31 Mayıs 2025 Cumartesi

Melekler zırhlarını giyiyor her gece yüreğimde sevgilim

 
Rüyanda görmüşsün beni,öyle dedin.
Cehennemin işlemeli ceviz kapılarında beklemişim seni bir gece boyu,
Kafa tutmuşum ateşlerine tüm dünlerin,
Aşk sarhoşuydum hep ben bilemedim,
Emin olmak için sanki,
sokulup sabahın ilk ışıklarının dudaklarına,
ısırmak istercesine tüm pişmanlıkları ılık tenlerimizden sökercesine,
Öpmüştün beni,yüzüme bakıp merakla.
Yaklaş sokul koynuma kanat çırpan hafif adımlarında çıplak ayak uçlarının.
Hatırlarsın,
Dandik bir divandı karşında bu sevda aleminde tek sandalım,
Ve sarayının karşısına bağlıydı tüm masallarım.
Gir koynuma sevişelim bin pişmanlık bin yanlış tutuşsun köylü gönlümün sıvasız gri odasında ocakta...
Salon çam sakızı,kozalak koksun kan dolan terli yüzümüzde...
Ekşi mi ekşi çakıl kadar keskin bir yeşil erik kopsun düşsün ağaç dibindeki tuzun içine sonra dalından,
Bir uğur böceği korksun irkilsin tuzun yanında.
Gel ısıralım bir eriği aynı anda seninle,
Öpüşmeye bahanemiz olsun ağzımızda birbirine karışan tadıyla.
Ve yetmesin biri bize asla.
Dudaklarında yakalayayım gözlerimi kamaştıran lezzetiyle ekşiliğini hayatın.
Sen uzan çırılçıplak o elma ağacının yanından yeşil çimlerden güneşe...
Gıdıklasın seni sırtından akan bir damla ter  ardından,
bir doruktan eriyip bir selmiş gibi aksın sırtının çizgisinden aşağı çağlayanlar sonra,
Ve denizine ulaşamadan uzanıp buz gibi bir dereden su içercesine yakalayıp içeyim o bir damla selinin hepsini,şifam niyetine...
Dereleri içip bitiren,sevdanın deviyim dağlarda.
Kovulmuş masum meleğiyim göklerin,çekilmiş beyaz kanatlarımda kan,ağlayıp düşen kaybıyım güzel bir tanrıçanın.
Kovulan satırlarıyım tüm pişman sevdaların.
Nasılım diye sormuşsun,
Bilmiyorum inan,tütünüm pas tutuyor toprak dam avuçlarımda ama,
Yaprak mı kurudu yaşlanıyor yoksa altına mı dönüyor dokunduğum her şey inan bilmiyorum.
Çölde yağmur duası gülüşüm yüzümde,
Sanki bir peygamber bekliyorum.
Rüyanda görmüşsün beni,öyle dedin.
Cehennemin işlemeli ceviz kapılarında beklemişim seni bir gece boyu,
Şeytanlar dans ediyor şarkı söyleyip,ve bir düğün var mahşerde sanki,
Keskin bıçak dağlar bile yanıyor uçurumlarda,
Ben keçisi düşülesi cennetlerin düşmemi beklediği,
Ben cehennemin doruğunda yerçekimine hasım kuşların bile titrediği bir noktada,
toynaklarımda tanrının yapıştırıcısı kutsal tükürüğü sürülü sanki,
Ve ben korkmuyorum uçamamaktan teki kırık kanadımla.
İçimde her gün yakalayıp boğduklarım,bıçakladığım her kırgınlık beş para etmez insanlardan.
Kimi vursam,kaçını batırsam içimin denizine içimdeki gecede,
O kadar intihar ediyorum ruhumdaki zifir rengi mağarada.
Ah aah,
Melekler zırhlarını giyiyor her gece yüreğimde sevgilim,
Dünyanın bilmem kaçıncı savaşı çıkıyor ne zaman şimşek çaksa gözlerimde ve gürlediğinde içimdeki sağanak,tüm karanlık gökler...
Rüyanda görmüşsün beni,öyle dedin.
Cehennemin işlemeli ceviz kapılarında beklemişim seni bir gece boyu,
İyi görünmüyordum sanırım,
Merak etmişsin.
İyi değilim.
Doğruların uçsuz bucaksız denizinde hem bir balığım hem de yalanların ağını örüyorum tüm sökülmüş balık ağlarından sevgilim.
Nasıl mıyım ?
Sorma,
İçim bombok,dışım çok çok iyiyim der sana sevgilim...


09.21 sorulası düşleri suluyor demliğim içinde soğuyan çayların ardından...

Doğrunun doğrusu var,yalanın yalanı çocuk

 
Doğrunun doğrusu var,yalanın yalanı çocuk,
Sonra kuyruklusu her şeyin.
Değişiyor devri alem yani,
Değişiyor ellerimizi yıkadığımız toprak bile şimdi.
Sanat,bir bardak insan aslında,ruhunun sıkılıp bir bardakta bekletildiği,
Her şey,her tane,her damla,her rüzgar siniyor içine.
Tadını değiştiyor ruhunda ellerine değen her ot,
Her güneş yada başını okşadığın her tuz tanesi...
Kim tadına baksa bir yudum sanıyor ömrünü.
Doğrunun doğrusu var,yalanın yalanı çocuk,
Koca koca dağların tepesinde içi yağmur dolu çukurlar var denizmişcesine,
Dağların denizine kendini çizen ressam bir gök var pırıl pırıl maviden tepemizde...
İçimde sular var,ayağımda denizler.
İçimde ateş var,yüzümde ardımdaki is kokusu yangınlar.
Doğrunun doğrusu var,yalanın yalanı çocuk,
Ah ah,
Sevgilimin sessiz dudaklarından geçtim, 
ve gözlerinin selamı var...


00.25 nefes alamadığım sevdasız anları var yaşamanın.
su yalan aş yalan işte o zaman,ne varsa nefes gibi sevdada var...

30 Mayıs 2025 Cuma

iç ezdiğin suyunu ruhumun ve tükür beni

 
Kızgınız ikimiz de.
Neye kime neden bilmiyoruz tam da belkide.
Hisler uçup gidiyor artık mutlu bir çocuk kovalaması ile korkan avludaki kuşlar gibi sevgilim.
Geriye yorgun bir akşam,yorgun karanlıklar kalıyor sadece artık.
Ayaklarımızda yorgun,acıyan bir seyahatname var sanki,
Ama yürüdügümüz aynı sıkıcı sokaklar,koridorlar aslında sadece...
Kızgınız ikimiz de.
Neye kime neden bilmiyoruz tam da belkide.
Kimsenin olmadığı bir saatte kimsenin olmadığı bir ormanın derinliklerine gitmeli belkide bağırabilmek için her şeyi.
Yapabilir misin bilmiyorum,
Yapamazsan eğer,
Al beni dudaklarından içeri,
Çiğne,çiğne durmadan şifası tek benmişim gibi ekşi bir ot gibi,
Çiğne,çigne iç ezdiğin suyunu ruhumun,
ve tükür beni.
Ya da geriye kalan tüm her şeyi...


09.31 bir ağaçmışım gibi gel ve sarıl bana tüm benliğinle,
konuş anlat her şeyi tek tek,
Hazırım dinlemeye...
şifa bulsun yüreğin sevgilim.

Kendimden kırıntılar serpiyorum yürünesi yollarıma

 
Kendimden kırıntılar serpiyorum yürünesi yollarıma,
Kendimi bulabileyim diye.
Sabahın dördü beşi belki,bakmıyorum,
uyanıyorum yapayalnız.
Ağzımda paslı bir demir bıçağın tadı,
Kapatıyorum ruhumun üç adam boyu çınardan kapısını,
Susuyorum içimdeki her cinayeti ve savaşı.
Kendimden kırıntılar serpiyorum yürünesi yollarıma,
Mutfakta ocakta unutulmuş yıldızlardan bir pilav.
Başımda,uzansan koparıp yiyebileceğin yemyeşil erik misali hayallerim var,
Benim kırılmaz yeşil göbekli baloncuklarım...
Her akşam rüzgarda dans eden sanki dalında kalabalıklar...
Kendimden kırıntılar serpiyorum yürünesi yollarıma,
Ütülü,ütüsüz farketmez giyiyorum üzerime her günü aynı memnuniyet ile.
Yüzümde özenle boyanmış bir mutluluğun maskesi doğuyor her gün ama her gün üşenmeden yeniden,
Ve her şafakta uyanıp yeniden yeniden boyuyorum onu o gün için.
Ustalaştım da artık sanırım,
Bence gayet iyiyim.
Kendimden kırıntılar serpiyorum yürünesi yollarıma,
Seyyahıyım kendimden kaçmalarımın,
Bu kaçıncı bilmiyorum dünya alemi turumun,
Yedi,sekiz...On,yüz,bin...
Geriye yürüsem kendimi ve toplasam tek tek her şeyimi,
İnan afrikadaki tüm güvercinler doyar,
Yada gezegendeki tüm çocukların acıları,ağrıları susar bir günlüğüne de olsa,
Kırıntıları ıslatıp sararsak eğer...
Yok yok hayır,
Ben de muhtaç olsam da en çok onlara,
Doktorlar yalancı sessiz cellatları o vampirlerin.
Kendimden kırıntılar serpiyorum yürünesi yollarıma,
Çok çok uzaklaştım kendimden inan,
Bulamıyorum artık kendimi nereye baksam...
Kendimden kırıntılar serpiyorum yürünesi yollarıma,
Tatlı küçük pençelerin misali parmak uçlarından tek tek toplayıp tüm yaşadıklarımı ve beni,
Beni bul lütfen...


09.11 sabahın körü değil,gören gözleri...

A tea glass of sour ayran, a few broken wheat from the ground

 
A big fire, a big war is coming, 
An ancient shaman is blowing the apocalypse into our ears again, 
Tomorrow will be hunger, enemies and bombs in our meadows, 
Never mind the buzzing of bees, the off-key shrill song of flies, my love, 
Let's be hand in hand and eye to eye in the last minute Sur's breathless concert, 
A tea glass of sour ayran, a few broken wheat from the ground, 
Enough to satisfy me... 
Either we win, or we win, don't worry my love, Or we will all burn until there is no victory left to win in this beautiful blue boat of the universe...
The stars float like fireflies in the black lake, the broken oars of all our dreams in the space above us... 
All wars are ours, my love... 


