ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
her gördügümde seni derin bir nefes alıp koşuyordum ellerine
avuçların denizimdi
paylaşıyordum avuçlarımdaki ateşimi seninle
zaten sen yakıyordun paslı bir sobayı tutuşturur gibi avuçlarımın içini
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
ölümü yeni bir dünya olarak biliyordum ve sana daha çok koşuyordum o vakit
ve tüm şahadetlerim katlıydı sırtımdaki çantamda...
şakalar katlıyordu kagıt uçaklar gibi dilim ,ellerini tuttugum an
ölümümsün gibi soguktu avuçların ,hissediyordum
'' mezarlıkta mı yattın dün gece ? '' diye sendeliyordum gözlerinde
kalbimde kanım , heyecanımın korlarında yanıyordu o an...
söyleyemiyordu suskunlugum hiçbirşey...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
ölmekten degil , ölmeyi hakedememekten korkuyordum çocukça ...
büyüdükçe üşüyordum...
büyüdükçe susuyordum...
büyüdükçe sana daha da yaklaşıyordum ...
teslim oluyordum tüm sana sürüklenmelerime , kaçışlarımdan kaçıp ...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
ve ben avuçlarını avuçlarıma alıp nefesimi üflüyordum sana ...
gördügüm şey mucizeydi benim ,daha azı degil eminim
ve ben azrailime aşık olmuştum galiba ...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
kulagına egilip fısıldarken ben sana içimi ,
içimde kaç yankı bagırıyordu daglarıma sayamazdım hiç
dilimde eski bir balıkçı teknesiydi suskunlugum , denizinden emekli...
gözlerim hep bir özlemin bekleyişinde bagdaş kurardı sana
duy beni diye susardım hep sana ...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
tabutumu yontuyordum elini her tuttugumda biliyordum ...
kaçıncı basamagında düşüvermişti savunmam bilemiyorum
ama kaybetmeye koşmuştum sana , kazanmaya inanıp ...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
en çok çatıdaki martıları kıskanırdım kulaklarından
çıglık çıglık aglayabildikleri için sana ...
oysa ben fısıldardım gözyaşlarımı sana hep ...
ölümümsün gibi soguktu hep avuçların , hissediyordum
çıkıyordum bu dünyadan gözlerine uzandıgımda yapayalnız ...
bir başıma tek başıma düşüyordum huzura sanki ,
görevinmiş gibi yok oluyordun ve sen bir anda ...
kafandaki parlak halkanı ve görevini bu yüzden sevemedim belkide hiç ...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
korktum tüm korkularımdan , hep kendimi korkuttum şakalarımla
birgün uçup gidecegini , kaybolacagını biliyordum hep oysaki ...
ama kabul edemedim ölümün benden ayrılması gerektigini hiçbirzaman ;
ölümsüzlüge alışamadım hiç ...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
soguktu , karısı ölmüş bir şairin gözleri kadar kış o zaman ...
avuçlarımda kaç kar tanesi erittim hasretinden bilmiyorum
seni gördügümde yana yana gelirdin o yolu sanki o yolda yürürken
alev alev ayırırdın gözlerimden bakışlarımı
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
ve ben ölümsüzlüge alışamıyordum bir türlü ...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
gözyaşlarını daglarından eritirdin sanki , buz gibi soguktular herzaman
yanaklarının eteklerinden akardı dudaklarının köyüne sanki
ben sırf bu yüzden kaçardım şehrin kalabalıklarından sana ...
oysa ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
beni sevdigini söyledigin zaman zamansızlaştım ben
kırıldı kum saatim ... havada kaldı kum tanelerim ...
hep bekledigim yagmurun altında ıslanmaya bıraktım kendimi sevdigini ilk söyledigin zaman
ıslak toprak kokusu...ıslak huzur kokusu...
silinen zamanın buğusu...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
kim ne istiyor bilemedim hiç ...
kim ne susar duyamadım ...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum buz gibiydi
üşüyorsun diye korkardı yüregim hep
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
ve ben ölümsüzlüge alışamadım bir türlü ...
hemde hiç ...
ölüme hasret bir ölümsüzlüğün tesbihini çekiyor
mırıldanan dudaklarım...
her gördügümde seni derin bir nefes alıp koşuyordum ellerine
avuçların denizimdi
paylaşıyordum avuçlarımdaki ateşimi seninle
zaten sen yakıyordun paslı bir sobayı tutuşturur gibi avuçlarımın içini
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
ölümü yeni bir dünya olarak biliyordum ve sana daha çok koşuyordum o vakit
ve tüm şahadetlerim katlıydı sırtımdaki çantamda...
şakalar katlıyordu kagıt uçaklar gibi dilim ,ellerini tuttugum an
ölümümsün gibi soguktu avuçların ,hissediyordum
'' mezarlıkta mı yattın dün gece ? '' diye sendeliyordum gözlerinde
kalbimde kanım , heyecanımın korlarında yanıyordu o an...
söyleyemiyordu suskunlugum hiçbirşey...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
ölmekten degil , ölmeyi hakedememekten korkuyordum çocukça ...
büyüdükçe üşüyordum...
büyüdükçe susuyordum...
büyüdükçe sana daha da yaklaşıyordum ...
teslim oluyordum tüm sana sürüklenmelerime , kaçışlarımdan kaçıp ...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
ve ben avuçlarını avuçlarıma alıp nefesimi üflüyordum sana ...
gördügüm şey mucizeydi benim ,daha azı degil eminim
ve ben azrailime aşık olmuştum galiba ...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
kulagına egilip fısıldarken ben sana içimi ,
içimde kaç yankı bagırıyordu daglarıma sayamazdım hiç
dilimde eski bir balıkçı teknesiydi suskunlugum , denizinden emekli...
gözlerim hep bir özlemin bekleyişinde bagdaş kurardı sana
duy beni diye susardım hep sana ...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
tabutumu yontuyordum elini her tuttugumda biliyordum ...
kaçıncı basamagında düşüvermişti savunmam bilemiyorum
ama kaybetmeye koşmuştum sana , kazanmaya inanıp ...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
en çok çatıdaki martıları kıskanırdım kulaklarından
çıglık çıglık aglayabildikleri için sana ...
oysa ben fısıldardım gözyaşlarımı sana hep ...
ölümümsün gibi soguktu hep avuçların , hissediyordum
çıkıyordum bu dünyadan gözlerine uzandıgımda yapayalnız ...
bir başıma tek başıma düşüyordum huzura sanki ,
görevinmiş gibi yok oluyordun ve sen bir anda ...
kafandaki parlak halkanı ve görevini bu yüzden sevemedim belkide hiç ...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
korktum tüm korkularımdan , hep kendimi korkuttum şakalarımla
birgün uçup gidecegini , kaybolacagını biliyordum hep oysaki ...
ama kabul edemedim ölümün benden ayrılması gerektigini hiçbirzaman ;
ölümsüzlüge alışamadım hiç ...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
soguktu , karısı ölmüş bir şairin gözleri kadar kış o zaman ...
avuçlarımda kaç kar tanesi erittim hasretinden bilmiyorum
seni gördügümde yana yana gelirdin o yolu sanki o yolda yürürken
alev alev ayırırdın gözlerimden bakışlarımı
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
ve ben ölümsüzlüge alışamıyordum bir türlü ...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
gözyaşlarını daglarından eritirdin sanki , buz gibi soguktular herzaman
yanaklarının eteklerinden akardı dudaklarının köyüne sanki
ben sırf bu yüzden kaçardım şehrin kalabalıklarından sana ...
oysa ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
beni sevdigini söyledigin zaman zamansızlaştım ben
kırıldı kum saatim ... havada kaldı kum tanelerim ...
hep bekledigim yagmurun altında ıslanmaya bıraktım kendimi sevdigini ilk söyledigin zaman
ıslak toprak kokusu...ıslak huzur kokusu...
silinen zamanın buğusu...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
kim ne istiyor bilemedim hiç ...
kim ne susar duyamadım ...
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum buz gibiydi
üşüyorsun diye korkardı yüregim hep
ölümümsün gibi soguktu avuçların , hissediyordum
ve ben ölümsüzlüge alışamadım bir türlü ...
hemde hiç ...
ölüme hasret bir ölümsüzlüğün tesbihini çekiyor
mırıldanan dudaklarım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder