27 Ağustos 2011 Cumartesi

...


ve oldu...
odama ay tüm ışığıyla doğdu...
sonunda yüreğim gece karanlığı...
gülüşüm utangaç bir cırcır böceğinin kısık seranatı...
ve oldu...
ölüm öldü bu gece içimde...
yüreğim avuçlarıma saklandı işte...
ve oldu...
kaldırıma uzanmışım ben gülen gözlerle,
bilmelisin ama,
çünkü tanrıçalar göz kırptı bana...

zaman;geç saatlerin bekleme salonu yalnızlığı...

Ortak parantez;duman...


kıyısı pekte kalabalık olmayan bir kasabaya benzeyen o masum burundan,
bir ovanın örtüsü olabilecek kadar sisi üfledi sanki yüzünün önüne bir maske diye...

ve kayboldu gökyüzünden tüm mavileri,
uyuyakaldı bakışları üstelik kapanmadan gözkapakları;
gözlerinin o el işi eşsiz ahşap kapıları...

bulutlarına dek gökyüzünün,durmadan yükselen gök uçurtmasının sırtına binip yükselirmiş gibi durdu birkaç saniye nefes alış verişleri...karnında tanımsız bir korku nefes aldı sonra...ağrı desen değil,yok bişeyim iyiyim desen hiç değil bir an doğdu yüreğine...

göğün mavilerinin arasından yüzercesine uçtu bakışları ,
yüzünde kocaman elleriyle saçlarını savuran,
yüzünü tokatlayan rüzgarının şefkati ile yükseldi durmadan...

bulutlarına dek uçtu göklerin...

göz gözü görmez beyaz çarşafların göklerde uçuşup oynaştığı basamağına dek tırmandı göklere...ve bir anda kayboldu tüm maviler gözlerinden...her yer rüzgarıyla dans eden,oynaşan beyaz çarşafların dünyasıydı artık sanki...bulutlar arası dolaşmalar atlasında isim şehir oynamaya başladı sanki sonra parmak uçları...

- sevişmek kimsin tenimde ?
- kağıttan uçak katlamayı biliyor musun ? birden fazla şekilde ama ?
- peki ya sen kağıttan gökyüzü yapmayı biliyor musun söyle bana...

gökten düşer gibi hissettiren küçük zamanlar yaz not kağıtlarına olur mu,aslında gerçekten düşmeyeceğimize inandığımız ama içten içe delice korktuğumuz hisler çiz kaleminle üzerimize...türbülans kağıtlar iskelesi olsun yastığımın yanıbaşı...

tüm kağıt parçalarını,kaybolmaktan korkan küçük masal çocukları gibi kırıntı kırıntı toplamak istiyorum...parmak uçlarım ekmek sepeti...parmak uçlarım gırgır vicdanlar müzesi...

- önce uçak mı düşer yoksa aynı yükseklikten bırakılan uçurtma mı ?
- uçurtmanın yolcusu var mı peki ?
- uçak çok daha ağır değil mi ki ?
- katladığın kağıdın üzerinde yazanlara bağlı herşey,gerisi sadece rüzgar...

zaman,rüyalar uykuya dalınca zamanı yorgun gözlerimde...
iyi geceler rüyalarım,siz uyuyun.ben başınızda beklerim...

6 Ağustos 2011 Cumartesi

kurşun kalemler kahvesinde...


kurşun kalemler kahvesinde kırıyorum ucumu...
bir pişmanlık ÇIT'lıyor içimden o an...
şiir'in idam ilanı bu belli ki...
düşlerin mahkumiyet zamanı yeşil örtü masada...

kurşun kalemler kahvesinde kırıyorum ucumu...
bir mısra düşüp ölüyor akrebin soktuğu zamandan...
bir sevda ilanı bu belli ki...
ve hakikatin müebbete esareti beyaz kefenli dakikaların alnında...

kurşun kalemler kahvesinde kırıyorum ucumu...
ve köylü bıçağım yontuyor tüm yeni umutlarımı...
düşlerimi açıyorum ilkokul çöp başı duraklarında...
plastik kovaya yazılmamış mektuplar düşüyor,
ben kalemimi açtıkca...

ve yelkovanı kırık bir duvar saatinin akrep yalnızlığıdır şimdi yüzümüzdeki zaman...


kimse bilmez...
haklıydın...
kimse bilmedi sözlerimizin elele aynı cümlede dans edişini mesela...
görmek zordu,
sessizliğimizde gözlerimizin birbirine teslim gevezeliğini...
bakışlarımın tercümanıydın sen oysaki...
ne kadar suskunsam o kadar gülümsüyordu yüzün duyduklarınla...
kimse anlayamaz'ın istisnasıydın içimde o an...

kimse bilmez...
haklıydın...
kimse bilmedi birbirimizi şans eseri gördüğümüzde,
bu şansın esiri olduğumuzu kayıtsız şartsız...
ah ahh...
şansesiri zamanlar diyarında,
görünmez prangalarımız varmışcasına ayaklarımızda,
uzaklaşamadığımızı birbirimizden...

ve yüreğime yüreğin siyam ikiziydi sanki,
aynı nefesi aynı kalbe çekiyorduk misali...

kimse bilmez...
haklıydın...

onlar gibi boş haplara inanmayışım sürgün bıraktı beni herkese belki...
yalan mutlulukları giymektense çırılçıplak üşümeyi tercih ettim ben...
bu soğuklar öldürmez beni,
tersine acı çektikce,sırf bu acı gerçek diye
mutluluk düşer yüzüme benim...

kimse bilmez...
haklıydın...
peki öyleyse yalnızlık nedir 0 vakit ?
yalnızlık kimdir ?

koca bir aman...
ve yelkovanı kırık bir duvar saatinin akrep yalnızlığıdır şimdi yüzümüzdeki zaman.

mezar taşlarına şiirler çizen yüreğindeki azap...


mezar taşlarına şiirler çizen yüreğindeki azap...
ahh şu azap...
ve kederin karanlığa gölge duran yüzü,gülüşün...
sordum mezar bakışlarına, üşüyen evsizleri dahi ısıtan avucundaki toprağa,
-kimi gömdünüz buraya ?
sanki birazdan sönmeye gidecek bir kandilin ışığı gibi bakışlarından döndü bana yüzünü,
kulağıma şiirden dualar esti rüzgarı diye sanki o an,herneyse...
ve sustu sadece,bir cevap vermedi nedense.

güneşe küs fısıltılar kulağımdan düşerken...


fısılda bana...
en esir düşleriyle tüm kalbini...
sus pus olsun etraf ki,
sadece dudaklarını beklesin duyduklarım...

fısılda bana...
duyulmasın dudaklarından tenime düşen kırıntılar...
parça parça parmak uçlarımdan toplayayım bana sunduğun tüm harflerini.


fısılda bana...
feryat figan çığlıklarını üfle,kulağımdan yüreğime kurşun sıkar gibi...
yüzlerce sayfalık bütün hikayenden sadece tek tek,
noktalarını toplayayım ben,
bir evden daha büyük bir dut ağacından,
küçük tatlı dutlarını toplar gibi...

fısılda bana...
yüreğinden düşen dut tadı değmiş tatlı nefesini
dudağıma usulca sürer gibi,
fısılda bana yüreğini...

zaman : güneşe küs fısıltılar kulağımdan düşerken.

2 Ağustos 2011 Salı

bakışımı sağıyordun bilmeden oysa...


bakışımı sağıyordun bilmeden oysa...
ve kederimin kara sütünü yutkunuyordu dudaklarından kaçan zaman...
akrep bile titriyordu saatte bir atabildiği adımlardan...

bakışımı sağıyordun bilmeden oysa...
boş bakışlarımı kaldırıyordum gökyüzüne ben elimden kaçan bir uçurtmaymışcasına,
ve kekik kokusu bir rüzgar hayal ediyordum kollarımı üşüten,
gözlerimi kapadığım düşlerimde...

bakışımı sağıyordun bilmeden oysa...
oysa, ne rüzgar uçurtmaya esmekten kaçabiliyordu
nede uçurtma rüzgarsızda uçabileceğine inanıyordu...
bilmiyormuş gibi yaptılar hep...

bakışımı sağıyordun bilmeden oysa...
ne zaman düşlerimi senden kaçırmaya çalışsam,
kuyruğu kopan düşlerim döne döne sana düşüyordu...


bakışımı sağıyordun bilmeden oysa...
ve kederimin kara sütünü yutkunuyordu dudaklarından kaçan zaman...
akrep bile titriyordu saatte bir atabildiği adımlardan...



ve ''buda geçer'' ilaç satanların yalanıdır oysa...