09.41 in a village where there is no winning, all learning is a lifetime, my love, 
and losing the bitter, sharp honey of all the flowers that bloomed yesterday, hidden in the black hives... 
the most with a life and a sip of martyrdom, losing more than a spoonful of life burns us, my love... 
and my martyr's finger is in the air alone, pointing to the sky with a silent prayer for the bloody sinners...


29 Mayıs 2025 Perşembe

Bir çay bardağı ekşimiş ayran,birkaç kırık buğday yerden

 
Bir koca yangın,büyükçe bir de savaş gelir imiş,
Üflüyor kıyameti yine kulaklarımıza kadim bir şaman,
Yarınlar açlık,düşman ve bombalar açacakmış çayırlarımızda,
Boşver arıların vızıltısını,sineklerin detone tiz şarkısını sen sevgilim,
Senle elele göz göze olalım da son dakka sur'un nefes nefes konserinde,
Bir çay bardağı ekşimiş ayran,birkaç kırık buğday yerden,
Yeter doyurur beni...
Ya kazanırız,ya kazanırız merak etme sen sevgilim,
Yada yanarız hepimiz kazanacak hiç bir zafer kalmayana dek bu mavi güzel sandalında kainatın...
Süzülür siyah gölünde ateş böceği misali yıldızların,tepemizdeki uzayda kırık kürekleri tüm hayallerimizin...
Tüm savaşlar bizim sevgilim...


09.41 kazanmanın olmadığı bir köyde,tüm öğrenmeler bir ömürdür sevgilim,
ve kaybetmek acı keskin balı dün açmış tüm çiçeklere saklanmış kara kovanların...
en fazlası bir can ve bir yudum şehadet ile,
kaybetmenin bir kaşık candan fazlası yakar bizi sevdiğim...
ve şehadet parmağım havada tek başına,göğü gösteriyor eli kanlı günahkarlara sessiz bir dua ile...

Lemon flowers in the garden of my madness

 
Tangerine trees in the garden of my madness. 
I planted olives in your name, now they have grown green thousand-year-old leaves. 
My closet is dry, The water of the fountain of loneliness far away from home, 
A pinch of salt and a bite of bread in my mouth that I chew, my only wealth... 
Spring has come, summers have passed, The snow of the raw has melted from her head to her skirt, 
The feet of a beautiful girl have gotten wet. The withered days have turned yellow on the branches, 
From the hereafter, fold my dry little bread, touch the water of the apocalypse and wet your hand like that...
Lemon flowers in the garden of my madness. 
I had bloomed poppies in the meadows in the days when bees flew and sprinkled them... 
We hugged a lot and asked for permission from trees and branches, 
We stepped naked on the ground and kissed the hands of every leaf on the holiday... 
Squirrels' arrows do not hit the daisy, 
The half wind catches all the arrows like lightning that are said to be uncatchable... Nettles in the garden of my madness. 
They bite all the hands that are extended, The small sharp knife guard dogs of the soil. 
A dusty old song hanging from a tree behind me, 
Water flows murmuringly in the most beautiful poem of the season, 
Happy dogs, donkeys, cats and dragonflies rising from their wells spreading their wings in pursuit of a weak light in my head, 
Whoever I hug you, whoever I kiss, my lips always get cold like a January day...
An old oil can, a rose bush on the window of my madness. 
I have written a thousand letters and folded them at the bottom... 
If you hear a thousand, if you don't, a star falls from my sky. 
A fire falls, a fire starts in the sky, a gift from the suns, 
My insides are a hundred dried pine cones, a pine tree with the scent of gum, 
I tremble the most whenever I catch fire, 
I have many nests in my branch... 


09.02 A flame burns a thousand years in a few hours, my love. 
I don't think justice has a scale, or mercy has a book of calculations...

Deliliğimin bahçesinde limon çiçekleri

 
Deliliğimin bahçesinde mandalina ağaçları.
Zeytinler ekmiştim adına,büyümüşler şimdi yemyeşil bin yıllık yaprakları.
Dolabım kurudur,
Suyu ırak eve yalnızlığın çeşmesinin,
Bir tutam tuz bir lokma ekmek ağzımda çignediğim,tek servetim...
Gelmiş bahar geçmiş yazlar,
Erimiş ham'ın karı kafasından eteğine,
Islanmış ayakları güzel bir kızın.
Sararmış solmuş günler dallarda,
Ahiretten katla sen kuru azık ekmeğimi,mahşerin suyuna değ de elini öyle ısla...
Deliliğimin bahçesinde limon çiçekleri.
Gelincikler açmıştım çayırlara arıların uçup serptiği günlerde...
Çok sarıldık destur istedik ağaçlardan dallardan,
Üryan bastık toprağa da el öptük bayramda her yapraktan...
Sincapların oku vurmaz papatyayı,
Yari rüzgar,tutar tutulmaz denen şimşek gibi tüm okları...
Deliliğimin bahçesinde ısırganlar.
Isırıyor uzatılan tüm elleri,
Toprağın küçük keskin bıçak bekçi köpekleri.
Ağaca asılı eski tozlu bir türkü ardımda,
Sular akar şırıl şırıl mevsimin en güzel şiirinde,
İt mutlu,eşsek,kedi ve başımda zayıf bir ışık peşinde kanat açmış kuyusundan yükselip yusufcuklar,
Kimi sarılsam sen,kimi öpsem bir ocak günü gibi üşür hep dudaklarım...
Deliliğimin penceresinde eski bir yağ tenekesi,bir gül fidanı.
Dibine bin mektup yazmış katlamışım...
Duysan bin duymasan bir yıldız kayar düşer göğümden.
Bir ateş düşer,bir yangın başlar gökte güneşlerden hediye,
İçim açmış kurumuş yüz kozalak,sakız kokulu çamdır,
En çok ben titrerim ne zaman tutuşsam,
Dalımda yuvam çoktur...



09.02 bir alev bin yılı yakar bikaç saatte sevgilim.terazisi yok bence adaletin,yada hesabı kitabı merhametin...

öp beni sevgilim,öp beni küçük aptal

 
- eeee peki şimdi ne olacak ? Ne yapacağız biz şimdi seninle ?
 
Sen bıçaklanmışsın çoktan,yaran eskimiş kokmuş ve ölümü öpüyor her gün usul usul o uyurken üstelik,yaranın ıslak kabuğu teninden...

Ben,bu kuzu ruhumla bağlanmışım zindanımda,bileylenen bıçağımı izliyorum ağzında kadim dualar ile celladımın elinde...

- öp beni sevgilim,öp beni küçük aptal...

Kurusun tüm kanunları susuz kalmış mor püskül çiçekli dikenler gibi tüm doğruların,
olması gerekenlerin,başkalarının yazdığı uydurduğu,tüm güç imparatorluklarının...
yıkılsın kaleleri,kuleleri tüm kendimize yalan söylemelerin haydi...
kırılsın,denize zincir vuran kırılmaz denilen tüm prangalar şehrin güzel ayak bileğinden artık,yeter...

öp beni sevgilim,öp beni küçük aptal...



11.22 başka dermanı yok bu derdin.başka merhem şifa vermez bu yaraya...
şimdi bırakıyorum yazmayı,yazmaktan başım dönüyor sevgilim...

Romantik melankolik gazoz birliği

 
Bir ordum var içimde düşlerimde sevgilim,
Adı,
Romantik melankolik gazoz birliği.
Savaşa giren beynimin şu zavallı düşleri.
Kıpır kıpır patlıyor yüzümde burnumda heyecanla tüm baloncuklar,
masum çayırlarda bombalar gibi...
Neyi fethedecek yaşlı,paslı üç metrelik mızrak uçları tenimizden kanlarımızı çalıp.
Ne işine yarayacak kanla sulanmış bir ovada binlerce ölü gelincik ve yerde ölü yatan papatyalar,
Mis gibi kokmayacaksa burnuna bir zafer,
Orayı savaşıp kazanmanın bir damla kadar dahi ne önemi var...
Romantik melankolik gazoz birliği.
Savaşa giren beynimin şu zavallı düşleri.
Bir haziran güneşi bıçaklar artık sırtımızdan bizi...
Kazananı olmaz sevdanın sevgilim,
Gel beraber elele seninle herşeyimizi kaybedelim...


11.05 sağanak düşler,şemsiyesiz ıslak gülüşler mevsimi zaman gözlerimizde sevgilim.

yalnızlığın tatlı,kasvetli yaz mevsimi

 
Üç karınca var elimde.
Saksıda dev bir ağaç,toprak bir imparatorluk belkide.
Bayat bir somun ekmek,
bir balina gibi yenir belki üç karınca ömrü boyunca...
Üç karınca var yanımda.
Gitmiyorlar da asla.
Belki bir yuvaları var tenimde.
Su içer mi bir karınca bilmiyorum mesela,
Yada soğuk bir gazozda uzanıp serinler mi hiç haziranda.
Üç karınca var ruhumda,
Yürüyorlar alem-i beni.
Şiirden yumurtalar dolu içim...
Ve sesini duyuyorum,
kabuk kırıyor mısralar tek tek kafamda geceleri...
Üç karınca var içimde,
ve birileri...
Gıdıklıyor ne zaman düşünsem her adımları tenimi...


10.53 yalnızlığın tatlı,kasvetli yaz mevsimi...

Hangi kuşun uçamasın diye çekilir ki bembeyaz kanadından o kutsal tüyleri

 
Bana giydirmeye çalıştığın bu deli gömleği,
Hangi kuşun uçamasın diye çekilir ki bembeyaz kanadından o kutsal tüyleri.
Deli değilim demek istedim ama dudaklarımda yakaladın kanadından tüm o uçuşan kaçışan sözleri,
Deliler deliyim demezmiş öyle dedin sevgilim,
Haklısın,
Kuşlar da uçmak istiyorum diye bağırmazlar her sabah sana ama.
Ah aah,
Bana giydirmeye çalıştığın bu deli gömleği,
Hangi kuşun uçamasın diye çekilir ki bembeyaz kanadından o kutsal tüyleri.
Ben bir denizatıyım senin okyanusunda sevgilim,
Ve binlerce balina doğuruyorum sana her gün bıkmadan usanmadan yarılıp tanrıçasız karnımdan...
Bana giydirmeye çalıştığın bu deli gömleği,
Hangi kuşun uçamasın diye çekilir ki bembeyaz kanadından o kutsal tüyleri.
Deliler deliyim demezmiş öyle dedin sevgilim,
Haklısın,
Haydi ben istisnası olayım bu rutin düşlerin o zaman,
Delinim senin,
Hamura ateş gibi,balığa deniz gibi...
Haydi ben istisnası olayım bu rutin düşlerin o zaman,
Ben deliyim galiba sevgilim...


