijen (o)2 ile karşılaşmadan pıhtılaşmaz.bu yüzden,vücuttan dışarıya sızan kan oksijen ile karşılaştığında,K vitamini sayesinde etkileşime geçip pıhtılaşır...ve aldığınız her nefeste içimize dolan oksijen yakıcı bir gazdır.biz bu yakıcı özelliği sayesinde yaşamımıza devam edebiliyoruz...

konya şekeri bayramlar...


konya şekeri bayramlarım vardı benim...
bembeyaz bir şeker ve kimi zaman üzerine kırmızıdan çizgiler.
bir tebeşirdi sanki dokunduğun o hissi,
beyaz tozlar cenneti...
küçük gözlerimi ıslatan mutluluklar uçardı gözlerimden...
kuşlar çayırlara uzanır gibi uzanırlardı cami bahçesine,
korkusuz bir tembelliğin huzurunda...
bir buğday tanesi kadar hayaller mutluluğunda...

konya şekeri bayramlar düşerdi ellerime benim...
ister misin sorusu olmadan dolardı avuçlarım,
çünkü kim istemezdi ki değil mi...

köy yolunun yokuşlarında çakıl çakıl ışıldardı o çetin zorlu yollar.
güneş daha bir güneşti sanki...
ve dut topladığımız o toprak dam...
çatısı dut ağacı dünler durağında otobüs beklemek güzeldi...
akşam ezanı ardından kavak ağaçlarını dinlemek rüzgarından,özeldi...

konya şekeri bayramlar beyaza boyardı parmaklarımı,ağzımı benim...
ben mutlu bir tebessüm ile susardım...
köy çeşmesi ruhumu yıkardı her güneş batışında benim...
ve güneş inan bana,
her akşam yepyeni bir tablo gibi batardı manzaranın ardından...

ressamı sen düşler atölyesinde,ben bilmeden aslında
o çocuk tanımımda seni hatırlardım...
henüz seni tanımazken bile üstelik...

konya şekeri bayramlar çiziyorum şimdi kağıtlara...
ve duvarlar yüz dönüyor küsüp yine bana...
eski bayramların tadı yok diyecek şimdi biri eminim,
eskide olanları özlediğimizi söylemeye dilimiz utandığı için belki...
küçük boyların tadı unutulmaz eşsiz hissiyatında,
çocuk hatıralarında hiçbir tat silinmez sevgili,acı yada tatlı...
ve sen çocuktuk unutacak o çocuklar bugünleri derdin,
oysa çocuklar hiçbirşeyi unutmaz sevgili...
unutmuş gibi yapmayı seçerler belki...

konya şekeri bayramlar tozlanıyor dilimde şimdi...
tatlı mı tatlı...
belki birazda ağlamaklı...


zaman ki an ; 09.38 Sabahın o kör saati hangisi ?

on yıl geçti devrildi işte...


on yıl geçti devrildi işte...
değişen birşey yok hala içte...
geçecek elbet demiştin,zaman silecek herşeyi...
yaralar kabuk tutacak,acılar yavaş yavaş teni terkedecek demiştin.

on yıl geçti devrildi işte...
koca çınarların gölgesindeki yürümeler büyüdüler...
yara kabukları kurudular düştüler çoktan sevgili...
unutulacak herşey demiştin,
silinecek yollardaki tüm izler,düştükçe yerlere yağmurlar...

on yıl geçti devrildi işte...
çok yağmurlar düştü aklıma,bu şehrin yollarına sevgili...
çok mevsim değişti ardı sıra karışıp birbirine...
çok üşüdü köşedeki göbekli köpek kentin pervasızlığında...
çok şey değişti sevgili elbet...çok şey...

on yıl geçti devrildi işte...
zaman kocaman bir kaya iken gözlerimizde,un ufak olup
toz be köz dağıldı önümüzde yıkılmayacak kumdan kalelerimizle...
neyse demeye dil varmıyor üzgünüm;
ama sevgili,neyse...

on yıl geçti devrildi işte...
herşey değişti bu şehirde,bu semtte,bu yolda,bu köşede belkide...
ben yine aynı ben kaldım sevgili,
aynı kokuyu avuçlarımda,aynı bakışları gözlerimde,
aynı sözleri kulaklarımda,aynı hayali dizlerimde,
aynı duayı boynumda,aynı satırları hep ceplerimde sakladım sevgili...
sen hala aynı sen içimde...

on yıl geçti devrildi işte...
döküldü saplanıp kaldığın bir daha denizine açılmadığın
limanın penceresinde tüm renkler,sırçalar çoktan...
yürümelerden emekli bir bebektin oysa sen,
daha ilk adımları önünden çalınan heyecanlarında...

* bugün anladım kopan her takvim yaprağının arkasına yazdığımı günlerimi...
günlüğüm sararan solan kağıt yapraklarmış meğer...
bugün anladım...
yara'm hala aynı temiz kanı döküyor açık penceresinden...
bir cereyan bu tenimizde esip kavrulan...
aktıkça sıcacık,hayalde olsa bizi sana taşıyan...


uzun bir aradan sonra döktüm kanımı yine tene...
hep bulduk sandık yalan şarkılarda kendimizi,
o şarkılar ki bilmez kimi nasıl sevdiğimizi...


zaman ki an ; 21.58 akşamın bilmem kaçıncı dakikası...