6 Temmuz 2025 Pazar

Gözlerinin örtüsü altında bir çocuk

 
Bir lokmalık bir ezgi dilimde,
Çevirip duruyorum ağzımda,
Yutmuyorum asla,bırakmıyorum sakince bir inatla.
Kulağıma,nereden uçup geldiğini bilmediğim bir hanımböceği gelip kibarca konmuş gibi sanki baharda,
sözlerini fısıldıyor bir şarkının usulca.
İçimde kocaman bir karanlık,
Kapısını açamadığım kuytu bir oda ruhumda,
Korkuyorum.
Bir canavarın uzaktan gelen hırıltısı her şafakta.
Yalnızım,yapayalnızım...
Dışarıda kükreyen aslanlar göklerde,
Kılıçların çarpıştığı anların kıvılcımları parlıyor yağmurlarda rüzgarlarla savrulan bir kış günü akşamında...
Sesler,sesler,sesler her tarafta,
Gözlerinin bir anı kazınmış aklıma,
Ve izdüşümü hayalimin perdesi üzerine ebru olmuş düşmüş sanki,
Örtüsü olmuş her gecenin korkusunda çocukluğumun,
Sesler,sesler,sesler her tarafta,
Gözlerinin örtüsü altında bir çocuk olmuş yeniden,titriyor yüreğim sevgilim,
Ağlıyorum kimseler duymadan üstelik,
Haydi gel bir rüyada bile olsa uzat ellerini başımı okşa...
Her yer zifiri karanlık dahi olsa biliyorum,
Parmaklarının o sevdiğim uçları bana güneştir...
Okşa başımı lütfen sevgilim...
Bir lokmalık bir ezgi dilimde,
Çevirip duruyorum ağzımda,
Bir kumsala bağlı gibi ruhumun eski sandalı,
Ve sallanıyor dilimin denizinde bir şarkının eksik sözleri fas mavisi bir sandalda usul usul sanki.
Hangi şarkı seni çağırır bana bilmiyorum,
Hangi şarkı tutar ellerinden çeker seni bana,
koşarsın zincirsiz,ipsiz bin özgürlüğü doğurmuşcasına kanlı ve yaşlı ama mutlu söyle bana...
Bir lokmalık bir ezgi dilimde,
Çevirip duruyorum ağzımda,
Nasıl aklıma gelsen,
Nasıl kalsan rüyalarımda saatlerce bilmiyorum,
Biliyorsan lütfen öğret bana...


10.26 demlenmesine beş dakika kalmış taze çayların bekleme yalnızlığı gözlerim;be yağmurlu bir sabah bakışlarımda...
çok özledim,
şarjım da bitmiş kapanmış soğumuş dahi lavdan ellerim.
Çık gel haydi çekinme koş sarıl boynuma,
ben hep seninim sevgilim...

4 Temmuz 2025 Cuma

Yavru deniz kaplumbağaları uçuşuyor etrafta yeni bir baharın kırlangıçları gibi

 
- tamda şu an perinim senin,üç dilek hakkın avuçlarımda saklı şimdi,ne istersin sevgilim ?

- elimi eteğimi çektim her şeyden.
bıraktım denize,tenime ne kadar yapışmış yıldız tozu varsa,hepsini denize çırptım tek tek...
Döktüm yüce dağlardan bana miras taşlarımın,yaşlarımın hepsini...
her düşen toz tanesi,denizin mavi göğünden yavaş yavaş derinlerdeki kumlara yağıp yavaş çekimde dökülen yağmur damlaları misali...
Yavru deniz kaplumbağaları uçuşuyor etrafta yeni bir baharın kırlangıçları gibi...
güneye yüzüyorlar sıcacık denizlere kanat açıp.
elimi eteğimi çektim her şeyden.
Bizi,bizden kazımışlar sevgilim.
Ve huzur,artık çatılarımıza asla konmayacak yuvası tarafımızdan bozulmuş bir kuş...
Hiçbir şey istemiyorum senden sevgilim,
Avuçlarının içinden öpüyorum seni,

Teşekkür ederim...


12.45 öğle yemeği vakti kabuklarına hapsedilmiş tüm salyangozların...
Ve açık görüş zamanı yüzümüzü güldüren eski güzel yaş almış bütün hatıraların...

3 Temmuz 2025 Perşembe

şehrin kırmızı kiremit dağlarından eriyip

 
Tozlanmasın diye zaman ve gurur göğsümde,
Üzerini örtmüşüm aşkın,
Duvara asılı kilimin altına süpürmüşüm tüm sevda kırıntılarını.
Duvarda yerçekimine inat yürüyen karıncalardan bir ip asılı...
Bilsem de yalanı dolanı,
Kendime kızmışım hep.
Kandırılmışım da kandırılmışım...
Bahçeler dolusu çiçek ekmişim,
Fidanlar sulamış,ağaçlar budamışım.
Kendime uğraşlar yoğurmuşum çamurdan.
Özlemişim de özlemişim hep,
Haykırmak isteyen ağzımı tutmuşum demirden kilit ile kendi kendime.
Özlemişim de özlemişim...
Sevdiklerim saklamış hep herkesten ve kendilerinden beni,
Ben yumup gözlerimi,kendimden de saklanmışım.
Tozlanmasın diye zaman ve gurur göğsümde,
Üzerini örtmüşüm aşkın,
Duvara asılı kilimin altına süpürmüşüm tüm sevda kırıntılarını.
Duvarda yerçekimine inat yürüyen karıncalardan bir ip asılı...
Kandırılmışım da kandırılmışım...
Geç uyandım dün bugün,
Belki yarınlar için de bilmiyorum,
Herkes kandırmak istiyor diğerini,
Neden ki bilmiyorum,
Neden ki sevgilim,
Kim tükürür ki kendi yüzüne böyle,
Kim tükürür hain olup kendi yüreğine...
Tozlanmasın diye zaman ve gurur göğsümde,
Üzerini örtmüşüm aşkın,
Duvara asılı kilimin altına süpürmüşüm tüm sevda kırıntılarını.
Duvarda yerçekimine inat yürüyen karıncalardan bir ip asılı...
Duvar dile gelmiş çatlamış,
Gören sıla çatlağı demiş geçmiş,
Biri üflemiş biri acısını yanıp çekmiş.
Bir kalem susmuş önce,
sonra kağıdın kulağına bir türkü fısıldamış kurşunun ucu...


14.17 suyun yüzünün altında saklı parlayan mısralar ve buz gibi akan bir şiir şehrin kırmızı kiremit dağlarından eriyip...

Dikine kanıyorum

 
Dikine çakıyolar çiviyi,
Dikine kanıyorum.
Derin uykudaydım,
Uyandım.
Keşke uyumasaydım.
Gri binalara yükseltip geriyorlar beni,yemyeşil bir ağaç yerine.
Yakıyorlar yeşil çocukları topraklarda,
Yakıyorlar masum bebekleri haince kutsal kentlerde.
Dikine çakıyolar çiviyi,
Dikine kanıyorum.
Derin uykudaydım,
Uyandım.
Keşke uyumasaydım.
Aş ile zehirliyorlar hem kedileri hem bizi.
Beynini almışlar senden ve uyuşmuş herkes dizi dizi...
Kan çanağı gözler,
Kapı önünde yine vampir ruhlu emperyalistler.
karanlıktan korkan masum çocuklar hala,
Ve umutsuzluktan kaçan,havlayıp kovalayan paradan bir sistem arsız ağzı köpük bir köpek gibi.
Dikine çakıyolar çiviyi,
Dikine kanıyorum.
Derin uykudaydım,
Uyandım.
Keşke uyumasaydım.
Her yerde ateşler ve yangınlar,
Her yer dokunamadığım kadar sıcak.
Acı,acı ve acı...
Her yer sadece açlık,her yer sadece sızı...
Madem öyle burası ve bugünler,
Söyle bana ey derviş,
Buralar böyle ise,
Söyle,
Ya bana anlattıgın cezam,
Alev alev yanan o gerçek cehennem nerede ?


