20 Aralık 2010 Pazartesi

haydi durma çocuk,kaç kaçabildiğin kadar...


haydi durma çocuk,kaç kaçabildiğin kadar...
çırp çırpabildiğin kadar uzaklara kanatlarını...
göç ettiğin soğuk avuçlarda boş bırak çamurlardan yuvanı...
düş kuruyorum...
düşüyorum...
üşüyorum...
haydi çocuk durma,kaç kaçabildiğin kadar...
sar kollarını yüzüme,çek suyun kuşlarını gülüşümden yüzünün ağına.
suyun tadı tuz olup kaysın dudağım kenarından sızlayan yaralarıma.
denizden bir avuç mavi su çekip avuçiçi bardağına,
çalkala bir ağız dolusu sessizliğini.
haydi durma çocuk,kaç kaçabildiğin kadar...
uç uçabildiğin kadar hızlıca...
ak akabildiğin kadar debi divane...
hazırlayıp yuttuğun her konuşmayı tekrar ısıttığın yüreğinde,
bayat ekmeğinin soba üstü kokusunda sür çıtır çıtır gülüşüne düşü.
ve erit usul usul yaylanın kaymağını damla damla teninin üzerinde.
kokusunu nereden aldı diye düşünsün kimin burnuna değse bıçağının ucu.
ağacının rüzgarla söylediği uğultu.
köy bebeklerinin ninnisi,
akşam rüzgarının kavak yapraklarını sallayan ılık türküsü.
parmaklarının içe bakan penceresinden esiyor tenime yüzen balığın kokusu.
haydi durma çocuk,kaç kaçabildiğin kadar...
düşle lego hayallerini tüm egolarından soyunup nefesini.
çırılçıplak yalanlar kadar dürüst olsun o sahte gülüşün,
hatta bir itiraf gibi hemen ardından,
bir kısa yağmur gibi yüzüne kızıl şafağın sabah çiğ'i süzülsün.

durma çocuk haydi,kaç kaçabildiğin kadar...
uzak...
uzak... ...
uzaaaaaaaaaak...
nede olsa dünya hala yuvarlak...

Hiç yorum yok: