30 Temmuz 2012 Pazartesi

kimsenin olmadığı evimize koşarken...


biz çocuk yüreklerimizle en değerlilerimizi boynumuza asıp korumadık mı...silgimizi,suluklarımızı ve kimsenin olmadığı evimize koşarken,boşta olsa sırf ailemizin kokusu sinmiş odalarımıza diye BOYNUMUZA ASMADIK MI ANAHTARLARIMIZI VE AŞKLARIMIZI ... E.T.

* 23.32

yalnızlığımda,kalabalıklarınızı kovalıyorum...


ben iyiyim...salak gibi iyi...başka türlüsü değil yani...
ve bu dünya kötülükle boyanıyor git gide...
bir koca sürahi suya damlayan birkaç damla mürekkep gibi,
simsiyah akıyor önce kötülük,istemeden düşen veletler gibi...
ve saniyelerde kayboluyor,yokoluyor gidiyor tüm berraklığıyla herşey...

dakika olur,tüm dünya kötü olur ve içilmez artık yaşam...
ben iyiyim...salak gibi iyi...başka türlüsü değil yani...
işte bu yüzden zaman geçtikçe en YIRTICI ben kalıyorum bu dünyada,
en yalnız,en bir başıma,en avcı ve en yırtıcı...

ve tek ekmeğim,kötüler kalıyor sonra...
çizilen piramitin tepesinde pusu kuruyorum sonra her kötüye...
ve her kötü beni kötülüyor birbirine...
her avlanışın sonunda,
dudaklarımda siyah kanla boyanıyor,
bir sonraki avımı hayal ettiğim rüyalanışlarım...

ben iyiyim...salak gibi iyi...başka türlüsü değil yani...
git gide yaklaşıyorum hepsine...
yalnızlığımda,kalabalıklarınızı kovalıyorum...

*dünya kötüleşiyor sevgili'm...ve iyi kalmak gün be gün zorlaşıyor...


22.49

28 Temmuz 2012 Cumartesi

aşkta ve savaşta...


kızgınım cuma ertesi gecesi,kızgınım...
ateşten çiçekler açıyor tenimde misali...
yanıyor yüreğimde kızgınlık...
yanıyor tenimde hiddetin kor rengi...
tankların önüne bıçak gibi bakışlarıyla dikilen yüreklerden,
insanlardan korkan titreklere düşmüşüz...
yazık,çok yazık...
ne aşk ne sevda,
bir yürek en çok doğru için savaşında kendi olup atar unutma.

* ey korkak kullan artık göğsünde,sol yanında duran o kor çelik eriten yüreğini...
o zıpkın ocağını ruhunun...


23.34

YALAN ŞEHRİN ÇOCUKLARI...


yalan şehrin çocukları...
sözleriniz yalan sizin,
savaşlarınız korkak...
üstelik bu korkaklığı ''politik stratejik kararlar'' gibi uzatılan ışıklı vagon sözcük öbekleriyle saklamaya çalışmanızda iğrenç bir çaresizlik söz konusu...

artık sizin savaşlarınızda oyuncak...
cepheleşmelerinizin altında kalbiniz,yüreğiniz,ruhunuz,gururunuz ve inançlarınız yok malesef...

sadece çıkarlarınız var...

ATALARINIZI düşününüz...
siz sadece yalan bir şehrin artık dürüst olmayan,olamayan çocuklarısınız...

YAZIK...ÇOK YAZIK...

*doğru olmayan şeylerin karşısına dahi dikilmeyen,saklanan korkan bu ruhlar ve ölümden korkan zaten ölü vücutlar...

uyanın saflar,açık gözlerinizle dahi uyuma rolü yapmayı bırakın artık...

tarih,tekerrürden ibarettir...

savaşlarınızı okuyun,savaşan ruhlarıyla büyüyen yazarlarınızı okuyun...

gerçi okuduklarınızdan anladıklarınızı dahi susmak zorunda kaldığınız bir zamandasınız

AMA savaşın kokusunu çekin içinize,koku psikolojisi sizi o günleri teninde ve yüreğinde alev alev yanan cesur atalarınızın genlerine tekrardan götürecektir...

YALAN ŞEHRİN ÇOCUKLARI;

AÇIN GÖZLERİNİZİ,UYANIN...


23.22

24 Temmuz 2012 Salı

içime kanıyorum sevgili...


içime kanıyorum sevgili...
düşsüzüm ben,yapayalnız rüyalarım...
taş döküyorum kederin doruklarından yanaklarıma ışıl ışıl...
aş pişiriyorum gülüşümden sen düşüne gecede...
ah aah,
yeşilden bir kül örtülüyor yüzüme alevden dualarla sanki,
örtülü gözlerimin karanlığına seni yakıyorum kandil diye...

içime kanıyorum sevgili...
sıcacık bir kesik akıyo içimden çocukluğumun köy yoluna usul usul sanki.
uyuşuyor çocuk yüreğim,
karıncalar savaşıyor küçük avuçlarımın ovasında misali,
kaşınıyor bakışlarım...
tuzlu sızılardan düş damlaları döküyorum yanağım patikasına...
bakma utanırım,
suyu kuruyana kadar kaldıramam başımı sana...
tuzu beni yakar gözyaşlarımın,
suyu seni yaşatır inşallah...

içime kanıyorum sevgili...
geceler yalancı,geceler kaypak inanmam gayrı...
konuşmam ay'la artık,yıldızla sevişmem tövbe...
içim çocuk benim sevgili...
ekmeği düşüren adımlarında yüreği korkuyla titreyen,
ve kırgın buğdayı alnından sevdayla öpen velet dudaklar bunlar...
ey sevgili çek göndere bakışlarını dalga dalga...
rüzgarın ellerine bırak saçlarından kokusunu kiraz kiraz sonra...

içime kanıyorum sevgili...
kırmızı bir okyanusu susuyorum iftar sessizliğinde yolların...
ve sokağım ben akşam ezanı boyunca...
yalnızlık ne kadarda sessizmiş meğer...
kan kızıl bir denizi geçiyorum ne zaman içime düşsem gecelerde...
şiirler boyu kürek çekiyorum sen kıyılarına...

içime kanıyorum sevgili...
tüm yalanlarına rağmen dudaklarının,
ben hala inatla içime kanıyorum...
damla damla akıp yaralarımdan,
pıranga adımlarda seni arıyorum...


23.17





20 Temmuz 2012 Cuma

pencerede buğu saatlerdi yüzün...




göç edilesi düşler var avuçlarıma saklanan kağıt heybemde...
gitsem bi dert,gitmesem sen düşer cebimden yerlere...
ve yüzümde süt dökmüş bir kedinin parmak izleri...
sevsen bi dert,sevmesen tırmalanmış mısraların kalp krizi...
gülüşün,sedyede can pazarı gibi çığlıklardan bir korku örer yüreğimize...
sevda,üç harfli bir yalnızlık masalının sonu gelmez bulmacası sanki,
atsan bi dert,atmasan yüreğinde bir sızının seni uyutmaz telaşı...

* şiirden durakların yollarını otobüsler değil,
otobüs pencereleri çizer sevgili...


pencerede buğu saatlerdi yüzün...

23.37

kararan gece lambasında sahur kıvılcımları...


bugün günlerden cumaydı,
yazmadı ama buradaydı...


* kararan gece lambasında sahur kıvılcımları...

23.29

15 Temmuz 2012 Pazar

Hisatsu ...


kağıt uçaklar düşüyor ellerimizden...
cesur gülüşlerin ellerinden havalanıp bir avuç ateş gibi,
kamikaze bakışların susulan çığlıklarında yere düşüyor tüm gururlar...
ve batıyor yürekler bir bir,
batıyor akşam,güneşinin elini bırakıp...
göğsünde bir mızrakçasına sevda,kıymıklar tek tek yüreğinde yanıyor...
kağıt uçaklar düşüyor ellerimizden...
kelimeler şehit pilotları olup düşlerin,
şiir ölümlere selamlarını çakıyor...


* zaman,Hisatsu diye bağıran bir çığlıktı gururdan...


19.16

koparılmayan dilekler vardı susuşlarda gizlice sulanan...


ve gökten üç dilek hakkı üflendi yere...
üç dilek boy verdi doğup toprağın ıslak teninden...
kokladım tek tek,
ama koparmadım...

* koparılmayan dilekler vardı susuşlarda gizlice sulanan...
biraz ıslak ve güzel kokan...


zaman,19.01

günebakan gözler hapishanesi...


günebakan gözler hapishanesi bu çağ...

güneşi takip ediyor sadece gözler...oysa karanlıktada nefesler duyuyoruz...görmezden geliyoruz..yazık...

* güneşi yok diye yüz çevrilmemeli kimseye...
elbet bir ışığı vardır herbirinin saklı...
ve bu sayede karanlıkta,sesiyle yolunu bulur her ruh...
savaşta yüreğiyle ve aşkta teniyle rotasını bulur kaybolmuş tüm nefesAlanlar...

zaman,18.53

zaman,miss kokularda düşlere uzanmalar zamanı...


bu aralar en sevdiğim şey:
domates kokusu ve tadında gözlerimi kapatmak,
çiğnerken hayallere karışmak...
ah aah...


* zaman,miss kokularda düşlere uzanmalar zamanı...

18.17

dört nala ağlamalar atlası...


ruhum,yarım kalmışlıklar müzesi...
bileti saman kağıt eski zamanlar gibi..
kuşe kağıtların,
yağlı parlak kartonların zamanı değil benim ZAMANIM...
dört nala ağlamalar atlası tüm hazinem,
ve beslenme kutumda üçbeş nöbeti utanışların saklambacı tüm gülüşler.
ruhum,yarım kalmışlıklar müzesi...
kapıda,biletçinin gözyaşlarına açılan şemsiyeler var.
yaşamak değerli...
inan bana...
tüm nefesler,nefessizce çıkarılan derinlerin incileri kadar değerli.
inanSANA...
dört nala ağlamalar atlası tüm hazinem,
tüm dünyayı ellerimde tuttuğumu sanıyorum çocuk avuçlarımda.
her hayalim binbir çocuk kağıttan dünyalar üzerinden...

ruhum,yarım kalmışlıklar müzesi...
ve sözü sen üfleyişlerde,ney sızıların gelgit gecesi yüreğim...
hangi AY bu yüreğimizi bu denli uzaktan çeken ...?



* zaman,hala izni alınmamış bir fotoğrafın pişmanlığı içimizde...

üzgünüm "boz ayın dört çarşambası"

18.09

salıncak yürekli çocuklar...


seksenler çalsın hep..
nebilim nil burak,sezen aksu,nilüfer,
zerrin özer,hümeyra uzansın sadece yanıbaşıma kumsalda...
ve birbirlerinin Şarkılarını Okusunlar aynı heyecanla...
tatilmişcesine o bayram sabahı her sene...


* zaman,bayram harçlığını sallayan salıncak yürekli çocuklar zamanı gözlerde...

gramafon sesinde hangi düşler pişerdi anne... ?

17.51

zaman,leylek lakırtıları dökülürken duvardaki saatten...


kenarı kıvrık şimdilerde anılarımdan birkaç senenin...
sararışlar dökülmüş yer yer bazı günlere hatta..
yaşlanıyor kitabım belli ki..
ama ilk sayfadaki adanmışlığı,hala SEN bu ömrün...


* zaman,leylek lakırtıları dökülürken duvardaki saatten...

17.41

9 Temmuz 2012 Pazartesi

pencerede misafir düşler ötüşüyordu...



penceremde bir cırcır böceği var...
çok mutluyum ALLAHIM,
bana ninnimi esiyor sanki penceremden rüzgar...
ey hayat,
şimdi istersen herşeyi al...


* pencerede misafir düşler ötüşüyordu...

vakit;

kimbilir bir 00.32 kulaklarımızda...

cehennemden bir sessizliğiniz var...



- ne kadarda çok konuşuyorum dedi adam...

- oysa içinizde hiç konuşulmayan cehennemden bir sessizliğiniz var...diyemedi kadın

- neyi susuyor dudaklarınız tamda şu an acaba ? diye sordu adam.

- dudaklarınıza hapsedilen susuşların yangınlarını beyefendi...demek istedi kadın

ama,

- susmuyorum inanın lütfen...sönmeyecek alevlerde mısralar gibi kavrulan su damlalarına kızıyorum sadece...deyiverdi öylece.



* özyanılmaca denizinde sallanan sandal dakikalardı adın...ve ben adını sustum en çok içimde sevgilim...

00.23

YANSIMA,KIRILMA VE GİRİŞİM...


YANSIMA,KIRILMA VE GİRİŞİM...

karanlıktı heryer...
zifiri bir sessizliğin ihaneti nefes alıyordu duvardaki rüzgarda...
çırılçıplaktın sen...
göz gözü görmez bir siyahlıkta,
tenin ışıldıyordu sızlayan ışığın tanelerinde...
çıplaklığını ateş böcekleri dahi kıskanıyordu...
kıvılcımlar filizleniyordu çıplak teninin rüzgarla perdelenişlerinde...
içimde çöllerim yanıyordu alevlerince...
tüm yangınların dudakları susuz kalıyordu sanki,
çatlıyordu tüm ateşler teninden aşağıya süzülen rüzgarlarda...
karanlıktı heryer...
zifiri bir sessizliğin ihaneti nefes alıyordu duvardaki rüzgarda...
çırılçıplaktın sen...
ve tenime yazılı mısralarımla giyinikliğimden utanıyordum ben...


* bir ışık oyunuydu gülüşün yüzünden koynuma sallanan bir halatın salıncağı iki dal arası saadetinde...ve boynumdan göğsüme dikili bir muska bu sevda,içine verilmeyen tüm şiirlerimizi gömdüğümüz yaşayan sedeften bir tabut tenime kökleriyle çakılı...


23.05

3 Temmuz 2012 Salı

ŞİİRLER VE ŞEHİRLER...



ŞİİRLER VE ŞEHİRLER...


akşama yıllar vardı...
sabaha seneler sanki...
dökülüyordu,dudaklarına tutunamayıp düşen mısralar gibi
saçaklarından yağmur damlaları...
yüzünden şiirler akıyordu...
akşama yıllar vardı...
sabaha seneler sanki...
dudaklarında yalnız sana ait kelimeler kıvılcımlar gibi çıtırdıyordu...
dudaklarımda susuz bir yaz ıslanıyordu...
yüzünde düş yaprakları yeşile kaçıyordu...
sözlerin rüzgarlanıyordu yüzümde...
akşama yıllar vardı...
sabaha seneler sanki...
zaman,kıvrılıp uyuyordu saçların arasında...
usul usul akıyordu mısralar sırtından...
tenine bir sevda muskalanıyordu sanki,
gözlerini kapatan şafağında uçuşan sözlerin...
akşama yıllar vardı...
sabaha seneler sanki...
dudaklarının serin yaylasında tüm sözler üşüyüp uyuyordu...
aç kalan kulaklarımızın bulabildiği en leziz kırıntılardı,
gülüşüne sarılan nefeslerinden duyduklarımız...
oysa,
akşama yıllar vardı...
sabaha seneler sanki...
genç bir annenin ayağı sallıyordu şiirden bir beşiği,
tüm susulanların ninnisini geceye saklayarak...
akşama yıllar vardı...
sabaha seneler sanki...

ve şehirler sallanmadı şiirler kadar sevdiğim,

şehirler...ve şiirler...

sallandı tüm güneşler...




23.11