21 Kasım 2024 Perşembe

gece,yıldızların ışığını üfleyip söndürdü gökte

 
- aptalsın sen.
- haklısın.
- savaşmayacak mısın yani,tüm kazanmaların senin olduğu belli bu savaşta dahi ?
- hayır.savaşmanın bir kazananı yoktur sevgilim...seni kanlı bir mücadelenin maddesel ödülü olarak kazanmak istemiyorum asla evet.sana verdiğim değer bundan binlerce kez daha fazla...daha kutsal,bunu bil lütfen.
- aptalsın sen.
- haklısın.
- öldür beni lütfen sevgilim.
- ve kor kılıç onu keskinleştiren suyunu bıçakladı...istemem şifa yada derman...bana yalnızca sen bir ölüm gerek...


02.17 gece,yıldızların ışığını üfleyip söndürdü gökte...ay karanlığı öptü...tan şafak ile sevişti...

Bir enik düştü ağaçta yuvasından

 
Bir enik düştü ağaçta yuvasından,
Bir kuş miyavladı sobanın kenarından,
Bir kedi havladı bağından,
Bir karınca uçtu bal dolu kovanından,
Bir zürafa su içti çay bardağından,
Bir hasta kustu şifa denen ilacından,
Bir aslan kaçıp kurtardı canını o acımasız ceylandan,
Bir rüya çaldı salt gerçeği yaşanan gününden,
Bir eşek bindi inmedi o kadar yüke rağmen insanın sırtından,
Bir arı kapı kapı dolaştı vazgeçmedi ekmek kırıntısından,
Bir aşık yalan söyledi,tutmadı sevdiğinin sıcacık elinden...


02.03 keramet fizikte değil,histe...

seven,seveni bıçaklasın ?

 
Kılıcını soktu kalbime dünler,
Kanadı yarınlar...
İlk başta üşümedim ama,
Titredi dişlerim az biraz sonra...
Gözlerim yağdı gök olup yüzüme,
Sel aldı düşlerim az biraz sonra...
Kılıcını soktu kalbime dünler,
Kan kaybetti anlar.
Taş değmedi hayinlerin yolunda başıma,
Bir gül değdi,kanadı tüm bugünler...
Kılıcını soktu kalbime dünler,
Kanadı yüzünü avcuma alışlarım,
Önümde kan revan beyaz göynek sayfalarım,
Üşüdü satırlarım...
Kılıcını soktu kalbime dünler,
Çevirdi keskin demiri içimde saçından esen rüzgar...


01.53 seven,seveni bıçaklasın ?

kalemi bıçak açtı,gülü güneş

 
Kalbim taş imiş.
Paramparça gecede güçsüz düşüp,dağılmış.
Soğuk buz gibi.
Sen bir inanıp yaslasan başını,
Yumuşacık yastık imiş.
Kalbim taş imiş.
Un ufak çöl akşamı ay ışığının dudağında.
Bir şiir düşer göğün dilinden.
Sen bir sevip okusan şiirimi,
Bir deli olurmuş ermiş yırtıp söküp kozasını.
Kalbim taş imiş.
Kum olmuş gecede denize.
Bir yaş düşer cennetten yanağıma.
Sen bir içsen ruhumu tenimden.
Bir gafil cennet olur ateşlerinden doğup cehennemin.
Kalbim taş imiş.
Sevdayı yazmışlar kazıyıp.


01.37 kalemi bıçak açtı,gülü güneş...

18 Kasım 2024 Pazartesi

Ve Harry'nin oğlunun adı Albus Severus idi

 
Binlerce yıl sonra,kırdım inadımı.
Harry'nin hikayesini izledim.
Bu kadar zaman beklediğime pişmanım şimdi elbette.
Kesinlikle okunması gerekenlerden bu arada.
Ne kadar da aptalım.
Bu kadar geç kalmamalıydım bu sihirli hikayeye.
Çok derinden etkiledi beni,sarstı.

Ve Harry'nin oğlunun adı Albus Severus idi.
Hava parçalı bulutlu dedi haberler,
Bir sağanak hali vardı oysa bende...
Yanıldık yine herhalde.


00.54 bir film izledim eskilerden.

17 Kasım 2024 Pazar

ve gökteki cennetine yürüyor sanki o sessiz merdiven

 

Bir basamaklar yolu bitmez tükenmez,geceler boyu başımda,
geçilmez çölün kumu anlamsız o büyük savaşlarca...
Yüreğin Sina,
Ve kıskanır seni her Sahra.
On üç gün yandım güneş ile kavrulup dünya cehenneminde de,
Dayandım günlerce gecelerce tüm kazanmaların sürgününde,
Ve bir dakikada düştü şehrim,sancağım sen ile.
Ölür ateş yiyen aslanlar bile susuzluktan daha savaşmadan oysa gözlerinin surları önünde...
Otuz dokuz adım bir sonsuzluk önümde,
Binbir yeminden örülü beton kabirler,
tutulamayan sözlerin mevsimi ardımız ve sonra.
Dilinde bir,içinde bin tanrı çiğneyen yalancılar büyütmüşsün ey koca şehir...
Üzülme,
Utanma sen.
Al kanımı çalıp sinemden izinsiz,
mürekkep etmiş yazmışım yeminimi kör gençliğimi feda edip kağıdına ruhunun,
Ay'ın ışığını süzmüşüm denizden,zarfını katlamış suda melekler,
Dudaklarının dut kokusunu mührüm sayıp katık etmişim,sevdam sevdan ile erimiş,damlamış ve kapanmış...
Yemin vermişim bir kutsal kabirden düşlerime...
Otuz dokuz adım bir sonsuzluk önümde,
Göğe dikmiş başını bir aslanınki gibi,
ve gökteki cennetine yürüyor sanki o sessiz merdiven...
Hangi kükremesinde gördüm seni,
Hangi dişinde öptüm seni o aslanın bilmem...
Hangi hisar hançerini sapladı sırtıma,
Hangi rüya büyüdü kabus oldu gecelerime bilmem.
Otuz dokuz adım bir sonsuzluk önümde,
Kansız ölümler atlası bir çöl sonra sinemde,
Bir zaman yolcusudur,kum saatimin kumunu Sina'dan topladım avcuma...
Beş günde geçebildim yanağının çölünü,
Dudakların o eşsiz geçilmez Sahra...
Denizler içilmez öldürürdü,
Çeşmeler akmazdı artık,kurudu.
Gül düşmüş bir kez daha gül üstüne...
Bir yudum su içmişsin az önce,
Ben susuzum,kurumuşum,
Sen ise tam o sırada bana,
dudaklarının bağında bir salkım üzümsün...


02.34 üç kulhu,bir elham.

sineğin ahı

 
- Bir güncük olsa dahi kaçar mıydın benimle başka bir diyara,başka bir zamana,olmadı başka bir gezegene ? Gelir miydin benimle ?

- bir kaç saat ömür olsam,bir su kenarına doğsam,gölün aylak sineği olup sana uçsam,bir kurbağanın bıçaktan azrail dilinden son anda kaçsam,tek odalı kalbime kıymık bir tahta çaksa vampir bir rüzgar,yine de sana teslim ederdim avcumdaki o bir saatlik boş ve anlamsız ömrümü inan...


23.46 sineğin ahı.

14 Kasım 2024 Perşembe

Nasılsın kum saatim ?

 
- Nasılsın kum saatim ? Akıyor mu zaman beyninden kalbine doğru,yoksa takıldı mı sonsuz kumları gözlerinin çölünden dökülen... ? 

- Elmasını bulamamış bir kurdum ben.O yaprak senin bu elma benim,geziyorum ömrümün ayaksız uçsuz bucaksız yollarında sevgilim...Ömrün dalı kırık,böğrümün göğünden rüzgarlar ile sallanan çocuk düşlerimde...yolsuzluk,koyuyormuş insana...


22.34 bir kuşun gagasına uzatmışım boynumu;
sıcak cesaretimin giyotini,ıslak bulut gözlerinin altından doğan o güzel gülüşün...

Budist midir sence inekler,kesilmeyen tanrıları şükredilen otların

 
Bir ülke olsam gözlerinde.
Öyle altın heykellerden,musluklardan uzak ama,
Cennetin hayalini taklit etmeye çalışan bahçelerden uzak...
Güçlü kuvvetli ve kadim surlarıyla bir dağ üzerinde göğe uzanan bir kale olmaktan uzak.
Bir ülke olsam gözlerinde.
Bizim olan...
Başkalarının fethetmek için rüyalarında dahi savaştıklarından uzak ama,
Onlardan biri değil asla...
Bomboş bir çayır,yeşili alı moru çalmış olan mutlu aşk dolu yüzüne.
Sur'u yok,çiti yok,ucu bucağı sınırı yok ufuktan başka...
Vizesiz,duvarsız,tellersiz ve kimsesiz...
Pasaportun gülüşün olsa sadece mesela,
Kuzular karar verse kim girebilir kim giremez o yalnız cennetimize.
Alabildiğine bomboş otlar ülkesi.
Saçlarının rüzgarlı mis kokulu uzayı.
Ve kainatlarca uçuşan şiir tozu galaksiler.
Bir ülke olsam gözlerinde.
Ve o ülke hep gözlerine ait kalsa gözlerimde...
Budist midir sence inekler,kesilmeyen tanrıları şükredilen otların...
Ve o tanrılar piyano mu dinler,arp mı ? 
Ne dersin ?
Bir ülke olsam gözlerinde.
Sen gözlerini kapattığında sönse sonra tüm şehrimin ışıkları...
Gece olsa sonra,gündüzler soyunsa usulca.
Ay arp olsa yıldızlara.
Sevişsek ateş böceklerinden kaçıp saklanıp.
Bir ülke olsam gözlerinde.
Düşlediklerin inancım olsa...


18.37 bir aşk,bir şiir,bir dua...

6 Kasım 2024 Çarşamba

Çiğner gibi bir tütün yaprağını kanıma

 
sinemde bir kesik.
Çiğner gibi bir tütün yaprağını kanıma,
Cura sesini basıyorum yarama...
Çiçekleri izliyorum yapraklarının dudaklarından,
Senin dudaklarını özlüyorum...
Susamış dudaklarına su sürüyorum parmak uçlarımdan.
Can buluyor yaprakların,
yeşil yeniden doğuyor gözlerime bakan gözlerinden...
Çocukluğumdan beri huzurun omzuna başımı dayayıp yazıyorum kağıdıma.
Huzur benim balım,
Kara kovan,anamın avuçlarının içindeki sıcaklık.
Bir çay kaşığı yeter şifa diye,
yemesem de yeter kokusu kurşun kalemimin dermansız derdine...
Teneke bir tas ile içiyorum çayımı,
cırcır böceğinin kulağımdaki o tabib nefesi ilahisi...
Sinemde bir kesik.
Çiğner gibi bir tütün yaprağını kanıma,
Kulağımın çekmecesinden alıp bir cümlelik sesini,basıyorum yarama...
Kabuk bağlayan kim,kabuğun koruduğu ne inan bilmiyorum...
İki oksijen elele tutuşmuşlar,sımsıkı,
öyle sıkı ki bir olmuşlar aleme,nefes olmuşlar sevdaya...
Kaşınıyor kalbim.
Kopartıyorum kabuğunu yürek sandığımın her seferinde,
Kutsal mektupları atıyorum zihnimden her gün binlerce kez,tekrar ve tekrar,
Ama ellerim beni dinlemiyor asla bu emirde...
Uzanıp çöpten mezarından alıyorum kağıda düşmüş dünleri yeniden ve yeniden...
O bir batı yalanı sevgilim,
Geri dönüşümü yok dünlerin bugünlere...
Dün,dünde güzel...
bugün,onu hatırlamak,okşadığın yara izi tenimizde...
Sinemde bir kesik.
Çiğner gibi bir tütün yaprağını kanıma,
Elimde çocukluğundan kalan mutlu bir bakışının fotoğrafı saklı,o bakışını basıyorum yarama...
Bir karınca alemi içim,yürüyorum yürüyorum hiç durmadan,
adımlarımın sahibi sıcak ekmeğinden bir parça koparıyor sonra.
Ve bu ateşsiz cehenneminde yaşamanın,
ekmek kırıntılarımın tapınağısın sen...
Esaretim sana yürüyor sadece her gününde,
yüreği kocaman,boynu hafifçe bükük önüne...
Sinemde bir kesik.
Çiğner gibi bir tütün yaprağını kanıma,
Çiğnediğin ekmeği çalıyorum,
dudağımı dayayıp güzel dudaklarının kapısına,
dudağının kenarından izinsizce koparıp,
ıslak ekmeğini basıyorum yarama.
Öpüyorum dudağının meşe kapısını usulca,kokluyorum yüzünün asma kokulu yeşil duvarını öperken seni o sırada...
Hırsız bir karınca siyah tenimde ruhum,
Ve ırkçı tüm karıncayiyenler kanımca...
Sinemde bir kesik.
Çiğner gibi bir tütün yaprağını kanıma,
Denizden çıkan tenini demleyip odun ateşi bir güneş ile,
deriyorum teninden sırf bana özel o şifa tuzunu, sonra basıyorum yarama...


21.09 tuz,yara ve kabuk üzerine...iyileşemeyen yaralar var insanın ruhunda tıpkı ağaçlarınki gibi ve ağacın kabukları var;neden ise...?

5 Kasım 2024 Salı

simetrik düşler sabahı

 
Öyle bir uyu ki,tüm rüyalar soyunsun düşsün kabrine sanki kafandan...
Tüm korkular solsun aklının umman çayırlarında aç kalıp...
Kırılsın içinde doğduğun,bu yaşına geldiğin o kafes.
Uçmak zorunda kal istemesen de.
Acılar çiviler çaksın kollarına,çarmıha gersin içinde savaşmak seni,yükselirken kanatlarında tüm damarların,
Onları hiç kullanmadığın için göklerde gerçekten,
Ve çeksin seni tekrar yere tüm gücüyle,zor yükselebildiğin bir kaç adımlık o güzel cennetten.
Öyle bir uyu ki,tüm rüyalar soyunsun düşsün kabrine sanki kafandan...
Bir şeyden kaçmak korkaklıktı gözünüzde,
Her şeyden kaçmak ise büyük cesaret...
Şaşırmadım hiç,
Üzüldüm hatta.
İnsanın en büyük paradoksu yada kendine yalanı da buydu bence...
Öyle bir uyu ki,tüm rüyalar soyunsun düşsün kabrine sanki kafandan...
Dur duraksız yaşamında dur bir kere gerçekten ve uyuyup arın kendinden...
İyi geceler,
Allah rahatlık versin,ey dünya.


12.21 simetrik düşler sabahı,kanlı savaşlar akşamı ve çay demlenmiş bir gece sanki gülümseyen yüzün gözlerimde...


4 Kasım 2024 Pazartesi

bir bardak çayım sinende

 
Av değilim.
Avcı değilim.
Toplamadım hiç ve toplamam da hiç bir şeyi,
Bu yüzden hafifim.
Buğday değilim.
Su değilim.
Bu aleme gelme nedenim doymak değil.
Bu aleme düşme nedenim doyurmak değil,
Belliyim.
Yaşam çayırında ceylan değilim.
Ceylanın kokusunun yolunda kurt değilim.
Sorsan çakal suçlu daima.
Kuşlar en masumu bu dünyada,
Ağaca ve tırtıla sormazsan tabi eğer...
Düşünsene belkide böceklerin adolf'udur şarkı söyleyen o bülbüller...
Masum değilim.
Düş değilim.
Düşman değilim.
Et değilim.
Kan değilim.
Tüm değilim.
Mandalina ağacının yeşil yaprağını çiğnesem,
Düşer mi aynı onun tadı dilime sence...
An değilim.
Araf değilim.
Rüya değilim.
Can değilim.
Toprak değilim.

Hiç değilim...

09.36 bir bahçedeyim.Tozlu bir bardağım ağacın koynuna emanet.Taze bir kaç yaprağım ağacımın dalından koparıldığım.Kuru dalların yandığı üç taş bir ocağım yerde.Kaynamış eski yaşlı bir demlik, ve suyuyum derenin yavrusunda soğuğun...bir bahçedeyim.bir bardak çayım sinende,tüm doyurma telaşından uzak bir yerde...

Sadece ve sade'ce.. .

2 Kasım 2024 Cumartesi

Saniyeler kırıldı,ufalandı

 
Kimi hızlanmalıyım daha diyor geçmek için bir diğerini,
Kimi yavaşlamam lazım,hastalanacağım demiş endişe ile belkide...
Ben durmak istiyorum oysa,öylece kalakalmak yavaş yada hızlı olmadan asla.Sadece durmak...
Ezelden hastayım,korkum yok...
Ben durdum Tanrım,düştüm kendimden gayrı,sana aidim...

08.41 günahlarımın yağını döktüler,bir ateşe attılar,adına cehennem dediler yangınımın.Tutuştum,yandım,eridim.
Buharlaştım göğüne eriştim.Tanrımın elinin sıcak düşüne kavuştum.Şefkatine cennet adını verdiler.Adına bulut dediler.Saniyeler kırıldı,ufalandı...Saniyenin bir kırıntısı kadar dayanamadım,doldum ağırlaştım.
Öyle mutluydum ki taşıyamadım ruhumu,düştüm düştüm bitmez yolundan göğün,yağdım da değdim toprağa aş oldum.Adıma yağmur dediler...

30 Ekim 2024 Çarşamba

varoluşsal korku kapanları ve Fin


- yaşamak ne sence ? Ölmek zor değil mi insan için peki ?

 -Ölmek kalanlar olduğunda zor.Yoksa basit gözlerini kapatmak ve uyumak sonsuza.Zaten her gün provasını yapıyoruz yüz binlerce defa gözlerimizi kapatıp açıp.Öyle olmadığını düşünsek de hazırız buna ezelden daima.Kabul etmesi zor sadece,biliyorum.

Gereksiz ağırlıklarımız var üzerimizde daima.Asla azalamıyoruz.Değdiğimiz her anı üzerimizde taşıyoruz,sadece dokunup geçip gidemiyoruz öylece.Ağırlaşıyor ruhumuzun kalbi,sırtı ve elleri gitgide...İnsanlar var bir de...Aslında hep insanlar var,sadece ve sadece...Bizi her gün defalarca kez kıran,üzen,sinirlendiren insanları mum gibi dikiyoruz beynimizin kalbimizin içine...Yakıyoruz içimizde onları...Ne yaparlarsa yapsınlar asla izin vermiyoruz tepelerindeki ipin sönmesine.Her rüzgardan,her esintiden koruyoruz onları,karanlık ve üşümek pahasına,kendi nefeslerimizden bile...Damla damla erimeye mahkumlar biliyoruz farkındayız ama asla bunu seslendirmiyoruz...Korkuyoruz...

Ölmek bu yüzden zor.Gerisi çok kolay,her saniye kapattığın gözünü sonsuza kadar kapatıp bir daha açmamak.Yaşamak ne,ölmek ne aslında tam da bu hikayede anlaşılıyor ki;o kadar çok cevabı var ki insan idraki yetmiyor ve diyorsun ki kendi kendine,cevapsız bir soru bu.Ceplerin cevap dolu aslında ama bir tanesini bile çıkartıp yazmak istemiyorsun ömür kağıdına;okumak yada okunsun istemiyorsun.Boş kalsın her şey demek ve hafiflemek...Zaman,kum taneleri gibi yapışıyor üzerimize saniyeleriyle sanki,ağırlaşıyoruz yavaş yavaş ve bunu uzun süre sonraki bir noktaya kadar da farketmiyoruz hiç.İnsanoğlu olarak bizim en büyük hezeyanımız bu kanımca...Zamanı,üzerimizde taşıyoruz taa ki adım atamayacak kadar ağır hale gelene dek...


12.27 varoluşsal korku kapanları ve Fin.

Dün sekiz idim,Bugün onüç

 
Dün sekiz idim.
Bugün onüç.
Hayaller beyaz çarşaf dikiyor uykumu terzisi ömrümün.
Marsın tozu dökülmüş kum saatime,
Merkürün damlaları yağmış yüzüme,
Notaları buzdan kulağımdaki savaş şarkısının.
Dün sekiz idim.
Bugün onüç.
Dizlerim kan revan,ruhumun evi yıkık dökük.
Düşlerim dünden sökük,yeniden yeniden dün ile yamalı hep.
Kaç gezegen kıyametini yanacak ki anlayacağız,
Karıncanın derdi kırıntı değil,buğday tanesi,ekmek değil sadece...
Yalnızca nesli yarının.
Dün sekiz idim.
Bugün onüç.
Ruhum Avşar elinde dövüldü,tuzlu denizde soğudu demirim,doğdu açıldı gözüm...
Ey Dadaloğlu sana selam durulur.
Yarın bir kavga kurulur,
Nice yiğit dikilir ateş olup ateşin karşısına,
Kimi düşer toprak olur,
kimi kalır ayakta ağaç olur göğüne o korkulan,aslı cennet mahşerin...
Dün sekiz idim.
Bugün onüç.
Elma umrumda değil inan ey Tanrım,
avcundan o suyu içmek tek umduğum...
Avuçlarının kokusu aksın nefeslerime tutunup içime.
Suyun yüzümü yıksın yıkasın ruhumun karanlığını yakıp aydınlatıp.
Ruhumun acıktığı yalnız bu sadece.
Dün sekiz idim.
Bugün onüç.
Yerler gök olsun,gökler yer olsun,
Güneş bir tokat vursun,dünya ters dönsün.
Denizler yağsın üzerimize,yağmur olsun okyanuslar...
Kıyametin düşeceği toprak kalmasın hiç tenimizde.
Kabirler gökte süzülsün.
Dualar kuş olup uçsun konacak dal bulamayıp etrafta.
Elbet öper sevgilinin sıcak dudağı uzanıp üşüyen dudağımı o soğuk arafta.
Dün sekiz idim.
Bugün onüç.
Büyüdü tükendi rüzgarınla eğilip dirilip buğday ruhum,
Bir bu tarafta,bir o tarafta...


11.43 her şey kılıç ve büyü aslında.Kesilmekten,kanamaktan asla korkmaz da insan,ödü patlar bir fısıltı kadar sözden ve yazıdan...Sadece kılıç ve büyü yaşamak oysa...

* Şans ve şanssızlık ikileminden çok daha kadim bir şey hayat...

28 Ekim 2024 Pazartesi

İçimde bir yerdesin biliyorum

 
İçimde bir yerdesin biliyorum.
Hep biliyordum sekizimden beri.
Adem ne yaptı,viking ne düşündü bilmem,
Bal ülkesi neye inandı,nasıl inandı köy insanı düşünmem inan.
Sorgulamam.
İçimde bir yerdesin biliyorum.
Korkuya düşünce sana sarılan tüm o korkak ruhlar umrumda değil inan.
İnan.
İçimde bir yerdesin biliyorum.
Kurallar,kanunlar ve korkutulan çaresiz çocuk tüm o büyüyememiş ruhlar umrumda değil inan,
Çitlere inanmam,özgürüm senin sonsuz umman yeşil çayırlarında yere uzanıp ben.
Bilirim istese atlar her koyun bir yolunu bulup,
o ölü ağaç kemiği,göğü daima görebildiği hapishanesinden.
Zihnim çiğnemiş koparmış boynundaki o çivili tasmayı çoktan,beni koruduğu o kurttan.
Korkmuyorum hiç,
Ne kaybetmekten ne kazanmaktan çoktan...
Adil savaşırım ben,boynum açık olsun en az kurdunki kadar...
İçimde bir yerdesin biliyorum.
Sana çok ihtiyacım var şu an,
Tut elimden lütfen,
Savur beni gerekirse ateşlerin içinden o huzurlu cennetine düşlerinin.
İçimde bir yerdesin biliyorum.
Karanlığım.
Yapayalnızım.
Sana ihtiyacım var,
Tut elimden...


11.14 barbar conan filmini izledim çocukken.hep çok zor hayatı olan esir bir çocuk büyüdü filmde.Bir an geldi sonra,kötülerle savaşırken birsürü taş sütunlarla dolu eski bir tapınağa sığındı saklandı.Sıkıştı ruhu ve bedeni.Her zamanki gibi kötüler çok kötüydü.Sayıları taş çatlasın onbeş yirmi idi.Çok büyük bir savaş da değildi yani.İki iyi adam saklanmıştı tanrının taşları ardına.Savaş başladığında koşarken atlar,o kocaman adam,o kimsesiz korkan çocuk tanrıya seslendi kendince o sahnede.Çok derin bir andı,sahneydi bana göre.bilmem niye.


Conan: Crom,sana daha önce hiç dua etmedim.Dilim varmıyor.Hiç kimse,sen bile,iyi adamlar mı yoksa kötü adamlar mı olduğumuzu hatırlamayacak.Neden savaştığımızı veya neden öldüğümüzü.Önemli olan tek şey,ikisinin birçok kişiye karşı durması.Önemli olan bu.Cesaretin hoşuna gidiyor,Crom...O yüzden bana bir istekte bulun.Varsan eğer,bana intikamımı ver!Ve eğer dinlemezsen,o zaman seninle beraber her şey CEHENNEM olsun!


" Tanrılardan korkar mısın,Conan ? "

" Onların gölgelerine bile basmam " diye cevapladı Barbar.


Teşekkür ederim Robert Ervin Howard.

26 Ekim 2024 Cumartesi

Akşam ezanı elini tutuyor çocukluğumun

 
Akşam ezanı elini tutuyor çocukluğumun.
Kavaklar türkü yarışması düzenlemiş bülbüllere.
Rüzgarlar pişiriyor akşamın çorbasını mutfakta.
Bir kedi havada uçuşan kelebeği,düşleri kovalıyor.
Akşam ezanı elini tutuyor çocukluğumun.
Koyun yapamaz bu okulda,
Tekeler zıp zıp sekip elinde imtihan eve dönüyor.
Sacda sıcak lavaş burnum madenine girmiş açlığımı içimin ciğerinden söküyor.
Gücüm bitik,iki çekiçte göğsüm çöküyor...
Akşam ezanı elini tutuyor çocukluğumun.
Bir güvercin atmacaya tutuluyor sinekte,
Bir yılan kavağın köprüsünden göğe koşuyor.
Akşam ezanı elini tutuyor çocukluğumun.
Tan,sur borusunu üflemiş beni göğsümden vurup içimden izinsiz nefeslerimi söküyor...


01.32 üç iki bir sıfır...

Plastik çiçekler

 
- Gaddar mıydın sen sence ? Gaddar mısın hala ?

- Plastik çiçekler de solar sevgilim...



01.09 etin sonbaharı.

Dal kırık

 
Kırık dal.
Yere düşmüş köz yürek.
Sen dersin Gelindere,ben demişim Gilindere.
Dağlar boz bir bıçak,mavi göğün boynuna dayamış Ya Rab,
Beyaz gömlekten bulutları tehdit ediyor,tertemiz yağmur ruhundan hal sorup.
Kırıl dal.
Yere düşmüş al yürek.
Sen dersin köy ve tezek,ben demişim gönlümde memleket.
Bir güvercini kucaklıyorum zeytinde,dalında şu sonsuz ömrün.
Kırık dal.
Yere düşmüş sal yürek.
Kuzeyin kutbu erimiş akıyor suyundan,
Bir bakışınla tutuştu kuş oldu bu virane,yandı suyundan tüyüne...
Kırık dal.
Yere düşmüş kör yürek.
Tutmuş topraktan yontup mis kokulu sazını,
Bir veysel doğmuş atlamış,yuvası sırtında hançer bir yardan...
Kırık dal.
Yere düşmüş can yürek.
Taş çatlamış.
Düşü sıvamış kırlangıçlar...
Sen dersin Irmak,ben demişim Dırnak.
Kırık dal.
Yere düşmüş sessizden bir yürek.
Silinmiş mektuplardan kurşun kalem o harfler.
Kabirsiz gömülü yeminler,
Bedensiz gömülen tüm o sevdadan filiz hayaller...
Dal kırık.
Can çırpınıyor yerde kuş,
Sevdasından taş yemiş tüm o masum yürekler...


00.57 gece,tüm üşümelerin üzerini örterken.

23 Ekim 2024 Çarşamba

yüzümde bana okuduğun duaların sıcak meltemi dolanıyor

 
- Silinmiyor yaşadıklarımız asla.yok olup gitmiyor hiçbir şey.Biz hatırlamasak da kazılı aslında içimizde hepsi bir şekilde.Gömüp unutuyoruz meşe palamudu gibi güzel,acı her şeyi içimizdeki toprağa.Tarihin şapşal unutkan sincaplarıyız biz.Bir vakit sonra farkında bile olmadan aslında kendi diktiğimiz ağacına tırmanıp yuva yapıyoruz o kocaman yeşil hatıraların...

- Akşam olmuş,gözlerimi kapatıyorum sonra.Beş yada altı oluyorum kapadığım gözlerimin ardında.Nenem sarılmış yer yatağında bana.Ilık nefesi bir deniz oluyor önce,yüzümde bana okuduğu duaların sıcak meltemi dolanıyor.Alçalan yükselen dalgalar gibi dualarının sesi bir gidip bir geliyor çocuk alnımın kumsalında.Saçlarımı okşuyor uykuya daldı dalacak şimdi sandığım çocuk içime huzur eken nefesleri...Ancak şimdi anlıyorum...
Seni seviyorum...

23.01 yavru bir mor güveyim köy akşamı çocuk düşlerimde...

Ayın ruhu çıktı işte bedeninden

 
Ayın ruhu çıktı işte bedeninden.
Tırnakları kan revan paramparça yıldızların.
Denizler özlüyor gökte onun ruhunu,
Dokunamasa da asla suyun tenine eli.
Piyano dinliyor güvercinler dallarından akşamın.
Ayın ruhu çıktı işte bedeninden.
Rahmete kavuştu gece,nefesini yıldızlarını terkedip ciğerinden...
Fezada buz gibi bir kabir yalnızlık,
Toprağın kolları daha da sıcacık,
hamuruna ellerininin kokusu sinmiş yeni doğmuş bir somun ekmekten...
Ayın ruhu çıktı işte bedeninden.
Sularım çekildi içimden,
Okyanuslarım çöl şimdi sanki ezelden.
Medcezirim,elime uzanan ellerin ahşap bir tabureden...
Ayın ruhu çıktı işte bedeninden.
Yaşlar ve yağmurlar.
Yelkensiz rüzgar,yönünü kaybetmiş dudaklarında tüm o ezberlenmiş dualar...
Ayın ruhu çıktı işte bedeninden.
Söylemiştim üstelik Ay'a iyi bak diye sana.
Sırtını dönüp zifiri sessiz bir yere yürüyorsun şimdi ev diye sen...
Ayın ruhu çıktı işte bedeninden.
Ve Güneş tutuldu bir kabrin öğlen gölgesi düşlerinden...


21.16 yalnız mavi bir gezegen,kaderinin kaldırımını diziyor yürüdüğü yola kutsal yörüngesinden... 

22 Ekim 2024 Salı

bir peygamber karınca yürüyor göğün çölüne korkusuzca

 
İncecik bir ipin üzerinde yürüyoruz.
Çok yüksek.
Bir adım atmak dahi çok çok zor.
Aşağıya bakma çocuk diyor kitaplar,okullar.
Dursak bir dert,durmasak bin.
Ve rüzgar tanrımız değil.
Geldiğimiz bir uçurum,gittiğimiz başka bir uçurum en yeşilinden...
Adı cennet tüm ölümlerin...
Kimse peygamberi değil dildeki kehanetlerin.
İncecik bir ipin üzerinde yürüyoruz.
Çok yüksek.
Hepimiz korku içindeyiz yürüdüğümüz gökte.
Sonra bir karınca yürüyüp geçiyor yanımızdan hızlıca ipin yüzünde bu umman yolu.
Şaşırıyor ruhlarımız titreyerek,
Gülüyor bir çocuk hevesle,
Ne kadar da kolaymış meğer diyen bir rüzgar fısıldayıp esiyor kulaklarımızdan...
Ve karınca bize çok çok uzak görünen o cennete ulaşıp ayak basıyor kafamızdaki tüm uçurumlara...


12.13 karıncanın adımları...fillerin dünyasında bir peygamber karınca yürüyor göğün çölüne korkusuzca...filler susuzluktan korkuyor hala, adım atmaktan vazgeçip kumlara...

Atlar gözlük takmaz sevgilim

 
- Sence aynı mı artık her şey günlerin kum tanesi gibi önümüze düşen tanesinde ? Boş mu yaşamak geçmişte doğmadık yani diye ?

- gökler şiiri seviyor diye mi güzel kuşların uçması umman mavilerde sence.Bütün kuşlar aynı mı uçuyor gökte.her şey bir bakış açısı aslında sevgilim.sana çıkart at gözlüklerini demeyeceğim,çünkü atlar gözlük takmaz asla...bunu yapan insanlar onlara...


11.37 nefeslerinin başını okşa sevgilim,eğil kulaklarına ve seni seviyorum diye fısılda her birine,sarılıp uğurla sonra içindeki derinlere...

yere oturalım

 
Tüm yükseklere oturma,göklere çıkma savaşlarının bomboş olduğunu biliyordu;etrafta oturabileceğimiz bir çok güzel yer olmasına rağmen bana yere oturalım dedi.evet veya hayır beklemiyordu zaten,sessizliğimle kibarca kabul edip kalbinden gelen davetini,tereddütsüz oturdum.Bilgeliği,bir meyvenin olgunluğu gibi ağacında güneşe ve zamana ihtiyaç duyarak büyümemişti.Bilge iken de çocuktu;çocuk iken de hep bilgeliğin baharatının taze kokusu üzerindeydi.Diğerlerinin anlayabilmesi için sadece,insanın elinin değmesi,kurutulması ve ufalanması gerekmişti.İnsanın cahilliğinden uzak her canlı,her ruh görüyordu bunu hep zaten.Köpeğim,kedi,dostlarım,tanrının sessizlik yemini etmiş bütün şahitleri,sokağın tüm çocukları görüyordu daima ruhunu.Kimsenin kehanetlerinde yazan beklediği kişi değildi üstelik.Ruhunu tüm atomlarından,karbondan,etinden sıyırıp bir damla saf suya dönüşmüştü yalnızca.Ve kimse o bir damla suyu içmenin peşinde değildi asla inan,dudaklarına değse o bir damla suyun üzerinden esen serinlik yeterdi tüm ömür herkese gibiydi bakışları...


10.08 bir romana başladım sanki...

21 Ekim 2024 Pazartesi

Güneşten çekiyorum mürekkebini divitin

 
Güneşten çekiyorum mürekkebini divitin.
Kederi mevsimden deriyorum,
Düşü gölgesinden yüzünün.
Tutuştu artık ellerim,
Kalemi tutamıyorum.
Yanıyor geceler,yanıyor sabahlar ardı sıra.
Sorgusuz sualsiz bir mezat bu yaşamak dediğin.
Sevda dediğin bir saniyelik cennet,o kocaman bir günün sıcacık lezzetli kırıntısı belkide.
Güneşten çekiyorum mürekkebini divitin.
Aşkı avuçlarının içinden topluyorum,tam içinden koklayıp.
Yazmak da kusmak kadar kutsal bir tabip, zehirlenen ruhumuza tek derman tüm çabasında.
Güz yağıyor gözlerinden.
Bir ekim harmanı susuşun...mektuplar ve sevdalar doğuyor tanında kasımın.
Kışı takıyorsun saçlarına,rüzgarlardan kaçırıp yüzünün şanlı sancağını.
Güneşten çekiyorum mürekkebini divitin.
Kızgın bir kırmızı uzanıp turuncuyu penceresinden söküyor ve dudağına uzanıyor annesinin karnı diye kabri toprağına yatıp yanağının.
Güneşten çekiyorum mürekkebini divitin.
Çörek otu bırakıyorum sıcacık gevrek cümlelerinin sonuna nokta diye.
Ve ben kurumaya yüz tutmuş unutulmuş bir zeytinim aşkın toprak tabağında.
Güneşten çekiyorum mürekkebini divitin.
Yüzün kızarıp lezzetleniyor güneşin öptüğü yerden,
dudağının kenarında ekip büyüttüğüm o devden de dev yeşil hayat ağacımda.
Güneşten çekiyorum mürekkebini divitin,
Ve kokusunu senden o güzelliği yazılamaz cennetinin...


21.39 fin.

20 Ekim 2024 Pazar

tanrısını arayan çocuklarıydık soğuk umman çayırlarında bu gezegenin


- hasta bir çocuk olmanın,daha doğrusu sürekli böyle hissettirilmenin esaretinde büyümenin sendeki duygu durum halini hatırlıyor musun ? 

- Şamanı ölmüş ve tanrısını arayan çocuklarıydık soğuk umman çayırlarında bu gezegenin...baktığın zaman hiç bir şey eksik değildi yaşamak için aslında.ama içimizde bedenlerimizden büyük bir eksiklik nefes almaya ve büyümeye başlamıştı sanki.ve ama nefeslerimizin her adımını acıtan ve yoran bir pranga vurulmuştu sanki genzimize.zifiri karanlığa düşmüştü ruhlarımız,bir kırıntı ışık arıyordu gözlerimiz,ruhumuz deliler gibi.ve o ışığın bir yardım mumundan mı yoksa bir tüfeğin ucundan mı geldiğinin bir önemi yoktu galiba bizler için o zamanlarda...o kadar korkmuştuk işte...


11.37 düşmanı kesen kılıcı tutan elin,kaleme düşen gönlün hiç mi günahı yok diye sordu bir masum...haklıydı kendi için.haklı buldum üstelik.ama yine de sızladı tüm yara izlerim, yıllar yaşında olanlar dahi üstelik...günahları soyunup giriyorum senin sonsuz ölümsüzlük denizine şimdi.üryanım ama üryan kalmak zor,ağır geliyor çıplak bedenim dahi bana.bedenimi de soyunsun istiyorum bir karınca kırıntısı kadar ışıktan ruhum...

17 Ekim 2024 Perşembe

Hahamıyım cenneti olmayan bir düşün

 

Nobody wants this'i izledim.Bitirdim.Tadı,aroması güzeldi,hoşuma gitti.Bana iyi geldi.İzlemeni isterim.


10.02 hahamıyım cenneti olmayan bir düşün.kimseyi hapsetmez cebimdeki cümleler.ve unutma bir sürgün kadar acıtmaz hiç bir hançer kalbini...

16 Ekim 2024 Çarşamba

Bir damla düş istiyorum içimin sıcacık ırmağına

 
Dünyanın en güçlü zehrisin kanım için.
Bir damlan dahi yakar kül eder nefeslerimi içimde.
Yaşayamam daha,
beceremediğimiz şu yaşamak uğraşı biliyorum da aklımda ama.
Gitarlar sevişiyor kulaklarımda bağlamamı düşünüp kırık yalnız o duvarda.
Dünyanın en güçlü zehrisin kanım için.
Bir damlan dahi yakar kül eder nefeslerimi içimde.
Yine de,
Bir damla düş istiyorum içimin sıcacık ırmağına,
Karış kanımdan ruhuma,
Ruhumdan zihnimin en serin mahzenine dek.
Bir fırtına kopsun içimdeki düşlerin küçük göletinde dünyayı korkutan büyüklüğünde tüm karanlıkların...
Korkudan ölüp ölüp dirileyim zehri aşkın ile,
Dudağından yüzüme esen her ılık nefesin yumruk olsun patlasın ruhumda,
Ben düşüp düşüp,seni kazanmak için yine yine tutunup dirileyim yaşamak ringinin güven olmaz iplerine.
Çal beni yaşamak denen cehenneminden bu yalnızlık hapishanesinin.
Dünyanın en güçlü zehrisin kanım için.
Bir damlan dahi yakar kül eder nefeslerimi içimde.
Yine de,
Bir damla düş istiyorum içimin sıcacık ırmağına,
Karış kanımdan ruhuma.
Ne olursa olsun,
Ne olur.
Dünyanın en güçlü zehrisin kanım için.
Bir damlan dahi yakar kül eder nefeslerimi içimde.
Hissediyorum.
Güzeller güzeli ışıldıyor o bir damla lezzetli zehrin gözlerinden sağılan,
Zehrine şifa,
Panzehirim dudaklarının o dut yaprağı kokusu...


09.43 bir bardak çay.tozlu bir sehpa.bir kurşun kalem.ve bir dut yaprağı elimde kalan sadece.

Geceye küsen aşıkları var bu kentin

 
Güneşi doğurmak isteyen günebakanları,
Geceye küsen aşıkları var bu kentin...
Çocuk parkı şairin kağıtları.
Ninniden bir masal tüm anlattıkları.
Büyüdü tüm çocukları bir gecede içimin.
Ve burnu kanadı uykusunda ağustosun.


03.18 deliler ne çirkin sakız çiğniyor...

tam otomatik korkak,katil dialoglar

 
- yaralarımız geçti mi sence ?
- kaşınıyor her gün benimki çok çok uzun süredir.Dayanamıyorum kaşıyorum ben de kanatıncaya kadar kendimi,bizi...
- parmak uçlarında beni çağıran bir ses var sanki,tırnağında kandan bir cümle kazılı gibi.Okumak için emiyorum tenini.Dilimde erimiş lavdan sıcak kırmızı demirin tadı.dudaklarım,kanınla süslü kapısı içimdeki evin.
- yaralarımız geçecek mi sence ?
- izin verirsek,belki...
- seni okumamı ister miydin peki ?
- beni iç sevgilim,dolaşayım kanında deryasını okyanusunun...


03.07 tam otomatik korkak,katil dialoglar...

15 Ekim 2024 Salı

Kum saati kalmadı,kan saati zamanı sevgilim

 
Kum saati kalmadı,kan saati zamanı sevgilim.
Tenimizden kesip yırtıp,
damla damla kanayıp düşüp geçiyor zaman...
Kanın düştükçe toprağa tik tak,
Daha da üşüyor gitgide insan...
Kum saati kalmadı,kan saati zamanı sevgilim.
Zaman geçiyor mu,biz değişiyor muyuz bilmiyorum hiç inan,
Ama düşüyoruz o kesin sevgilim.
Ve düştüğümüz yüksekler kadar kanıyor geçen zaman ellerimizde...
Bir kaç kırıntı zihnimde ve koltuğun kenarında.
Bir dilim bayat ekmek ve bikaç yudum su elimizde kalan.
Bu bedbaht zamanında yaşamak dediğimiz şu koca yalanın,
Ne yaparsan yap zaten doyamıyorsun...
Kum saati kalmadı,kan saati zamanı sevgilim.
Akıyor hayallerimiz bir bir pencereden, yağmurlar gibi tutunmaya uğraşıp kanayan pençeleri ile...
Yine de düşüyor tüm vakitler bizden süzülüp.
Isaac'in elması var,
Bizim yıkılan evlerimiz hayallerimizde,
Öğrenebilmek için uçamadığımızı...
Kaçamıyoruz yani hiç kimsemizden...
Kum saati kalmadı,kan saati zamanı sevgilim.
Kanıyor yazdıklarım,çizdiklerim.
Kanıyor kağıtlarım.
Ne kadar çabalasam da hala,başaramıyorum inan,
Kanıyorum hala sana...


15.09 yalan ne,doğru ne biliyorum.hem de çok çok iyi.beni ilgilendiren seçtiğimiz tavır ve duruş,bize ait o son günümüzde...

14 Ekim 2024 Pazartesi

Üç tel

 
Kopmuş bir tel daha,kalmış üç tel sadece gövdede.
İpler kesik,düşmüş tüm düşler zirvede.
Kar boran dağlar atlası şimdi yüzün.
Ben sevdalı bir dağcı yüzüne.
Kalbin everest'im,
Ve donmuş elim ayağım,
Tarifsiz ağrılar bıçaklıyordu avuçlarımı,
Şimdi o ağrılar da bir bir gidiyor mahşere...
Kopmuş bir tel daha,kalmış üç tel sadece gövdede.
Kalbim bağlamam.
Türküler yazıyor elim,dilim.
Hepsini silip atıyor içim ve her şeyi yeniden yazıyor,
Güneşi tan rengi kanayıp doğuran sabahlar boş yere.
Kopmuş bir tel daha,kalmış üç tel sadece gövdede.
Çocukluğum bana sövüyor,
Irmak kenarında genç kızlar çarşaf dövüyor.
Sırt üstü düşmüşüm yatağa,
Göğüm demişim ahşap tavana,
Yüzüme yüzüme yağmur diye kan yağıyor.
Kopmuş bir tel daha,kalmış üç tel sadece gövdede.
Yine de susmuyor,durmuyor deli kalbim,
Dilimde boğazdan akan demirden bir kan tadı,
Yine de hep seni söylüyor...


12.04 geçiyor zaman sevgilim.azalıyor o sonsuz sandığımız çöl,o hep bahsi geçen kum saatim.işin adı hasret.dökülen kerpiç yüzümde mavi bir dünya dönüyor,ben ise mimar sinanıyım sana ördüğüm duvarların...

10 Ekim 2024 Perşembe

Adı konmamış cehennemsizliğimizin

 
Çay kalmamış,gitmiş.
Haberim yok,hazin tarafı da bu.
Masada dünden kalma yarısı su eski bir bardak.
Kuşların sesi,
Çiçeklerin gölgesi karakalem duvarda,
Musluğun operası inceden kulağımın kapısını çalar.
Şairin ormanı hazır yani yaşamak için,her şey tamam.
Çay kalmamış,gitmiş.
Terketmiş bizi,söz verdiği her şeyi silip belli ki.
Haberim yok,hazin tarafı da bu.
Tenhalarda gölgeler,
Ve eski radyoda şarkılar...
Bayat ekmek,zeytin kokusu ve o mis kokan çocukluğumdan sabahlar.
Düşlere meydan okuyan bir sobamız eksik inan,
Antika şiirler dükkanı bir kitap yatağın yanında.
Rüyalar,köyünü terketmiş.
Bomboş her yer,
Bomboş çocukluğum...
Çay kalmamış,gitmiş.
Terketmiş bizi,söz verdiği her şeyi silip belli ki.
Haberim yok,hazin tarafı da bu.
Bir mevsimler bırakıp gitmiyor bizi,
Ara ara uğrayıp soruyor halimizi hala bahar.
Adı yaz cennetimizin,
Adı konmamış cehennemsizliğimizin.
Kışın güneşi var,benim şiirlerim.
Peki senin mektupların nerede sevgilim ?
Çay kalmamış,gitmiş.
Terketmiş bizi,söz verdiği her şeyi silip belli ki.
Haberim yok,hazin tarafı da bu.
Bizde kim kalmış,
Bizden kim gitmiş bilmiyorum.
Delisiyim sevda kütüphanesinin.
Zamanın şekli umrumda değil albert inan,
Eğilmesi yada bükülmesini boşver,
Bana,geçmiş aynı tazeliği ile koklanabilir mi onu söyle.


09.12 bir sevda kütüphanesi.bir deli kitap memuru,kitabın kurdu.

9 Ekim 2024 Çarşamba

Doksan dokuz idim,on yediye düştüm

 
Dağınığım.
Darmadağın.
Nefeslerim bir bataklığa düşen ince bir aralığın rüzgarı sanki.
Yüreğime kadar saplanmışım,beni yutmak isteyen ıslak toprağa.
Teslim oldum mu olsam mı bilmiyorum.
Gel beni al ölüm denir mi mesela ölüme.
Bilmiyorum.
Dağınığım.
Darmadağın.
Sesler.
Çok sesler var,geliyor üzerime üzerime.
Şehir çok kalabalıksın.
Çok olmayı anlatan bir kelimede neden balık var acaba ?
Bilmiyorum.
Dağınığım.
Darmadağın.
Usul usul batıyorum.
Dudağıma değen çamur tadı,saçlarımdaki son umut kuş olup kaçıyor artık ve nefes alamıyor artık o tüm son pişmanlık,
Ölüyorum.
Gülümsüyorum...
Dağınığım.
Darmadağın.
Düşmüş kader ipim ve boncuk boncuk hatıralarım.
Doksan dokuz idim,on yediye düştüm.
Öd ağacıydım patladım ve sen koktum.
Bir kağıttan,bir kalemin ucu kadar delikten baktım,tüm alemi gördüm...
Çivisi sensin ömür tesbihimin...
Dağınığım.
Darmadağın.
İpimi nefesinden eğirip,
Lütfen beni toplar mısın...?
Ağzım burnum toprak çamur.
Ağzım burnum şiir,ve mısralar.
Ağzım burnum sen...



09.53 kabrim,alemin en güzel bataklığı...şiirimin çamuruna kardım seni...kendimi oraya gömdüm...tanrım beni kabul et göğsünün göğüne...

Yürür ölümün,ateşin üzerine sevdayı kanat yapıp o biçare pervane bile

 
Bazı sorular sorulmaz sevgilim.
Aşka düşelim mi seninle denmez mesela,
Düşülür göz göze ayağın kaymış yada biri itmişcesine yusufun kuyusuna beraberce.
Düştüğünde dolu dolu gülünür bile.
Bazı sorular sorulmaz sevgilim.
Şuraya gidelim mi buraya koşalım mı denmez mesela.
Koşulur sadece bir otobüs ardından neden hiç bilmeden.
Bazı sorular sorulmaz sevgilim.
Islanılır elindeki şemsiyeyi nedense açmadan öylece.
Sıcacık,hiç üşümeden...
Bazı sorular sorulmaz sevgilim.
Oturulur saatlerce duraklarda,defalarca gelip geçer beklediğin otobüsler oysa.
Neden binmedin denmez mesela.
Susulur öylece...
Bazı sorular sorulmaz sevgilim.
Sevişelim mi demez mesela seven sevene,
Dudaklar çağırır birbirinin ruhunu kainattan kimsenin duymadığı bir frekansta...
Öpüşür insan diri diri mezara uzanır gibi teslim olup,üzerine yağan topraktan yağmurlara aldırmadan işte o zaman,
tereddüt dahi etmeden...
Bazı sorular sorulmaz sevgilim.
Ölelim mi denmez mesela.
Yürür ölümün,ateşin üzerine sevdayı kanat yapıp o biçare pervane bile...


09.13 boşver soruları sevgilim.sen içinden ne geçer ise onu yürü.sorma kimseye,kendine bile...

Bir karınca yürüyor yüzümde yüzüme evliya olmuş

 
Şimdi kapandı gözlerim çok ağır eski bir kapı gibi,
Çok yorgunum tanrım,
Açamıyorum bile geri...
Uykuya düşmedim henüz,
hissediyorum,duyuyorum da her şeyi.
Ama dinmiyor beynimdeki fırtına.
Bir karınca yürüyor yüzümde yüzüme evliya olmuş.
Kaşınıyor tüm düşünmelerim,
Kaşınıyor tüm güzel hatıralarım.
Fakat lakin kalkmıyor bir türlü elim.
Uykunun yusuf kuyusuna düşmüş demek çoktan bedenim.
Şimdi kapandı gözlerim çok ağır eski bir kapı gibi,
Çok yorgunum tanrım,
Açamıyorum bile geri...
Ama dinmiyor beynimdeki fırtına.
Sonra bir gülüşün gelip yağıyor incecik bir sicim gibi göğsümde rüyalarıma önce,
Ve dünün soğuğundan uçup gelen masmavi bir turna süzülüp iniyor,ılık ayağı değiyor ilk dudağın kenarındaki nazlı gamzeden göl yüzüne...
Gülüşün açıyor o an bir nilüferin göğüne doğan bir güneş gibi su yüzünün üzerine...
Ben o gülüşe çivileyip kendimi kaçıyorum tüm sirenlerden,her yerim kan revan...
Şimdi kapandı gözlerim çok ağır eski bir kapı gibi,
Çok yorgunum tanrım,
Açamıyorum bile geri...
Ama dinmiyor beynimdeki fırtına.
Bir karınca yürüyor yüzümde yüzüme evliya olmuş.
Kaşınıyor anamdan doğduğumdan bu yana tüm ve her saniyelerim...
Özlüyorum...
Bir karınca yürüyor yüzümde yüzüme evliya olmuş.
Düştüm rüyaya,ölüyorum...
İnan ne demek bilmiyorum.


08.47 kalbime bir bıçak saplı,sapı elime al bir mendil ile sarılı.çok zaman oldu içimde.paslanıyor ölüm bile beklese bu kadar.çeksem mi çekmesem mi ölsem bilemiyorum.

Göğe çıkıyor ruhum bedenimi yırtıp üzerimden

 
Göğe çıkıyor ruhum bedenimi yırtıp üzerimden.
Hezarfen düştü çocuk düşlerinden.
Ay'a çıktı mı ademoğlu bilmem.
Fezaya kurban şehit köpekler ve maymunlar katedrali bu gezegen sevgilim.
Göğe çıkıyor ruhum bedenimi yırtıp üzerimden.
Hezarfen düştü çocuk düşlerinden.
Akşamları örtüyor ekim üzerime.
Kapanıyorum boylu boyunca akşamın karanlık örtüsü ile.
Yalan bir uzay doğuyor gözlerime.
Kafamda küp şeklinde bir güneş doğuyor aydınlık diye sonra.
Yine düştün aklıma.
Göğe çıkıyor ruhum bedenimi yırtıp üzerimden.
Hezarfen düştü çocuk düşlerinden.
Yatağım çivili tahta.
İpekten bir tül asılı yüzümün penceresine,
Rüzgarı çekip içine nefes diye,okşuyor parmak uçlarının yumuşacık çıkıntısı ile yüzümü sanki düşün...
Göğe çıkıyor ruhum bedenimi yırtıp üzerimden.
Hezarfen düştü çocuk düşlerinden.
Bir cami avlusu güneşin doğuşu öncesi sabahlarım,
Buz kadar keskin ve serin...
Ve Sistine'nin kokusu,gözlerimin uçurumundan istemsiz düşürdüğüm tüm yaşlarım...


08.12 haklısın sevgilim.anlamadılar.anlamıyorlar.yapayalnızız kainatın bu karanlık saklankaçında...içimizde bu taşı eriten lavdan inat ve kendimize zincirden kırbaç,ruhumuzda bitmeyen bu anlamsız savaş...hiç yakalanmadan tanrıya,ve kazanıp kazanmadığımızı da asla bilemeden ölüp gideceğiz,çekileceğiz bu toprak kokan ahşap sahneden...

Oysa balıkları izleyebildiğin kadar serin

 
Derinim.
Hem de çok derin.
Gereğinden de fazla.
Neden bilmiyorum.
Neden.
Oysa balıkları izleyebildiğin kadar serin,
Bir parmak kadar pırıl pırıl bir dere kenarı kadar olmaktı tüm isteğim...


06.54 ileriye gitmiyor,ileri saymıyor bence saatler.geriye sayıyor tüm her şey.

Dayıyorum huzurun göğsüne başımı

 
Dayıyorum huzurun göğsüne başımı.
Penceresi açık gecelerimin.
Sokağın sessiz bir hışırtısı var,okşuyor yüzümü.
Piyanoda düşler doğuyor,
Kulağımda bir deniz,bir güneş...
Dayıyorum huzurun göğsüne başımı.
Yokuş aşağı yazıyorum kağıtlara karanlığımı.
Si notası seni taşıyor gözlerime.
Sabahın altısı.
Üst katta martıların can sıkan her günkü kavgası...
Dayıyorum huzurun göğsüne başımı.
Ancak böyle yazabiliyorum.
Çok çok iyi bir savaşçıyım biliyorum farkındayım,
Ama içimde,yüz yıldır kapalı gözlerimin ardında,bir keşişim o yapayalnız dağımda...
Ve,
Dayıyorum huzurun göğsüne başımı.
Yanıbaşımda binlerce modacı örümcek bekliyor emrimi,
Oysa benim anadan üryan tüm düşlerim...
Eskimişim,tozluyum,ve çatlaklarım...
Bumerangıyım annemin...
Dayıyorum huzurun göğsüne başımı.
Ve emziriyor beni gök yüzün bembeyaz altın suyundan,aklımızda kalan o güzel dünlerin...
Dayıyorum huzurun göğsüne başımı.
Üzerime toprak atıyor sonra birileri...


06.43 güneş doğuyor çocuk,güneş doğuyor...

7 Ekim 2024 Pazartesi

Bir kabir,bir yatır ve göğsümde sevdanın volkan dağı

 
Bir sevda kabri benim verdigim söz.
Hiç unutmadım.
Tuttum da,hiç bırakmadım.
Bir kabir,bir yatır ve göğsümde sevdanın volkan dağı...
Bin derece akıyor kanım içimde.
Kaynıyor düşün zihnimde.
Seni görünce patlıyor dağım,içim darmadağın.
Yangını mangını yok hiç,anında kül oluyor ruhumda her şey,
Bir sızı dahi yok.
Merhametli katilsin gözlerimde,hiç bilmesen de...
Bir sevda kabri benim verdigim söz.
Hiç unutmadım.
Tuttum da,hiç bırakmadım.
Bir kabir,bir yatır ve göğsümde sevdanın volkan dağı...
Fazla bir şey yoktu inan azık heybemde,
Bir elham,bir sonsuz yemin muskalıydı sadece dilimde,
Paylaşamadım...
Silah,mavzer,mermiler ve tüm dökme toplar yalan.
Savaşlar yalan inanma.
En güçlü ve en gerçek silahımız söylemesek de,
Sadece gözlerimizden uzatsak da birbirimize,
Verdiğimiz sözler...
Her şey kayboluyor sevgilim bu devrinde gezegenin,
Bu zamanın derdi de bu,
Aşısı var mı bilmem inan,
Ama dermanını bulmak bize kaldı bilesin.
Unutulmamalı hiç bir kırıntı dahi,o cennetimin kapısı dudaklarının kenarında.
Değil ki sözlerimiz.
Kainata uçuşup giden sözler dilimizin tüneğinden havalanıp.
Kainat bile silemezken verilen sözlerimizi,
bizim unutmaya çalışmamız neden.
Bir deve kuşu korkaklığı ?
Bir yılan hainliği ?
Bir sevda kabri benim verdigim söz.
Hiç unutmadım.
Tuttum da,hiç bırakmadım.
Bir kabir,bir yatır ve göğsümde sevdanın volkan dağı...
Kağıdım yanık kokusu.
Şiirim en kızılı lavın...


08.37 kıtalar yer değiştiriyor sevgilim.dağlar yanıyor,denizler sallanıyor depremler ile...sözler unutuluyor sevgilim...asla unutmayanların içi çok acıyor...

Bir karınca olmuşum, uzun sapa çıkmış yürüyorum


Bir bozlak çalıyor rüyamda.
Bir karınca olmuşum,
Uzun sapa çıkmış yürüyorum...
Soğuk sular çağlamış akıyor,aşık kuşlar şakıyor 
türküsünde düşlerimin.
Bir bozlak çalıyor rüyamda.
Bir karınca olmuşum,
Uzun sapa çıkmış yürüyorum...
Ben bir adım attıkça karınca ayağımdan,
Notalar,mısralar düşüp yanıyor ardımdan,
Yere ulaşamadan daha belinden yakalayıp öpüyor küllerini dudağından rüzgar.
Yere ulaşamadan,daha havada iken kayboluyor küller ve düşler.
Bir bozlak çalıyor rüyamda.
Bir karınca olmuşum,
Uzun sapa çıkmış yürüyorum...
Uyanıyorum kan ter içinde bi vakti gece,
Ve yarım kalıyor her gece tüm türküler...


10.17 bitmeyen sözleri var sevdanın akşamında ömrün.zaten kim bilebilir ki rüyaların gerçek manasını.tabib bilir mi hiç tabirini aşkın rüyasının...

Pekmeziyim aşkın


Kaç gündür,kaç zamandır yaşıyorum bilmem.
Eziliyorum asırlardır tanrının tertemiz,asil ayakları ile,
Şarabıyım şimdi şiirlerin,
Pekmeziyim aşkın...


09.59 dem zamanı.

6 Ekim 2024 Pazar

Döşüm munzur

 
Döşüm munzur.
Vur ki yaşam dolsun yeniden içime.
Bu nasıl bir acıdır tanrım.
Ruhum devrik bir cümle.
Tabiatım köz bir ocak,köy evi ve mevsimi şubat.
Tüfengim nakışlı bağlamam,
Asılı evi yürek duvarıma.
Sapına işlenmiş al örgüden düşün.
Döşüm munzur.
Vur ki yaşam dolsun yeniden içime.
Bu nasıl bir acıdır tanrım.
Eli tunç ışıldayan keskinliğinde tüm yiğitlerin.
Kalbim yaş almış bir köy bülbülü,
Okuyor kendi türküsünü,vura vura kendini göğsümün kafesine.
Döşüm munzur.
Vur ki yaşam dolsun yeniden içime.
Bu nasıl bir acıdır tanrım.
Tabiatım buzdan bir diyar,
soğuk bir kabir koynundan yer çalıp gecede kazdığım.
Ruhum ki;
Sevişerek şiir yazdığım,
Sevişemeden öldüğüm,
o kerpiç, dokunsan şu güzel parmak uçlarından beyaz konya şekeri duvarlı,ışığı mumdan evim.
Döşüm munzur.
Vur ki yaşam dolsun yeniden içime.
Bu nasıl bir acıdır tanrım.
Ölsem bu kadar acımazdı...


09.48 yorgun şimdi tüm savaşlarım.avuçlarım nasır duvarlı,sıcak ekmek kokan sabahında bir köy evi...dönsen,çıksan gelsen keşke geri...

Ben gene sana vurgunum

 
Seneler sürer her günüm
Yalnız gitmekten yorgunum
Zannetme sana dargınım
Ben gene sana vurgunum
Ben gene sana vurgunum
Ben gene sana vurgunum hey.

Başkalarına gülsem de
Senden uzak kalsam da
Sevmediğini bilsem de
Ben gene sana vurgunum
Ben gene sana vurgunum
Ben gene sana vurgunum hey.

İtilmiş tekmelenmişim
Doğduğum günde yanmışım
Yalnız sana güvenmişim
Ben gene sana vurgunum
Ben gene sana vurgunum
Ben gene sana vurgunum hey.


Nükhet Duru.


09.12 Bu ara bu parçaya,bu şiire tutuldum.

Beni külün ile yıka sevgilim

 
Beni külün ile yıka sevgilim.
Başka türlü çıkmaz sevdan içimden.
Bir dut ağacı büyüttü beni köy evimde.
Bu yüzden belki bilmiyorum da nedenini,
Ne zaman dutlar patlasa beni vurmak isteyen al kırmızı mermiler gibi,
Beyaz gömleğim savaş alanı olur çocuk bedenimde,
Kırmızının morun binbir rengi üzerimde.
Ve sen dut yaprağım...
Beni külün ile yıka sevgilim.
Sök dişlerimi sökercesine üzerimden binbir acı ile morfinsiz tüm sevda yatırlarını,
seni karanlıkta tek bırakan merhametsizliğimi.
Tek kırıntı bile kalmasın acımasızlığımdan içimde.
Ben bir aptalım.
Özür dilerim senden,o güzel kalbinden...
Yapayalnız kaldığın,karanlıklara düştüğünü hissettiğin en ufak kırıntı kadar her vakitte,
yanına çöküp oturamadığım için yanıbaşına pişmanım...
Ben bir aptalım.
Beni külün ile yıka sevgilim.
Tüm siyahlarım akarken üzerimden,
Kavuştuğuma inanırken en azından tekrar çocukluğumdaki aklığıma,
Beraber yanmışlığımızın kokusu da düşüp sinsin üzerime...
Beni külün ile yıka sevgilim.
Gülüşün ile kurut.


08.57 güneşten kıskandı ay bulutu.rüyalarında ıslattı gözünü suyun.su hiç unutmadı.ay bulutuna sarıldı,saklandı...öksüz bir yağmur okşadı baharda sonra yüzünü.soğuk değildi hava ama en çok o yağmurda üşüdü...ve bir daha hiç bir yağmur üşütmedi onu...

Masal mı bilmem,
Masalımsı...

Düşler gülüşleri bıçaklıyor sevgilim

 
- Durum raporu ver asker.

- Düşler gülüşleri bıçaklıyor sevgilim.Mutluluk yağdıkça göğünden sevdanın,biz yağmurluk adı verilen plastiklere koşuyoruz, "yağmurluk" ne demekse,şemsiyelere saklanıyoruz.Ah bir ıslansak yeter aslında biliyor musun,çözülür tüm dertler belkide...keşke denesek...Düşler gülüşleri bıçaklıyor sevgilim.sesi yok sandığımız tavşanların da çığlığı var biliyor musun,geçen gün duydum ben de ilk defa.boşver kaplumbağaları sen,salyangozlar gibi yavaş aksın aşkımız,buluşmalarımız.Düşler gülüşleri bıçaklıyor sevgilim.sahte her şey bu şehirde artık.gerçeğin bir damlasını bulabilmek için bile everest misali umman ağaçlara tırmanıyor insan düşmek pahasına buralarda artık...hepimiz biliyoruz aslında,beş para etmez bu yaşamak yada en değerlisi şu kainatın;kayıp gidiyor ellerimizden tutamadan asla.kayıyor ayaklarımızın altından yaşamak,her yer koyu yeşil.yosun her yer.kalkamıyoruz artık ayağa tam olarak dahi.Yarımız hep...beli bükük durabilsek yeter bize tek ulaşabildiğimiz bu  içimizde.Ve düşler gülüşleri bıçaklıyor sevgilim.Kan kaybediyor günler ellerimizden akıp.Üşüyor tüm hayal ettiklerimiz,biraz sonra öleceklerini biliyor gibi sanki...

10.17 kavaklar gibi rüzgara teslim tüm yapraklarım...ne yana yatsak ılık rüzgarıyla akşamların,hepsi yaşamak,hepsi umut...

Rumuz: bir aşker...aşkın askeriyim ben,üzerimde sevdanın asil üniforması...

30 Eylül 2024 Pazartesi

cennetten araf'a mektuplar ll

 
Burada düşlerin yandığı ocaklar var sevgilim,
Umutların yandığı sobalar...
Sadece bunlar ısıtabiliyor uzağınızda üşüyen ruhlarımızı...
Islıkları piyano sesi rüzgarların burada,
Sabahları şiir okuyor ağaçlarda sapan ile vurulmuş tüm masum kuşlar.
Burada çimenler konuşabiliyor sevgilim,
Şimdi anlıyorum o yağmur ardı gelen cennet kokusunun asıl nedenini.
Aşını fırından çıkarıyor yağmur ile tüm anneler.
Ekmekler kahkaha atan buğdaylar ile mayalanıyor.
Zeytinler dalında soyunuyor çekirdeğini ve düşüyor ağzına aryalar söyleyerek.
Burada düşlerin yandığı ocaklar var sevgilim,
Umutların yandığı sobalar...
Sadece bunlar ısıtabiliyor uzağınızda üşüyen ruhlarımızı.
Ağaçlar saçlarını okşuyor en yumuşak yapraklarından,
altına uzanıp uyuyakalan çocukların...
Kelebekler kanat çırptıkça güzel kokular doğuyor burnumuzda,
Doğanın parfüm notaları,etrafa uçuşan, doğan her bir kelebek biten o tırtıl yaşamından sanki...
Kozasını yırtıyor tüm mutluluklar.
Hiç çeşme yok burada sevgilim,
Hiç bardak yok.
Uzanıp ırmaklardan içiyoruz suyu,
Doğa ananın göğsü gibi ılık toprak,
Ve emziriyor mis gibi kokusuyla hepimizi...
Burada düşlerin yandığı ocaklar var sevgilim,
Umutların yandığı sobalar...
Sadece bunlar ısıtabiliyor uzağınızda üşüyen ruhlarımızı.
Ressamlar,şairler ve çocuklar geziyor yerin yeşilinde,
göğün beyazında sadece.
Ve karıncalardan başkası binemiyor atlara incinmesin belleri diye.
Hepimiz kıskanıyoruz yalan yok onları arı'dan fil'e.
Burada düşlerin yandığı ocaklar var sevgilim,
Umutların yandığı sobalar...
Sadece bunlar ısıtabiliyor uzağınızda üşüyen ruhlarımızı.
İstersen bir ömür uyuyabiliyosun,
İstersen bir ömür uyanık...


09.14 cennetten araf'a mektuplar ll


cennetten araf'a mektuplar

 
Dut özüm,Sevgilim.

Kekik kokusunu yüzümüzde dolaştıran güneşten rüzgarları var bu sahillerin.
Ve o kadar hızlıyım ki ne yazık,
Sırtıma saplanacak hançerlerden,göğsümün umman çayırlarında sulayıp büyüttüğüm bir ormanım var...

Gözlerinden kalkan bir gemiye binerim dudaklarımın adımları ile ne zaman huzuruna düşsem incecik teninden...

Gözlerinden öperim.


08.34 cennetten araf'a mektuplar.

Çamurdan mezarlar kütüphanesi

 
Kılıcım düştü elimden.
Tam da savaşın en kanlı ortası.
Gök karanlığa süründü acıyla usul usul.
Zaferin düşü tan yeri oldu kan kırmızıya boyandı.
Sadece nefes aldım elimde olmadan unutup tüm insan olma,yaşamak çabasını.
Kılıcım düştü elimden.
Tam da savaşın en kanlı ortası.
Zihnimde bir cennetin düşü rüyası,
O da olsa olsa bikaç saniyesi gözlerimin,
Morfin misali serabı...
Kılıcım düştü elimden.
Tam da savaşın en kanlı ortası.
Ellerim sıcacık,
Ellerim kan.
Kırmızı bir ırmak akıyor sanki gözlerimden içimin en huzurlu çocuk cennetine...
Sıcacık yumurtanın kokusu,
Bulutlardan kesilme karbeyaz peynir,
Kekik kokusu,
Zeytinlerin ışıltısı güneş ile.
Tanrım çok açım,
Mutluluğa...
Kılıcım düştü elimden.
Tam da savaşın en kanlı ortası.
Semerkand düştü...
Savaşın ortası.
Kan alevleri yakıp kül ediyor tüm cesareti,tüm korkuları.
Korkmaya vakit dahi yok oysa.
Tam da yangın yerinin ortasında zihnimde çilehaneme düşüyorum.
Taş duvarlar sarılıyor sımsıkı bana.
Adım atamıyorum,
Adım atamıyorum,
Adım...Adım...
Adımı artık hatırlamıyorum.
Kanıyorum.
Ellerim bir palet sanki,
Bulabildiğim tek renk kan bir kırmızı avucumda,
Gözlerimden bir savaşı boyuyorum...
Ve cehennem sen ne kadar masumsun şimdi oysa.
Kılıcım düştü elimden.
Tam da savaşın en kanlı ortası.
Kaçmıyorum,
Kaçamıyorum,bilmem ki niye.
Şanlı bir ölümü arıyorum sanki bilmeden.
Neredesin ey ölüm,yoruldum gayrı,
Seni ararken,
Hem saklankaç hem körebe oynuyorum...
Kılıcım düştü elimden.
Tam da savaşın en kanlı ortası.
Bir yel esiyor ardımdan önüme,
Sırtımdan yakalayıp soğuyan terimi boynumdan ısırıyor tüm üşüyüşlerimi.
Ah Tanrım şimdi bir bardak çay olsaydı bir elimde keşke,
Dudaklarımı ateşi ile öpüp sevgilimin donmuş öpüşlerini uyandırsaydı tenimde,
Bir saniye bile yeterdi tenimdeki tüm acıları silmeye bence.
Kılıcım düştü elimden.
Tam da savaşın en kanlı ortası.
Yağmur başladı.
Gök de katıldı savaşa sanki.
Kolları havaya kalkmıyor ölülerin yorgunluktan,
Çamurdan mezarlar kütüphanesi her yer.
İnsan,insanı yakıyor tüm sayfaları ile hiç düşünmeden...
Ve tüm dualar,
Kabirlerin,uçuşan dökülen külden çiçeklerini suluyor...
Kılıcım düştü elimden.
Tam da savaşın en kanlı ortası.
Diz çöküyorum mücadeleme.
Çamurların içinde boylu boyuna düşüp uzanıp,
Teslim oluyorum ıslak huzurdan kabrimde cennetime...


08.12 çamurdan mezarlar...çamurdan mezarları var bu şehrin.kan yağmurları yağıyor üzerimize.kan ile sulanıyor ekinleri çocukların,çiçekleri sevdalıların.anlaması zor,anlamak istememen doğal...anlıyorum seni.
çamurdan mezarlar.eller çamurlu ve ıslak tüm dudaklarda korku ile açan çicek gibi dualar...


27 Eylül 2024 Cuma

Ve dervişin yolu küllerinden oluştu

 
Kahramanlar,dervişler ve Tanrının merhameti ateşten dövülür çocuk...

Çeliğin keskinliği ateşten suya doğar çocuk.

Çekicin dövdüğü sadece gururdur kılıcın yüzünde.

Müzik bir neşterdir çocuk.Bir katilin elinde ölüm olur bu keskinlik,bir tabibin elinde yaşam...

Müzik şeytan icadı değildir.İnananın dilinde her şarkı huzur olur.

Kahramanlar,dervişler ve Tanrının merhameti ateşten dövülür çocuk...

Korkma bu yüzden çocuk;
zorluklardan,kötülerden,krizlerden,
düşmelerden,zulümlerden,zalimlerden...

Onlar senin ateşin...korkutmasın seni keskinleşmek...Bir kılıca dönüş ve kes alemi ortasından,ikiye böl yaşamı,kötülük bir tarafa düşsün,iyilik diğer tarafa...


17.53 yumurtasını kırdı bir derviş...Tanrı'nın sütünü içti...Büyüdü bir kahramana dönüştü...Ateş yandı...Dağ ateş kustu...Ve dervişin yolu küllerinden oluştu...

beni arafına hapset Tanrım

 
- Cennet mi Cehennem mi çocuk  dedi,seç vereyim sana istediğini.Yeter çektiğin gayrı.

- beni arafına hapset lütfen Tanrım,çekmem gereken daha çok çilem var önümde dedi çocuk...


16.53 Tanrı kulunu düşündü.Kul prangasına sevdalandı.

* küçük bir kuzuydu insanoğlu Tanrının uçsuz bucaksız çayırlarında.Ve boğazını kesecek bıçaktan tuzunu yaladı büyürken...
Kuzu öldü...Bir derviş doğdu...

26 Eylül 2024 Perşembe

Ve Musa vurdu asasını iki kaşımın arasına

 
Ve Musa vurdu asasını iki kaşımın arasına.
Dünüm ayrıldı düştü bir yana,
Bugünüm ve sonrası diğer bir yana...
İkiye bölünmüş bir denizdir ruhum,
Ortada ateşsiz,ıslak fakat cehennem sıcağı,
bembeyaz kumdan bir yol u araf.
Ayağımda bin yıllık bir zindanın yanığı sonra...
Ve Musa vurdu asasını iki kaşımın arasına.
Dünüm ayrıldı düştü bir yana,
Bugünüm ve sonrası diğer bir yana...
Kızıl bir deniz kaşımdan yüzüme dökülen her gün,sıcacık...
Kaç gemi telef olup batar her gece kafamda bir bilsen.
Ve ben dalgıcıyım düşlerin,kafamın ve kırıntı bile olsa tüm küçük hatıraların...
Bir denizin karıncasıyım,kırıntılar peşinde...
Belki ıslak,
Belki tuz...
Ve Musa vurdu asasını iki kaşımın arasına.
Dünüm ayrıldı düştü bir yana,
Bugünüm ve sonrası diğer bir yana...
Gönlüm bir gezegen,
yaşamak,üzerimde uçsuz bucaksız umman bir feza,
Ve yanıyor bu dünya sevgilim...


11.27 Musa gelip asasını vursa iki kaşının arasına sevgilim,
ayrı düşse bakışların başka başka diyarlara istemesen de sen,
Merak etme sen,
Ben ayrı ayrı peşine düşerim gözlerinin,
Ömrümü tüketip uğruna,
Ekerim gözlerine ayrı ayrı zamanlardan koşup uğraşıp sevdamızı yine...
Yeter ki bana baksınlar belki yeniden bir kere...

Ağaca çıktı masum bir adam

 
Kadın elmayı istedi.
Ağaca çıktı masum adam.
Kopardı masumluğu dalından,
Belki bir iki yeşil yaprak da döküldü istemeden yanından.
Ağaçların kanı yeşil akar sevgilim,
Kimse bilmez,
Ama sen bil lütfen...
Kadın elmayı istedi.
Ağaca çıktı masum adam.
Ağacı uyandırdı tanımadığı bir hain.
Bahçe yeşilin en güzel tadının tonu tam da o an.
Sadece çiceklerin kokusu yüzünü okşayan rüzgarın tenine sıktığı parfüm.
Bir ısırık,
Bin günah doğurdu,
cehennemi ateşin rahminde dövdü dermanın çekici ve mucizelerin bir kova suyu.
Kadın elmayı istedi.
Ağaca çıktı masum adam.
Kuşlar kaçıştı göğe,
Tüyler uçuştu.
Sevdalar kalbinden vuruldu işte o an.
Canları yanmadan sevemez oldu birbirini insanlar işte bu yüzden.
Baksa bile birbirinin yüzüne,
göğsünde hissettiğin ılık sıcacık his belkide vurulduğun için içinden akan o kan...
Kadın elmayı istedi.
Ağaca çıktı masum adam.
Keşke düşüp kırsaydı kolunu diyenler de oldu elbet,
Bir elma için çok fazla değil mi bu ceza diye düşünenler de belki.
Fakat mevzu sadece güvendi,
o kadardı her şey...

Kadın elmayı istedi.
Ağaca çıktı masum adam.

İşte o kadardı her şey aslında...


10.53 keşke beraber tırmansaydınız o ağaca diye düşünürüm hep nedense,otursaydınız dalında kuşlarla,sarılsaydınız ağaca,gövdesine sarsaydınız kollarınızı,fısıldayıp kulağına izin isteseydiniz ağaçtan.Sonra uzanıp dala,göğe bakıp bi süre,dalıp,ardından bir elmaya öpercesine yaklaşıp yavaşça,hiç koparmadan baksaydınız kırmızı dudaklarının tadına o elmanın.uyandırmadan hiç elmayı gibi kadar nazik.ve dalında kalsaydı her şey.Sizi yaramaz bir kuş sansaydı,bile bile kandırıp kendini,çok sevdiği için...gülüp geçseydi iki aşık kuşa bakıp, uzandığı çimenlerden size bakıp Canan'ım...

Altın kartal düştü

 
Altın kartal düştü.
Büyük avcı çöktü bir ağacın dibine,
Bıraktı kendini.
Devler okyanusunda,o koca umman denizde dallardan bağlı salımız ateş aldı.
Yanıyoruz bin suyun üzerinde çaresiz.
Altın kartal düştü.
Büyük avcı çöktü bir ağacın dibine.
Su kirlendi.
Et tükendi.
Ot şifa idi,zehroldu.
Kanatları daha da yandı,ademoğlu düştü en dibe.
Akıl almadı.
Uslanmadı yine.
Altın kartal düştü.
Büyük avcı çöktü bir ağacın dibine.
Kesti,kopardı,vurdu,yaktı,can aldı,can verdi insan.
Ama bilemedi yine,
Öğrenemedi,
Yandı yandı o kadar ama,
Demlenemedi...
Altın kartal düştü.
Büyük avcı çöktü bir ağacın dibine.
Ama yine de,
bir iyi,nefes aldı en yeşilinden ödünç alıp kaldırıp başını göge...
Savaşmayı bırakmadı asla,
bedenini soyunup çıkaran,öldü denilen o ışıktan ruhu...


10.24.ölsen dahi bitmeyecek mücadeleler var bu göğün altında.Asla vazgeçmeyenlere selam olsun.

25 Eylül 2024 Çarşamba

Kafese kapatılmış tüm cesur aslanlar

 
Güz yağmurları.
Göz yağmurları.
Kırmızı yağmurlar yağıyor yüzümün saçaklarına.
Kafese kapatılmış tüm cesur aslanlar.
Doğanların adı esaret olmuş demirden çayırlarda.
Güz yağmurları.
Göz yağmurları.
Gecenin karanlığını yırtıyor bazen aslan kükreyişleri.
Savaşlarını hatırlıyor kahramanlar gözlerinde yaş ile.
Esir doğanlar titriyor kafesin bir köşesinde üşürcesine.
Ocak olur tutuşur yangınlar o postta oysa ki,
Bir kükrese kanları damarlarında aslında o çocukların.
Güz yağmurları.
Göz yağmurları.
Kırmızı yağmurlar yağıyor yüzümün saçaklarına.
Koca bir kır bu şehir sevgilim,
Aslanlar ayağından prangalı ağaçlara ağlıyor,
Her kükreyiş bir şiir yazıyor şafağına bu gezegenin.
Pençesi kalem,Tanrının alnından öptüğü tüm şehit ruhların.
Güz yağmurları.
Göz yağmurları.
Bağlamadan esen o serin rüzgar.
Duvarda tekli yorgun kırmanın silinmez izi var.
Kafese kapatılmış tüm cesur aslanlar.
Ağlıyor şimdi toprağın altında dualarına sarılmış sımsıkı huzurları ile tüm onbeşlik kahramanlar.
Güz yağmurları.
Göz yağmurları.
Kafese kapatılmış tüm cesur aslanlar.
Haydi tohum kır,ıslak toprağının altından ey cesur kanlı,şanlı kartallar.
Güz yağmurları.
Göz yağmurları.
Kafese kapatılmış tüm cesur aslanlar.
Pençeler aşındırıyor demiri çeliği kafeslerden,
Uyuyamıyor kırılacak kanayan demirin sesiyle akşamlarda tüm o hain korkaklar.
Utanmak nedir kanım,söyle lütfen kükre bana.
Güz yağmurları.
Göz yağmurları.
Kafese kapatılmış tüm cesur aslanlar.
Anahtarları şeytanın ağzına vermiş kanından uzak titrekler.
Hangi dua kılıç olup da,
dudakların kınından çekilip saplanmaz ki o hainin tam kalbine...
Hangi at şahlanmaz bu savaşa,
Hangi aslan vurmaz ki o zaman kendini demirlerine kafesinin,
Savaşına ateşinin,
Saka kafesine kapatılan bir serçe gibi şehit olmaz mı kendini vura vura,
esaretin kanla boyanan incecik dantelli süslü tellerine.
Hangi güneş yakmaz ki bu zalimleri o zaman,
Hangi ay hilal olup düşmez ki bir nakış gibi yerdeki al kırmızı kutsal denizin üzerine yeniden.
Güz yağmurları.
Göz yağmurları.
Kafese kapatılmış tüm cesur aslanlar.
Filler unutmaz.
Ölüler uyumaz sevgilim.
Kırmızı yağmurlar yağıyor yüzümün saçaklarına.
Gece yıldızlarını boyuyor küçük bir ışıkla aydınlattığı beyaz kağıdıma.
Kemikler sızlıyor düşlerin sızı dolup taşan toprağında.
Güz yağmurları.
Göz yağmurları.
Kafese kapatılmış tüm cesur aslanlar.
Ve kırmızı yağmurlar yağıyor yüzümün saçaklarına.
Yay geriliyor,göğün tertemiz bereketli göğsünün kokusunu içine çekip hapsedip nefes diye,
Fezaya saklanan hainlere göz dikiyor kahraman oklar.
Güz yağmurları.
Göz yağmurları.
Kafese kapatılmış tüm cesur aslanlar.
Koca bir kır bu şehir sevgilim,
Uçsuz bucaksız yanan bir çayır bu gezegen.
Alev alev yeşilden çimenler bu savaş.
Kordan kırmızı genç aslanların gözleri,
Lavdan patlayıp kafesleri eritmeye geliyor yürekleri.
Koca bir kır bu şehir sevgilim,
Mısra mısra diziyor kağıdına tüfeğini bir şair,
Noktası dudağındaki bir damla zehir bu bitmez sevdanın.
Bir aslan ölüyor sonra en cesurundan,en cevvalinden,
Ve seni bundan sonra düşeceği bin alemin,bin yaşamın her suretinde hala arıyor olacak,zehrinden geçip dudaklarının cennet kokusundan...
Ve benimde sırtımda karanlığın hançeri saplı sevgilim.
Karanlığın eli tutuyor hatta hala sırtımdaki hançerini,hissediyorum ellerinin ağırlığını sırtımın gerisinde.
Kanıyor bir dosta dayamam gereken sırtım ardımda.
Sıcacık tarihim akıyor sanki göklerden sırtımdan aşağı şanlı bir şelale gibi.
Ve benimde sırtımda karanlığın hançeri saplı sevgilim.
Çıplak üşümüş ayaklarım kırmızı sıcak bir denizin içinde ısınırken yazıyorum bunları sana.
Kafese kapatılmış tüm cesur aslanlar.
Korkma.
Ve korkma.
Çünkü korkma.
Seni seviyorum...


10.19 her sevda bir vatan.her vatan bir sevda.vatan sever bir çocuğa ekmek veriyorum içimin çorba kaynayan ocak başında oturtup.ruhum su döküyor toprağına dudağımda fısıltılı dualar ile.Vatan şairi Namık Kemal'e tüm minnetim ile...Şair saolsun...
Vatan Mersiyesi'ne bir selam çabası şair çocuğun tek çabası...