10 Ekim 2012 Çarşamba

sustum...


öyle bir sustum ki MARIANA utandı derinliğinden...



03.33

bir fil adım attı ışığa doğru gölgeden...


incecik bir sabahtı şimdi sırtına doğan,
bir fil adım attı ışığa doğru gölgeden...
adımın izi kaldı toprağın yüzünde,
bir yağmur vurulup düştü göğsünden,
ve bir karınca boğuldu dev adımlar okyanusunda...

* anlayabilirsen...

03.21

9 Ekim 2012 Salı

gecenin kokusu...


yazmadım ama buradaydım...

00.28

8 Ekim 2012 Pazartesi

.. .


cANım yanıyor...



13.22

7 Ekim 2012 Pazar

durmakSIZI'n...



ılıktı göğüs kafesin;
ve kalbin,durmaksızın kendini kafesine vuran
pır pır çırpınan bir özgürlüğün nefesiydi yükselip alçalan göğsünde...
durmakSIZI'n kanıyordun...
durmaksızın kanıyordu uçmaya çalışan tüm çabaların,
elini içine sokmaya hep korktuğun saklı iç cebinde...

* ve gün gelecek;
pişman uçuşlarda ansızın çarpacak bir çakıl misali hatıraların köşeli ucu yüreklerimize.
tenimizde soğuk kanayışlar alevlenecek,can yakan tutuşmalar uyanacak;
ama biz söndürmek istemeyeceğiz hiçbir sızıyı üzerimizden...


gün,ne zaman günaydın dedi ki bize ?
bir çay bardağı keder oturdu içimize...

zaman,11.42 öğleni

bEN.. .

5 Ekim 2012 Cuma

ve siz bir kelebeğin ömrü boyunca yağmurları konuşursunuz...



bazen,bir bardak su'da bulursunuz hayatı;
bazen bir tas su tadında dalarsınız hiç görmediğiniz okyanusunuza...
bazen,akar usul usul zaman boynunuzun sol kıyısında,
ama farketmezsiniz...
bazen,bir tas su içer dudaklarınız,
bir damla süzülür soğukça inceden boynunuza,

ve siz bir kelebeğin ömrü boyunca yağmurları konuşursunuz...
işte hayat böyle,dilinizdeki en farklı kokunun doğurduğu bir sanattır...
ama farketmezsiniz...


* gündüze isyan boyama kitaplarıydı,hiç binmeyeceğimiz bir otobüsü beklerken aslında tüm otobüs durakları...olgunluğumuzdan çocukluğumuza kaçıyorduk sürekli...


00.51

kanatlanıp koştular göğün yoluna dört nala...


'' aslında sadece dört köşesi olan kare bir satranç tahtasındaki taşların dört köşeden ibaret olmadığı ve oyunun,yüzlerce farklı açıdan farklı şekilde görülebileceği ve farklı sonuçlar çıkabileceği farkedildiğinde anlaşıldı tüm gerçek...yaşam görülenin ve tahmin edilebilecek olanın arkasında binlerce farklı neden ve sonuç sakladığı için daha değerli ve sıradışıdır...ve bilgisayarların asla hesaplayamayacağı gerçek budur...içine insan düşen her saniye değişkendir ve tahmin edilmesi imkansızlaşabilir;bu yüzden compüterler daima çaresiz kalacaktır karşımızda (üzgünüm terminatör senaryosunu yazan coşkunun çocukları...) ''

E.T.

* asma yaprağına sarılan tırtıldı tüm hayallerimiz;naftalin kokusunda kozalandılar önce,kanatlanıp koştular göğün yoluna dört nala sonra...aslında kaçtılar avuçlarımızdan dağılıp giden,kayıp düşen kum taneleri gibi...


** teşekkürler fikrin kıvılcımı,gökten düşen üç dİLEK hakkı...

ve üçünü de sustu mürid...

(yüreğimin kabir azabı odasında...)

00.36




2 Ekim 2012 Salı

tik tak'lar bahçesi...


.. .



* koyver gitsin anları akşamın...


00.49

26 Eylül 2012 Çarşamba

duvarlar örmüşsün...



-etrafına duvarlar örmüşsün sanki.

-tüm yalanlar,hep yalandılar aslında...
ben sadece kendime yalan bir cennet ördüm cehennemin yüzümü yalayan alevleri ardında...


00.22

yüreğinin çıkrığından eğrilen...



yüreğinin çıkrığından eğrilen...
benim bir atkım vardı bir zamanlar...
yüreğimi tenimden daha çok ısıtan.
bir eli boynuma sarılı sımsıkı,
diğeri yüzümü saklayan kış güneşinden...
sıcacıksa eğer aşk,en sıcağından örülü;
dolabımın en erguvan yerine günbatımı kadar gömülü...

* dualar kadar kilit kıramazdı anahtarlar...sırf bu yüzden dudaklar değil,hep çilingirler suçlandı...

00.10'un keder ezgili ninnisi...

her koklayış bir arayıştır aslında...


birkaç limon çiçeği kurusun yüzümde...
bir yağmur ertesinin omzu olsun havlum tenimde...
yanıbaşımda sabun kokusu gülüşler duyulsun bazı bazı...
gün doğuşunu koklayıpta ölsün kalbim göğsümde...

* pişman örgülerde bere yalnızlıklar kokusu bu sonbahar sevgili...


23.46

her koklayış bir arayıştır aslında...geçmişe kesilen kısacık bir bilet belkide yüreğinde...

özledim.

bEN...

25 Eylül 2012 Salı

harf dahi olmasın...


bıraktım kelimelerin hepsini toprağına,
ıslansın...
bırakın terkedin kelimelerinizi,
tek harf dahi olmasın...

sadece,içimin anadolusu mu ağlasın...

00.58

24 Eylül 2012 Pazartesi

dolaştım satırlarda...


yazmadım ama buradaydım,
dolaştım satırlarda...
dalında böcek misali
başıboş,yalnız...

23.41


bEN.. .

* teşekkürler fotoğraf sahibi.

23 Eylül 2012 Pazar

tükürüğünde boğulan böcek...




sözlerinde ıslandı ilk önce dudakların susuzluğu;
sen birşey söyledin,
ve bir okyanus kıskandı yüreğini derinliğinden...
bu şehir artık dürüstlüğü kalmamış cümlelerin bataklığı sevgili,
çamurların içinde aşk arayan çaresiz ellerin kenti bu şehir...
belkide içine aşk değmiş bir HARF vardı belkide içinde diye,
tertemiz eller boğuluyor bu çamur şehirde hergün...


* tükürüğünde boğulan böcek kadar savaşmamıştı şehir yağmurun ardından...


zaman;
öğlenin şiş gözleri,ve asabi mahmurluğu bardağın üzerinde tüterken...


* dilbilgisi hataları ve noktalama yanlışları seçimlerimdir,gözden kaçırdıklarım değil.

12.36

20 Eylül 2012 Perşembe

18 Eylül 2012 Salı

kalemimde yalnızlığın dansı...


burnumda bir sabun kokusu,
bir gar sabahı tenimin gerisinde...
yazmaya harp etsem,
kendini vurur en düşman diye ruhum...
kalbimin yağmalanışıdır her atışı göğsünde,
keçede yanık kokusu,burunda kükürt kesiğidir gülüşün gülüşümde...
burnumda bir sabun kokusu,
ve bir gar sabahı tenimin gerisinde...
yazsam yazamam ne kadar uğraş versemde,
kağıda yığılışımdır kalemimde yalnızlığın dansı aslında...
yazmadım ama bu(a)radaydım...


* tenimi kessin diye kar buzdan rüzgara teslim etmemin nedeni,yaşamak denen mahmuzun soğuğunu tenimde bir anlıkta olsa hissetmek istememdendir;istemememden değil...


00.39

kutbun yıldızı'na dayamışım başımı...

bEN.. .

17 Eylül 2012 Pazartesi

kifayetsiz adımları akrebin...


yazmadım hiçbirşey,
bakındım öyle boş;bomboş uzunca...
buradaydım hep,
ve uzaklara demirliydi gözlerim...

* bu diyarda,sitemin rüzgarları kederin yağmurlarını güdüyordu...

zaman,kifayetsiz adımlarıydı akrebin...ve dört dönüyordu yel/kovan...

00.04

16 Eylül 2012 Pazar

kapat gözlerini,ört kapılarını gördüklerinin...



OY FELEK


- kapat gözlerini,ört kapılarını gördüklerinin haydi.

- isli cam gözlerde,alev alev sözlerini tutuşup yanar dilinin keçesi senin...bilmezsin...

- azalsın usul usul adımlarıyla terketsin bu odayı gaz lambasının dans edip belini sallayan ışığı...karanlığa sarılsın gözlerimiz sonra...

- ...

- göz gözü görmez bir yalnızlık kaplasın sonra tenimizi.görmediğin dudaklarım bir kibrit gibi tutuşsun tenine değen öpüşmelerde...

- zalım karanlıklarda tutuşur oysa ateş böceklerinin güneş kadar sıcak mumdan yürekleri...

- korkma bırak kendini bu karanlığın uçurumuna güvenle...zifirin denizine düş tenine bir kılıcın ucu sessiz saplanırmışcasına...tek ses dudaklarının yaktığı ezgiler olsun kulakların karanlığında...

- şimdi tut ellerimi,düştüğün çayırların üşüten rüzgarını silercesine avuçlarımdan.

- ...

- şimdi aç gözlerini,kendi tenini kesercesine yavaşça ama...acıyacak göz bebeklerin mum ışığının gözlerine dokunan parmak uçlarında belki...geçecek ama merak etme...alışacaksın...bir rüya pişirdim sana...damağındaki tat kadar hasret kat bana...

- oyy felek...

12.32

* şile bezi yelkenler sokağı...gitmiyoruz bir yere...gömülüyüz bu sokağa biz...

15 Eylül 2012 Cumartesi

mısraların künyesi çakıldı damağıma sevgili'm...


gözlerim ağırlaşıyor sırtlandığı tüm yüküyle...
testi'nin ağzından taşan çeşme damlaları gibi dökülüyor bakışlarım ıslanıp,
yanaklarımın yolu çözülüyor koşturan sel kederlerin adımlarında...
dökülüyor yaşlar bir bir bakışlarımda ağırlaşıp...
dudaklarım ıslanıyor ağlayışlarda;
toprak kokusunda susuyor tüm gömülenler dilimin çam mezarlığına...
gözlerim ağırlaşıyor sırtlandığı tüm yüküyle...
bakışlarım düşüyor taşan nehrimin yüzünden derinlere...
dudaklarım ıslanıyor ağlayışlarda;
kaçıp uçmasın diye dilimde ısırdığım mısralarımda,
yosun kokusu bir ızdırap dağlanıyor...

gözlerim ağırlaşıyor sırtlandığı tüm yüküyle...
ağlıyorum beklenmedik bir eylül yağmuru gibi sonra...
ıslanıyor susan dudaklarımın sokağı,
bir şimşek çakıyor kapanan gözlerimin ardında düşlerimde,
ben çöküyorum bir duvara sırtımı miras bırakıp ardından,
ben ölüyorum sevgili...
dualar yarım ıslanan sayfaların çaresizliğinde...

* isyanlar,toprak kokusuna sarılıp uyuyor göğsümde...
ne kadar okşasam saçlarını,pış pış etsem yüreğini,
çığlık kıyamet gök yüzün yüreğimin gecesine...

02.33

mısraların künyesi çakıldı damağıma sevgili'm...
ve ben öldüm kimseye söylemeden sessizce...
yüzümde gülüşler şehit,
tüm ağlamalar hayin sayıldı sevgilim...
yobaz hıçkırıklar kırbaçladı üşüyen tenimi sonra yavaş yavaş;
düşbaz bir gülümseme örttüler yüzüme ardından,
soğudu dudaklarım,
titredi kelimeler dilimde...
ve ben öldüm kimseye söylemeden sessizce...
yüzümde gülüşler şehit,
tüm ağlamalar hayin sayıldı sevgilim...


13 Eylül 2012 Perşembe

HOŞGELDİN ÖĞRETMEN...


HOŞGELDİN ÖĞRETMEN

kararıyor şehir,
korkuyor kocaman düşleriyle küçücük gözler...
kalpte kırbaç sesinde bir kıvılcım uyanıyor sonra : adı merak...
sonra yeniden kararıyor şehir;
hergün biraz daha fazlaca belki...
ışık bekleyen böcekler gibi camda intihar çarpmaların ıssız sesleri.
cebinde cümlelerin azık belki...
durma yinede sen,
lokma lokma at adımlarını...
kararıyor bu şehir,
korkuyor kocaman düşleriyle küçücük gözler,
belli ki seni bekliyor mavi önlükleriyle umut umut
tüm korkan yürekleriyle masum veletler...

şşşttttt sessiz ol ve dinle,
ve duyuyor musun :
hoşgeldin öğretmen !!!
diye selam duruyor ahşap sıralarda tüm sadık düşler...
yüzlerde kızaran otuzluk ampul gülüşler...

00.20

* korkma sen depremlerden,tireyen bu şehrin dizleri sadece...


bEN...

saf mutluluğu içmek istiyorum...


saf mutluluğu içmek istiyorum...
başka hiçbir şey eklemeden içine,
kana kana...
tadı dilime çivi çakmışcasına,
kalsın ne konuşsam mesela...
saf mutluluğu içmek istiyorum...
katıksız...
tadı neye benzer unutmuşcasına,
yeniden keşfedercesine...
yudum yudum,
lokma lokma...
saf mutluluğu içmek istiyorum...
dudaklarından dudaklarıma bir okyanus dökercesine,
usul usul,
dalga dalga dökülürcesine sessizliğimden dudaklarının saklı cebine...
saf mutluluğu içmek istiyorum...
kokusu burnumda hayal gibi tütercesine,
saf mutluluğu içmek istiyorum...

* isyan ediyordu gaz lambası keçesine ve kelebekler gecesine...

oysa kalbimin kıymık sızısıydı bakışların...

00.02

12 Eylül 2012 Çarşamba

bağbozumu saatlerin asmasında...


yazmadım ama buradaydım...
bağbozumu dudakların yamacındaydım...

00.21

bEN...

8 Eylül 2012 Cumartesi

kinkanatlı uçuşlar akşamı...



böceğin,gökteki cennetine giden yoluydu seni anmak satırlarda...


23.50


GÖĞE YÜRÜYEN YOLUMDU ADIMLARIM...


GÖĞE YÜRÜYEN YOLUMDU ADIMLARIM...

bu şehrin büyüklüğünde kayboluyordu insanlar...
toprağın üzerindeki karıncalar kadar farkedilmez,
küçücüktük birçok zaman...
bir adımın altında,yüzlerce ölebilecek kadar güçsüzdük üstelik...

bu şehrin büyüklüğünde kayboluyordu insanlar...
sefilce kölesiydik aslında şehrin kanunlarının,
küçük prens masalında başrolü olsak dahi bu büyük oyunun...
akşam kolumuzun altında bir parça ekmek kırıntısıyla,
dönmek zorunda olduğumuz topraktan bir evimiz vardı belkide.

bu şehrin büyüklüğünde kayboluyordu insanlar...
toprağın üzerindeki karıncalar kadar farkedilmez,
küçücüktük birçok zaman...
ve kırıntısını teslim etmeyeni kırbaçlıyordu toprakh sarayında kraliçeler.
canı yanıyordu altı ayaklı yosma yüreklerin,
ama susuyordu gece tüm ihtişamıyla üzerlerine...

bu şehrin büyüklüğünde kayboluyordu insanlar...
başka bir kölenin çizdiği çizgileri yürüyen köleler,
adımlıyordu sabahı...
yapmak zorunda olduğu şeyi yapmaya devam ediyordu göğünde güneş gibi her ruh.
çünkü çivisiydi bu yanan ahşap evin her biri...

bu şehrin büyüklüğünde kayboluyordu insanlar...
denize fırlattığın küçük bir çakıl'ın suyun üzerinde duramayan sonu gibi...


* işte bu yüzden terkettim ben ;

o labirent yollarını karanlık yuvanın,
bencil kurallarını ekmek kırıntısı yolların,
diğerlerinin köle beyinlerini,sözlerini,
katil adımların hiç vicdan azabı çekmeyen uykularını yüreklerini,
tüm pirensleri,pirensesleri,
tüm kıralları,kıraliçeleri...

terkettim tüm dünyayı...

ve ben tüm köle beyinlerin paralelliğinden kırıp zincirlerimi,
tersine yürüyordum artık sizin dünyanızı...
siz beni işte bu yüzden DELİ saydınız;
oysa benim göğe yürüyen yolumdu adımlarım...


** pirensler,pirensesler,kırallar,kıraliçeler'deki yazım yanlışı bile bile tercih edilen seçimlerimdir...

18.17

bEN...

7 Eylül 2012 Cuma

susulan çığlıklarımın kentiydi yüzün gözlerimde...


yazmadım ama buradaydım...


03.07

bEN...

6 Eylül 2012 Perşembe

üzüm kokan dudaklarının duvarları...




dudaklarının duvarına sarılan üzüm dallarının altından yüreğine,
incecik bir karınca yolu inerdi senin...
senin bile bilmediğin belkide..

dudaklarının üzüm kokusu duvarıydı gülüşler,
gülüşlerinde doğan güneşler...
ve dilimde doğan satırlar,
dilimin evlatları...
satırların gölgesinin en yakıştığı yerdi,
üzüm kokan dudaklarının duvarları...
sen bilmesende
ben mısralarımı oraya yazardım hep gizlice,
dudakların duvarına sarılan salkım yaprakların altından yüreğine...

dudaklarının duvarına sarılan üzüm dallarının altından yüreğine,
incecik bir karınca yolu inerdi senin...
senin bile bilmediğin belkide..

ve ne zaman tatlı gülüşünü ısırsan kazara hafifçe,
ben ateş banyosundan yeni çıkmış bir keskinliği öperdim sanki,
bıçağın dumanlı ıslak gecesinde...

00.26

zaman;
tenime saplanan yetim kurşunlar sızlardı sen tenime değdiğinde...ve heybesinde kırık bir buğday tanesine yazılı şiirlerimi taşırdı o karınca,karınca adımlarının izlerinde...

bEN...

SİPARİŞ AŞKLAR KÜTÜPHANESİ...


SİPARİŞ AŞKLAR KÜTÜPHANESİ...

bir kitap çekiyorum içime,
bir düşü ciğerime...
kırık bir sandalyenin sesi kadar günahkarım bu kütüphanede bende.

bir kitap çekiyorum içime,
bir toz tanesini nefesime...
kırgın bir kuzgun bakışı kadar kan davalısıyım bu kitaphanede bende.

bir kitap çekiyorum içime,
sonra bir sayfa çeviriyorum sırf sayfanın kendine has sesi için kendime...
kin güden bir çoban kepeneği kadar ateş pahasıyım bu hanede bende...

* tene atılan kesikler kadar yaşamı hissediyordu ezan bahçelerinde beşparmak ağaçlardan buğday toplayan güvercinler...her kanat çırpışında kollarımız kanıyordu oysa...

21.55

bEN...



VE KIRILDI TÜM YUDUMLAR DUDAKLARIMIZDA ÖYLECE...

5 Eylül 2012 Çarşamba

bir helke keder...


alev alev kızgınım,
köz be köz yangın yeri deliliğim...
sevmiyorum ademoğullarını,
havvakızlarını...
kırılmış kemiğinde kaburgan,
fincanında dürüstlük ey insanoğlu...
yalnızlık zor kıymık,çıkmaz öyle kolay kolay sızısı teninden...
varsa yoksa üçü beşi işte,
yürüdüğümüz,ahretlik diye yüzümüzü
sürdüğümüz...
ah aah bir helke keder bu,
içsen için,döksen toprağın yanar...
alev alev kızgınım,
köz be köz yangın yeri deliliğim...
dökülse dilim,sussa yürek kanar...

21.57

zaman,çekirdek düşler saati ellerinde...oysa tuzu dudaklarındı bu karanlıkların...

4 Eylül 2012 Salı

takvimden düşen dün yaprakları...


- bir kum saatisin sen;usul usul adımlayan bu yaşamı...

- * içimden derinlerime incecik akan kumsun sen,tane tane dudaklarıma değip ruhuma zamanın yaprakları diye düşen...(söylenmemiş olan)


mevsim;zamanın usul usul yürüdüğü zamanlar yanıbaşımızdan geçerken...

00.28

bEN...


* süpürülmemiş sözler sokağı...

SEN OKUMA BENİ LÜTFEN...



ELDE EMEK YOLLAR...

dostlarım haklı çıktılar belli ki,
kopyalanan üsluplar,teknikler ve nefeslerin dünyasında,
ne kadarda komik görünüyor kralın kıyafetleri ile aynalarda salınan soytarılar.
yazık...çok yazık...
çalınır demişlerdi bana daha önceden beri oysa...

kopyala yapıştırcılar dünyasında mide bulantısı saatler bunlar...
yazık...
çok yazık...
yazmak nedir bilmemişsiniz hiç AMA HİÇ belli ki !!!
daha kendiniz olamadan,kendiniz kalamadan nasıl bir kalemde sonsuz olabilirsiniz ki siz ?
vazgeçin bence...
daha özgün,daha kendi olabilen ilkokul çocukları görürken önümde,
hiç ama hiç şansınız yok bu dünyada fikrimce...

tek bir tavsiyem var size hırsız bukalemun kaleminde dinlesin diye :
okuma bu sayfayı bence !!!

copy paste çöplüğünde eşelenmişsin zaten yeterince...
halbuki ilk okuduğumda sevmiştim senin farklı kendine has üslubunu ben,
şimdi ise geçmiş bana kırık aynalarla kendimi gösteriyosun,
üzgünüm ama midemi bulandıryosun...

SEN OKUMA BENİ LÜTFEN...kendi iyiliğin için hatta bakma bile buralara bir daha...

* salakh şehrin kayıp ruhlarını azarlarken...

üslup NEFES gibidir ey adam,
ve her nefes eşsiz,kainatta tek misali kendine ait bir tat taşır özünde...
kendi ciğerlerine neden başka birinin NEFESİNİ HAYAT diye çekesin ki ?
böyle düşün ve kendin ol bence...


arkadaş üslup,teknik,kelime oyunları,metaforlar,dizilişler,cümlenin devrikliğinin o bende kıvranan yönü dahi kopyalanmaz ki be yuh YUUH SANA !!! kendin ol be adam kendin ol,çünkü o zaman bende yanında olurum...

21.17

bEN...

2 Eylül 2012 Pazar

akşam adımlarında...


yazmadım ama buradayım...


22.21

1 Eylül 2012 Cumartesi

hani şu fall dedikleri...


eylül bana yazdırır hep nedendir bilmem...
hoşuma gider ezelden beridir eylül,ekim,kasım zaten...
hani şu fall dedikleri,
baharımın sonu,finali...
eylül bana yazdırır hep nedendir bilmem...

haydi sararalım solalım yeniden çocuk,
ve yazalım çöp başında açtığımız mavi kurşun kalemimizden dünyayı.
haydi sararalım solalım yeniden çocuk,
dökülelim dalımızdan kağıtların üzerine yaprak yaprak,harf harf...


14.53


*içimizde yağmur yağıyor sevgili,ve bulutlardan bir bornoz giyiyoruz üzerimize...

mevsim;saçak altlarında sığıntı serçe mısralar zamanı yüzümüzde...

köy elması,bayat ekmek ve siyah gazoz...


köy elması,bayat ekmek ve siyah gazoz...

tüm paketleme(kesinlikle ambalaj değil) kitap sanayisi zımbırtılarını tükürerek;
çıkın gidin özümden ve üzerimden...
anlatılanlar,içimizden dökülenler bitmedi diye üçlerim ben yazdıklarımı,
bir pazarlama satış taktiği olarak iğreti,boş sakız cümleler çöplüğünü
veremem ''İŞTE BU'' diye kimselere...

zaten buda benim kahvaltım,üçleme falan değil...
ama gözüme kulağıma hoş göründüler,olabilirde.


14.40

* zaman,kinaye sanatından ebruli eleştiriler dökülürken...

sözlerim ARTIK şafağı kararan elife...


bEN

kızgın kalbinde kaynayan LAV üzüntüler yanıyor gülüşlerinde...


merak etme sevgili'm,
ardımda durduğun yerde,duyuyorum dudaklarından düşen her fısıltılı sesi.
sitemkar çarpıyor yüreğin;
haklı da üstelik,biliyorum...

merak etme sevgili'm,
hissettiklerini süzüyorum güzel bakışlarından,
bir bardak leylak çayı gibi özenle dokunuyorum yüzünün yapraklarına üstelik...
kızgın kalbinde kaynayan LAV üzüntüler yanıyor gülüşlerinde,
görüyorum...

merak etme sevgili'm,
taştan samimi kasaba yolları üzerinden,
bir rüzgara veriyorum fısıldadığım sözlerimi bir sevda mektubu diye,
az sonra omzuna bir bülbül konacak sakın korkma,
onu kanatlarından şu tatlı rüzgar tutacak,
ve sana mektubumu okuyacak,
tembih ettim sessizce ama...

merak etme sevgili'm,
sitemli yağıyorsun şu sıralar dinliyorum,
ıslanıyorum sağanak sözlerinin altında üstelik kaçmıyorum,
şemsiyemi evde bıraktım bilerek...
seninle ıslanmak istedim sanırım...
kızma,biliyorum çünkü...
haklısın üstelik...
ilk hatayı ben yaptım,bunu henüz anlıyorum...


14.09

bEN...

* yazarken ezginin günlüğünden küçük gemi'yi dinledim tekrar ve tekrar;onların okumadığından olan şarkılardan...
nedeni yok;anı bütün tazeliği ile paylaşmak adına sadece söylemek istedim...

dip not : yazıda farkedilen tüm dilbilgisi hataları,bilinçli seçimlerimdir.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

sevişmek...



karınca adımlarında süzülen düşlerin iziydi belkide tüm sevişler...

hangi aşkla taşınmıştın acaba bu uçurumun kenarına sen;
hangi neden bu sevişen savaşlarını çıkardı usulca üzerinden,
kime soyunmuştun ruhunu zaten çırılçıplakken...

ve hangi vazgeçişler çizdi bu yüzü sana,
beyaz bayrak sallayan bakışlarını çektiğin gözlerinin gönderinde...

sevişmek,
şemsiyelerimize yazdıklarımız kadardı belkide bizim için...
tenimizin ıslaklığı yağmurdandı...

* üşüdü ıslanan tüm sevişmeler akan mürekkep satırların altında...

22.57


** keşke rüyaların dili olsa...

göçmen kuş mektuplar...



sevdalar köprüsü...
susulanların ipe urgana atılan dilsiz örgüsü...
yazılan,
ama yuvasında kalıp asla uçamayan bütün göçmen kuş mektuplar...
ölüme mahkum kanat çırpışlar.
ve tüm o pişman suskunluklar...



* 22.29

zaman, ıslak ay'ın üşüten ışığının adımlarımızın önüne düştüğü an...

gün olur KIŞ GELİR;ve üşür tüm aşklar lapa lapa yalnızlıklar yağarken...

rüyaların astronotuyum ben...


rüyalarımın astronotuyum ben...
yeni tutmaya çabalamana gerek yok,
sal gitsin yani biraz...
yeni tutma,
beni gözlerinde eskit,ruhunda tozlandır sen...
beni içinde eski bırak...
bir kitap arasında yaşat beni sen,
bir sokak arası gibi kalbinden...

rüyalarımın astronotuyum ben...
hakikatı yüreğimin avuçlarına sakladım,
ve kimsenin gücü yetmez o avuçları açmaya...


yeşil bir kainatın çiçeğiydi sanki gülüşün;ve biz birkaç hıçkırıktan düşenlerle suladık yüzünü bugün...

* aydan çaldığım kumlar üzerine işledim seni çizen satırları...

22.02

ps : bir astronot ölmüş dediler...

kınında paslanırken keskin kılıcın...


gün gelecek yapamazsın diyecekler,
yapayalnız bırakacaklar seni daha da korkman için.
gün gelecek seni aşar herşey diyecekler,
susuz bırakacaklar dudaklarını çöle sürüp.
gün gelecek,başka gün olmayacak diyecekler,
denizini alacaklar ayaklarından,
okyanusunu ellerinden...
rüzgarını çalacaklar yüzünden...

gül gelecek,tenine saplanan dikenini çok görecekler...
teninden sözlerini sökecekler...

bir tecavüzün kıyısında yelkenlerini yırtacaklar sonra belki,
çırılçıplak bırakacaklar yüzünü...
ve yalnız gözyaşlarından ıslanacak kumsaldaki o titrek kumlar;
yalnızlığa bırakılacaksın,cami önü bir sabah ezanının beşiğinde.
sırf yılman için terkedecekler seni fırtınasında sahilinin...

gün gelecek yanacaksın deniz üstünde üstelik diyecekler sana,
belki aldanacaksın yorulup,
belkide yanacaksın bir kibrit parçası korkusunda yüreğinin...

gün gelecek çiçek bitmeyecek toprağında yatağının diyecekler,
sen tevazu ile vazgeçeceksin aslında,
en başından bu yana,
kazanabileceğin bu basit yaşam savaşından...
korktun sanacaklar,
sen mezarından baş veren bir papatya ile gülümseyeceksin sadece...
anlamayacaklar...


* kınında paslanırken keskin kılıcın,bileylediğin ruhun kadar kestiler tenini...
ölürken dahi sadece kalbin acıdı,teninden akan sadece kahkahalardı...


20.51


zaman,yağmur akşamlarda korkak güneşin satırları ıslanırken...

ıslanalım biraz...



bir hüzün var bugün...
tanıyamadığım bir yaş akıyor yüzümden;
benim değil...
pencerede düşler,yanaklarda yaşlar buğulanacak bu gece kesin.
ve gözlerini kapatsan,mısır kokusu saracak kalbimizi...
bir hüzün var bugün...
kime ait belli değil,
al desen kimse almak istemez...
zaten kim üzüntü içmek ister ki susuzluğuna ?
öyle değil mi... ?

bir hüzün var bugün...
tut elimden haydi o zaman,ıslanalım biraz...


15.48

* tüm zamanlar çekimleniyor sanki yüreğimde,dilimde edebi hatalar ıslanıyor tek tek...

26 Ağustos 2012 Pazar

savaş çığlığı...



yazmadım ama buradaydım...


00.01

24 Ağustos 2012 Cuma

bin drahmi...



Lais : bin drahmi...

Demosthenes : üzgünüm,bir pişmanlığı ve vicdan azabını bu kadar pahalı satın alamayacağım...(ona doğru düşen titreyen adımlarından kaçmaya uğraşırken...)



* ve yağmurun çiseleyen kokusunu sürmüştü parfümü diye boynuna...


23.32 zaman;ıssız bir gecenin ıslaklığını siliyordu duvarında yelkovan...

afaroz düşler kütüphanesi...



küçük rengarenk sözleri vardı,cuma okul çıkış zamanı bakışları birde...
ses veriyordu tatile giden marşlara dalında,
bir salkım üzüme dokunan bir uğur böceği gibi sanki...
mutluca bir güçle nefes alıyorduk bizde,
orta sıralarda saklandığımız yerde...
söylercesine açılıp kapanıyordu,
henüz uçamayan bir kuş yavrusunun kanatları gibi dudaklarımız...
kendi sesimizden kaçıyorduk dört nala biz oysaki...
söyler gibi yapıyorduk,tüm söylenmesi gerekenleri.

küçük rengarenk sözleri vardı,cuma okul çıkışı misali bakışları birde...
dudaklarını ne zaman açsa,elimize bir harf batıyordu yangın yangın bir sızıyla.
ah edemeden susakalıyordu tenimiz...
oysa belliydi herşey...