13.45 savaşlar,yalanlar ve tüm hain politikalar...

1 Temmuz 2025 Salı

Körler diyarında bir sağır

 
Körler diyarında bir sağır.
Kimse görmüyor kimseyi,
Duymuyorum onları ve kendimi.
Ve her şeyi görüyorum en ince toz tanesine kadar,
Anlatsam yüzbinlerin yüzü gülüyor,
Duymasam da ben kendimi,önemi yok,
Sussam hiç bir anlamı yok çünkü yürümenin.
İncecik rüzgarla sürekli sallanan bir ip sanki yaşamak,
Öpsem seni yeter bana ve değer herşeye,
bu yaşadığım da yeter üstelik,
cennete dahi hayır çekerim,
Sensiz umrumda değil nefes almak bırakır sonra çeker giderim.
Sarhoş canbazıyım bu bize hain sallanan ipin,
Kime ne !
Yürüsem de,yürümesem de düşerim...
Körler diyarında bir sağır.
Ölsem,
Ne ağlayışlar ne dualar,
Hiçbirini duymuyorum...


12.52 eski güzel günlerin hatrına gülümsüyorum akşama...

şiirim savrulur karahindiba tohumları gibi kırlara

 
Benim şiirimin ayağı yere basmaz,
Ya ağaca tırmanır,
Ya atlar bir dağın tepesinden rüzgara sarılıp.
Benim şiirim büyümez,çocuk kalır sevgilim.
Ya yağmurun altında açar kollarını ağzını,
Ya bir çamur birikintisine uzanır kumsalı gibi altın kumların...
Benim şiirim nefes alır,nefes verir,
Şiirim yaşar bir ağaç gibi,
Sararır yaprak döker ekimde,
Su ister susadığında göklerden...
Benim şiirimin kulağı pek duymaz,
Dinlemez kurallar bağıran megafon ağızları.
Benim şiirim dali'sidir kağıtların,
Her okuyan anlamaz duyduğunu...
Benim şiirim savrulur karahindiba tohumları gibi kırlara,
tanrının üflediği nefeslerinden kan dolan kanatlarınca...
Benim şiirim bir cam şişede sallana sallana yüzen,
Çırpındığın okyanuslarda koluna değen bir ırmağın suyu dağlardan eriyip gelen...
Benim şiirim ilk nefesi yeni doğan bir balinanın,
Tutulmaz kor elması sönmez ateşlerin dallarında büyüyen.
Yanar parmak uçlarının dantel çıkıntısı,
Sızlar tüm dünlerin gevrek huzuru yüzünde,
Tuzlanan göz yaşlarından yıkanıp asılır eski gülüşlerin ıslak ıslak yüzündeki akşam güneşine...
Şiirim bir bardak çay akşamın gölgesinde.
Şiirim bir damla zehir dudağından emip eğirdiğim...
Benim şiirimin kıyameti kırılmaz kaderin yumurtasında.
Unutur her kıyameti onu,
Ezberlenemez,
Akılda tutulmaz asla...


12.41 yazmak ve yaşamak üzerine...
tanıştığıma memnun oldum sevgilim...

Anomali sevdalar zamanı

 
Anomali sevdalar zamanıydı yüzyılın belki.
Sen normal değildin,
Ben hiç ama hiç...
Anlaması zor bakışlardı bizimkisi,
Çözemezdi asla leyla mecnunun kalemi dahi.
Anomali sevdalar zamanıydı yüzyılın belki.
Bu kadar un koyulmazdı pankek'e,
Bu kadar gurur ve tutku sevmeye,
Söylemiştim de üstelik kendime...
Anomali sevdalar zamanıydı yüzyılın belki.
Mektuplar ile konuşurduk seninle,
Başka başka diyarların sevdalısı gibi beton bir şehrin koynunda,
Eski filmler gibi...
Sanki dünya savaşı varmış gibi göklerde.
Anomali sevdalar zamanıydı yüzyılın belki.
Kulağımıza bir fısıltı ile sözler bağlardık aşk ile umut ile,
Ne zaman sarılsak sımsıkı birbirimize,
Gözlerimi yumardım tüm dünyaya sarıldığım sıcağında,
Ve bahçemizde otururduk seninle çocuklarımız koştururken,
Gül kokusu burnumuzda,
Elimizde dumanı üstünde bir çay bardağı,
İçinde mandalin bir oralet ile...
Anomali sevdalar zamanıydı yüzyılın belki.
Becerebildik mi beceremedik mi bilmiyorum inan,
Hakkını verebildik mi sevmenin ?
Bence fazlası vardı devden de dev ama,
Belki kargaya yavrusu kartaldı bilmiyorum da,
Üstü kaldı masada,ve kimse almadı,
Uzatmadı dahi elini,
Üstü kalsın dedik ve çıktık aşktan...
Anomali sevdalar zamanıydı yüzyılın belki.
Sen normal değildin,
Ben hiç ama hiç...
Bir kedin vardı bahçede,
Adı tekerleme bir çocuk dilinde.
Sen bir kediyle kaçtın itiraflarından,
Ben bir plastik tavşanla masalarda...
Anomali sevdalar zamanıydı yüzyılın belki.
Fotoğraflar verirdim sana hediye diye,
Eski istanbul kadar güzelsin sevgilim deme çabalarımı katlar ütülerdim her sabah sana...
Kendimi bir daha hiç o kadar canlı yaşar hissetmedim sevgilim...
Yarı ölü tanrısıydım genç mürid kuşların sadece.
Anomali sevdalar zamanıydı yüzyılın belki.
Biz başka doğmuştuk seninle sevgilim,
Bizi başka sevmişlerdi,
Bizi başka büyütmüşlerdi belliydi...
Mıknatıs misali,
Çekildik birbirimize,
Kaçsak kaçamadık,
Zaten kaçmak da hiç istemedik...
Anomali sevdalar zamanıydı yüzyılın belki.
Eridik birbirimize,
Karıştık tanrının kutsal bardağında,
Ve döküldük araf'ımıza seninle,
Bir daha da çıkmadık,çıkamadık oradan fikrimce...
Anomali sevdalar zamanıydı yüzyılın belki.
Sen normal değildin,
Ben hiç ama hiç...
Nasıl da bulduk birbirimizi...
Benim şansım,
Senin şanssızlığın mı,
Yoksa tanrının ıslak gözleriyle bize gülümseyişi miydi inan hiç bilemedim...
Ama,
Nasıl da bulduk birbirimizi...
Anomali sevdalar zamanıydı yüzyılın belki.
Toprak renkli gözlerin gezegeninde,
Mavi gözlü bir sevda doğurdun sen bize...
Kadim kalbine sağlık sevgilim,
kutsal rahmine sağlık aşkım...
Anomali sevdalar zamanıydı yüzyılın belki.
Buzdan günlerde,taş meydanlarda otururduk seninle,
Mutluyduk,
Gökyüzü bizimdi,
Ve her şeye yeterdi...
Anomali sevdalar zamanıydı yüzyılın belki.
Sevmek sevmekti,
Başka hesabı yoktu birbirine bakan masum gözlerin,
Aman onların olsun tüm pis işleri,
Dışarıda kalsın,hiç girmesin içeri,
Biz bizden başka bir şeyin nefesini almayalım asla içimize,
Kirlenmeyelim hiç sevgilim...
Anomali sevdalar zamanıydı yüzyılın belki.
Ve biz ezelden beri zaten hep zengindik seninle sevgilim...
Kağıt paralar bahanesiydi sadece bu sinsi oyunun...
Biz tertemiz beş taş oynadık,
Saklanbaçlar saklandık seninle...
Mutluyum yani bu anlamda.
Gözlerimde kirlenmedi dünya hiç seninle.
Şimdi kavga bende,savaş bende.
Başka bir adam döndüm her savaştan...
Yine içimde o aynı çocuk uzanıyor ama yine de sen merak etme...
Anomali sevdalar zamanıydı yüzyılın belki.
Sen normal değildin,
Ben hiç ama hiç...
Olsundu,
Mutluyum yine de,
Alsan da almasan da beni yeniden içeri,
Denedim mi denedim...
Yine de sevgilim,
Çöpe atılmış kolu kopmuş sökük ayısı ruhumun,
Daima senin...
Seni seviyorum,
Ve sana da benden bir "Günaydın,Merhaba..."


10.09 takvim yaprakları solacak ağaç dallarında bir bir sevgilim,adı eylül olacak aşkın...

29 Haziran 2025 Pazar

Tek gözü mavi bir köpek

 
Süper kahramansız sabahları yazın.
Kırmızı masa örtüsünden bir pelerinim var sırtımda şimdi.
Çiçekleri suluyorum susadıklarında akşamları,
Tek gözü mavi bir köpek,belki birkaç gölgeye uzanmış kedi.
Balkon yıkıyorum gözlerimi kapatıp,
Buralardan çok çok uzaklarda,bir okyanus sahilinde çıplak ayak gezdiğimi düşlemek için ara sıra...
Süper kahramansız sabahları yazın.
Kırmızı masa örtüsünden bir pelerinim var sırtımda şimdi.
Sıska bir çocuğun düşleri ellerimdeki şimdi,
ve bunların hepsi...
Bir yaşam orucu bu sevgilim dudaklarımdaki bu kutsal kuruluk,
Bir bardak çay ve içtiğin lezzetli suyun sızdığı ıslak dudakların günler sonra tek beklediğim..
Geri kalanı dünyanın umrumda değil inan.
Ağzımda senden kalan eski bir sakız kitabının kapağına demirlediğin...
Benim ise tüm limanlarım yanıyor sevgilim...
Ve kahramanı yok asla yanan yüreğimin...
Süper kahramansız sabahları yazın.
Kırmızı masa örtüsünden bir pelerinim var sırtımda şimdi.
Yorgun düşmüşüm dizlerimin üzerine,
Bastonum elimde benden büyük bir kılıç saplı ayağımın dibine,
Karşımdan geliyorsun bir sen ve yanında kimin olduğunu bilmediğim bir ordu ile,
Tek başımayım yüzyüze,
üzerime koşan devden dev bir ordun ile,
Ve süper kahramansız sabahları yazın.
Kırmızı masa örtüsünden bir pelerinim var sırtımda şimdi.
Kurtaranı yok ruhumun,
Kırmızı kan ile ısınıp yanan dört silindirli pas tutmaz kalbim ile...
Dayanıyorum kılıcına kaderin yüzlerce ve yüzlerce,
Seni bekliyorum sadece,
Sonum buysa eğer,
beni sen öldür diye...


11.57 tüm kahramanları öldü bu yüzyılın...haydi durma sıra bizde,kendine kırmızı bir örtü bul sevgilim...

ey kibrin aslanı

 
Ey güneşin çocuğu,
Yelelerin ışıl ışıl parlıyor gün doğumunun uçurumunda ey kibrin aslanı,
Avlana avlana kalmadı hiç yeşili ağaçların,
Mavisi derelerin,canı masumların...
Sustu şimdiye dek filler,zürafalar ve zürefalar...
Dedelerin böyle değildi senin,
Bilirlerdi toprakta,sularda ve mavi gökte yazılı olmayan tüm kadim kanunları...
Ey güneşin çocuğu,
Yelelerin ışıl ışıl parlıyor gün doğumunun uçurumunda ey kibrin aslanı,
Kazıyorsun şimdi kaçıp kendi çukurunu,
Saklanıyorsun yaptıklarından utanıp belki,
Bilmiyorum.
Canı acıdı yaşayan herkesin,
Çürüdü tüm kökleri toprağın,
Uçtu daha sıcak diyarlara,
ve geri dönmedi bir daha tüm o kovaladığın avladığın göçmen sular...
Şimdi peşine düşmüşsün geriye kalan yarınların da,
Kalan bir damla suyu da kan ile zehredip çöl edeceksin belli ki...
Yazık.
Aklını kullan lütfen,
Bir saniye bile olsa kullan lütfen başının içindeki o eşsiz kainatını...
Elinde tanrından hediye en bereketli altın toprağı bu yaşadığın cennetin,
Sen altındaki bir küp parlak demir için söküp yakıyorsun zeytin ağaçlarını,kuşunu,yarınını,cennetini...
Yazık.
Lütfen,aç artık gözlerini...
Ey güneşin çocuğu,
Yelelerin ışıl ışıl parlıyor gün doğumunun uçurumunda ey kibrin aslanı,
Kafanı kesip duvarına asacak binlerce seferdir olduğu gibi Tanrı'n,
Ve adını sadece bir günah,bir hata olarak anacak her baktığında duvarda sana başını kaldırıp...
Yapma.
Dur artık...


10.53 benden;susan,gözünü kapatan her günahkar şeytana...

27 Haziran 2025 Cuma

kanlı elleriyle saçını tarıyor bir derviş

 
Tükürük yağmurları altından yürüyor ekmek kırıntıları,
Canavarlar masumu artık zamanın,
Kendini aştı ademinoğlu.
Ve oğlumun adı ortadoğu.
Ölsen suç yaşasan kahramansın güneşe uçan bir pervane misali.
Tükürük yağmurları altından yürüyor ekmek kırıntıları,
Ruhum görünmeyen bir pramitin karıncası...


09.03 kanlı elleriyle saçını tarıyor bir derviş...
kim kime inansa da aslında,
yalan söylüyor önceden yazılan tüm doğrular sana...
Kimin doğruları kime hizmet ediyor belli değil,
Kimin doğruları kime çalışıyor gün gibi açık...
Pembe yalanlar gömleği gülen yüzleriyle yalancıların,
Dağıttıkları binlerce pembe gözlük ayaklar altında ve kırık o güzel camları şimdi...
Simsiyah kara yalanları sinsi ve gizli,
gecede yürüyüp kandırıyor rüyalarda çoktandır bizi...

güle güle kraliçem

 
Kraliçe tacını taktın belki çoktan victoria'm,
Devletin keskin kılıcını kaldıramıyor belkide artık kral baban.
Dünya,iki yakası biraraya gelmez mavi bir şehir bence,
Diğer yakasına kaçmışsın duyduğuma göre,
Yeşil sarayına çekilmişsin pazar ilahilerinin.
Sistine'nin orgunu çalıyormuş sihirli mürid parmakların...
Oniki mavi kartal konuyor ellerinden uçup muhafızlarının göğsüne şimdi.
Başına portakal çiçeklerinden bir taç örüyor melek annen,
Boynunda ışıl ışıl bir Türk kolyesi,
Ve heryer bembeyaz güller ile duvarlanıyor sanki.
Çocuklar koşuyor kalabalık koridorlarında yarınların...
Yeşil sarayına çekilmişsin pazar ilahilerinin.
Sistine'nin orgunu çalıyormuş sihirli mürid parmakların...
Ben,mekkenin çölünde yürüyen bir çoban her gün sevdasını güden kumlar denizinde...
Küreğini düşürmüş kaybetmiş bir sandal maviyle dans eden göklerde...
Kraliçe tacını taktın belki çoktan victoria'm,
Devletin keskin kılıcını kaldıramıyor belkide artık kral baban.
Bulmuşsun kendine göre birini duydum ki,
Yaklaşmışsın ve hatta cennetin limanına beyaz tüllerden düşten yaldızlı geminin atıp bağlamaya hasırdan yüreğini...
Küçüldüm,küçüldüm,yok olana kadar küçüldüm ama yok olamadım inan,
Kafkanın böceği vardı kaçacak belki,
Benim bit'imin dişine takılmış bir ekmek kırıntısı sanki,
Yine de kurtulamadım bu kederden ezeli...
Kraliçe tacını taktın belki çoktan victoria'm,
Devletin keskin kılıcını kaldıramıyor belkide artık kral baban.
Benden kopartıp aldığın,
Zindanda kararan yüreğimi yıka 
ve hançer vur dudağından bir damla zehrini sağıp,
Son bulsun içinde kalan umut ve kan artık,
kanayıp son bulsun nefesleri...


14.14 güle güle kraliçem, seni seviyorum...

Vealeykümselam sevgilim

 
Şaman kadınlara inanmıyorum,
Bilge kadınlar ile konuşuyorum ben,
İkisi çok farklı,bunu bilmelisin sevgilim.
Senin,aşka inandığın benim.
İnkar etme lütfen,bunu biliyorum.
Benim,aşka inandığım sensin.
Havada kar taneleri uçuşuyor patlamış bir yastıktan uçuşan tüyler gibi,
Yağar dökülür gibi değil,yüzer gibi etrafımızdalar sanki...
Yaşamak denizinin sihirli anlarından biri bu sanki.
Ömürde birkaç kere ya olur yada olmaz belki.
Ve sen geçiyorsun oradan yavaş adımlarla süzülür misali bir anda,
Tanrının izleyeyim diye örtüsünü sıyırdığı bir cennetin tablosu önümde gözlerimde sanki,
Ve sen sihir gibi yürüyorsun yavaş çekim o tabloyu içinden inanki...
Susup kalıyorum yıllar boyu bu andan sonra,
Ne sen biliyorsun bunu ne de diğerleri...
Yaşamak denizinin sihirli anlarından biri bu sanki.
Şaman kadınlara inanmıyorum,
Bilge kadınlar ile konuşuyorum ben,
İkisi çok farklı,bunu bilmelisin sevgilim.
Senin,aşka inandığın benim,
Benim,aşka inandığım sen...
Uykulu bir ölümün birkaç dakika öncesinde,
Yüzümde beceremediğim onca şeylere rağmen,
Dokunamadığım onca zirveye rağmen,
Yorgun kocaman bir gülümseme,
Yük çözüp ruhumdan bir bir her gece,
Hafifliyorum usul usul yükselmeye yakınlaşan bir sıcak hava balonu gibi...
Hakkını helal et yeter bana,
Gerisi uyuduğum yarınlar,
gerisi arta kalan rüyaları düşlediklerimin...
Şaman kadınlara inanmıyorum,
Bilge kadınlar ile konuşuyorum ben,
İkisi çok farklı,bunu bilmelisin sevgilim.
Senin,aşka inandığın benim.
Benim,aşka inandığım sen...
Geriye kalan,
Dört dua bir selam sadece,
Ve,
Ve "aleykümselam..." ,
Sen beni merak etme sevgilim...


13.22 loş sonlara yakılan mumlar titrerken seni düşünüyordum hep sevgilim...

Trenler geçiyor durmadan

 
Toprak beni dinliyor biliyorum.
Su beni dinliyor,
Ağaçlar beni dinliyor...
Yazıyorlar anlattıklarımı ruhlarına,kadim kağıtlarına.
Ağacı toprağa,suyu ağaca emanet ediyorum.
Toprağı kendime...
Masada üç cisim.
Bir kalem,bir bant ve bir lastik.
Habersizler birbirlerinden tanışık olmayan kişileri gibi bir durağın,
Görmemiş gibi yapıyorlar birbirlerini,
bir oyunu gibi küçük çocukların...
Kimse büyümüyor bu şehirde sevgilim,
Kimse büyümek istemiyor...
Herkes farkında gerçeğin,
Ama gözlerini açmak istemiyor hiç kimse...
Ve trenler geçiyor sevgilim,
Ard arda defalarca,
Trenler geçiyor durmadan asla...
Zamanın yolcusu oluyorum biletsiz ve kaçak dalıp gittiğim git gide sessizleşen rayların ardında...
Aklıma geliyorsun bir bakırköy aralığında sonra,
Aklım gidiyor benden çok ama çok uzaklara...
Durduramıyorum.
Bakakalıyorum herşeyin herkesin ardından.
Sadece...
Toprak beni dinliyor biliyorum.
Su beni dinliyor,
Ağaçlar beni dinliyor...
Yazıyorlar anlattıklarımı ruhlarına,kadim kağıtlarına.
... ,
Toprağı kendime...


10.05 yarımın yarısı.

26 Haziran 2025 Perşembe

yalancı sevişmelere ihtiyacımız yok seninle bizim

 
- böyle ipek nevresimlere uzanıp,süslü perdelerin gölgesine sığınıp,yumuşacık bir ezgide sevişemeyiz biz seninle.Unut bunu.
Tükür tüm eskilerini suratıma.Durma haydi yap,tereddüt etme sakın.
Yapış yapış aksın gözlerimden gerekirse kanlı ve irinli bir yarayı sökmüşüz gibi herşey geçmişinden...
yalancı sevişmelere ihtiyacımız yok seninle bizim.bağır çağır yüzüme,topa tut yüzümün surlarını gerekirse,yık şehrimi ruhumun,
yerle bir et tüm suretimi zamanın ellerinden alıp hatta çalıp beni benden gerekirse...
çünkü şehrimin kapılarını,kimse girmesin diye başkasının elleri kapatıp kilit vursa da her gece; şehrim daima senin yine de...
yerlebir de olsam tamamen,
gel al beni haydi, durma bir saniye bile artık ne olur...
sahip ol adımla tenimden tüm sokaklarımı çıplak ayakların ile...
ateşe ver bedenimde tüm binalarımı gerekirse...
Yansın kül olsun koca şehir gözlerimizde.
Seninle elele gözgöze öpüşe öpüşe saatlerce,günlerce,aylarca ve yıllarca yeniden dikeriz şehrime şehrimizi...Soyun gel tüm geçmişi sen yeter,çırılçıplak gel ve yeniden doğ bir annenin mabedi kadim rahmimde...korkma yeter...

- seni gecede ateşim sayarım.
pervanesi olurum günler boyu aç bitap virane,yorulup düşene dek uçarım ışığına etrafında...
yansam kaç yazar önemi yok.
ateşe ateş katar düşerim tam ortasına tanrıça bedeninin,
Ve elinde capcanlı atan kanlı yüreğinin, yamacına düşer kendinden bile vazgeçmiş yanmış bedenim...
Biz sevişemeyiz seninle böyle kibarca evet haklısın.yakarız birbirimizi öncemizde.
erir dökülürüz taştan kayadan lavlar misali ulu dağımızdan,kaynarız günler boyu etimizden kemiğimizden vazgeçip,
bir damla şişeye hapsoluruz sonra seninle elele dudak dudağa...
ölene dek durmayız seninle,
bi nefes alıp ve bi nefessiz bata çıka birbirimize dağlar boyu çağlayanlar gibi dökülürüz sırrımızdan sırrımıza...
Sevişmek erise üzerimizde ateşe verilmiş plastik poşetler gibi sevgilim, ve lavlar misali yaksa damlalar çığlıklarımızı...
Güneş böyle doğabilse sadece keşke,
ve biz yaşayabilsin diye bu gezegen her gün sevişsek istesek de istemesek de...
aramızdaki tüm bu; tartışmalar,savaşlar,ölümler,cinayetler,
bir sisin aniden yokoluşu gibi silinse sonra gözlerimizden...sevişmelerin ardı bir sabahta,nevresimin altına kaçtığımız bir çıplaklıkta,izlesek birbirimizi inceden ve hayran yine de,
bakışıp gülümsesek yeter gözlerimizden yüzümüzden sonra birbirimize,
benim ulaşılabilesi cennetim bu yalnızca...
Belkide ben sadece bu yüzden iyiyim bi ömür boyu gizlice,
Bilmiyorum,
Bildiğimi sanıyorum sadece...
Neyden korktun peki,
İnan bilmiyorum.
Kalsaydık da seninle bir kuru ekmeksiz ve susuz dahi öylece ama elele,
Yine de en güzel ömür benim,
yüzümde kocaman bir gülümseme ile sevgilim...


17.35 bir deprem olmuş.duymadım.derin uykudaydım.kırılmış evde her şey,şehirde her yer.. .

nefesini tutan bir kurbağa

 
Uyuşturulmadan kuyruğu kesilmiş bir köpek gibi bakmıştım sana,
Bağırdım,ısırdım belki birkaç defa da hatırlamıyorum inan üzgünüm.
Susuzluktan boynu bükülmüş bir çiçek gibi sustum içimden tüm kızgınlıklarımı sonra.
Duymadı kimse sessizliğimi,
Sen bile...
Sarardı soldu gecenin dallarından,
Ve döküldü ardından,
Bir kasım rüzgarı esti ve uçuşup gitti gökten düşen tüm o kurumaya yüz tutmuş masum yıldızlar...


11.18 nefesini tutan bir kurbağa yakalayabilir mi peki bir çocuk balinayı denizlerin parkından...
ebelemece oynuyor akşamlarda güneş ve ay.
Sarı yüzüyle bir kuş öpüyor beni tutup yüzümden,uyanamadığım sabahlarımdan...

Elini cebine sokar o güzel çocuk karanlık uzaydan cebine

 
Vur sevgini herkesin yüzüne durma,
Çekinme hiç omuzlarına dokunursan bakmazlar,
Vur suratlarına şimşekler parlayan bir tokat gibi.
Çarp kapıları kıracakmışcasına çarpan bir fırtına gibi,
Sarıl gövdesine pervasızların,ruhsuzların sımsıkı,
Oynayamasınlar bile,kaçamasınlar hatta asla.
Al tüm intikamını kötülükten.
Al tüm intikamını başka türlü davranmak istediğin o dünlerden.
Vur sevgini herkesin yüzüne durma,
Vur suratlarına şimşekler parlayan bir tokat gibi.
Hakettiler çoktan üstelik bunu.
Kötülük alır senden tüm gülüşlerini,canını bile.
Oysa sevgi tanrıdır,
Can verir yaşatır büyütür,
sonsuz yeşil çayırlardaki bambaşka,rengarenk çiçekler gibi...
Sev sarıl gitsin.
Karanlık diye bir şey yok,
Işığın yokluğu onun adı,
Yani sen,sev sarıl gülümse.
Kandıramasınlar seni çekmek için kendi sürülerine,
Çünkü Karanlık diye bir şey yok,
Bomboş bir yerde bile sen sadece ayı ve yıldızları bekle,
Merak etme,
Elini cebine sokar o güzel çocuk karanlık uzaydan cebine,
Ve Tanrı aydınlatır gözlerini ışıldayan misketleriyle zorda kaldığın her gecede...


10.42 sevgiye inanan duaları asılı duvarda kurusun diye.bir yaz ritüeli bu serin rüzgarı akşamın.biraz daha devrilse cümlelerim,suya elimiz değecek yaşamın bu engin denizindeki sandalımızda sanki.sonra acıkacağız elbette ve suyun içinden bir peygamberin eli bize balık uzatıp verecek...susayacağız elbette,geceler boyu sarılıp ağlayıp gözlerimizin çeşmesinden yaşlarımızı içeceğiz seninle...bir amin katlıyorum kendime aminler bahçesinden koparıp ve sarıp içiyorum yeşil taze yaprağını karanfil kokan tüm güzel umutların...

25 Haziran 2025 Çarşamba

Ezoterik masallar çobanıyım rüya dağlarında

 
Ezoterik masallar çobanıyım rüya dağlarında.
Sisli mi sisli bir gün doğumu ruhumda.
Bebek kağıtları sallıyorum kollarımda,
Kurşun kalemden biberonlar çiziyorum ölmüş fidanlara...
Peluş oyuncaklar besleyen büyüten çocuklar,
Üç oda bir salon yumuşak ve pembe bilek acıtmayan hapishaneler,
Plastik çicekler,plastik çicekler...
Yalanlar ve yalanlar sürekli günlerce.
Ezoterik masallar çobanıyım rüya dağlarında.
Sisli mi sisli bir gün doğumu ruhumda.
Göz göze baktığımız ama birbirimize telefon ettiğimiz uzaklıklar suluyoruz her gün artık balkonda.
Yalnızlık çicekleri açıyor güzel mi güzel balkonlarda.
Yazık.
Günde ellerimiz kaçıyor birbirinden ama rüyalarda her yeri kıra kıra sevişiyoruz binbir saman çöpü hışımla...
Neden susuyoruz ki zaten.
Sessizlik,ölümün takacağı ışıl ışıl bir küpe sadece.
Ezoterik masallar çobanıyım rüya dağlarında.
Sisli mi sisli bir gün doğumu ruhumda.
Bir kasap bıçağı girse göğsümün tam ortasına,
Ve yarsa baştan başa gövdemi,
İçimden bir denizatı gibi binlerce şiir uçuşur çıkar...


09.37 ruhsuz robotlara teşekkür eden güzel çocuk,
suçlusu sen değilsin bu güzel kalbinin,
Üzülme hiç.
içine doğduğun bu esaret okşamıyorsa başını boşver,
Dalga geçebilirler seninle,duyma lütfen.
Odasında oyuncaklar besleyen büyüten güzel çocuk,
Yarının kahramanı sensin,vazgeçme sakın kendinden,lütfen bekle sabırla kendini.

cehennemi yakan kıyametler yazdım oynadım içimde

 
Habersiz kalmış yılların tozunu alıyorum tatlı kederler vitrininden.
Ard arda şahlar çekiyor kalbim,sıkıştırıyor beni.
Gözlerimde yağmurun kokusunu öpüp çalmış ıslak yeşil çayırlar.
Avare miydi yıllar yoksa ben saklanıp dolaba gözlerimi mi kapattım bilmiyorum,
Nasıl geçti boğazından dantelden işlenmiş ahşap bir yelkenli misali o güzelim nazlı günler  anlamıyorum.
Ayşe tatile çıktı,
Kara şahin düştü,
Ve beşinci günün şafağında doğuya da baktık sevgilim,
Yapılması gereken her şeyi yaptık,
Bir dudaklarından izin isteyip seni çalamadım göklerden söküp ellerini...
İçemedim ruhunun buzdan suyunu dudaklarının çeşmesine dayayıp dudaklarımı...
Susuz kaldı ruhum,
Kurudu gül bahçem.
Habersiz kalmış yılların tozunu alıyorum tatlı kederler vitrininden.
Ard arda şahlar çekiyor kalbim,sıkıştırıyor beni.
Gözlerimde yağmurun kokusunu öpüp çalmış ıslak yeşil çayırlar.
Yaş aldım bulutlardan,
Gözlerim ıslak ıslak.
Tutuyorum sımsıkı yağmurları yumruklarımın içinde,gözlerimin köşesinde bir yerde.
Aklımdasın hep.
Aklım sen olmuş çıkmış sanki.
Reddediyor benim için çalışmayı.
Kendini kandırmayı bırak diye haykırıyor her gün yüzüme gece üç dört nöbetlerinde.
Seni çok özledim.
Burnumda tütüyorsun.
Görsem söylemem,
Sen oku beni sevgilim;ben yazayım bendeki seni üşenmeden her bir gün...
Habersiz kalmış yılların tozunu alıyorum tatlı kederler vitrininden.
Ard arda şahlar çekiyor kalbim,sıkıştırıyor beni.
Gözlerimde yağmurun kokusunu öpüp çalmış ıslak yeşil çayırlar.
Ne zaman bir haberin uçup konsa omzuma kuşların ile,
Dur duraksız günler boyu ağlıyorum...
Adım yaz,
Adım ağustosun kızgınlığı.
Adım göklerin bağıran çağıran yumrukları sıcaktan kurumuş toprağa...



21.32 aklıma geldi haberin kulağıma değil ilk önce,kızdım delirdim bağırdım ağladım yağdım gürledim içimde binbir cehennemi bile yakan kıyametler yazdım oynadım yangın yeri yüreğimde;döndüm sadece gülümsedim ama yüzümde...

24 Haziran 2025 Salı

çöpe gömülen küller saati gecenin

 
Haydi birkaç rota daha yaz defterimize,
Görelim seyri seferde bikaç güzel şehir daha belki,
Sonra bitsin her şey,
Terkedelim artık birbirimize soğuk,birbirine kayıtsız ellerimizden tüm yalnızlıklarımızı...
Yak tütsüler misali saatler boyu yansın ince dumanıyla zihinlerimizden tüm kinlerimiz,
Dumanı sarsın ıslak gözlerimiz ile gülüşlerimizi.
Kafamda bir piano çalıyor durmadan,
Aralıksız bir gülen,bir kızan.
Kafası çok karışık tellerin,
Bir akor kadar yakın aslında mutluluk,
Ama yok bilen,yok ellerini hiç uzatan.
Kilim ören şairlere teslim et sen lütfen ölen yüreğimi,
Son duamı bir kilime dokusun kırlangıç yürekli bir kadın,
Ve sevdanın boynunu vursun senelerdir yüzünü görmediğim bir hatun kovulduğum sarayından.
Tacını düşürmüş adımlarında tüm masumlar,
Farkında bile değil üstelik,
Sırtından ılık ılık aksa da beyaz kaftanından,
Hissetmiyor artık eskisi gibi, 
Akıyor sırtından ılık bir yaz deresi gibi,
kalbinden süzdüğü tertemiz o sıcacık aldan kan...
Haydi birkaç rota daha yaz defterimize,
Görelim seyri seferde bikaç güzel şehir daha belki,
Sonra bitsin her şey,
Terkedelim artık birbirimize soğuk,birbirine kayıtsız ellerimizden tüm yalnızlıklarımızı...
Binlerce gece düşündüm biliyor musun,
Acaba suçlusu ben miyim bu mahkumiyetin.
Ama değilim anladım,
Çünkü,
Sen yalancısın sevgilim...
Dünyanın öbür ucunda bir şehir yaz bize haydi son defa,
Üşenmem asla,
Seninle durmadan yıllar boyu yürüyelim...
Binlerce gece düşündüm biliyor musun,
Acaba suçlusu ben miyim bu mahkumiyetin.
Ama değilim anladım,
Çünkü,
Sen yalancısın sevgilim...



08.51 

yakılan mektuplar,
ve çöpe gömülen küller saati gecenin.
yazık hayatlar cumhuriyeti...
düşler yıldızlar ve kırlangıçlar göç ediyor şimdi artık sevgilim...

mezarlar,güller ve düşler

 
Bir kundura koymuşlar ev önüne boşa,
Kalmamış hiç atacak adımı artık.
Yaşı çok değilmiş aslında ama bırakmış yaşamanın elini,
Bilmiyor en yakın dostu bile nedenini.
Eşinin üzerine yatırdılar ölüsünü,
Çok özlemiştir kesin...
Ne kadar çok gül fidanı vardı mezarlarda inanamazsın,
İnanamadım.
Oğlu girdi kabre,başını toprağa usulca koymaya.
Kalbinin üzerine bir avuç toprak okudular koydular.
Kürekler yarıştı sonra ard arda,ne gerek varsa hıza hiç anlamadım.
Topraklar uçuştu üzerimizden,
Toz yedim mezardan her nefeste her kürekte,
Merhum bakışlı yüzler ağlaştı,
Her mezardan dualar ile binler uçuştu.
Bu zamana kadar beş oldu uğurladığım,
Kaçıp kaçıp yatağımın altına saklandığım,korktuğum yarınlar...
Bir kundura koymuşlar ev önüne boşa,
Kalmamış hiç atacak adımı artık.
Yaşı çok değilmiş aslında ama bırakmış yaşamanın elini,
Bilmiyor en yakın dostu bile nedenini.
Kimsesiz kaldı üç fidan.
Yağmursuz susuz bir yaz önlerinde,
Tüm bilinenlerin,tahminlerin ötesinde...
Biri sustu,biri ağladı.
Birini hiç kimse görmedi bile...
Allah rahmet eyledi,
Merhum düştü,çıkmak istedi tabutundan herhalde,
Gülsek gülünürdü ama kimse gülmedi.
Allah rahmet eyledi,
Dostlar bir bardak su oldu kırılıp toprağa içirdi sonra vazgeçip herşeyden kendini...
Hakların helali bir son katladı herkes cebinden,dilinden son defa,
Ve uyudu rüyasına sessizce,
o masum en anne karnındaki haliyle bir adam.
İşinden yorulmuş ve sıkılmış yüzüyle,
ayağında yazlık bir ayakkabı,
Sanki bir tatile gider gibi toprağın üzerinde,
okudu tüm bilinmez duaları beyaz peleriniyle bir adam.
Kötü biri değildi elbette,
Ölmekten yorulmuştu her gün onlarca yüzlerce defa...
Bir kundura koymuşlar ev önüne boşa,
Kalmamış hiç atacak adımı artık.
Yaşı çok değilmiş aslında ama bırakmış yaşamanın elini,
Bilmiyor en yakın dostu bile nedenini.
Yarısı kesilmiş alınmış bir elmanın kalıp kararan diğer yarısı gibi,
Çekip gitti bir adam daha yaşamaktan...
O güldü,
Biz ağladık...


00.38 mezarlar,güller ve düşler...

Sur'u üfledin kulağıma


Rüyamdaydın,
Hoşgeldin.
Sur'u üfledin kulağıma.
Varoluşuma anlam döktün yaldızlı kadife kesenden ve sonra.
Önemi yok artık,
Kaç kıyamet yanarsa yansın dışarıda.
Mühim degil,dudaklarından dökülen serin nefesin dışında...
Rüyamdaydın,
Hoşgeldin.
Sur'u üfledin kulağıma.
Varoluşuma anlam döktün yaldızlı kadife kesenden ve sonra.
Ve artık ışıl ışıldı yansa dahi gözlerimde tüm dünya...


11.23 bir rüya bir sevdaydı yaşamak alt alta topladığında.
cevabı bir yanlışa sürükleyen eksikliklerin farkına varmaktı gülmek yastığında.

23 Haziran 2025 Pazartesi

saplantılı oyuncak peluşlar çöplüğü

 
Yüzümde yalancı rüzgarları yazın.
Dönüyor plastik yel değirmenleri karşımda,
Don kişotuyum zamanın,ama şimdi.
Kandırılası zavallıları suluyor her gün paslı musluğundan dikdörtgen siyah bir tv.
Yüzümde yalancı rüzgarları yazın.
Dönüyor plastik yel değirmenleri karşımda,
Don kişotuyum aşkın...
İçimde sıcak kan içmek isteyen bir canavar esir göğüs kafesimin ardında,
Vampiriyim genç taze kokusunda incecik güzel boynunun.
Kimi içsem sensin sanki,
Kimi öldürsem yeni bir sen doğuyor kollarıma...
Yüzümde yalancı rüzgarları yazın.
Dönüyor plastik yel değirmenleri karşımda,
Don kişotuyum ruhunun,
Ve atımın adı bir kedinin ismi...
Tutulmuşum sana,tutulmuşum rüzgarına.
Ağrım var,
Kıpırdayamıyorum.
Ağrıyor sırtımda bile kalbim.
Hamalıyım uzun süredir yüreğimin,
Sorsan bilime aynı ağırlığı ama,
Ben bir deveyi taşıyorum sanki bitmeyen piramitlerin tepesine,
Hörgücünde mektupların dolu yükümün.
Ben taşırken çıkmış devenin üzerine mor bir sincap,
Durmadan kulağıma seni okuyor...
Birileri ee bu büyü artık diyor,kara büyü hatta,
Oysa bu gözlerime gümüş bir ay gibi ışıl ışıl parlıyor...
Bir şey demiyorum,
Susuyorum,
Bıraktım tüm cevap vermeleri.
Birileri ee bu büyü artık diyor,
Ben ne yapsam nafile,
bir türlü büyüyemiyorum...



09.37 saplantılı oyuncak peluşlar çöplüğü.
bir doğma günü partisi.
çingene pembe turkuaz mavi bir kederler punch'ı...
içmiyorum bir yudum bile rengine rağmen...
ezelden sarhoşum zaten,
içimde kederden bir okyanus var; ve içinde yüzen gök mavi kanbur bir balina kurtarıyor her seferinde boğulmaktan beni...
ne zaman geri dönsem yaşamaya,
gözlerimden yağıyor denizler ve yükseliyor git gide gezegendeki sular yeniden ve yeniden...

Ödül maması öpüşler vakti akşamın

 
Şiir bir yüz metre koşusu sevgilim,
Patlarcasına bir mermi gibi koşup dokunmak istemek yumuşacık ipine tüm sonların tek hayalimiz belkide.
Nefes nefese kalmamız bundan sanki sevişircesine.
Rüzgara kafa tutma çabası yarı ölümlülerin.
Tanrılara sesini duyurabilme endişesi fısıldamana rağmen bulutlardan bir pencerenin altında geceleri...
Şiir bir yüz metre koşusu sevgilim,
Avını ısırıp durdurmak için delice koşan yaşamak isteyen ses hızında bir çitanın nefesleri gibi.
Yağmura kafa tutma çabası yarım bardak suyun.
Beğendirebilme endişesi sevdiğine kendini,
öyle değilmiş hiç gibi davranmana rağmen.
Şiir bir yüz metre koşusu sevgilim,
Ve ben her seferinde hatalı çıkış yapıyorum patlayan silah sesi sözlerinden,
Diskalifiyeyim,senin gezegeninin en hızlısı olduğumu bilmeme rağmen yüreğinden...


09.12 tanrıların yarışlarında galip gelen insanlar neye sevinirlerdi peki ? Ödül maması öpüşler vakti yarış dolu bir akşamın.
Tasmasız gülüşler arıyor oysa sadece yüreğim...

Hummingbird

 
Bir sinek kuşu çırpıyor kanatlarını sonsuz hızıyla,
Kapağı yanlışlıkla açılmış düşen bir şişe su misali,
Akıyor kanatlarından zamanın kum saati,
Ve saçılıyor etrafa bir yıldızın gecede ışıldayan tozları gibi.
Kendi ellerinden kayıp düşüyor tüm gülüşleri kum taneleri gibi.
Kalbinden bıçaklanıyor bir penguen bizzat aşk tarafından,
Gözlerinin içine baka baka kıyameti boyuyor bembeyaz bir kağıt gibi önünde uzanan kutuplara...
Bir sinek kuşu çırpıyor kanatlarını sonsuz hızıyla,
Mavi gezegenin en en büyük gül ormanı olmalı bu bir şehrin içindeki.
Taşlar,sapanlar ve savaşlar durduramaz sinek kuşunu,
bu ışık hızındaki göklerin karıncası küçük jeti.
Dört gramlık günlüğü mavi göklerin.
Hayır hayır hayır,
Dünyanın bu en hızlı uçağı,
nasıl da yavaş düşüp kapatıyor yaşama ilk defa görebildiğim bu güzel gözlerini.
Gezegenin en hızlısı nasılda yavaş ölüyor tanrının öpücüğünü son bir kez daha olsun beklemek ister gibi...


