cam gibi kırılıyordu taşlar ve sonbahar yaprakları gibi düşüyordu gözden yaşlar...
gözlerde şafak güneşinin kızıl kızarıklıgı...
cam gibi kırılıyordu taşlar ve güz yapragı gibi düşüyordu gözlerden yaşlar
yüzümün çizgilerinde bir ırmak kuruyordu bu agustos
kagıt gemilerim yan yattılar kurumuş çatlak toprakların üzerinde
kurudular ...
cam gibi kırılıyordu taşlar ve yagmurlar gibi düşüyordu gözlerden yaşlar
canımız yanıyordu , dileklerimiz boguluyordu bu yangınların içinde ...
ve bu yangın hiçbir denizin söndüremeyecegi kadar ıslaktı ...
bu yangın sendin ...
cam gibi kırılıyordu taşlar
kekik kokusunun dag eteklerinden köylere döküldügü gibi dökülüyordu gözden yaşlar
peşpeşe gemiler ayrılıyordu iskelemden uzaklara
kaç insan varsa avuçlarımdan kayıp açıklara yüzüyordu tüm dostlar
dibinde kalan son bir yudum ışıgını yudumlayıp bitirdi karşı binanın ışıgı açık odası
gecenin epeyce ilerlemiş saatleri , çok derin ve koyu mavi sularıydı artık zaman ...
ışıklar kapandı
karanlık geceligini giydi gece ve kayboldu tüm gölgeler ve tüm arkadaşlar
radyoda sessizlik çalmaya başladı
kulagımda lambanın sıfıra yakın fısıltısı ...
kulagımda sen ...
cam gibi kırılıyordu tüm taşlar
ve egiliyordu giyotine giden teslim tüm başlar
bir dag başıydı gözlerim
mevsim şubat yagmuruydu
ve bir papatya çayırıydı gözyaşlarım
bir yaprak yaş seviyor diyordu , diger yaş sevmiyor
pırıl pırıl bir güneş çalıyordu radyoda
ve bir deniz şarkı söyleyip sıgıyordu bir deniz kabugunun içine dalga sesleriyle beraber hemde
sıgamadım bir türlü kocaman çayırlara ...
cam gibi kırılıyordu tüm taşlar
ve kalbinden vurulmuş bir yaralının kanı gibi durmadan akıyordu gözlerimden yaşlar...
ve kurşunum pirinçten
durmuyordu gözlerimden akan yaşlar ...
kurşunum sen ...
cam gibi kırılıyordu taşlar ...
ve hayaller tuzla buz...
karşımda kadavra bir bina uzanıyordu buz gibi ,
binanın ışıgı yanan bir odasının aydınlattıkları ve onların gölgeleri dosttu bana karanlık odamda ...
ben odamın sag üst köşesiydim bu gece ...
örümcegin agının dantel örtüsündeki duvardım bugün ...
cam gibi kırılıyordu tüm taşlar
ve newtonun elmaları gibi düşüyordu yere gözlerimden bütün yaşlar ...
seni özlüyordum cebimden düşen her saniyemde ...
seni aglıyordum her dakika ...
ve akrebim yelkovanıma sürgündü benim ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder