21 Eylül 2008 Pazar

cam gibi kırılıyordu tüm taşlar...


cam gibi kırılıyordu taşlar ve sonbahar yaprakları gibi düşüyordu gözden yaşlar...


gözlerde şafak güneşinin kızıl kızarıklıgı...


cam gibi kırılıyordu taşlar ve güz yapragı gibi düşüyordu gözlerden yaşlar


yüzümün çizgilerinde bir ırmak kuruyordu bu agustos


kagıt gemilerim yan yattılar kurumuş çatlak toprakların üzerinde


kurudular ...


cam gibi kırılıyordu taşlar ve yagmurlar gibi düşüyordu gözlerden yaşlar


canımız yanıyordu , dileklerimiz boguluyordu bu yangınların içinde ...


ve bu yangın hiçbir denizin söndüremeyecegi kadar ıslaktı ...


bu yangın sendin ...


cam gibi kırılıyordu taşlar


kekik kokusunun dag eteklerinden köylere döküldügü gibi dökülüyordu gözden yaşlar


peşpeşe gemiler ayrılıyordu iskelemden uzaklara


kaç insan varsa avuçlarımdan kayıp açıklara yüzüyordu tüm dostlar


dibinde kalan son bir yudum ışıgını yudumlayıp bitirdi karşı binanın ışıgı açık odası


gecenin epeyce ilerlemiş saatleri , çok derin ve koyu mavi sularıydı artık zaman ...


ışıklar kapandı


karanlık geceligini giydi gece ve kayboldu tüm gölgeler ve tüm arkadaşlar


radyoda sessizlik çalmaya başladı


kulagımda lambanın sıfıra yakın fısıltısı ...


kulagımda sen ...


cam gibi kırılıyordu tüm taşlar


ve egiliyordu giyotine giden teslim tüm başlar


bir dag başıydı gözlerim


mevsim şubat yagmuruydu


ve bir papatya çayırıydı gözyaşlarım


bir yaprak yaş seviyor diyordu , diger yaş sevmiyor


pırıl pırıl bir güneş çalıyordu radyoda


ve bir deniz şarkı söyleyip sıgıyordu bir deniz kabugunun içine dalga sesleriyle beraber hemde


sıgamadım bir türlü kocaman çayırlara ...


cam gibi kırılıyordu tüm taşlar


ve kalbinden vurulmuş bir yaralının kanı gibi durmadan akıyordu gözlerimden yaşlar...


ve kurşunum pirinçten


durmuyordu gözlerimden akan yaşlar ...


kurşunum sen ...


cam gibi kırılıyordu taşlar ...


ve hayaller tuzla buz...


karşımda kadavra bir bina uzanıyordu buz gibi ,


binanın ışıgı yanan bir odasının aydınlattıkları ve onların gölgeleri dosttu bana karanlık odamda ...


ben odamın sag üst köşesiydim bu gece ...


örümcegin agının dantel örtüsündeki duvardım bugün ...


cam gibi kırılıyordu tüm taşlar


ve newtonun elmaları gibi düşüyordu yere gözlerimden bütün yaşlar ...


seni özlüyordum cebimden düşen her saniyemde ...


seni aglıyordum her dakika ...
ve akrebim yelkovanıma sürgündü benim ...





Hiç yorum yok: