31 Ocak 2012 Salı

siyah kar...


kader,
dildeki değil...
kağıttaki değil.
düşteki değil...
düşüncede değil.

kader,
eline koyulan ham çamur,
yoğur yüreğince yoğurabilirsen...

becerebilir misin bilmem...


ve sonra gökten üç kar tanesi düştü,
biri sandala bindi,diğer ikisi elele tutuşup cennete düştü.
çünkü sakızlara sarılan kader kağıtlarıydı söylemekten kaçtığımız tüm bahaneler...


vakit,23:58 sularında titriyordu yelkovan.

30 Ocak 2012 Pazartesi

sonsuzluk,şiir ve akşam...


yazmadım,

ama buradaydım...





00.18

29 Ocak 2012 Pazar

güzel şiirdir türküler dolusu...



Türküler Dolusu

Kirazın derisinin altında kiraz
Narın içinde nar
Benim yüreğimde boylu boyunca
Memleketim var
Canıma ciğerime dek işlemiş
Canıma ciğerime
Sapına kadar.
Elma dalından uzağa düşmez
Ne yana gitsem nafile.
Memleketin hali gözümden gitmez
Binbir yerimden bağlanmışım
Bundan ötesine aklım ermez.

Yerliyim yerli olmasına
İlmik ilmik, damar damar
Yerliyim.
Bir dilim Trabzon peyniri
Bir avuç tiftik
Bir çimdik çavdar
Bir tutam şile bezi gibi
Dişimden tırnağıma kadar
Ressamım.
Yurdumun taşından toprağından şurup gelir nakışlarım
Taşıma toprağıma toz konduranın
Alnını karışlarım.
Şairim şair olmasına
Canım kurban şiirin gerçeğine hasına
İçerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum
Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter
Eğri büğrü, kör topal kabulüm
Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım
Şairim
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm.

Hey hey, yine de hey hey
Salınsın türküler bir uçtan bir uca
Evelallah hepsinde varım
Onlar kadar sahici
Onlar kadar gerçek
İnsancasına, erkekçesine
"Bana bir bardak su" dercesine
Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.

Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana südü gibi candan
Ana südü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler,
Köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni...
Ben türkülerden aldım haberi.

Ah bu türküler, köy türküleri
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak
Hilesiz hurdasız, çırılçıplak
Dişisi dişi, erkeği erkek
Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara
Biçağı bıçak.
Ah bu türküler, köy türküleri
Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi
Kiminin reyhasından geçilmez
Kimi zehir, kimi zemberek gibi.

Ah bu türküler, köy türküleri
Olgun bir karpuz gibi yarılır içim
Kan damlar ucundan, mürekkep değil
İşte söz, işte ses, işte biçim:
"Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar"
İliklerine kadar işlemiş sızı
Artık iflah olmaz kavak ağacı
Bu türkünün yüreğinde sancı var.

Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
İçlerinde yürek var
Cennet misali sevişen
Cehennemler gibi dövüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
Ömründe bir defa
Kazım'ın türküsünü dinleyen...


BEDRİ RAHMİ EYÜPOĞLU 1913-1975

1913'de Trabzon Görele'de doğdu.21 Eyül 1975'te İstanbul'da öldü. Ailesinin beş çocuğundan ikincisidir. Trabzon Lisesi'nde okurken,1927'de bu okula resim öğretmeni olarak atanan Zeki Kocamemi'nin öğrencisi oldu. Onun derslerinin etkisi ve okul müdürünün özendirmesiyle 1929'da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'ne (şimdi Mimar Sinan Üniversitesi) girdi. Burada Nazmi Ziya ve İbrahim Çallı'nın öğrencisi oldu.1930'da eğitimini bitirmeden, ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu'nun yanına Paris'e gitti. Orada André Lhote'un yanında resim çalıştı. Daha sonra evleneceği Rumen asıllı eşi Eren Eyüboğlu ile de burada tanıştı.

Yurda döndükten sonra 1934'te D Grubu'nun dördüncü sergisine otuz resmi ile katıldı. İlk kişisel sergisini de aynı yıl Bükreş'te açtı.1934'te katıldığı Akademi'nin diploma yarışmasında üçüncü oldu. Bu derece ile mezun olmak istemediği için bir yandan diploma yarışmasına yeniden hazırlanırken, bir yandan da bir süre Çerkeş demiryolu yapımında çevirmenlik yaptı, Tekel Genel Müdürlüğü'nde çalıştı.1936'daki diploma yarışmasında Hamam adlı kompozisyonuyla birinci oldu. Aynı yıl Moskova'da düzenlenen Çağdaş Türk Sanat Sergisi'ne katıldı.1937'de Cemal Tollu'yla birlikte Akademi'nin Resim Bölümü Şefi Léopold Lévy'nin asistanı oldular. Bedri Rahmi birçok ressamın katıldığı CHP'nin kültür programı çerçevesinde resim yapmak için 1938'de Edirne'ye,1941'de de Çorum'a gitti. Bu dönem resimlerinde köy manzaraları, köy kahveleri, faytonlu yollar, iğde dalı takmış gelinler gibi Anadolu'ya özgü görünümler egemendir.

1940'lardan sonra duvar resimlerine yöneldi. İlk duvar resmini 1943'te İstanbul'da, Ortaköy'deki Lido Yüzme Havuzu için yaptı.1947'de İstanbul'da özel bir atölye ve galeri açtı.1950'de Ankara'da sanatının o güne kadarki bütün dönemlerini kapsayan bir sergisi düzenlendi. Bedri Rahmi aynı yıl bir kez daha Paris'e gitti ve İnsan Müzesi'nde (Musée de I'homme) ilkel kavimlerin sanatını inceledi. Bu incelemeleri 'güzel'in aynı zamanda 'yararlı'da olabileceği, 'yararlı' olmanın 'güzel'in gücünü eksiltmeyeceği düşüncesine ulaşmasına yol açtı. Bu düşünce ise onun bundan sonraki sanat görüşünü tümüyle etkiledi, yönlendirdi.

Bedri Rahmi 1928'de daha lise öğrencisiyken şiir yazmaya başlamıştır. Şiirlerine,1933'ten sonra Yeditepe, Ses, Güney, İnsan, İnkılapçı Gençlik ve Varlık dergilerinde yer verilmiştir.1941'den başlayarak çeşitli şiir kitapları yayımlanmıştır. Halk edebiyatının masal, şiir, deyiş gibi her türüne karşı duyduğu hayranlık, şiirlerine de yansımıştır. Halk dilinden ve şiirinden aldığı öğeleri kendine özgü bir biçimde kullanarak halk diline yaklaşma çabasını sonuna dek götürmüştür. Bu nitelikleriyle şiirleri, resimleriyle büyük bir benzerlik gösterir. Akıcı, rahat bir dille kaleme aldığı gezi ve deneme yazılarında ise sürekli gündeminde olan halk kültürü, halk sanatı konularındaki görüşlerini sergilemiştir.

25 Ocak 2012 Çarşamba

oldu...


oldu ;

olmaktan korktuğum o adam oldum...







23.29

zaman , çıra kokusu kar sabahların çiğ şafağı zamanı.

söküldü yaprağı takvimden,dikiş tutmadı vakit ama yırtılmadı bir türlü...

24 Ocak 2012 Salı

doksanlar...


doksanlar,beni sana taşıyan masum yoluydu bu yüzyılın...
nereye yürüdüğümüzü bilmeden gülümsedik yinede her günümüze.
oysa ben seni,iki yakası bir türlü birleşmeyen bir şehrin göğsünde sevdim...
ve tertemiz çamaşırların kokusunda tanıdım bu şehrin yollarını ilk kez,
açtım...
çocukça bir yalnızlıkla,
anneme yürüyordum ekmek arası yalnızlığımda.
ilk kez orada kokladım,
sıcak ekmek kokusu düşler gibi gözlerimi kapayıp seni.
ve boğazında,
masmavi teninin tuz kokusunda pişen,gözlerine düşen aşını aşk'ının...
boşver sen düşünme istersen...
çünkü,
çıtır çıtır sesidir doksanlar bize,
sakladığımız mektup zarflarına tek eliyle sımsıkı tutunan pul çığlıklarının...




23.22

zaman,zamansız düşler vakti sevgilim.. .

ve sallanırdı usulca gözlerinde salı...


ölüyor dokuzlar...
yavaş yavaş...
belki acıyla,belki hissetmeden hiçbir sızı.
bilemiyor insan susunca kapatıldığı duvarlar...
yankısı,susturulmuş mektuplar bu düşün...
sen birde beni düşün...
ölüyor dokuzlar,sekizine küsüp...
ve ıslanıyor,
zaten ıslak olan tüm sayfalar bir su birikintisine düşüp.
ölüyor dokuzlar...

HAKKını helal et sEVgilim.

zaman;bugün bir yağmur yağdık i buralara...

23.04 ve sallanırdı usulca gözlerinde salı.

GURURDAN YOKUŞLARIN...


GURURDAN YOKUŞLARIN

gururdan yokuşların yanıyor yorgunluğuna işte şimdi.
ve sessiz herşey ardında...
hani masmavi olurya alevler,işte tamda öyle...
ama üşüyor avuçlarında gurur...
ve yüz çeviriyor ay gecesine tavır alıp...
benimse,adımlarım emekliyor yüzüne geldiğinde yollar.
kifayetsiz üşüyor sana giderken geçilen tüm otobüsten duraklar ceplerimde...
sesinde mektup mektup sayfalar yazıyor hislerim sevgilim,
duymuyorsun...
üstelik sen beni duymadım sanıyorsun,
duyuyorum ne söylemeye çalışıyorsa saklıdan dilin merak etme sen.
benimki zamanı uzatma telaşı sadece kendimce...

geçmiş olsun...

dinsin ağrılar,uçsun ılık düşler gözlerinden...

kocayan kocaman bir şehir bugün gözlerinde,
ve salı bugün,tüm duraksadığın adımlar burada...
üşürsen avcuma üfle kanayan tüm sıcak yaralarını sen lütfen...
ben yanarım tüm bekleyişlerimizi...

yırtıl takvim,
bil ki gelmiyor yarınlar ardından...
ayağım altında uzun bekleyişlerin sıcacık ampulden umudu...
fazla değil,
biraz yukarıdan bakıyorum buralara bu ocak...
bakışlarımda,dondurulamayan,yok yok o da değil,bir anın içine hapsedilemeyen bu şehrin yollarının siyahtan beyazdan geçmiş fotoğraflarını yaşatıyorum sevgilim...

ve bir deklanşöre tetikçe basıp öldürmeyi seçmeden o anı,gülümsüyorum sana uzaktan...

22.41

yokluğunu;odamın benimle bakışan tavanında söndürüyorum...

23 Ocak 2012 Pazartesi

türkünün adı aŞk kaldı...


MIZRABIN YAĞMURU...

güneş göz kırptı diye dalda bir elma yaprağına,
ağladı gök ahh çekip toprağına...
yas giydi tenine bulut bulut birde kararan bakışlarıyla.
bir şimşeğin ışığıyla aydınlandı sonra kırgın yüzü,
döküldü akşam geceden yağıp günü...
kimse ağlama demedi...
konuşmadı hiçkimse,hiç bir yer.
açmadı yaprağını yada gölgesini ıslanmasın diye,
hiçbir ağaçtan şemsiye.
ama yinede
kimse ağlama demedi.

kurt kuzuyu kıskandı sebepsizce...
sebebi neydi sizce ?


mızrabın yağmurunda ıslandı tahtadan bir kalem,
yüreği kömürden kurşun düşler...
ve yorulmuş solmuş maviden düşler.
sonra mızrabın yağmuru ıslandı birden,
mızrap yağmurunda ıslandı sevenince...

türkünün adı aŞk kaldı...


*çıplak ayaklarımda şiirler üşüdü adımlarımı.yalınayak ağlamalarımı sildi kolumda eski kazağım.şiirler birikti kağıttan çukurlarımda...sağanAK hayaller tünemişti parmaklarımın dallarına.toprak,suyunu içerken yılan bile dokunmadı yanaklarına.

çıplak ayaklarımda şiirler üşüdü adımlarımı.türküler kazıdım tırnaklarıma.on mızrap yolu bu kağıtta yürüdüğüm.ve çamurdan sürüyorum mısraları yüzüne...kuruyor yüzündeki gülüşünde tüm sözler,ve sen şiir döküldükçe güzelleşiyorsun...

çamur banyosu telaşlar parkı...


vakit,benden kaçan 23.38

22 Ocak 2012 Pazar

düşlerimiz ıslandı ilk...


bizim düşlerimiz ıslandı ilk...
suyun yüzünde donakaldı katladığımız gemiler bir bir sonra...
gün,günlerden bir cumanın ertesi idi...
ve ıslaktı,savrulup giden tüm adımlar ardımızda...

ve biz susup,
şemsiyelerimize yazdık sevda satırlarımızı...



19.39 akşamı

18 Ocak 2012 Çarşamba

ve çarşambayı yırtıyorum dudaklarımın takviminden...


çarşambayı yırtıyorum dudaklarımın takviminden,
ve yarını susuyorum sana gecemin sıska sessizliğinden...
sana söylüyorum,
beni sakın duyma sevgilim...
çünkü sana suskunum şehrin tüm bu buzlu gürültüsünden...


mavi vosvos umutlarımdan yazıyorum bunları sana...

gerçek vakit 00.19

ben.

16 Ocak 2012 Pazartesi

Göğsümün Kafes'inde...


odalarımızda...
yatağımızın,bizden başka kimselerin duymadığı o fısıldayan tıkırtısında,
yastıklarımızın tamda yanıbaşında,
ve sıcak yüzlü battaniyelerin saklandığımız sıcacık arkasında,
bir sevda bekler bizi aslında...
sevdalar buluşması...
kalplerin dört nala atışması...

kendimizi gizlediğimiz,yatağın o sihirli zulasında,
acısını çakalım bu gecede duvarın terli tenine sessizce sevgilim...
tanığı kimsesizliğimizden başka hiç kimse olsun sadece.
kimsesizliğimizden başka,kimsesizce susalım tüm konuşmalara nefessizce.
hınzır bir gülümseme yuvarlansın yüzünün kaz ayaklarından düşüp sonra,
yuvarlansın o gülümseme küçük bir kartopu gibi güzel yüzünde,
çığ gibi bir gülüşle uyandıralım sonra tüm köpeklerini sokağın,
havlasınlar bu şarkıyı dinlermişcesine...

ve durmasın kar sevgilim,
çıplak tenimizde erisin tüm gökyüzü acelesi varmışcasına,
koşar adım damlasın yüzünden ay,ve sonra...

yorulsun nefeslerimizin ciğerlere dek koşan o sıcacık içten yolu...
heyecanlansın tüm adımlar koşmalara düşüp sonra.
sonra atalım elimizden tüm kırbaçları.
ve ipsiz eyersiz bir özgürlüğe yuvarlanırmışcasına koşturalım,
pır pır kanat vuran yüreklerimizi,
sıcak göğsümüzün kafes'inden açarcasına tüm o küçük demir kapıları...

hayır sevgilim,
kapatamam gözlerimi bir an bile bu an'a...


seslenirim sana hatta nefesimden bir damla aldıktan hemen sonra:
kaçırmam,kaçıramam bu şansı asla,
ey eşsiz kış gecelerimin sıcak yüzlü hilal'den ay'ı,
durma haydi ne olur,güzel yüzünü sıcak göğsüme yasla...


Göğsümün Kafes'inde...
bir kuş uçar herkesten uzak kimsesizce ve sessizce...
vakit; 00.21

dokuz.


Bir şarkıcıdan daha çok şaire dönük bi yüzü olan ve belkide işte tam bu yüzden yetmişlerin çiçek çocuklarının bağrına bastığı Bob Dylan...

sevgilisi Sara (shirley noznisky)'dan ayrıldığı zaman yazdığı 1975 Desire albümündeki One more cup of coffee nin asla gölgesinde kalmaması gereken ama malesef kalmış olan aynı albümün diğer hüzünlü parçası ''sara''...

benim için ''desire'' albümünün nefesidir ''sara''...
dokuz numarasıdır bu albümün...
gidiş dönüş tatlı bir bilettir düşten yollara...


'' I can still hear the sound of the Methodist bells
I had taken the cure and had just gotten through
staying up for days in the Chelsea Hotel
writing Sad Eyed Lady Of The Lowlands for you ''

durmakSIZIn dinliyorum...
üstelik,
karlı bir akşamdan demlenmiş bembeyaz bir gece tütüyor fincanımda sanki...
ve yudumluyorum bir düş gibi kardan battaniyesi ile tüm sokağı...


bir şiirdir bob dylan benim için...
ve hiç sıkılmam onu dinlemekten,
hele birde karlıysa o akşam,
ağırlaşır aldığım kalbimi üşüten tüm nefesler göğsümde,
ve yere düşer dudaklarımdan üflediğim bu küçücük yaşam...
bir şiirdir bob dylan benim için...
ve hiç yorulmam onu yürümekten,
hele birde üşütüyorsa ellerimi o keskin akşam,
hafifler yüreğimden yağan kar
ve usulca eriyen tüm yorgun tasam...

vakit 23.22

9 Ocak 2012 Pazartesi

okumuş eşşekler kulübü...


medeniyet yularını biraz daha sıktı,
boynu darağacı halatına korkuyla biraz daha sarılırmışcasına...
pervasız eşşek gülüşünün bir günlük ömrünü tüketti sonra
ve onu gamzesine gömdü usulca...
bir emrivakiye el açan bakışlarıyla hazırdı artık ;
medeniyeti köleleştiren,
ve bunun için durmadan yeniden yazılan sözlüklerde bir pranga takıp kürek çekmeye...
ve içindeki şeytanın eski plastik süt tabağıydı derin çatlaklarıyla avuçları...
içinde kaybolduğu sözlükte özgürlük kelimesini aradı,
ama bulduğu dilindeki çocukluğundan kalma o eşsiz tad'dan çok ama çok uzaktı...
organik ağlamalar döküldü yüzündeki kaz ayaklarının yollarını izleyerek...
kimselere sormadan danışmadan ağladı sonra belkide ilk defa...
zaten organik denilen,plastik tadlı bir kazıktı köylü kıçımıza takılan...
habersizmiydik bundan bilmiyorum ama suratımıza tükürülecek tükürüğü ıslatıyorduk düşman boğazlarda...
ve barış,hala dişi yaprak tüttüren bir serseriydi bizim buralarda...
bizler ise,
koyun olabilmeyi dileyen kalitesiz eşşeklerdik kaliteli yüksek binalarda...
ve medeniyet yularımızın süsüydü yalancı gülümseyişlerimiz...

okumuş eşşekler kulübü...


saat 00.03 gecenin bi körü,görenlerden gördüklerini dileniyor sokakta...

6 Ocak 2012 Cuma

.


-hayır uyumadım.
rüyalarımı yazıyorum...



02.36

5 Ocak 2012 Perşembe

zaten kaç defa vapura binmiştik ki biz...


bir duman ötesine değmek istercesine açmak istedim ellerimi...
sana doğru sadece...
ağırlaştı adımlarımda bulutlar...
adımlarım yandılar...

saçlarını taradı usulca kıyısından ayrılan vapurlar...
zaten kaç defa vapura binmiştik ki biz...
birini hatırlıyorum ben rüya gibi,
varla yok arası bir masaldaymış gibi sanki...
rüzgarın yüzümdeki eli ve denizin pış pışları,
bebek düşlerimin baygın bakışları...

bir duman ötesine değmek istercesine açmak istedim ellerimi sadece...
sana doğru nedensizce...
ağırlaştı yüreğimin üzerinden uzaklaşan adımlar...
canım yandı,yürek acıdı...

merhemi,tik tak'larmış bu yaranın...
öyle demişsin...
ne kadar kolayca bir yalan söylemişsin...


ben...

18.16 zaman,insanların akşam dedikleri anlar şu an...

ps : sensin transatlantik...

2 Ocak 2012 Pazartesi

bıçağın kestiği yer...


''savaşta,kesilen tarafta kesen tarafta kan ve vicdan döker...kanar...ve değer verdiğimiz birisinin ölümünü asla kabul edemeyerek,ölmesine imkan yok diyerek kendimizi buna inandırırız yada kendimizi böyle kandırırız.özellikle savaştan haberi olmayan sizin nesliniz için bu,böyledir...sürekli ölüme bir anlam yüklemeye çalışırsınız ama başaramazsınız.karşınıza çıkan tek şey,ACI ile nasıl dindireceğinizi bir türlü bilemediğiniz NEFRETTİR...boşa giden hayatlar,sonsuz bir nefret ve asla iyileşmeyen iyileşmeyecek acılar ve tende kapandı görünen yaralar...savaş böyle birşeydir...''

Nagato Uzumaki

1 Ocak 2012 Pazar

üç kulhuvALLAH bir elham zamanlar...


'' Tanrı,bana görecek bir tek göz ile kalem tutacak iki parmak bıraksın,
yeter ki şiir yazayım.''


Fazıl Hüsnü Dağlarca.

yazmAK...


yazmak...
ak be pak,
yüzünden kar süslü suyunu,sadece kuş gagalarının çaldığı
bir su gibi yazmak...
tertemiz bakmak...



*yazmalara acıktım usta...başımı döndüren bir güçsüzlüğe tutunmuş bacaklarımda sanki tüm bu akşamlar...pişman geceler damlıyor gibi bir yağmur ertesi saçağından damla damla...şıp şıp şıplıyor usulca bir keder yumağı ile günler duvarda...yavru bir su birikintisinden yansıyor gibi sabahlar misali bakışlarıma,kan kızıl bir damar çatlıyor güneş doğarcasına...yazmalara acıktım usta...ellerim titriyor...kalemin ucundan kızılca kıyamet bir kıvılcım parlıyor sonra...ve her yer alev şimdi kalbimin serin ormanında...

ve ben yazmalara acıktım usta...

-bana bir parça ekmek ve kağıt böl anne ...!

13.01