10.35 itirafı itiraz.sessiz çığlıklarda bir deniz gibi...

Bi sarılsak yüz yıllık bir demin lezzetli tadı düşecek yüzümüze

 
Her salınımın bir titreşimi varmış fezada akıp gitmeye devam eden,
asla durmayan yankı yankı yürüyerek uzaklaşan...
Tesla yazmış bu şiiri ben değil.
Durgun bir göle fırlattığın yada bir karganın ağzından istemeden suyun pürüzsüz yüzüne düşürdüğü bir çakıl taşı gibi,
Düştüğü noktadan doğan bir bebek misali,
Huzurla halkaların yürüyerek konuşup bir çocuk misali büyümesi gibi,
Bizler gibi yani,
Titriyormuş sözlerimiz,gözlerimiz,ruhlarımız sevgilim,bir saniye dahi hiç durmadan hem de asla...
Titrek sevdalar kazılı çınarlar sıra sıra önümüzde yani senin anlayacağın tarihler boyunca,
Leylalar mecnunlar,
Julietler romeolar dillerde,
Adı sanı bilinmez aşkların masalı daha da derinlerde.
Beni çağırıyor ellerin,parmaklarının ucu bir mıknatıs gibi hissediyorum.
Bi sarılsak yüz yıllık bir demin lezzetli tadı düşecek yüzümüze,
Yaban gülüşler açacak renk renk çatlayan duvarında tüm surat asışlarımızın belkide...
Titreşimlerimiz huzursuz kaç zamandır sevgilim,
Titrer ellerimiz ayaklarımız birbirimizi gördüğümüzde,
tutmak ister gibi yeniden sanki tüm özlemleri birbiri ile.
Sen boşver her şeyi sevgilim,
Çalma kapısını bile,dudağını dudağıma yasla sadece,
Kocaman bir dağın yankısı gibi kükrer yalnız seni dinlemeye yemin vermiş bir derviş misali etrafında dönen kulaklarımda,
Ben duyarım her kalp atışını bile inan...
Dudağın dudağıma dayasın başını bırak,
Sonrasının önemi yok,ne olacaksa olsun,
Titresin yeni yepyeni ruhumuz dudaklarımız yırtıp kozasını,
Varsın olsun,
Yeniden doğsun içimizden gencecik,kükreyen kudretiyle tüm o sevdalı titreşimler,
Yıkılacaksak yıkılalım,
Dirileceksek dirilelim yeniden bırak...
Sonsuzluğun ince tülden örtüsü altında,
güneş sızarken toprağımızın çatlaklarından içeri,
ve kamaşan gözlerimizi ısırırken yumuşacık sanki sevişir gibi,
Bu kadar bekledikten sonra yetmez asla yüzlercesi,
Binlerce sevişmenin ardından belki,
elele ve açamamacasına yorgun gözlerimizi,
beraber uyuyacaksak şayet,
bırak bir daha hiç açmayalım bile gözlerimizi...
Allah rahatlık versin,
Ve sevdamız rüyalarımızı,
Amin.


09.59 FiN.

Nikola Tesla ; “Evrendeki her şey kendi frekansında titreşir ve birbirlerini harmonik olarak etkiler”

28 Mayıs 2025 Çarşamba

üzerine her gün bastığımız yeminlerimizin üzerinde

 
Çay krallığımda bir gün daha batıyor işte sevgilim.
Duydum ki çok yakınlaşmışsın,
açık denizin fırtınalarından yorulup birinin limanına kendini bağlamaya.
İnancın fedakarlığından kazınan o kadim esaretin yüzüğünü parmağına takmaya...
Vazgeçmişsin sonra...
Hayat bu.
Elbette böyle olacak.
Böyle akacak yağmurlar,
Böyle büyüyecek çimenler,
üzerine her gün bastığımız yeminlerimizin üzerinde elbet.
Ama nebileyim elimde değil inan ki,
Durduramadım yine de içimi,
Yüreğimde hortumlar çıktı,
Tüm içimde yaşayan hatıralar korktu evlerine saklandı.
Limanlarım yandı,tüm gemilerim sımsıkı bağlansa da çatladı ve battı...
Yüreğimde hortumlar çıktı,
Tüm masum şiirler uçtu havalandı,
cümleler başka başka yerlere savruldu ne anlatacaklarını da unutup...
Yaşamak yağmalandı tümüyle içimde sevgilim...
İçimde bir şehir yıkıldı.
Çay krallığımda bir gün daha batıyor işte sevgilim.
Üç bardak bir kaşık aslında herkesin peşinde koştuğu servetim...
Yaşım kemale ermiş sanırım artık,
Şekersiz içiyorum düşleri,
Kaşığım,kulağımda özlediğim seslerin aksesuarı sadece,
Alışkanlığımdan bardağımda boşa çeviriyorum...
Sanırım seni özlüyorum her nefes aldığımda,senden miras adımı hatırlayıp hala.
Duydum ki çok yakınlaşmışsın,
açık denizin fırtınalarından yorulup birinin limanına kendini bağlamaya.
İnancın fedakarlığından kazınan o kadim esaretin yüzüğünü parmağına takmaya...
Vazgeçmişsin sonra...
Hayat bu.
Elbette böyle olacak.
Böyle akacak yağmurlar,
Böyle büyüyecek çimenler,
üzerine her gün bastığımız yeminlerimizin üzerinde elbet.
Ya nasıl olacaktı küçük aptal...değil mi.
Soru işareti koymuyorum,
çünkü soru sormadım,merak etme zaten biliyorum.


09.04 peki benimle yakınlaştın mı hiç bu düşe sevgilim ? Daha mı yakındık sence biz geçtiğin bu limandan birbirimize ? Kapanmışım sanki tibette bir manastıra yada hirada karanlık kuytu bir mağaraya,dervişiyim sanki asırlardır bu soru'nun...
(ben doğrusunu bilmediğim için değil bu yanlış ayrım,sen beni yanlış anlama gafletine bir an bile olsa asla düşme diye...)

Gönlümde parlayan kafesleri esaretin

 
Bir köleyim zamanın altın kumlarından çölünde.
Ayaklarım yalın,ellerim çift kat nasır.
Çalışmaktan kurur akşama dek gözlerimde,
Bana cennetten emanet yemyeşil çayırlarım.
Emanete hıyanet bir zaman bu malesef.
Bir köleyim zamanın altın kumlarından çölünde.
Buhar olur uçar ellerimden her gün yaşamanın telaşı ve sıcağından tüm hayallerim.
Soysuz ağlamalar atlası tozlu aynamda kirli yüzüm.
Ağladığım yollar tertemiz yüzümde,pırıl pırıl ırmakların susuz yatakları görünüyor yanaklarımda...
Bir köleyim zamanın altın kumlarından çölünde.
Çalış çalış üç buğday tanesi avcumda sımsıkı sakladığım akşamımda.
Üç kafes var kalbimin kerpiç evine asılı,
Üç kuş besliyorum içimde.
Aç bitap gülümsemeler fırtınası ruhum,
Taş zemine uzanıp tavanımda yıldızları izliyorum.
Ve kulağımda kuşların şarkıları...
Bir köleyim zamanın altın kumlarından çölünde.
Gün geliyor kimi zaman,oturup özgürlüğü özlüyorum...
Gönlümde parlayan kafesleri esaretin,
Tek tek o kafeslerin kapısını çözüyorum.
Açıyorum kalbimi özgür göklerine gerçekten yaşamanın.
Odam karanlık,
odam küçük bir kutu sanki kanadı kırık yavru bir kediye,
Ben güneşi yazıyorum...
Gönlümde parlayan kafesleri esaretin,
Tek tek o kafeslerin kapısını çözüyorum.
Azad ediyorum tek tek o güzel ruhlarını cennetin.
Uçun gidin lütfen,
Sizi seviyorum.
Kurtulsunlar istiyorum kalbimin kemik kafeslerinden,
Hafiflesinler,uçabilsinler kolları kanatları ağrıyana dek gökyüzünde.
Ziyanı yok birkaç saat ancak yaşayabilseler de olur,
Bin yıllık esaretten daha güzeldir bir saatlik özgürlügün kana kana içeceğin o eşsiz lezzetli nektarı...
Gönlümde parlayan kafesleri esaretin,
Tek tek o kafeslerin kapısını çözüyorum.
Azad ediyorum tek tek o güzel ruhlarını cennetin.
O an anlayamadınız belki ama,
Çok sonra anlayacaksınız eminim beni...
Sizi tüm esaretlerden çözüp kurtarıyorum,
Ölmeye yakın,her sorunun çözümü elinde ama yine de artık onlara bakmaya ihtiyacı olmayan bir bilge gibi...
Gönlümde parlayan kafesleri esaretin,
Tek tek o kafeslerin kapısını çözüyorum.
Azad ediyorum tek tek o güzel ruhlarını cennetin.
Akşam oldu eve döndüm.
Şimdi kapıları açık boş kafesler söylüyor gözlerime özgürlüğün şarkısını,
Avcumda üç buğday tanesi günden kazandığım,
Tek tek boş kafeslere üleştiriyorum...
Uzanıyorum sonra yere,
açlığın ince ipine çıkan bir cambaz misali,
Kapatıyorum gözlerimi,
Hayalimde kalan kırıntılardan kuşların seslerini dinliyorum...
Islak parmak ucumda bir sıcak şarkının sözlerini topluyorum hayalimdeki sesinden,
Dilime kulağıma düşen bikaç yalancı kırıntı belki,
Ama inan ben bu gece en mutlu sofradan hediye tarifsiz bir tokluğa uyuyorum...


08.19 

kalbindeki kafesin kapısı kırıktı belki,
hiç kafamı çevirip bakmadım,
ama yine de hiç ama hiç çıkıp gitmedim,
uçmadım kalbinin altın kafesindeki tüneğimden bir boy bile...
kim doğruydu,
kim daha haklı bilmiyorum hala inan...
umarım sen haklısındır,
çünkü bende durum fena...
Birimiz kazanalım bari feleğin şu tavlasını,
Sevinebilsin bu sayede diğeri de...