* ben bir kütüphaneye kapatıldım sevgili;ve nedendir bilmem,tüm kitapların ciltleri kilitli burada...
hapis tüm cümleler ve satırlar gözlerimizde...tavandaki mum ışıklarının altında uçuşan toz tanelerinin dahi sesleri duyuluyor burada;o kadar sessiz bir sürgün buralar...

yani demem o ki ;
burası,bu beni koyduğun yer yüreğinin ışıksız gölgesinde,
esaretini tenime çaktığın bir,

afaroz düşler kütüphanesi...

ve ben kapılarını dahi açamadığım bu kadar kitap arasında,tenime batan harflerini topluyorum çaresizce;belki dudaklarından kokusunu çalmış bir cümle büyütebilirim diye avuçlarımdan bir saksıda...mum ışığı düşler kanat çırpar,bir mısran konar esir penceresinde yüzüme bu hapishanenin belki diye...



23.12

bEN.. .

susuşalım o vakit tüm edepsizliğimizle...



- bal kabağı satırlar işlendi parmaklarınızdan tenime sanki...

- oysa tüm sihir dudaklarınızdan dökülüyordu,ben sadece parmak uçlarımdan süpürdüm sözcüklerinizi;heybeme topladım dudaklarınızın ardında saklıca ısırdığınız her susuşunuzu sadece...

- susun lütfen ne olur,konuşmayın daha fazla...

- susuşalım o vakit tüm edepsizliğimizle...


* o kadar incecik işliyordunuz ki her günahı keskinliğinizle,günahlar dahi ışıldıyordu vicdanımızı yakan güneşinizle...ve günlerden keder,akşamlardan sızılı bir ıhlamur ikindisiydi sanki saçlarınızdan bakışlarıma esen zaman...

22.33 usul usul adım atan dantelden bir arabaydı sessizliğiniz sanki...

22 Ağustos 2012 Çarşamba

bana doksan dakika topla sevgili...


direkte patlayan hayallerimiz var bizim;direkten dönen gülüşlerimiz birde...ve sonu aynı her ter damlasının aslında yüzümüzde;tepemizde çalan zille bitecek tüm o kanlı,ölümüne mücadele...

bana doksan dakika topla sevgili...
olmamışları bırak,kızaranları kopar yüreğinden...


*uzatma dakikaları ve titreyen bakışların ağlayışları...

yukarıya bakma sevgili'm,çünkü inanç heryerimizde...
sen içimize kana bizden tüm duaları...

00.37



bilmukabele sevgilim;





bilmukabele sevgilim;
bilmukabele dün,
bilmukabele yarın...
sorma bana hiçbişe,
bende bugünün hüznü var sadece...


00.07

günlerden ne mi ?
çarşambayı kovalıyor perşembe;
ama sen kızma...

zaman,bacağımızdaki çıplaklığa ne kadar kovsakta yeniden yeniden konan inatçı bir sinek sevgilim...ne yaparsan yap vazgeçmeyecek tenimizi kaşındırmaktan...ve biz ona inat,asla birşey örtmek istemeyeceğiz üzerimize...

bEN...

*saat;monologdüşlerparkıtavanda...




-beni yine yaz diye kırbaçlıyor dylan...
okuma lan böyle delice içten,
sihir gibi sözler dökme dilinden yeter artık diyecek oluyorum...
duruyorum sonra birden,
ıslak gözlerde toprak kokusunu döküyorum yerlere...
annem kızacak biliyorum yine bana diye silmeye çalışıyorum yüzümü...
ellerimde çamur kurusu kırıntılar uçuşuyor,
yerde gırgır sesi misali bir gülümseme ateşleniyor yüzümde aniden sonra;
ufalanıyorum ayaklar altında...
beni yine yaz diye kırbaçlıyor dylan...
yapma lan diyecek kadar kıpır kıpır oluyor dilim dudaklarımın ardında,
ama onu kollarından tutup bir şiire bağlıyorum...


bir delik var kalbimde;senden derin,ve sadece sende serin...

*saat;monologdüşlerparkıtavanda...


00.01

bEN.. .

21 Ağustos 2012 Salı

sabah güneşlerinden deriyorum seni...




Ay nerde doğsa oradaydık
Dallarda zerdali çiçekleri
Savrulup gider rüzgar esince
Bütün bir bahar böyle geçti

Anlardım aklından geçenleri
Sustukça konuştuk sanki
Sevdaymış meğer içimizde
Yıllardır uyuyan deli

Sessizlik sensin geceleri
Fincana kahve koydum gel aaaa
Bugün şeytana uydum gel
Ay doğdu dağın üstünden amanaman
Dallarda beyaz çiçekler

Döndüm gecenin karasına
Artık kimse kıramaz beni
O kül gibi deniz o sesiz kız
Kayıp bir sandala binip gitti

Ne sen söyledin derdini
Ne ben sevdiğime inandım
Unut geçen eski günleri
Bunca yıl sonra nasılsın

Anlardım aklından geçenleri
Sustukça konuştuk sanki
Sevdaymış meğer içimizde
Yıllardır uyuyan deli

Sessizlik sensin geceleri
Fincana kahve koydum gel aaaa
Bugün şeytana uydum gel
Ay doğdu dağın üstünden amanaman
Dallarda beyaz çiçekler


* ezginin günlüğü ''zerdaliler''

11.18

** beni ezginin günlüğü ile tanıştıran AYışığına gönülden teşekkürler...

18 Ağustos 2012 Cumartesi

bir bardak sabah mahmurluğu...


yazmadım ama buradaydım;
güneşi bekledim...


bEN...


