24 Eylül 2010 Cuma

şu an boğazında yutkunduğun...


ardından kocaman bir şelale,bir çağlayan gibi
mısralar satırlar çağırabilecek dökecek
derin ve güçlü debisiyle
dağ başından eriyen buz gibi
genç bir su sanki bu satırların
dudaklarımın ardına saklanan sessiz okuyuşlarımda seni...

akıntıya karşı kulaç atmaktan vazgeçip
seni götüreceği yere teslim olmaya kendini bırakan
ve masum cümleleri öleceklerini bile bile
ölüme koşturan bir tutku bu
şiirlerinin dudaklarından dökülen...

dudaklarından damlayan nektarı yüreğinin bu şiirler...
kalbin zeytin yaprağı...
nadasa bıraktığın ağlamalarda kuruttuğun gözlerin...
mis gibi sabun kokan çocukluğumu kokan avuçların...
saçlarında denizcilerin örgüsü balıkçı ağların...
ve dev gemileri dahi limana bağlayan düğüm,
şu an boğazında yutkunduğun...


* ve bu dünya ,dökülen takvim yapraklarını yerlerde sarartan bir acımasızlığın terzisi, sevgilim.
kum saati fırtınalarında üşüyen koparılmış çöl çiçeklerinin mezarsızlığı takvimdeki bugüne ait zaman...
her saniyesi düşüş bir sonbahar tüm BU buzlanan gülüşlerimin...

2 yorum:

üryan dedi ki...

ya yutkunamadığım?
ya ağzımın içindeki bu kocaman yumruk?

ya o?
ya bu!
BU neyin nesi?

e.t. dedi ki...

sualler sualler sualler...
yanyana yazıldıklarında ne kadarda güzeller...
cevabı bu'nda değil sualin,
cevap O'nda her halin...