27 Mayıs 2025 Salı

Sinner in the cage

 
I am a sinner in a cage. 
My food and water are full, 
My breaths are captive, all the flying is captive on my wings. 
My cage is perhaps golden, 
These eyes of mine that are in love with you do not see. 
All my suns that are waiting for me to fly and my poems are sleeping outside in fake shadows... 
I am a sinner in a cage. 
My food and water are full, 
All the forests I secretly escaped are captive, all my lovemaking is the fire of doom... 
My cage is decorated with silver and ruby, perhaps, 
These eyes of mine that are in love with you do not see. 
All the letters that I wrote to you and hid in the chest of my lips are sleeping in fake lovemaking on lips as warm as sin. 
I water poems so that you will burn them, I grow trees in the forest in my eyes, my love... 
The smell of pine swaying in the wind of your steps, from the delicate branches of your hair to my face... 
And the ships are burning in every port for the sake of inns and kings that will say no to me. 
I only tie you to my dock on the shore of my heart... 
I am a sinner in a cage. 
My food and water are full, 
Cries are captive, all my tears are always captive in the sorrow of the clouds on my face... 
My cage is perhaps a palace, 
These eyes of mine do not see that they are in love with you... 
All my cries that want to shout and throw themselves at your feet and seal your lips with the dried salt are asleep in fake smiles...

12.41 

The sacred sharp sword that stuck into my chest, grabbed and opened me, 
as it climbed shamelessly like a rose branch, breaking my ribcage and climbing to the sky, 
please cut off the tongue of my heart that keeps shouting my beloved's name into the dark cave of my chest, 
imprison me in silence in the tiredness of bloody floods...

Kafesteki günahkar

 
Kafesteki günahkarım.
Yemim suyum tam,
Esir nefeslerim,esir tüm uçmalar kanatlarımda.
Kafesim altın belkide,
Görmüyor ki sana aşık bu gözlerim.
Uyuyor sahte gölgelerde dışarıda uçmamı ve şiirlerimi bekleyen tüm güneşlerim...
Kafesteki günahkarım.
Yemim suyum tam,
Esir gizlice kaçtığım tüm ormanlar,kıyamet yangını tüm sevişmelerim...
Kafesim gümüş işleme yakut süslü belkide,
Görmüyor ki sana aşık bu gözlerim.
Uyuyor sahte sevişmelerde günah kadar sıcacık dudaklarda aslında sana yazıp dudaklarımın sandığında sakladığım tüm mektuplarım.
Sen yakasın diye ben şiirler suluyorum,ağaçlar büyütüyorum gözlerimdeki ormanda sevgilim...
Çam kokuyor adımlarının rüzgarında sallanıp saçlarının narin dallarından yüzüme...
Ve gemiler yanıyor bana hayır diyecek her limanda hanlar,krallar uğruna.
Ben seni bağlıyorum yalnızca gönlümün kıyısında iskeleme...
Kafesteki günahkarım.
Yemim suyum tam,
Esir ağlamalar,esir her daim tüm yaşlarım yüzümdeki bulutların kederinde...
Kafesim bir saray belkide,
Görmüyor ki sana aşık bu gözlerim...
Uyuyor sahte gülüşlerde,haykırmak ve ayağına kapanıp dudaklarını kuruyan tuzu ile mühürlemek isteyen tüm ağlayışlarım...


12.41 

göğsüme saplanıp içimi tutup açan kutsal keskin kılıç,
bir gül dalı gibi arsızca tırmanırken göğüs kafesimden kırıp göğe tırmanırcasına beni,
durmadan sevgilimin adını göğsümün karanlık mağarasına yankı yankı haykıran kalbimin dilini kes ne olur,
kan revan sellerin yorgunluğunda sessizliğe hapset lütfen beni...

The graveyard of corporate beliefs

 
Society,the graveyard of corporate beliefs,my God,
A marketplace of gatherings, big cities are now just.
All the lying market vendors are shouting your name and you continuously, 
They have actually long forgotten you, 
They have stopped talking to you alone, 
But they are deceiving everyone and themselves... 
They are afraid to admit it even to themselves in the mirror... 
The graveyard of corporate beliefs, my God, society, 
They have actually long forgotten you... 
A time of caged acting, zoos in the city and all gold medal war tactics... 
I am in the fire of a thousand troubles, 
I am a healing center for a single trouble dripping from my burning and drying body... 
I am at the bottom of the place that darkness calls darkness. 
I am one of those who cut off the pain for a drop of light and flutter their wings from my skin to the fire of truth. 
The name of love is passion or self-sacrifice, 
I am one of those who still give pure white flowers in deserts that have dried up without water for a century... 
Society, the graveyard of corporate beliefs, my God, 
They have actually forgotten you long ago...
Those who think they have taken the mind's breath counting paper lies in their pockets, 
A time these days it is not clear who is a slave to whom,who is a disciple to whom, 
I don't know how many gods these limestone prayers have, you forgive me, Even marbles crack from the hot and cold of lies... 
The graveyard of corporatized beliefs, my society god, 
They have actually forgotten you long ago... 
Huge glasses in front of me, 
A giant mug of ayran, and a tea as big as a huge glass building, 
I don't know whether to die sleeping or waking up, 
All the treacherous sins of the future are cooling down in front of me... 
The graveyard of corporatized beliefs, my society god, 
They have actually forgotten you long ago... 
They always pretend that you are on their mind... 
Lies have put on plastic green leaves so that they look more innocent now. 
The truths, waterless, dried up and neglected, abandoned in old pots on the window, my God... 
Please give us rain, 
Save us from the treacherous hands of your servants who are condemned to forget.
Please give us rain, 
Let greens sprout again,let the lands of truths give birth like four-leafed clover... 
Society, the graveyard of corporate beliefs,my God, 
In fact, they have long forgotten you... 
This theater of lies,played regularly many times every day with a unique music... 
They even deceive you, 
bending down and kissing the end of your infinite mercy... 
Please don't be fooled by them, 
Blow the flute of the apocalypse into their ears, my God, 
Let the fear inside them burn, destroy, shake and pull them out like rotten teeth... 
A drop of candle in the darkness, 
A shadow of flame in the blinding eternal light, 
A drop of water in the embers, 
A drop of fire in the hell of ice, 
In the endless hells of all these multitudes, always hold my hand with the little,my God, 
Amen.


10.29 The ants on the planet dig and build nests for themselves. 
The stars scatter crumbs from the sun from our eyes to our doors... 
and we collect good deeds from star dust for our children in our one-year life before the great winter when we will sleep... 
The prayers of the faithful protect us by closing our tops, Noah's Ark from the spring floods... 
and above us, God's angels are as fast as lights, all the bumblebees... 
the devil is just a cicada watching us on a leaf above us... 

What does it mean to believe, as if God, You, me and a few prayers I have spun from sentences from me to you...


* Please forgive me for the idioms, metaphors and rhymes that may change from language to language due to translation. I am happy if we could even get a little closer to each other in the emotions felt.

Şirketleşmiş inançlar mezarlığı

 
Şirketleşmiş inançlar mezarlığı toplum tanrım,
Bir toplanmışlıklar pazarı büyük şehirleri artık sadece.
Tüm yalancı pazarcılar bağırıyor durmadan adını ve seni,
Aslında çoktan unutmuşlar seni,
Seninle başbaşa kalıp konuşmayı terketmişler,
Ama kandırıyorlar herkesi ve kendini hepsi...
İtiraf etmeye korkuyorlar aynada bunu kendilerine dahi...
Şirketleşmiş inançlar mezarlığı toplum tanrım,
Aslında çoktan unutmuşlar seni...
Kafeslenmiş oyunculuklar vakti şehirde hayvanat bahçeleri ve tüm altın madalyalı savaş taktikleri...
Bin derdin ateşindeyim,
Yanan kuruyan bedenimden damlayan bir tek derde bir damla şifahaneyim...
Karanlıkların,karanlık dediği yerin dibindeyim.
Bir damla ışık için acıları kesip tenimden hakkın ateşine kanat çırpanlardanım.
Adı sevda sevmenin yada kendini feda etmenin,
Bir asır susuz kuruyan çöllerde yine de bembeyaz çiçek verenlerdenim...
Şirketleşmiş inançlar mezarlığı toplum tanrım,
Aslında çoktan unutmuşlar seni...
Ceplerinde kağıttan yalanları sayıyor akıl demini aldım zannedenler,
Kim kime köle kim kime mürid belli değil bir zaman bu günler,
Kaç tanrısı var bu kireç taşı yakarmaların inan bilmiyorum,sen affet,
Mermerler dahi çatlıyor oysa yalanların bi sıcak bi soğuğundan...
Şirketleşmiş inançlar mezarlığı toplum tanrım,
Aslında çoktan unutmuşlar seni...
Önümde kocaman bardaklar,
Devden dev bir kupada ayran,koca koca camdan bir bina kadar bir de çay var,
Uyuyarak mı ölsem uyanarak mı bilemiyorum,
Soğuyor önümde gelecekteki tüm hain günahlar...
Şirketleşmiş inançlar mezarlığı toplum tanrım,
Aslında çoktan unutmuşlar seni...
Hep akıllarındasınmış gibi yapıyorlar...
Yalanlar plastik yeşil yapraklar takmışlar artık daha masum görünsünler diye.
Doğrular,susuz kurumuş ve bakımsız penceredeki eski saksılarda terkedilmiş tanrım...
Sen bize yağmurlar ver lütfen,
Kurtar bizleri kulların unutmaya mahkum hain ellerinden.
Sen bize yağmurlar ver lütfen,
Yeniden filizlensin yeşiller doğursun dört yapraklı şans yoncaları gibi doğruların toprakları...
Şirketleşmiş inançlar mezarlığı toplum tanrım,
Aslında çoktan unutmuşlar seni...
Yalanların tiyatrosu bu eşsiz bir müzik ile hergün defalarca muntazam oynanan...
Kandırırlar seni bile,sonsuz merhametinin eteğini eğilip öpüp...
Kanma onlara lütfen,
Kulaklarına kıyametin flütünü fısıltıyla üfle tanrım,
Bırak içlerindeki korku yaksın yıksın sallasın söksün çürümüş dişler misali hepsini...
Karanlıkta bir mum damlası,
Kör eden sonsuz ışıkta bir alev gölgesi,
Kor ateşlerde bir damla su,
Buzlar cehenneminde bir damla ateş,
Tüm bu çoklukların bitmez cehennemlerinde, sen az olan ile tut daima elimi tanrım,
Amin.


10.29 gezegendeki karıncalar yuvalar kazıp dikiyor kendine.yıldızlar güneşten koparıp kırıntılar serpiyor gözlerimizden kapılarımıza...ve biz uyuyacağımız büyük kış öncesi tek yıllık hayatımızda,yıldız tozlarından sevaplar topluyoruz yavrularımıza...inananların duası koruyor kapatıp tepemizi,bizi nuhun gemisi bahar sellerinden...ve tepemizde ışıklar kadar hızlı tanrının melekleri tüm yaban arıları...şeytan,tepemizdeki bir yaprağın üzerinde bizi seyreden bir ağustos böceği sadece...

İnanmak ne demek ki sanki tanrım,
Sen,ben ve birkaç dua cümlelerden eğirdiğim benden sana...

26 Mayıs 2025 Pazartesi

it's time to let go

 
Zamanı geldi sanırım ip çözmenin,
Elini bırakmanın,
Seni gördüğümde ardından artık bakmayı bırakmanın.
Dizlerine başımı sonsuz güvenle bırakmamın hayalini artık kurmamanın zamanı gelmiş sanırım...
Seni özlemeyi bırakmanın zamanı geldi sanırım.
Çok zor bir karar,biliyorum.
Dağılmış gitmişim kaybolmuşum otuzdokuz adım kopan bir kehribar misali...
Bulamıyorum kendimi,
Toplayamıyorum zihnimin tesbihlerini...
Kabre tabut bir esaret,
Sözler yeminler patlıyor dilimizde,
mayın tarlasına istemeden düşen kuşlar gibi.
Zamanı geldi toz duman olmanın,
rüzgara karışıp kaybolmanın zamanı geldi artık sanırım sevgilim,
Güle güle...


21.39 
şimdi ben neye yazarım,neye çizerim bilemiyorum...
anlamı yok artık güneşin,suyun bile sevgilim...
atomlarımıza kadar dağılıyoruz yıldız tozlarından parçalanıp geriye,ta ki bizden hiçbir şey kalmayana dek.
mayın tarlasına istemeden düşen kuşlar gibi...

25 Mayıs 2025 Pazar

mayısın yağmuru,temmuzun karı

 
Hatamız günahımız var mı sence,
yanlış bir şey mi yaptık böyle tertemiz ve güzel sevince,
Açık su gibi birbirimize böyle dökülünce...
Nasılsın iyi misin sevgilim,
Anlar mısın bilmiyorum ama,
Aslında bugün seni görmem lazım.
Kalmadı oyuncak kalbimin pili bitti çoktan,
Anlar mısın bilmiyorum ama,
Elini tutmam,seni öpmem,ellerini koklamam lazım.
Avuçlarından nefeslerimi döküp içmem lazım.
Hatamız günahımız var mı sence,
yanlış bir şey mi yaptık böyle tertemiz ve güzel sevince,
Açık su gibi birbirimize böyle dökülünce...
Şairler kahvesine gelsen keşke sen bir cuma akşamı, buluşalım,
Parka bakarız hayaller kurarız yıllar hiç geçmemiş gibi elele belki,
Susar karışırız o semtte yine birbirimize...
Ben bir zerre karınca mıyım bu kainatta yoksa dünya küçük mü söyledikleri gibi bilemedim.
Yaz oldu bir yağmur bastırdı aniden de bir anda,
Nasıl olduysa milyon tanesinden o gök yaşlarının,
Yine yorgun yüzüme nasıl olduysa bir sen düştün...


09.51 mayısın yağmuru,temmuzun karı.

Kabuk kaldırıyor tüm özlemler kan boyalı bir tırnakta

 
Annesinin sevmediği çocuk musun sen,
Babasının sarılmadığı geçmiş miyim peki ben,
İnan bilmiyorum,
Ama yine de bence hayır.
Bir bardak soğuk süt dudakların,
Ve karın ağrısı saatleri şu yaşamamın.
Tüm ağrılarımı siliyorsun üzerimden,
Yine de sindiremiyorum seni,
bilmem ki neden.
Annesinin öpmediği yara mısın kalbinin dizlerinde sen,
Babasının okşamadığı saçları mıyım peki ben,
İnan bilmiyorum,
Ama yine de bence hayır.
Bir tas temiz su dudakların,
Ve kanıyor senden sonra tüm zamanlar dizlerimde,
Tüm tozu toprağı yıkıyorsun derdimden,akan kanı dermanı yok dizlerimden,
Yine de dokunamıyorum sana sızısız.
Annesinin sağmadığı ağrılarda sütü müsün sen,
Babasının elini koymadığı omuz muyum peki ben,
İnan bilmiyorum,
Ama yine de bence hayır.
Bir öksüze süt anası,mis kokan aş kokulu bereketli memeleri dudakların,
Süt kokuyor sayende uyuyabildiğim tüm bebek rüyalarım.
Yine de anne diyemiyorum sana...
Annesinin yeniden doğduğu doğurduğu baharı mısın sen,
Babasının kılıç dersinde hem ağlatan hem güldüren tende yediğim kesiği miyim peki ben,
İnan bilmiyorum,
Ama yine de bence hayır.
Bir lokma ıslak ekmek içi,bir parmak kara merhem tüm sızıları dindiren dudakların,
Kabuk bağlıyor sayende yaralarım,
Yıllar ve yıllar sonra da,
Yine de geçti tamamen diyemiyorum sana...
Kabuk kaldırıyor tüm özlemler kan boyalı bir tırnakta...


09.16 bir gül bahçesindeyiz biz seninle sevgilim ve bahçevan ruhlarımızın ödüpal savaşları çağlıyor kar yamaç dağlardan.yaz bahar eriyor heyecanlı gözlerimizde.öpüşelim desen öpüşemeyiz sevgilim,bırak dinazorları,bir bülbül kadar bile güçlü değiliz biz bu gezegende çünkü...erimesin kutbun buzu ateşimizden,gelmesin bu mavi gezegenin kıyameti,üflemesin sur'u,dudaklarımız kavuştuğundaki o mahşerden sessizlik korkuyla göklere...

ben isası tüm sevdaların,ben paslı son eğik çivisi tüm o hain çingenelerin

 
Güle güle sevgilim.artık susmak zamanı.
unutmuş gitmişsin belli ki.
kalmamış hiç bir mektup sözü aklında demek.
hani sen unutmazdın okuduğun hiçbir cümleyi...
hani keskinliğin buydu senin.
Güle güle sevgilim.artık susmak zamanı.
zaman iyileştirmiş demek ki senin yaranı...
kan lekesi çıkmış işlemeli beyaz o sevda mendilinden...
Güle güle sevgilim.artık susmak zamanı.
yalancısı benim sanmıştım bir tek aramızda yaşamanın bunca zamandır,
duydum denemişsin,
sevindim adına inanki ama,
ağladım kendime...
Güle güle sevgilim.artık susmak zamanı.
Önemi yok artık hiçbir şeyin.
ayşe kadını kafamdaki o köy evimin ve tüm bu güzel eşsiz cennet düşlerin...
Güle güle sevgilim.artık susmak zamanı.
Kendine iyi bak,iyi davran çocuk olur mu.
Elde değil aklım sende...
Herşey için sana çok teşekkür ederim...
Güle güle sevgilim.artık susmak zamanı.
bitti gayrı kağıt,kırıldı kalemin ucu...
bir koca taş değdi güzelin yüzüne,
yandı düştü mavinin gezegenine,
ve tutuştu küle dönüştü uçup tükenip rüzgarların parmaklarından tüm o kadim kutsal mektuplar...


00.07 ben isası tüm sevdaların,ben paslı son eğik çivisi tüm o hain çingenelerin...

Ne sen julietisin bu ölü ağaçlardan kesilmiş çivilenmiş sahnenin, Ne ben sarhoşuyum bu susuz cehennemden kumların

 
Ne sen julietisin bu ölü ağaçlardan kesilmiş çivilenmiş sahnenin,
Ne ben sarhoşuyum bu susuz cehennemden kumların.
Yazık.
Gözlerim açık rüyalar görmüşüm ben belli ki,
Ağustosa kardan bir kadın çizmişim,
Erimiş ıslanmış kağıdımda düşüm.
Kim sevmiş kim sevmemiş hiç belli değil.
Sorsan sen leylasın ben mecnunu birbirimizden uzak yürüdüğümüz bu yolların.
Sen gül yaprakları dökerken saçlarından aşağı ölümsüzlüğünün suyunda,
Ben dudaklarımı kırıp parçalayıp kurutup bıraktım özlem rüzgarlarından derip tüm çöllerini bu şehrin...
Ne sen julietisin bu ölü ağaçlardan kesilmiş çivilenmiş sahnenin,
Ne ben sarhoşuyum bu susuz cehennemden kumların.
Bir kurşun gelmiş saplanmış bir kuş gibi konmuş yüreğimin tam bir serçe parmak kadar üstüne,
Sızım sızım sızlamış seni gördüğüm ilk günden beri,
Sırtımı dönüp kapanıp küçülüp koynumda saklamışım seni yıllardır,
Kaçmışım tüm tabiplerden,şifalardan peşi sıra,
Söktürmemişim bir tırnağın kadar kurşunu göğsümden,
Kaç kurşun dökülmüş de başımdan aşağı,
Gezmişim senelerdir alnımda ter,
Ateşim hep kırklarda...
Ne sen julietisin bu ölü ağaçlardan kesilmiş çivilenmiş sahnenin,
Ne ben sarhoşuyum bu susuz cehennemden kumların.
Kim yaralı kim av bilemedim.
Birşeyler duydum,
Bıraktım kendimi.
Umrumda değil artık,kim yerse yesin beni...
Kafese bir kuş kapatmıştı hani bilge bir adam,
Kapısı açık da kalsa uçup gitmezdi hani o kuş asla,
Ah aah...
Duydum ki,
bir bülbül konmuş izin vermişsin kafesinin tepesine,
Neden,neden ve neden...
Hakkım yok biliyorum da ama,
Yine de döküyorum kızıl yapraklarımı,kan goncalarımı yere ıstıraptan...
Ben topraktan sessiz bir köle,
Sen bir kafesin prensesiydin hep belkide,
Çok kırıldım,çok üzüldüm,çok kızdım sana,
Yazık,çok yazık...
Anladım ki,
Ne sen julietisin bu ölü ağaçlardan kesilmiş çivilenmiş sahnenin,
Ne ben sarhoşuyum bu susuz cehennemden kumların.


23.46 geceler doğdu doğusunu da,koca bir keder açtı karanlıkta yapraklarından batısını...uykular terketti aşk ile elele tutuşup şehrini...

teslim olunası yeminler var dudaklarında

 
Yok bana gözlerinden başka şehit düşeceğim bir yer,
Savaşıp haketmeliyim aşkın kılıcını,
Zaferler ile sulamalıyım gül bahçemi kınında.
Bekleye bekleye tozlanıp ölemem ben bir kitap rafında öylece üzgünüm sevgilim.
Yok bana dudaklarının ırmağından başka yer,
içmek için susuzluğumu uzanıp yaşamaktan.
Yok bana avuçlarının içinden başka kabir,
bu kadar güzel çiçek çiçek açıp dolup annem kokan...
Yok bana bal damlayan dudağından başka zehir,
Bana borç bu tek canı yoksa nasıl huzurla teslim ederim...


10.06 

teslim olunası yeminler var dudaklarında.
Kendini bıçaklayan kadim sözleri var dilinde dünün...
duydum ki bulmuşsun birini,suda yürümüşsün sonra yarı yoldan durmuş dönmüşsün...
Ah aah,
Yandı içim yalan yok.kızdım da çok.
Ne diyeyim inan bilemedim.
İçim ağladı,yüzüm güldü ne yapacağını bilemeyen eli ayağına dolanan küçük bir çocuk gibi...
kalbim yarasını soydu,kanını tükürdü derdinden.
bağırdı çağırdı ruhum gidilmez uzaklarda bir ormana koşup...
içim yandı kül oldu da dışım eriyip düşemedi buzunu...

24 Mayıs 2025 Cumartesi

Boynu bükük karanlıkları var içimin

 
Boynu bükük karanlıkları var içimin,
Kalbi kırık gülüşleri sabahların.
Bir çöl güneşi sıcağı,bir kutup kışı soğuğu büyüdü yanyana dalında da,
Yekpare taştan yüzüm incecik kum oldu döküldü yerlere.
Kırgın notalar ağlar gecede duvarda fısıltılarla,
Sesi kısık eski bir radyo konuşur durur tozlu sesiyle durmadan ardımda.
Güneşi bekler gece açan şiirler,
Seni bekler yeşil bebek yapraklar ana sütü gibi can suyu şu mis kokan ıslak topraklar...
Boynu bükük karanlıkları var içimin,
Kalbi kırık gülüşleri sabahların.
Yollar kıvrılır uyur onu izleyen gözlerinin koynuna uzanıp.
Düşler kozasını yer yırtar çıkar içimizden asla izin istemeden...
Boynu bükük karanlıkları var içimin,
Kalbi kırık gülüşleri sabahların.
Elimde kanlarla yeniden boyanmış bin ser almış cesurdan cesur bir kılıç var kimselerin kaldıramadığı daha yerden,
Ve oysa ben düşünmekten korkuyorum seni,
tıpkı karanlık odasının kapısında bir çocuk gibi,
Üstelik oda benim odam,
benimsin,
tanımam başka türlüsünü,
eminim,
biliyorum,
Düşün...


09.44 yaşamak kadar korkutmaz beni ölmek sevgilim...hakkını verelim yeter.

23 Mayıs 2025 Cuma

Operadaki hayalet

 
Operamdaki hayaletim.
Biliyorum hep buradasın,
Ama söyleyemiyorum da kimselere,
Korkuyorlar,gelmek istemiyorlar senden bahsedince çünkü,
Biliyorum denedim daha önce.
Delirenler bile oldu hatta,
Sen de biliyorsun...
Ama elden ne gelir,ben burada yaşıyorum.
Operamdaki hayaletim.
Kimselere söyleyemediğim,
İçimin ölümsüz ruhu...
Işıkları söner akşamda göğün,
Bir karanlık kaplar bu kadim tiyatrosunu yaşamanın.
Bir karanlık,bir gece,bir şiir salınır geceyarısı sessizlikte,
Bir sen bir ben kalırız her şey uyurken yalnızca geriye...
Operamdaki hayaletim.
Düş kapanım,
Elinde kirman,rüyalarımızı örenim,
Adın usta,
Parmağında sertleşmiş yıllar ve hatıralar,
Dünya misali dönüyor durmadan zamanın ipini eğiren kirmanlar gözlerinde.
Her gün gözlerinde bir kainat son bulup diğeri doğuyor ışıl ışıl kutsal bakışlarının rahminde...
Operamdaki hayaletim.
Çocukluğum,geçmişim.
Yeniden ve yeniden tekrar doğduğum günlerim.
Seni seviyorum.
Seni çok özledim...


09.38 operalar,oyunlar ve kara hummalar merhemi sözlerinin fısıltılarına dayadım başımı...

Parmağı kesik kağıtlar vakti sesin

 
Parmağı kesik kağıtlar vakti sesin,
Acısız gibi incecik ama sonrası keskin.
Bıraksan kendi kendine iyileşek gibi ama sıcak,
Kırmızıya boyalı her yerde tenin...
Parmağı kesik kağıtlar vakti sesin,
Ne kadar tarasan da,güller bahçesi başında,
Saçından birkaç arsız böğürtlen dalı salmış kendini rüzgar ile yüzüne.
Yüzünün yeşil köyünde gözlerinden mandibula'na bir yaş kanalı akar senin,
Denizden tuzdan göz yaşların akar içinden sözlerine yosunların üzerinden kayıp.
Parmağı kesik kağıtlar vakti sesin,
gülüşünde bir kapı açılır senin dudağının kenarında,
İçinde cennette bir gülün yaprakları misali bir gamzen saklanır.
Kaç yapraklı bilmem,yoncalar açar onun içinde güneşli mayıs sabahları...
Ve ama benim görebildiklerim hep dört yapraklı...
Burnunu koluna silen afacan çocuklar vakti nefesin,
Tutkusu tutuşuyor içimde yaşamanın,tüm yeşillerin,
ne zaman yüzümü okşasa ılık elleri nefesinin...


22.56 papercut sok.
 

Cennetin balı dalından serçe parmağına damlamış sanki

 
Yaşamak şakaya gelmez sevgilim,
Tek seferlik bir atlayış yükseklerden en güzel denizin derinlerine düştüğün...
O havadayken içindeki his,
Denize ayaklarının değdiği ilk an,
Nefes almayı bıraktığın o serinlik,aşk gibi,
Yaşamak gibi.
Yaşamak bu sevgilim.
Tekrarı yok bu atlayışın.
Denizden atladığın yere dönüp bakmak bir de,
Hatırlamak her anı yeniden ve yeniden,
Özlemek bu sevgilim.
Yaşamak şakaya gelmez sevgilim,
Tek seferlik bir atlayış yükseklerden en güzel denizin derinlerine düştüğün...
Üstelik çıkarmadın da üstündekileri,
En zevklisi...
Düşünmedin ilk defa belki...
En yaşamak olan an yani...
Çıplak ayak.
Çimenler.
Kahkaha atıyor mutlu karıncalar.
Koşmak,koşmak ve koşmak.
Korkmak.
Atlamak.
Düşmek.
Deniz.
Nefessiz mutluluk.
Oh be harikaydı nefesi ilk aldığın.
Cennetin balı dalından serçe parmağına damlamış sanki ve gözlerini kapatıp tadına baktığın o an...
Yaşamak şakaya gelmez sevgilim,
Tek seferlik bir atlayış yükseklerden en güzel denizin derinlerine düştüğün...
Tuzlu bir tat tenimizde,
Saçlarımız hiç olmadığı kadar güzel ve sağlıklı,
Güneşin dostane eli omuzumuzda...
Bizde anlamsız bi nerede ölsek kaygısı.
Bir ağaç gölgesi,rahatsız etmek istemeyen kibar hafif bir rüzgar yüzümüzde.
Kitabın sayfasını kim çevirecek endişesi olmayan anı günün.
Ve kapansa mı kapanmasa mı anı gözlerinin,
Sonrası ne mi ?
Sonrası yok,
En baştan borç aldığın bir nefes ve üç dua hepsi...


11.41 bir park,bir öğlen vakti...

21 Mayıs 2025 Çarşamba

Kuma mı yazdık biz verdiğimiz sözleri ve düşlerimizi ?

 
- gidiyor musun? Ne yani bir rüzgar aldı götürdü mü şimdi herşeyleri ? Kuma mı yazdık biz verdiğimiz sözleri ve düşlerimizi ? 

- ...

Böyle baktın bana evet.sessiz,çaresiz ve kimsesiz...cevapsız...sırtında dünyanın en keskin kılıcı uyuyordu kınında ama elin ürkek bir kuş misali gibi bile havalanmadı yerinden hiç.

Tüm fetihleri terkettin sen gezegendeki.Vazgeçtin içindeki tüm zaferlerden...

Geride unutulan bir kahraman gülümsedi ıslak gözleri ile sonra...güneş doğusuna sokuldu batmak için,annesinin karnına dönmek isteyen korkmuş bir çocuk gibi...


09.57 dikenli sonlar yırtıyor susan dudaklarımızı sevgilim.ve sessiz tüm cümleler sinmiş kanıyor dilimizin gerisinde...

Biraz biraz dökülüyoruz tuz taneleri gibi

 
Biraz biraz dökülüyoruz tuz taneleri gibi,
Güneşin kavurduğu kayaların üzerinden kumlarına yaşamak kumsalının...
Deniz kokuyor saçlarımız,tenimiz bir sonraki sabahına dek hiçbir şey yapmamanın.
Rengi solmuş,güneşin ısırdığı bir gömlek üzerimizde,
Şiiri esiyor akşamın denizden üzerimize merhem diye,
Yanmış kavrulmuş cız cız batan tenimize.
Maviden mavi bir mavi,
Beyazdan beyaz bir göğün gölgesinde fırçasını vuruyor tuzdan suya...
Kuşlar uçuşuyor denizlerin üzerine,
Biz balığı köyünü terketmiş düşlerin,denizlerin...
Atlar koşuyor denizleri,güzel güneşten gözlerinde...
Biraz biraz dökülüyoruz tuz taneleri gibi,
Güneşin kavurduğu kayaların üzerinden kumlarına yaşamak kumsalının...
Ömre ay doğuyor artık bu gece sevgilim,
Çekiliyor mavi suları yaşamanın,
Gel gitleri var hatıralarda şimdilerde tüm satırların...
En derinine düşüyorum tüm denizlerin gecelerde sevgilim,
Ve kalbime saplanan o koca hançer sadece bir balığın dişi...
İntikam alıyor sebepsiz yere dünler bugünlerimden,
Kim suç kim suçlu bilmiyor hala güneş.


09.43 sorgusuz sevişmeler zamanı baharın.ben bir çam ormanı dudaklarımda,ve tutuştur günahkar bir alev tanesiyle,yak tüm ormanımla sen beni...geriye kalan herşey ile,geriye kalan kurumuş çölde beklerim yine de ben seni...

Düşene dek kuşların düşleriyim

 
Kanımı tırmanıyor adımlarım,
Kolum boydan boya kesik,
Akıyor durmadan kızıl bir çiğ yağmuru gibi avuçlarıma içimin sıcak kumlarından kan saatimin damlaları.
Yekpare kaya ellerim,
Bir sonsuzluk denizi avuçlarımda kanım ve yağmur gibi akıyor tenimden kan damlaları,
Savuruyorum zar atarcasına göğe yumruğumu,
Saçılıyor göklere kırmızı gezegenler gibi kainattan kanım.
Zıplıyorum basıp bir kan tanesine,
sonra diğerine ve bir diğerine durmadan daha yukarıya mavilere.
Bulutlara dek tırmanıp öpüyorum güneşi sarısından.
Düşene dek zirvesindeyim kaderin.
Düşene dek her yerim beyaz,
Düşene dek kuşların düşleriyim...


21.38 leylekler zamanı mayıs kokan gülüşün yüzünde.sıcağıma kanat çırpıyor kapanan gözlerinin ardından tüm tutuşan düşlerin...

ocakta unutulmuş soğuk çaylar zamanı

 
Zaman,ocakta unutulmuş soğuk çaylar zamanı.
Bir banyo ardı kuruyan avuçlarımın sabun kokan beyazı diyarı bir diyar karşımdaki ovada.
Birkaç kuru dal tutuşup ısıtsın içimizi diye pişmanlıkların çırasını tek tek kırıp atıyorum yüreğime.
Geçmiyor camsız pencere taş evin soğuğu yine de,
Bu cihan bana dar tanrım,yardım et.
Taşıyorum kendimden,
Taşıyorum kendimi...
Zaman,ocakta unutulmuş soğuk çaylar zamanı.
Ve ben içiyorum senden kalan bir gülüşü buz gibi ve yıllar sonra gözlerimi kapatıp...
Dumanı üzerinde bir türkü eski bir pilli radyoda,
Şeker atmasam da karıştırıyorum seni kapalı gözlerimin ardında şıkır şıkır sesinle rüyalarıma...
Zaman,ocakta unutulmuş soğuk çaylar zamanı.
Şeker atmam ama kalsın lütfen,
Kaşığım yangınımı alsın diye var...



10.43 kusulan mısralar zamanı.şifasını kapmış dertler kürsüsü gönlüm.konuş konuş bitmez yolları var içimin. Ve içim yeniden doğduğun büyüdüğün memleketin,köye inen tek yola takılmış gözleri seni bekliyor...

Sebebisin kaçan giden güneşin gökte

 
Dere durdu su kurudu.
Ölüm almadı gelip beni de,
Yaşamak dert olur her nefeste sırtıma,
Düşler sararıp baharımda yaprak olur...
Beni vurmadın ya sonuçta haklısın,
Katili değilsin sararıp kuruyacak çimenlerin,
toprak gözlerimin...
Yine de,
Sebebisin kaçan giden dönmeyen güneşin gökte.
Gezegenin gecesi mum yakıyor kederine,
Ateş böcekleri bizim şiirimizi tutuşuyor hala karanlık akşamlara...
Dere durdu su kurudu.
Ölüm almadı gelip beni de,
Yaşamak dert olur her nefeste sırtıma...
Uzağımdan geçiyordun gördüm,
Bilmem düş müydü gerçek mi,
El ettim görmedin,
Sus ettim kurudum usulca duymadın...
Güle bülbül,
Mecnuna leyla misali,
Asla olmaz desen de ey kul dili,
Farketmez,
Ruh,gövdemde beyaz göynek karlı bir dağ,
İçimse erimiş taş kaya demir ve bir sen,
Dolsam taşsam da,ağzıma dolsan da tükürmem içimi ey kul hem de asla,
Yanar içim için için bir bin daha,
Merak etme,
Sıcacık uyur senin ağacın,kuşların,çiceklerin üzerimdeki ılık toprakta...
Gök gürler kızar bana söver sonra,
Ben deprem deprem sallanır katılırım belki ara sıra,
Merak etme,
Onlar benim omuzlarımdan katıla katıla sallanan yağmurdan ıslak bayırlarım,
mutluluk kahkahalarımdır...


10.14 depremler çiçek açıyor içimde...

20 Mayıs 2025 Salı

Gemini ısırdı kırdı at

 
Güneşi bilmem,görmedim kuytumda,
Aydınlatabildiğim kadar gördüm satırlarını.
Kolay değildi,
Asla,
Zordu...
Gemini ısırdı kırdı at,
Özgürlük kişnedi göğünde.
Öğretilmiş çaresizliklerimi tek tek parçaladım,
İp saldım,
Yine de gidemedim hiçbir yere...
Don vurdu yüreği de,
Çeşmeler bile durdu derde.
Güneşi bilmem,görmedim kuytumda,
Aydınlatabildiğim kadar gördüm satırlarını.
Kolay değildi,
Katran kara bir gece esip kuruyordu ıslak ipte,
Ben seni arıyordum bilmeden dört nala,
Görmek çok zordu,
Kokladım...
Güneşi bilmem,görmedim kuytumda,
Aydınlatabildiğim kadar gördüm satırlarını.
Kolay değildi,
Sırtını dönmüşsün,
Dönüp gitmişsin,
Giderken çok yaprak dökmüşsün,
Çiçekçi ana söyledi...
Gemini ısırdı kırdı at,
Özgürlük kişnedi göğünde.
Öğretilmiş çaresizliklerimi tek tek parçaladım,
İp saldım,
Yine de gidemedim hiçbir yere...
Ah aaaaahhh,
Ruhum yırtıyor göğsümü çıkarıyor kanlı başını sızılı bedenimden,
Mor püsküllü çiçeklerden dikenler bıçaklıyor tenimi,kolumu tutup çekip,
Belki bana dur diyor,
Belki sana bilmiyorum...
Güneşi bilmem,görmedim kuytumda,
Aydınlatabildiğim kadar gördüm satırlarını.
Kolay değildi,
Gemini ısırdı kırdı at,
Özgürlük kişnedi göğünde.
Öğretilmiş çaresizliklerimi tek tek parçaladım,
İp saldım,
Yine de gidemedim hiçbir yere...
Nedenlerini anlamadım senin büyüklerinin inan,
Anlamam da mümkün değil zaten,
Ben sana aşık küçük bir çocuğum hala daha,
Sustum,
Diyemedim ama,
Duymuşsundur içimi,
Gitme lütfen...


09.20 davul patladı.nal kırıldı.tel koptu.sırrı döküldü ayna misali suyun.boku çıktı dünyanın.ve son durak,nefesi söndü canın.

Ve tüm kabirler benim

 
Yarama tuz döksün maviden gök yüzün,
mavilerden mavi beğen,o içimde yaşamayı tutuşturan kuş tüyü misali yüzünde uçuşan gülüşün...
Bir lokma bir hırka tek mirasım.
Yolda çıplak ayak tüm sızılarım.
Her gedik bir yuva kapısı,
Kuruyan ekmekler krallığı içimde şu karınca sarayım.
Sular yağıyor tepesinden göğün,baharlarımın üzerine.
Çividen yatak aşkın,
Olsun,
Uzanmışım henüz dalında koparılmamış pamuk sesinin üzerine.
Ve en güzel uykum ezelimden beri hala,
karanlıklarda görmesem de yüzünü,
gülüşünün sesi...
Çıplak ayak çöl yürüyor umutlarım,
Ama yaralarım sadece kalbimde,
açıyorlar keder dalımda her adımımda yeşil yaprak,
Tek şifam,kara merhemim,
fırtınalardan dudaklarına sığındığım anlarda kuş gönlümde,
nefesinden derebildiğim bir lokma nefesin ciğerimden yüreğime sürebildiğim...
Mevsim kış çölümde,
Aynı soğuk yangınlar dağlıyor hep beni.
Günler sıcak cehennemi yaşamanın,
Ve geceler soğuk cezası tüm bu günahların...
Uslanmamış ölümler mezarlığı ardına kadar kapanmış gözlerimde rüyalarım,
Her gece yeniden yeniden yeni bir sonla rahmete düşüyorum,
Uçsuz bucaksız bir savaş kafamdaki,
Açık büfe pişmanlıklar kesmiş boğmuş birbirini ve toprağa uzanmış binlerce beden,
Ölümü görebildiğin koklayabildigin sonsuz bir çayır,sonsuz bir kumsal bu açık büfe ölümler mezarlığı,
Ve tüm kabirler benim...


10.13 söyler misin bana sevgilim,
şimdi seni nasıl istersen öyle uyutayım ? 

19 Mayıs 2025 Pazartesi

Sur'u üfler kuş kalbim kainatın yoluna

 
Bir hırka bir ser,
yola düşüp kulağıma değen bir sesinden.
Bir gülüşün konar gülüme,
bin dert bire düşer vakti nefesin.
Bir şiir söylesem saçın rüzgarına ardından,
Bilir misin acaba sesimi,sesimden düşenleri...
Bir hırka bir ser,
yola düşüp kulağıma değen bir sesinden.
Bir kıta düşer dilinden dudağından büyüttüğün,
kaleminin ucuna.
Ben yedi kıtayı dolaşırım gözlerimi yumup sesinde.
Oku oku okurum durmam yüz kere bin kere.
Anlamazdan gelirim bile bile mısranı,
Kapanan gözlerim ardında uzasın cennetim sırf bir lokma daha diye.
Bir hırka bir ser,
yola düşüp kulağıma değen bir sesinden.
Bir nefesin değer yüzüme,
Bir ağaç dut açar gönlüme,taşar dalından da,
Sur'u üfler kuş kalbim kainatın yoluna...


