21 Eylül 2008 Pazar

otuzdokuz


ölümümsün gibi soğuktu avuçların , hissediyordum

her gördüğümde seni derin bir nefes alıp koşuyordum ellerine

avuçların denizimdi

paylaşıyordum avuçlarımdaki ateşimi seninle

zaten sen yakıyordun paslı bir sobayı tutuşturur gibi avuçlarımın içini

ölümümsün gibi soğuktu avuçların , hissediyordum

ölümü yeni bir dünya olarak biliyordum ve sana daha çok koşuyordum o vakit

ve tüm şahadetlerim katlıydı sırtımdaki çantamda...

şakalar katlıyordu kağıt uçaklar gibi dilim ,ellerini tuttugum an

ölümümsün gibi soğuktu avuçların ,hissediyordum

'' mezarlıkta mı yattın dün gece ? '' diye sendeliyordum gözlerinde

kalbimde kanım , heyecanımın korlarında yanıyordu o an...

söyleyemiyordu suskunluğum hiçbirşey...

ölümümsün gibi soğuktu avuçların , hissediyordum

ölmekten degil , ölmeyi hakedememekten korkuyordum çocukça ...

büyüdükçe üşüyordum...

büyüdükçe susuyordum...

büyüdükçe sana daha da yaklaşıyordum ...

teslim oluyordum tüm sana sürüklenmelerime , kaçışlarımdan kaçıp ...

ölümümsün gibi soğuktu avuçların , hissediyordum

ve ben avuçlarını avuçlarıma alıp nefesimi üflüyordum sana ...

gördüğüm şey mucizeydi benim ,daha azı degil eminim

ve ben azrailime aşık olmuştum galiba ...

ölümümsün gibi soğuktu avuçların , hissediyordum

kulağına eğilip fısıldarken ben sana içimi ,

içimde kaç yankı bağırıyordu dağlarıma sayamazdım hiç

dilimde eski bir balıkçı teknesiydi suskunluğum , denizinden emekli...

gözlerim hep bir özlemin bekleyişinde bağdaş kurardı sana

duy beni diye susardım hep sana ...

ölümümsün gibi soğuktu avuçların , hissediyordum

tabutumu yontuyordum elini her tuttuğumda biliyordum ...

kaçıncı basamağında düşüvermişti savunmam bilemiyorum

ama kaybetmeye koşmuştum sana , kazanmaya inanıp ...

ölümümsün gibi soğuktu avuçların , hissediyordum

en çok çatıdaki martıları kıskanırdım kulaklarından

çığlık çığlık ağlayabildikleri için sana ...

oysa ben fısıldardım gözyaşlarımı sana hep ...

ölümümsün gibi soğuktu hep avuçların , hissediyordum

çıkıyordum bu dünyadan gözlerine uzandığımda yapayalnız ...

bir başıma tek başıma düşüyordum huzura sanki ,

görevinmiş gibi yok oluyordun ve sen bir anda ...

kafandaki parlak halkanı ve görevini bu yüzden sevemedim belkide hiç ...

ölümümsün gibi soğuktu avuçların , hissediyordum

korktum tüm korkularımdan , hep kendimi korkuttum şakalarımla

birgün uçup gideceğini , kaybolacağını biliyordum hep oysaki ...

ama kabul edemedim ölümün benden ayrılması gerektiğini hiçbirzaman ;

ölümsüzlüğe alışamadım hiç ...

ölümümsün gibi soğuktu avuçların , hissediyordum

soğuktu , karısı ölmüş bir şairin gözleri kadar kış o zaman ...

avuçlarımda kaç kar tanesi erittim hasretinden bilmiyorum

seni gördüğümde yana yana gelirdin o yolu sanki o yolda yürürken

alev alev ayırırdın gözlerimden bakışlarımı

ölümümsün gibi soğuktu avuçların , hissediyordum

ve ben ölümsüzlüğe alışamıyordum bir türlü ...

ölümümsün gibi soğuktu avuçların , hissediyordum

gözyaşlarını dağlarından eritirdin sanki , buz gibi soğuktular herzaman

yanaklarının eteklerinden akardı dudaklarının köyüne sanki

ben sırf bu yüzden kaçardım şehrin kalabalıklarından sana ...

oysa ölümümsün gibi soğuktu avuçların , hissediyordum

beni sevdiğini söylediğin zaman zamansızlaştım ben

kırıldı kum saatim ... havada kaldı kum tanelerim ...

hep beklediğim yağmurun altında ıslanmaya bıraktım kendimi sevdiğini ilk söylediğin zaman

ıslak toprak kokusu...ıslak huzur kokusu...

silinen zamanın buğusu...

ölümümsün gibi soğuktu avuçların , hissediyordum

kim ne istiyor bilemedim hiç ...

kim ne susar duyamadım ...

ölümümsün gibi soğuktu avuçların , hissediyordum buz gibiydi

üşüyorsun diye korkardı yüreğim hep

ölümümsün gibi soğuktu avuçların , hissediyordum

ve ben ölümsüzlüge alışamadım bir türlü ...

hem de hiç ...

Ve ölüme hasret bir ölümsüzlüğün tesbihini çekiyordu

mırıldanan dudaklarım...

Hiç yorum yok: