30 Aralık 2024 Pazartesi

Mezarlıkta mı uyudun sen dün gece ?

 
Rüyalarım hangi dilde bilmiyorum inan.
Rüyalarımda sevişiyoruz seninle her gece ama,durmaksızın...
Kıyamet günü karşılaşmışız da seninle sanki,
Yaşamanın bizden çaldığı,bize borçlu olduğu her anı pençelerimizi geçirip nefeslerimizden söküyormuşuz gibi öpüşüyoruz mesela,
Yumuşacık ipek bir mendil ile kuruyan kanımızı silmeye çalışıyormuş gibi dokunuyoruz dudaklarımızdan tenimize,
Isırmak isterken aynı anda üstelik,
karınca adımları misali usul usul.
Bilmem ki neden...
Gözlerimiz;
yolların bomboş olduğu ve herkesin küçük kuşlar gibi saçak altlarına kaçıp saklandığı bir yağmurun ıslaklığını giymiş üstüne sanki.
Birer şişe suyuz seninle belki,
Bir avuç buğday geçen ağustostan kalma kilerde belkide.
Tükeniyoruz sevgilim.
Kabul etmese de paslanan etimiz,meşale misali yanan alev alev zihinlerimiz bunu,
Tükeniyoruz sevgilim,
Usul usul azalıyoruz her şeyimizden.
En rahatsız edici olanı yani bunu yaşamanın,
Yavaş yavaş ölüyoruz...
Rüyalarım hangi dilde bilmiyorum inan.
Rüyalarımda sevişiyoruz seninle her gece ama,durmaksızın...
Bir sezen şarkısını demliyor kireçli demliğim ateşte.
Bardağı çatlıyor sevdanın.
Islanıyor halı,her yere şiir dökülüyor...
Sen beni bu kez de kötü italyancan ile bıçaklıyorsun.
Rüyalarım hangi dilde bilmiyorum inan.
Rüyalarımda sevişiyoruz seninle her gece ama,durmaksızın...
Bir doktorun yağlı kırbacı şaklıyor kulaklarımda sonra,
Esir kinler akşamı bir yol üstü tiyatrosu sanki her karşılaşmamız,
Sırtımda bakışlarının beni bırakan dayanılmaz yarası,
Gözlerimin denizinde batık bir şehir mukaddes hatıraların,
her gece dalıp yürüdüğüm o aynı sokaklarında vazgeçilemez şu eşsiz kahrın,
Gözlerimde sevdan...
Damda kuruttuğum mayhoş düşlerimi çiğneyip dayanıyorum,yokluğunun kuraklığından bana miras açlığıma...
Rüyalarım hangi dilde bilmiyorum inan.
Rüyalarımda sevişiyoruz seninle her gece ama,durmaksızın...
Ben saçının kırık ucu,
Sen kutup gündüzü düşlerimin güneyinde.
Batmayan güneşler ülkesi bir soğuk sonra ellerin,
üşümüşsün,
Mezarlıkta mı uyudun sen dün gece ?
Ve ben ucu kesik eldivenler katlıyorum hala sana mektup mektup sadece...


22.27 
azgın ağlamalar atlası yalnızlığın günlüğünde,
ve düşler gülüşlerine yağıyor bu soysuz hasretlerin kardan,soğuk çöllerinde...
hangi kum,bıçak olmaz ki bu hain yaranın lav demi sıcak kanı altında söyle...

29 Aralık 2024 Pazar

Tükürüyor zamanı,sözünü tutmayan her saat bileğinde

 
Çivi,tahta ve kan...
İsa'nın tuzlu kan yaşları tam da şu hain zaman.
Şeref yoksunu çingene vakti.
Ve ekmeksizlik açlığın çöllerinde,
Sattırır eski paslı çivisini isa'nın ızdıraplarının...
Hain azizler zamanı gözlerin,akşam güneşinin rengi cebinde hayallerin...
Çivi,tahta ve kan...
Tükürüyor zamanı sözünü tutmayan her saat bileğinde...
Yalanlar yakıyor dilinde tanrı,ısınabilmek için göğün soğuklarında...
Köleler ısınıyor sönmüş küllerin yanıbaşında gece yarılarının...
Çivi,tahta ve kan...
Çakılıyor tüm sevdalar bileklerinden ağaçların kollarına,
Kanlar suluyor günahların köklerini...
Vücutlar yanıyor acılardan,ateş düşüyor çığlıklardan sanki...
Uyuşuyor tertemiz çocuk ruhlarımız acılarımızdan tutuşup.
Çivi,tahta ve kan...
Bir yangın ve bir orman zamanı bu yaşadığımız an,
Karıncalar su taşıyor ateşe,filler kaçarken başka başka diyarlara...
Ve hain,derman maskesiyle dans eden tüm o yalancı ilaçlar...
Çivi,tahta ve kan...
Ve kan kaybediyor akrebin nefesinde yelkovan...


20.51 nokta.

Arıların saklambacı

 
Arıların saklambacı,
Ve vızıldayan ayçiçekleri düşümüzde.
Tüm kanunlarını çiğneyip dünyanın,
Yükseliyor sarı kazağı ile balın böceği göğümüzde...
Gözlerimin kapılarını taşıyamıyorum sırtımda artık nedense.
Kapanıyor ışıklar bir bir göklerde,sönüyor mumlar tek tek evlerde.
Arıların saklambacı,
Ve vızıldayan ayçiçekleri düşümüzde.
Simsiyah bir at koşuyor dört nala rüyamda,
adı Sakarya.
Ve kanı alev almış bir karıncanın,
tutmuş sökmüş bir ağacı yanarken köklerinden.
Sen;güzel tanrıçam,öpüyorum ipek tülden ruhunu kaçırıp seni düşlerin cennetinden...
Arıların saklambacı,
Ve vızıldayan ayçiçekleri düşümüzde.
Ömrün sonbaharı sararıyor saçlarımda.
Gözlerim kasım olmuş yağıyor durmaksızın şu karanlık akşamından...
Arıların saklambacı,
Ve vızıldayan ayçiçekleri düşümüzde.
Kimi sevse gönül,veysel misali körü körüne,
Gökte bulutlar hançer oldu,
Ve şimşekler yandı söndü durmadan sırtımızda.
Arıların saklambacı,
Ve vızıldayan ayçiçekleri düşümüzde.
Nasılsın iyi misin sevgilim.
Duydum,çok uzun zaman beklemişsin durduğun yerde.
Ve özür dilerim,
Yıllar sonra olsa da,
Sobe...


19.56 uçmayı öğrenememiş kuşlar var omuzlarımın öğrenci yurdunda,ve uçmayı bırakmış terketmiş üzüntüleri var yüzümün...istenmeyen bir bebek gibi,cami avlusuna bırakılmış bir duayım,sıcacık bir dudağın beşiğinde...

16 Aralık 2024 Pazartesi

Düştüğün her kuyu yusufcuklar ateşi oysa ki

 
Gitme kardeş,
Seni bağrına basmayacak,yetim bırakacak bir şehre teslim olma sakın buralardan kaçıp...
Kaçtığın her şey içinde üstelik.
Uzağına düştüğün sensin sadece,
Seni kanatan o hançeri tutan,senin kendi elin zaten her seferinde yine de...
Kendinde kanattığın yaralar,aradığın sevilmeler çabası aslında.
Kolunda kestikleri tüm o güzel çocukların,
yaşadığını hissetmeyi istemeleri sadece,
Acılardan ve kederlerden bir denizin içinde,
Ha boğuldu ha boğulacak gibi hissederken,
Bir çığlık,atılan her kesik ruhuna,
cesur,küçük bir çocukça.
Gitme kardeş,
Seni;ağlarken gözlerinden akan yağmurlarla  öpüp,yüzünü göz yaşları ile yıkamayacak dudaklara açma sakın kapılarını.
Düştüğün her kuyu yusufcuklar ateşi oysa ki.
Kanadığın her yara,öptüğün yaraların mühürlü kabuğu sayfalarca...
Gitme kardeş,
Seni,dudaklarına sürülü zehri ile bile iyileştirmeye çabalamayan her tabibden koşa koşa kaç lütfen...


00.53 kalmalar ve kaçmalar üzerine...Gitmeler ve sönmeler üstüne...

Pasaklı şiir

 
Her yer darmadağın.
İçim bombok.
Sifonu bozuk hayallerimin.
Çekip gitmez kırgın anlarım.
Kitabımın arasında saklayıp unuttuklarım.
Her yer darmadağın.
Toplayanı yok gizli çekmecemin.
Kapşonu küçük artık o sevdiğim solmuş kazağın.
Düşmez kopup kendi kendine,
Eskiyen takvim yapraklarım.
Son bahar değil o sararan gözlerimiz ardında.
Her yer darmadağın.
İçim bombok.
Sifonu basılı kalmış akşamlarımın,
Suyu durmaz gözlerimin.
A dört şiirler durağı avcumun kütüphanesi,
Ressamlar şarap uykusunda ceplerimin.
Her yer darmadağın.
İçim bombok.
Ne kadar yıkasam da geçmiyor sanki kokusu mısraların.
Burnuma açıyor kan kokusu o çocuk çiçeklerin.
Her yer darmadağın.
İçim bombok.
Kimse dokunmuyor oyun parkımdaki kumlara.
Kediler çişini yapmış o eski hatıralara...
Bir küçük kızın kalbi kırılmış,
Bir kadın ağlamış o beyaz siyah dünlere...
Her yer darmadağın.
İçim bombok.
Çölden esiyor o en güzel çiçeğin kokusu parfüm diye geceye...
Salçalı bir bulgur pilavı pişiriyor çocuğun teki,
Siyah gazoz ve turşulu,burun gıdıklayan günlere.
Her yer darmadağın.
İçim bombok.
Tüm kitapları yakıyor insan,içimdeki ağaçlar gibi.
Ve tepemizde uçuşan şu binlerce küller yıkıyor tüm günahları.


00.37 Çiş,siyah gazoz ve kül üstüne...

10 Aralık 2024 Salı

Yük çözüyorum göğümden

 
Yük çözüyorum göğümden.
Veda döküyorum hayat ağacımdan sonbaharımı boyayıp.
Tüm gerçekleri döküyorum dağımdan, sevdiklerimin yangın ertesi simsiyah eteklerine.
Yük çözüyorum göğümden.
Yüz yüze geliyorum geçmişteki her pişman an ile...
İtiraflar döküyorum utanmadan sıkılmadan.
İçimdeki gerçeklerimi dikip yakıyorum dualarımı ede ede,kafamda seninle.
Yük çözüyorum göğümden.
Ayaklarım topraktan kesiliyor,kopuyorum bastığım yerimden.
Yükseliyorum istemeden,yerden göğe doğru  düşüyorum o mavi cehenneme.
Yük çözüyorum göğümden.
Geçmişin mektuplarını döküyorum gözlerimden.
Asla olmayacağımı düşünüyordum oysa,
Çok pişmanım,hem de çok neden bilmiyorum.
Yük çözüyorum göğümden.
Çekiliyor içim ruhum uzayına aşkın,
Gezegenden nefessiz fezasına olası tüm cehennemlerin...
Yük çözüyorum göğümden.
Kalbimin kıyameti nasılsın,iyi misin.
Kızıl cehennemim.
Alev rengim,
Kor rengi,köz gözlü ahtapotum nasılsın,
Üşüyen şiirlerim,
Aynı sınıflardan farklı zamanlarda geçtiğim,nasılsın...
Yük çözüyorum göğümden.
Düş çözüyorum elinden,
Dua dikiyorum gözlerinin toprağına.
Yük çözüyorum göğümden.
Senden kopup kan döküp sana yükseliyorum dantenin cennetinden de düşüp...


23.29 tükürülen çiğnenmiş yeminler...kurutulmuş balkona asılı,üstüne acı sürülmüş şiirler...

7 Aralık 2024 Cumartesi

i had a dream

 
Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
Hepimiz bir kıyameti giymişiz üzerimize kafalarımızda,
konuşmuyoruz bunu asla ama,
Kaç maymundu o yalancılar diye soramıyoruz da...
Suspus herkes ve her şey.
Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
Sapanıyla her kuşu vurabilen usta bir asker mi,
Yoksa hiç pençesi olmasa da,savaşmaya koşturan ceylanlar mı.
Klozet kapağı kalkanı,tuvalet fırçası gürzü olan şövalyeler diyarı şimdi zaman.
Bokunu bile temizleyemeyenlerin savaşı mı olacak dördüncü dünya savaşı yoksa,
Üçüncüden geriye bir şey kalırsa tabi eğer.
Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
Düz yürüyemiyorum on üçümden beri bu beyaz kağıttan yollarda,
Hep devriğim,jonh'un gazap üzümlerinden bu yana.
Neden inan onu da bilmiyorum.
İçime beni eken,içime yazmayı eken sulayan bir kadının ağacıyım sadece ben...
Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
Sokağını süpürmeye devam eden adam mı yoksa,hiç bir şey değişmeyecek karınca için zaten diyen,
Sözleri alev alan ve tüm karın ağrılarını konuşan biri mi,ağlayan,bize kırgın ve kızgın gezegenin.
Peki kim buğday ekecek kaldırımlara her gün kuşlar için buz gibi bir savaşta...
Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
Piramit işçisi öğretmenler hangi taşın altında ve hangi zirveye ulaştıklarında ölecekler,
Şiirler eli kanlı mektuplara mı ebrulanıp gönderilecekler sevdiklerimize.
Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
Karınca da biliyor bir son olduğunu merak etme,
Ama elindeki kırıntıyı fırlatmıyor hiç bir yere,
En iyi bildiği işine sımsıkı tutunuyor anteninde titreyen duası ile...
Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
İyi bildiğim tek bir şey var;
Biz kazanacağız,
Üç defa yandıysak,yeniden yeşili filizlenip açacağız,
On defa öldüysek,yeniden ateş alacak külünden hücrelerimiz ölmüş soğuk bedenlerimizde,
Yüz defa parçalandıysak harp yerinde,yüz zeytinde tekrar can bulacağız toprağın kutsal rahminde,
Bin defa vazgeçtiysek kafamızda her şeyden,bin defa daha geri dönüp kazanacağız merak etme,
Milyon defa söz verdiysek kazanmaya yine de,tutacağız sözümüzü o ilk seferdeki gibi,kimseye tersini söyletme olur mu bizi izlediğin o mavi göklerde...
Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
Hangi karınca uçuyormuş,hangisi devasa bir dilim ekmeği kaldırabiliyormuş bilmiyorum inan...
Bildiğim bir şey var,
Buralar,bu topraklar bizim,
Buğdaylar bizim,
Kırıntılar bizim,
Yer bizim,toprağın altında yüzlerce yıldır ala boyalı yuvamız bizim,
O tertemiz yavrular bizim,
Dünler bizim,bugün yanan bugünler bizim,
Yarınlar bizim,
Düşler bizim,aşlar bizim,o kadim savaşlar bizim,
Yüzümüzdeki kana karışan,o ılık doğan sonra üşüyen yaşlar bizim,
Tüm unuttuklarımız bizim,
Tüm unutmadıklarımız bizim.
Kazandıklarımız bizim,
Tüm kaybettiklerimiz bizim...
Üçüncüsü de bizim,
Hiç yorulma denemekten,amacım seni vazgeçirmek değil inan,
Ama on üçüncü de bizim...

Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
Bir defa sevdiysek,asla bırakmayacak olan o güçlü bilek,alevlerin denizini yakıp içimizdeki rüzgar ile dalgalandıran o yürek bizim...

Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
Ama kim kazanır,kim kazanacak çok iyi biliyorum,
İnan bana...


10.03 savaş üzerine yazılanlar,çizilenler var.Belini kırmaya çalışanlar çok taze umutların, izliyorum.Bir nefes,bir dua ile ataş alır tüm o soğumuş gri küller biliyorum...

Kadim vatan şairlerine saygıyla...Rahat uyuyun siz.Kılıçların keskinligi,mermilerin sıcaklığı geçemedi hala yazılanların kudretini...Hiçbir şey değişmedi dünden yani,merak etmeyin siz,her şey aynı...

4 Aralık 2024 Çarşamba

İçimin hayalet ağrısı

 
İçimin hayalet ağrısı.
Kanıma usul usul düştün karıştın ilk başta.
Etime filiz açtın ilk baharın rüzgarına binip uçuşup.
Kemiklerime sızdın ince ince,içinde sessiz yürüyen bir dert misali.
Karıştın nefeslerime,
kardın kendini ruhuma vurup vurup,eleğe yüzlerce kez düşen buğday tozu gibi.
İçimin hayalet ağrısı.
Yokluğunun hemen bir sonraki gün ertesi,
Sabahın beşi,bilemedin beş buçuk zamanı,
Sessiz ve soğuk mevsime inat her şey,
Bir önceki günün tüm izleri yazmış olanların mektubunu kumlara...
Tüm yaşanılan;şans eseri mi,sanat eseri mi bilemiyorum.
Ruhumun fantom ağrısı.
Kalbim iki yüz metrekare,bir artı bir ama yinede,
Zaten neden böldü ki duvarlarla yaşamını parça parça insan,
İki yüzlü belkide...
İçimin hayalet ağrısı.
Düş yapbozumun eksik parçası.
Belki küçük parçam,belki de bütünümün yarısı...
Ruhumdaki dert şehrimin hama dolabı,naure çarkı.
Damarlarım ki,inleyen ağlayan dert taşıyıcıları kainatımın.
İçimin sıcak kırmızı suyu.
Kan denizlerimin kalyonu.
İçimin hayalet ağrısı.
Kuzey denizlerim.
Dert hamurunu beraber karmayı öğrenemeyen aşıklar şehri.
Dört eli var en kirlisinden aslında bu aşk denen yangın bedenin.
Ve herkes yanmaya razı,ses çıkarmadan...
İçimin hayalet ağrısı.
Birim,
Sekizim,
Dünüm.
Deli gömleğim...
Boğulduğum buz okyanusum,atlantisim,
kanbur balinam...
İçimin hayalet ağrısı.
Yokluğun,matematiğin sıfırı...
İçimde ise,bir ağaç misali büyüyen eksilerin çınarı...
İçimin hayalet ağrısı.
Sonsuzum.
Kim kopardı,kim kesti aldı,
Kim koptu bilmiyorum.
Uyanmak istemediğim bir yerinde uyandım o en güzel gecemin.
Dualar ile sevdaya rüyalandım.
Bir ermiş dinledi beni.
Sustu ve hiç konuşmadı...
İçimin hayalet ağrısı.
Manasızlığımın yıldız tozu,
Tüm manalarımın tanrıçası.
Karbon göz yaşlarım.
Düşsüzlüğümün çatı katı,
Sevgi çölü.
Bilinçli hatalarım.
İçimin hayalet ağrısı.
Nefeslerimin yanar dağı.
Dildeki en büyük hatam,yazım yanlışım,
Sallanan dişim...
Barut yanığım,
İs kokum,bembeyaz gömleğimde kömür tozum,
İçimin hayalet ağrısı.
Sızlayan kıymığım,
Dilimde açmadan kuruyan küfürlerim.
Sallanan saldalyem.
Ağlamalarımın peygamber mağarası,
Çekildiğim sukunetim,
Kulağımdaki ilk vahiy,tanrımın ılık fısıltısı...
İçimin hayalet ağrısı.
Sonsuzluk çölüm,
çölde kuruyan,umman yağmurlarda boğulan gülüm...
Tanrımın güneşin ardına saklanan,görünmeyen tatlı gülümseyişi...
İçimin hayalet ağrısı.
Karşısına geçip izlediğim,musalladaki soğuk bedenim...
Tüm günahları kor ve kül yakan cehennemden sıcak tenim.
İçimin hayalet ağrısı.
Fırtınalar cennetim,
Dertli dolab'ım, *
Söylesene sevgilim,
Nasılsın iyi misin...?


10.34 çıplak ağaçlar mezarlığı.Üryan bir aralık tutuyor üşüyen elimi.çatılarda kediler donuyor, tanrının yaşayan fotoğrafı olmak için...küçük sıcacık serçeler uçuyor içime sevgilim,tüm soğuklara ve tüm ölümlere inat...


* " Benim adım dertli dolap " Yunus Emre

2 Aralık 2024 Pazartesi

Tavşan kaçmalar sokağı ve sıcak ekmek şafağı

 
- Sesiniz; ne kadar da hiç konuşmadan,sessizlikle sulanıp beklemiş bir sabaha karşının,ilk çıkan sıcak ekmeği gibi güzel kokuyor kulağımızda,nasıl da gevrek ve çıtırdıyor çekinerek dokunduğumuzda istemeden,yıkanmamış sokaktan gelen gözlerimiz ile gülüşünüze...

- Sesim ?

- Evet,sesiniz...Merhem olduğunu hiç bilmeden, bugüne dek geçmemiş yaralarımızın sızısını nasıl da alıyor yumuşacık dokunuşu ile kaçmaya çalışsak bile...

- Şaşırdım bir anda üzgünüm.Sizinle,sanki acelemiz varmış,farklı yerlere koşarken bir an çarpışmışız da,bir kitap yere düşmüş ve güzel sözler dökülmüş yerlere gibi hissettim bir an kendimi...Dökülenleri düzgünce toplamaya çalışırken tekrarladığınızı düşündüğüm,sarfettiğiniz o güzel cümleler ile büyülendi ve sustu dilim sanki...Bağışlayın tekrar lütfen...

(Adam sustu uzun uzun dalan gözleriyle bu sefer;gözleri ıslandı,biraz daha dolduğunda ise, bu aralık akşamında şehirden ışıklarını çaldı bakışlarının içine karşısındaki kişi için sanki.Konuşacak gibi oldu uzatıp başını biraz,ama konuşmadı.Suskunluğuna,üşüdüğü bir akşamdaki anne örgüsü bir yün atkı gibi daha da sımsıkı sarıldı.)

- Sesiniz neden terketti bizi ? Sizi üzdü mü söylediklerim ? Bunu istememiştim inanın.Kusura bakmayın ne olur.

(ağlayan bir çocuğun başını okşar gibi gülümsedi parlayan gözleri ile kadın.)

(Tanrı ile yüzyıllardır oynadığı saklanbacında çok iyi saklanmış,asla yakalanmamış,başarısına rağmen üzgün olan adam,ıslak gözlerini silmek ister gibi gülümsedi,dökülsün gözlerine dolan yaşlar diye.Soldaki döküldü düştü yanağına,kaşındı biraz hatta,ama kaşımadı.Sağdaki dökülemedi kaldı gözlerinin kucağında.)

- Sesim ? Sesim,düşlerinizin yelkeni; sadece rüzgarını bekliyordu sessizce.Bu şans eseri karşılaşmalardan yüzlercesi yağıyor yüzümüze her gün ama yalnız bir gezegenden yazıp,belki bazen gecede korkularımızdan kaçmak için kendimize yüksek sesle söylediğimiz; ve bazen yalnız olmadığımıza inanmaya ihtiyacımız olduğu için uzaya bağırdığımız kendi yazdığımız şarkımıza hiç devam niteliğinde bir cevap gelmemişti sadece,üstelik bu kadar güzel,hatta eski halinden de güzel olmamıştı hiç.Suskunluğum,şaşkınlığımın everesti, siz de bağışlayın  beni lütfen.Tanıştığıma memnun oldum kitap seven eşsiz güzellikteki bu değerli yalnızlığınızla...


06.58 Küçük prens,bir cemal süreya kitabı buldu o eski sokakta...

avuçlarındaki cennetimden çıplak ayak yürüyüp

 
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Ekşidir bakışları kuytularımın,keser bilmeyeni boğazından keskinliği.
Kuru nane dökmüş tanrım göğünden gözlerime.
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Kıl keçi bir posttur kıyamete dökülen sürahisi ruhumun...
Ve ağı yırtık zihnimdeki kır örümceğinin.
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Senden bana bir miras sızı,açtı göğsümün kış bahçesinde.
Gömdüm yürek kafesimden ceviz sandukama, açsın onu zaman bir asır sonra belki diye...
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Terimi,dağların rüzgarı sıcak eli ile siler yüzümden.
Kekik kokar yılda bir gülüşlerim bahar gelen çocuk ruhumda.
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Bir yörük çadır kurmaz dağlarda izlerken yıldızları.
Uyur toprağın sıcacık göğsünde aşık olduğu kadının imanına uzanıp en güzel rüyasına dalıp gitmiş gibi...
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Bin çeşit aş'a ihtiyacımız yok asla inan sevgilim,
Islanmış kuru bir ekmek,ekşi bir ayran yeter tıka basa doymamıza,
O güzel dağların eteğinde elele isek eğer...
Memleket olur o zaman sevdamız...
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Bir gelincik kanayıp açar o vakit,sol yanımın sana sevdalı yemyeşil çayırında.
Tavşan kanı sıcak düşlerim.
Ve ben eski bir çanakta her gece,
kulağımdaki ağaca kazılı dilinden göğüme, özlediğim sözlerini demler içerim...
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Bir bağlama yaş alır,kurur ve çatlar,son nefesini verir duvardaki yatağında...
Şiirsizlik kuraklığı kalbimin...
Toprağı çatlar düşlerimin.
Yağmuru sen bir susuz buğday tarlası çocuk ruhum,
Duası gülüşün,ağrılı umutlarımın...
Seni yüzbinlerce kelebek ömrü zaman kadar bekledim...
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Onlarcası konuşuyor sohbet sohbet içimde her gece inan,
Ve konusu sensin her gece dinleyip sustuğumun...
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Köpürür tüm kızmalarım,
Haykırırım içimde kırılan tüm kemikler ile ağrılarımı,
göklerin kükrediği yağmurlu geceler ile örtüp üzerini...
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Sarı bir saman kağıttı sana tek mektubum,
Kara bir sevdaya döndü zihnimin memleketinde içine sakladığım eski bir zarf ve aman diyen o gaddar zaman.
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Bir avuç kuru toprak misali belimdeki bezde saklı peynirim,
Ekmeğin kokusu yeter düşümde annemin elini öpmeye,yememe gerek bile yok...
Belimde asla çalmadığım bir deliği eksik,ham bir kaval,paslı bir altı patlar sonra...
Seni unuturum sanma sakın,
gözlerimin ardında beni hep bekleyen çocukluğumun o düşlerden eğirdiğim köyünde,
Ocaktan kulağıma yola çıkan bir akşam ateşi çıtırtısı yeter,
Alev alan,saçını çam sakızı ile taramış bir çam kozalağının burnuma esen o ruhu okşayan kokusu,
avuçlarındaki cennetimden çıplak ayak yürüyüp,kapadığım gözlerimin ardında miracıma çıkmama yeter...


05.38 Bir hançer dağ oldu.Dağ,bir aslan buldu büyüttü.Aslan,savaşına yaraşır en keskin kılıcını doğurdu mabedinde dövüp aylarca.Ve çocuğu çalıp,adını yörük koydu Tanrı...

1 Aralık 2024 Pazar

İçimin normandiya çıkartması

 
" Demirden balinalara binmiştik,hava buz gibiydi,kış rüzgarı dövüyordu titreyen cılız gençliğimizi ama ellerim terliyordu,ensemden sıcacık bir ter damlası ara sıra kutuptaki bir buz kıran gemisi misali sırtımdaki soğuğu kıra kıra süzülüyordu sırtımdan aşağı üşüyen arkamda...Demirden balinanın metal ağzı açıldığında ilk sıradaki çocuklar pili biten oyuncaklar gibi sessizce yığıldılar ayakta durmaya çalıştıkları yerden,ayaklarının bastığı yere...Hiç bu kadar sessiz bir ölüm,bir cehennem hayal etmemiştim kabuslarımda...İlk iki sıra yığıldı buğday çuvalları misali önümüze.Etten kızıl siperlere dayanıp saklandık üzerimizde yüzlerce sivrisinek sesi misali vızıldayan sokmadan geçen mermilerden...Bu sesi duymak ve korkuyla saklanıp beklemek daha acı vericiydi inan...Isırsın biri beni yakalayıp lütfen ve bitsin bu korku ateşiyle yandığımız alevsiz cehennem dediğine eminim ben de dahil tüm yanımdakilerin...Dudakları kapanmıştı bir daha açılmamak üzere günlerce ama gözleri haykırıyordu çığlık çığlığa bunu yine de... içimde çok savaşa girmiştim senin önüne gelene kadar inan...ama bana bunu sorduğun zaman,ilk savaşımı hatırladım neden bilmiyorum kemiklerime kadar,üşüdüm,bir titreme bile geldi hatta içime nedense yıllar sonra olmasına rağmen o anda..."

                            ********


- beni neden öpmedin o gün,söyledin ama neden durdun,korktun mu ? 

- Seni kimse benim öpeceğim gibi öpemez sevgilim.Senin dudaklarında,ışıldayan eşsiz yıldız tozlarından örülmüş ruhunun huzuruna çıkarken kimse çocukluğunun ellerinden tutamayacak gözlerindeki anıları ile çünkü...

Seni kimse benim öpeceğim gibi öpemez sevgilim.Başını okşayamaz kimse,gözlerini dolduran hayallerini başardığın anlardaki çocukluğunun...Çünkü izlemediler benim izlediğim gibi seni...

Seni kimse benim öpeceğim gibi öpemez sevgilim.Kokusunu alamaz kimse vincent'in selvili çayır'ı misali ipekten gelişi güzel savrulup esen saçlarının,uzağından da olsa benim gibi...Saçlarının kokusu,gözlerimi kapadığım anda alemlere uçtuğum astral seyahatim benim; bir kaç saniye kadar ömürlü tırtıl düşüm...
Ezeli ve ebedi...Hatta belki de yalnızca edebi...Değişmez asla yine de ve ama...

Seni kimse benim öpeceğim gibi öpemez sevgilim.Ellerini tutmanın hayalinde yüzerken düşlerimin evliya gemisi,bir adım kala okyanus gözlerinden dudaklarının ılık iskelesine adım atmama,ellerim terler kendimden öte,düşlerim sararır bir günde öylece sonbaharın aylarını hiçe sayıp,ruhuma kırağı düşer,yüreğimin köyüne çığ düşer yollarım kapanır,mevsimlerim sarhoş olur düşer yere yağmurlar kusup...Şimşekler misket oynar göğümde.Misketler çarpışır bazı,gök gürültüleri ile...Dünya düşer dibine yüzdüğü karanlık denizin...Kutuplar yanar,Afrika üşür sevgilim...Gezegen kanar...Yüzemez olur okyanusların tozlu kitabı balinalar...Yıkılır Babil uykusunda,ve kimse kılını kıpırdatmaz...Her şairin beklediği o kıyamet düşer kırılır kutsal duvarında çakıldığı yerden...Mezarında tohum kırar,çiçek açar ama belki tüm o ünlü ressamlar...Denizler yanar sevgilim,denizler yanar...Kül olur ay ışığı bile,üzerimize yağar bir gece şiir olup tüm hayal ettiklerimiz belki...Romantik bir şövalye bizim içimizdeki sevgilim;kılıcından kan ve şiir damlar bozuk bir musluktan akan durdurulamaz su taneleri misali o kızıl toprağa...Bir kan gölüne uzanır uyuruz belki,tüm yorgunluklarımızı toplayıp sırtımıza o vakit belki biz de...

Seni kimse benim öpeceğim gibi öpemez sevgilim.Tutuşursa elele sıcak dudaklarımız,birkaç fani ömrü boyunca kalırım oranda,dolaşırım her çakıl tanesini dudaklarının görünmez kanyonlarında yıllarca...Uyuşur yaşamak dudaklarımızın ocağında...Erimiş kor demirden denizler doğurur ateşimiz bizden uzaktaki cehennemlere...Gözlerini açar toprağın altında kabrin,yaşamaya geri döner gelecekteki ölümün bile sevgilim...

Seni kimse benim öpeceğim gibi öpemez sevgilim.O gün,içimizdeki tüm kainatlar yaşamaya devam edebilsinler diye durdum inan sevgilim...Affet beni...


09.47 Kutbun kıyametinde ateş yanmaz sevgilim,kozmonotlar yanarak ölmeyecekler inan bana o soğuk göğünde tanrının.Nefesini tutmuş,nefes almıyor içinde yüzdüğümüz o soğuk deniz,şu tepemizdeki feza...Herkes kendi cehennemini doğurup büyütüyor kucağında...Herkesin kıyameti kendi elindeki fırçanın ucundan damlıyor yere...Neyi nasıl boyamak istersen öyle salla ellerini sevgilim,öyle yaşa ve öyle kapat gözlerini o bahsedilen son öğlene...

İçimin normandiya çıkartması.