13.17 dönüyor başım,dönüyor alem,dönüyor dünya...

16 Mayıs 2025 Cuma

göklere mektup bakışlar zamanı

 
Uzun düşünüyorum.Uzun demleniyorum.Uzun yazıyorum,kısalamıyorum bir türlü.
Çok susmuşum,çok birikmişim sanki.
Uzun yola çıkmak gibi benden bir şeyler okumak,
memleket yollar gibi,zaman yolculuğu misali geçmişe değil,
onlarca yüzlerce düne gitmek koklamak gibi belkide...
Uzun yola çıkmak gibi benden bir şeyler okumak sanırım,memleket yollar gibi,
Hem gün hem gece...

Uzun düşünüyorum.Uzun demleniyorum.Uzun yazıyorum,kısalamıyorum bir türlü...


13.04 bir seyahatname,bir itirafname.göklere mektup bakışlar zamanı saat...

soysuz özlemleri var sarp okyanusların kalbimde

 
Derin bir uçurum gibi uzanıyor gözlerinden baktığımda şehir ayaklarımız altına,
Kocaman balkonları var binaların.
Pencerenin altında bir çocuk parkı oyunlar oynuyor belki bazı bazı,
tek başına hiç kaldırmadan başını.
Kimsesi yok arka bahçesinde sokağın ve kimsenin selam vermediği yalnız yürüyen sabahların...
Unutmadım,
Unutmuyorum.
Bakıyorum ama görmüyorum.
Bana içinde ilk andan bu yana hala solup kurumamış,yaşamaya devam eden bir neden ver sevgilim lütfen,
Yeter ki,bileyim...
İnanıyor musun hala o anlarda savurduğun asla sana ait olmayan keskin yalanlara,merak ediyorum.
Her yerimiz kesiklerle dolu.
Severiz de ikimiz yara izlerini bilirsin,
Hatırlamayı,unutmamanın değerini ve tarihi...
Bana bir neden ver sevgilim,
Gerçekten senin içinde büyümüş,senin ellerinden zihninden sulanmış bir neden söyle bana yeter,
Bir daha gelmem bir umut kırıntısı taşıyıp ıslak parmak ucumdaki karıncaya söyleyip.
Kibar kelimeler gevresin sıcak dudaklarının ekmek fırınında lütfen sevgilim,
bir şiir oku bana ninnim olsun,
kokusu gelsin çocuk burunlarımıza yeni çıkmış ekmek misali kulağımızdan esip...
Hisler dökülüyor hayat ağacımızdan sevgilim,hangi bahar olduğunu şaşırıp bilmeden üstelik...
Yaza bir var zaman,
Buluşmamıza az kaldı yani sevgilim,
Yaşamak yağmurlu bir gün ve gözlerimizin önünde buğulanan bir pencere sevgilim...
Bir buğuyu kağıt yapmışız anlatacaklarımıza seninle ben sevgilim,
İncelmişiz ruhlarımızdan birbirimizi kıracağız korkusu ile kopacağı yere kadar incecik üstelik,
Parmaklarımız ile değil tırnak uçlarımızdan yazmışız incecik harfleri ile birbirimizi,
En güzel şiirimizi...
Yaşamak yağmurlu bir gün ve gözlerimizin önünde buğulanan bir pencere sevgilim,
Herzaman akıp yürüyüp ayrıymışız gibi geldiğimiz yollardan süzülüp en sonunda kavuştuğumuz parka gel oldu mu.
Mevsimler değişinceye dek oturalım konuşalım elele seninle yada susalım bir yağmur boyu seninle...
Mevsim sessizlik olsun kulağımızda.
Yaşamak yağmurlu bir gün ve gözlerimizin önünde buğulanan bir pencere sevgilim...
Ve kiraz rengi bir mevsim doğuyor şafağın omzuna başını dayayıp,
Seni,rüyalarının aktığı yolca gece boyu hayran hayran izlemiş uykusuz kalmış bir hilal uyuyakalıyor gözlerimde şimdi...
Kutbun yıldızı başucunda daima ve en naif ninnisini okuyor sessizden bu gezegendeki en güzel,daima ıslak o gözlere...
Ve kurumuş dudaklarına can suyu bir yağmur demliyor gökte bozdan bulutlar...


12.53 soysuz özlemleri var sarp okyanusların kalbimde.paramparça en güçlü tekneler bile...
ve kaptanlar balık yemi karanlık fezada bu kocaman mavi camdan kasede...

15 Mayıs 2025 Perşembe

Akşam rüzgarları demliyor çayımızı

 
Ve kemanlar yanıyor sevgilim,
Yağmursuz bir yaz sitem ediyor nasırlı ellerimizde.
Akşam rüzgarları demliyor çayımızı odun ateşi ile utana utana gizlice öpüşüp.
Avuçları sıcacık dudaklarının,
Ve kaynıyor bir tencere süt misali genç hayallerimiz,
tüm taşmaların korkusunda tahta kaşık güvenmelerde...
Ve kemanlar yanıyor sevgilim,
Kül oluyor o en güzel düşler şarkılar tutuşan gözlerinde,
Ve incecik boynundan yeşil bir ırmak gibi kalbine akan ılık ruhunun cennetinde...
Ve kemanlar yanıyor sevgilim,
Elimde ve kıymeti olmayan boynumda bir ormanın yangını,
Kaçışıyor tüm köksüz sevmeler korkup ateşten,
Yanıp yanıp geriye bir biz kalıyoruz seninle avuçlarımızda kendi küllerimiz ile...
Ve kemanlar yanıyor sevgilim,
Uçuşuyor göklerde külden notalar,mısralar, alevlerin göğe üflediği nefesleri ile...


10.17 bir yangındı sevmek.
cezasına razı bir masum ateşlerde bile bile yürüyen,bir pervane gibi.
bir yangındı sevmek,tıpkı ateşlere söner belki diye üfleyen bir cehennem gibi...

The evening winds brew our tea

 
And the violins are burning, my love, 
A rainless summer complains on our calloused hands. 
The evening winds brew our tea by the wood fire, shyly kissing each other secretly.
The palms of your lips are warm, 
And our young dreams are boiling like a pot of milk, 
In the fear of all the overflowing wooden spoons in trust... 
And the violins are burning, my love, 
The most beautiful dreams and songs are turning into ashes in your burning eyes,
And in the heaven of your warm soul that flows from your thin neck to your heart like a green river... 
And the violins are burning, my love, 
A forest fire in my hand and my worthless neck, 
All rootless loves are running away from the fire in fear, 
Burning and burning, we are the only ones left with our own ashes in our hands...
And the violins are burning, my love, 
Ashy notes fly in the skies, verses with the breath of the flames blowing into the sky... 

10.17 Love was a fire. 
An innocent who accepted his punishment, knowingly walking in the fires like a moth.
Love was a fire, just like a hell that blows on the fires hoping they will go out...

14 Mayıs 2025 Çarşamba

Kırk elemden pişmişim

 
Çarşı pazar bahar olmuş açmış balını kuşa arıya,
Ziyanı yok yeter nefsime bir avuç buğday yada razıyım sadece kırık darıya.
Ve mısır ekmeği kokan sabahları var gözlerinin,
Acıktığım çocukluğuma bir kaşık çorba uzatan.
Boşver gülde diken el alemi,
Küstüm gayrı kestim selamı.
Çarşı pazar bahar olmuş açmış balını kuşa arıya,
Ziyanı yok yeter nefsime bir avuç buğday yada razıyım sadece kırık darıya.
Acıktıkça düşmüşüm yere,
Yusufun kuyusuna oradan Canan'ın sıcacık avcuna.
Kırk elemden pişmişim,
Bir kapıya koşmuşum asla açılmayan.
Çökmüşüm avcunun kokusuna düşmüş yüzüm.
Çok acıkmışım,
Kapanmış bu tarafın gözü gözlerimde,
Kan ağlamış tuzdan düşüp başka alemi görmüşüm.
Çarşı pazar bahar olmuş açmış balını kuşa arıya,
Ziyanı yok yeter nefsime bir avuç buğday yada razıyım sadece kırık darıya.
Kalmışım üryan,
Sarılmışım sımsıkı kendime,
Üşümüşüm donmuşum.
Zifir karanlıkta bir yağmura tutulmuşum,
Kalmışım yalnız,bi başıma...
Sırılsıklamım...
Çarşı pazar bahar olmuş açmış balını kuşa arıya,
Ziyanı yok yeter nefsime bir avuç buğday yada razıyım sadece kırık darıya.
Çayır çimen yerim dert olmaz,
Toprak ana bakar bana...
Kabirler açar kollarını gel der çağırır beni kucağına,
Merhumlar en sevdiğim türküyü söyler bana.
Aç bitap kalmışım,korkutmaz açlık artık beni,
Bir çöle düşmüşüm,kumlar ısırıp çiğner adımlarımı,
Bir yudum su,bir diş ekmek görür de gözleri açık rüyalarım,
Aklım yine de hep sende kalır bir evmiş gibi kimsesizce...
Çarşı pazar bahar olmuş açmış balını kuşa arıya,
Ziyanı yok yeter nefsime bir avuç buğday yada razıyım sadece kırık darıya.
Kalmışım aç bitap,
Gözlerim kararmış,titrer ellerim.
Dizlerim üstüne düşmüşüm ve heryer çamur,düşene dek hissetmemişim.
Şu an sıcacık bir çay koksa burnuma o da yeter,
İçmesem de olur,
Bizleri kandıran sahte bir çaya bile razıyım,
dudağımın sahiline bir akşam akıntısı gibi bile olsa bir değip bir kaçsın,içemesem de yeterdi inan...
Çarşı pazar bahar olmuş açmış balını kuşa arıya,
Ziyanı yok yeter nefsime bir avuç buğday yada razıyım sadece kırık darıya.
Razıyım;
gözlerin gözlerime eskisi gibi saplansa keşke,
ellerin ellerime demirlese kendini her fırtınamızda olduğu gibi yine,
Razıyım o zaman,vincent'in kanvasında sadece umutlu bir sarıya bile...


09.48 ölümü sarıya boyayan düşleri vardı ressamların.benim elimde kuru bir ekmek ve sadece sen...sana batırıp yumuşattım kurumuş zavallı küflü kalbimi...