05.47

17 Ağustos 2012 Cuma

umman bakışlar coğrafyasında...



umman bakışlarının coğrafyasında,
tenimi yakıyordu dudaklarının arasında ısırdığın o kan kızıl güneş...
susuz bir cehennemin tamda ortasında,
sen ne zaman bir gülümseyişi asıp öldürsen dudaklarında,
ben o gülüşün kefenini dokuyordum ipek düşten eğirdiğim dualarımda...
belliydi kızmıştın,
ve ben bir çivi daha kırdım kanayan avuçlarımda...

*önünü iliklemeden tenime değen her yarın,kendi dününün çingenesiydi acılarımda...
ve çarmağa gerilen gündüz düşlerimdi her susuşum tanrı huzurunda...

-duydumki kızmışsın...


duydumki kızmışsın,
usul usul narince okşayıp topladığın tüm çiçekleri savurmuşsun havaya,
tomurcukların,çiçeklerin,taç yaprakların yağmur damlaları arasında,
sırılsıklam bir prensese dönüşmüşsün yine masalında...
külkedisine küfrü'nü sulamışsın camdan saksısında...
duydumki kızmışsın,
beklediğin mektupların postacısını vurmuş sanki gecede yıldızlar.
geceyi kırbaçlamışsın dudaklarında,
kurşun,yarası misali kanamış ay teninde...
güneş kavrulmuş hırsından...
duydumki kızmışsın,
suyu tutuşturmuş düşlerin,düşünde çekiç çekiç dövdüklerin...
çeliğine yaşasın diye kan vermişsin,can bulsun kırılmaz umutlar diye
duydumki kızmışsın,
tenine yatırıp beni yağmurunun altında,
zamansız doğan bir çelik gibi çatlatıp kırmışsın...

*oysa ben,düşünü düşlerimle suladım...

etme,
gerekse şayet;
gözlerimi sağalım seninle keder ağacımı sallayıp,
ve dudaklarını ıslatsın göğünü kıskanan tüm yaşlarım...
sonra azalsın çiseleyen damlalarıyla tüm kızgınlığın usulca,
ıslak toprak kokulu dudaklarında...
gülüşünü budasın parmak uçlarım yüzünde dolaşırken...
yıkılsın gururun demir duvarları sallaya sallaya yerde can toprağı,
ve dudaklarının sedef kapısından ben mısralarını okşayayım...
tüm şiirler ağlasın...

* umman bakışlarının coğrafyasında,
kayboluyordum yanan kumlarına mecnunmuşcasına...
tenimi yakıyordu dudaklarının arasında ısırdığın o kan kızıl güneş...
susuz bir cehennemin tamda ortasında,
sen ne zaman bir gülümseyişi asıp öldürsen dudaklarında,
tenimi kavuran tuz dahi yanıp ağlıyordu...


04.01 gecenin,çatlak bardağından sızan ılık düşleri...

12 Ağustos 2012 Pazar

uçuşuyordu ekmek kırıntıları ve çörekotu tanesi parmak uçlarında...


- nasıl bir umman'a gömülüsün sen sevdiğim ?
- seni anlamak istiyorum,ama başaramıyorum.

- sayfalar büyütüp kalemlerinden,uzayın zifrine fırlatıyosun tüm sökük mektuplarını...neden,neden,neden sevdiğim ?
- çünkü fezada hiçbir çığlık susmaz,sonsuza kadar haykırmaya devam eder sevgili.

- ne engin bir yalnızlık değil mi bu aynı zamanda oysa ?
- kırıntılar kadar mutluluk topla bana sevgili ıslak parmak uçlarından...tek tek...dudaklarıma yağsın birkaç çörekotunun çatlayışından fışkıran o tatlı sızılı koku...boşver uzayı sen...uzay bir yürek kadar uzak zaten bize...en sessiz cehennemi belki bakışlarının...en nefessiz düşü belkide gülüşlerinin...

- iki parçalı bir yapboz olmuş meğer yüzümüzde dudaklarımız,ve bu tablo hep eksik kalmış...eksik parça yerine hiç bırakılmamış sanki;bulunmuş çoktan oysa...
- uzay hiç sormaz sevgili,işte bu yüzden sadece en sevdalılar kara göğe ayak basıp,ay'da bağırırlar tüm herşeylerini...

- nasıl bir umman'a gömülüsün sen sevdiğim ?
- gecenin koynunu aç usuldan sevgili ve beni ay rengi teninde göğsüne as lütfen,
ne kadar sessizsek o kadar kanasın dudaklarımız;ve dudaklarımızdan bir sevdanın en sıcak deresi aksın sevilenin tenine...satırlar kurudukça şiirden sevdaları söksün bir bir sevdiğinin teninden sevdalılar...yara kabuğuna dönüşsün nefeslerimizde sıcak kanımız ve tüm sızıları alsın kuruyan satırlarımız dudaklarımızda...

ah be sevgili,
uçuşuyordu ekmek kırıntıları ve çörekotu tanesi parmak uçlarında...ve teni merhem ellerinden yüzüme sessiz bir uzay dökülüyordu...bıçağın yüzü misali kayalık yüreğimin aralıklarında şırıl şırılsın sevgili,akıyorsun içimden içime tenimden şehveti damla damla yontarcasına...

kara,kapkara gecelerde gökten kayan düşlerdi gözlerimizde uzay dediğimiz belkide.

* coşkun sular gibi dağla tenimi ey okyanus bakışlı güzel,
ben sadece sol yanı su alan sökük bir sandalım karşında...
alabora alevlerinde dağla beni...

00.27

bEN.