08.45 zamanın bıçağı saplanmış kalbime kanıyor için için,çıkaramam,çıkartamıyorum...
acısıyla yaşamakmış kaderim,doktorun dediği...


Ps: bir sinek kuşu dakikada seksen defa çırpıyor kanatlarını,tıpkı soldaki kafesinde esir kalbimiz gibi...

Bir unikorn başını okşuyor sözde cesur bir şövalye

 
Bir göl kenarı şehir.
Bir kurbağayı yakalamış zorla öpüyor defalarca bir pirenses.
Korkmuş hüngür hüngür ağlayan Friedrich'i görünce,
Bir unikorn başını okşuyor sözde cesur bir şövalye.
Karıncaları besliyor koca yürekli bir çocuk simitinden kopardığı susamlar ile.
Bir göl kenarı şehir.
Martılar beyaz filamingosu bu küçük henüz çocukluğu belki yeşil bir denizin.
Ve tozlu yeşilden banklar nilüferi bu sanki şimdi bitmiş gibi ıslak ve parlayan yağlı boya resmin.
Bir göl kenarı şehir.
Renk renk elbiseli balıklar işe gidiyor erkenden.
Bülbüller sokaklarında dalların şarkılar söylüyor bir parça ekmek için.
Bir anne ördek almış evlatlarını sırtına boğazda düdüğü ile etrafa ben geliyorum diye bağırıyor.
Taş iskelenin kuytularında genç yılanlar sevişiyor.
Bir göl kenarı şehir.
Tiril tiril giyinmiş iki aynalı sazan yunuslara özenmiş kağıt gemilerle yarışıyor...


12.44 öğlene başını dayamış ikindiler.çay ve kek saati şiir yüreklilerin.

düşen ter üşümedi alnının incecik güzel dalında

 
Kudurmuş yazıyorum.
Satırlar köpük köpük kağıtlarda,
Ve sudan neden korkar ki bilmem beyaz kağıtlar,
Annesi ağaçlardı sonuçta...



10.51 rüzgar esmedi,düşen ter üşümedi alnının incecik güzel dalında...



* bir damla bal...kısa yazma çabaları ağaca asılı kovanımda...


22 Haziran 2025 Pazar

Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte

 
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Karanlıklara sarmışlar koca dünyayı gözlerimizde.
Et ve tırnak aile,dost dediğin belkide önümüzde.
Çekmişler tırnaklarımızı çığlık çığlık ellerimizden tek tek.
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Ben hep sevdim dünyayı,insanları,seni...
Korkuttular,
Üzdüler...
Abaküsünde çocuk kalbimin ve takvimlerin,
Yirmi beş tane ayrı ayrı feda edilmiş ömürler,
Yirmi beş yıl.
Çeyrek asırmış adı ellerimden kayıp düşen günlerimin çuvalı,
Omzumda şiirlerimden azık bir heybe yalnızlığı,
Karnıma düşmesinler diye sarılı yazık bir yüzbin şehit kelebekten bir mezarlığım var.
Mevsim kim,mevsim ne inan bilmiyorum.
Çobanıyım dört ayaklı yürüyen kederlerimin.
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Raylarım kırık trenlerim savruluyor heryere göklere.
Bi süredir bakamıyorum kitapların gözlerinin içine,
Yalan söyleyemiyorum onlara,
Eğiyorum başımı,kaçırıyorum ıslanmış gözlerimi gözlerinden.
Saksılar hapishanesi en güzel çiçeklerin,
Sen beni bilinmez dağların eteklerine göm sevgilim.
Ve ağla cansuyumu başucumda ilk seferimizde bana.
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Ve karanlık her yer.
Kararmış umutlar ve düşler.
Sonunu yazmaya çalışıyor sonu gelmemiş bir güzel bir oyuna hiç sevilmemiş kızgın bir çocuk sanki...
Savaşçı altın yeleli bir aslanım serde ama,
İçimde bir annenin gözyaşları dolduruyor sanki susadığımda bardağımı kuruyan dudaklarıma.
Delirdim mi deliriyor muyum bilmiyorum.
Havada mıyım hala,yoksa düştüm öldüm mü çoktan daldaki cennet yuvamdan bilmiyorum.
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Savaşlar,savaşlar ve savaşlar,
Savaşlar taşlar fırlatıyor yıldızlarıma gecede.
Kaçışıyor ateş böcekleri ağaçların kalbinin içine.
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Eller bilmez seni,
Eller anlamaz bizi,
Bensiz sen yalnızsın...
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Kanamış uzay milyonlarca zaman tavşan kanı simsiyah kanıyla,
Kainatın kara ırmağı akmaya devam ediyor hiç durmadan tanrının dağından eriyip.
Zaman bozuldu bileğimde ve gözlerimde,
Tüm büyümeler tersine döndü bedenimde.
Kucağına koşan yalpalayan bir penguen,
Yeni yeni yürümeye çalışan çocuğunum şimdi artık sanki.
Zaman treninde biletsiz çocuk ruhum,
İneceğim yere dek sadece belki,
Saklanbaç oynuyorum kadim memuruyla beni sevmeyen kainatın.
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Oturamadım akşam yemeğinde masana hiç biliyorum,
Nasılda güzel kokuyor yalnız sana acıkmış ruhumda ruhunun benden habersiz tüm pişirdikleri...
Yemedim hiç ama evinin duvarına dayadım başımın ardını çok defa,
kapadım gözlerimi ve hayal kurdum en az bin defa,
Doydum bana esen güzel kokusuyla bile,
Ellerine sağlık sevgilim.
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Yaralısın biliyorum,
Yarayı bilir yaralanmış olan.
Akıntıya karşı yüzüyor kafamdaki tüm şiirler,
O kadar acıyor ki kolları gecede şimdi mısraların,
En iyi yüzen bile yorulup düşüyor gökten düşer gibi dibine,aslı sessiz suların...
Bilmiş gibi göründüğüme bakma sen,
Bi bok bildiğim yok benim...
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Çaputa sevdamı sürmüşüm tüm karanlıklar için,
Yanarız sonsuza kadar,
Düşmeyiz asla karanlıklara,
Merak etme sen...


09.43 düşler yanıyor meşalede;düşler kanıyor alevinde...

Sırat'a yüzyıllar var daha oysa

 
Saklanbaç oynuyor insanlar ve evlatlar.
Sinmişler toprak altında suspus karanlıklara.
Bombalar yağıyor göklerden yağmur diye.
Islanmak yok ölmek var serde,
Sırat'a yüzyıllar var daha oysa.
Saklanbaç oynuyor insanlar ve evlatlar.
Sinmişler toprak altında suspus karanlıklara.
Savaşlar yalancı artık,
Savaşlar sinsi,ödlek ve sırtlanca.
Dili bozuk korkaklar kürek çekiyor deniz misali yangınlarda,
Eski delikanlı yiğitler nerede bu aslanların savaş diyarında.
Korkak sırtlanlar plan yapar olmuş onlarca yıl sinsice karşımızda.
Saklanbaç oynuyor insanlar ve evlatlar.
Sinmişler toprak altında suspus karanlıklara.
Bombalar yağıyor göklerden yağmur diye.
Islanmak yok ölmek var serde,
Sırat'a yüzyıllar var daha oysa.
Yalanlar,yalanlar ve yalanlar,
Samanı soysuz mangalınızın.
Bebekleri,evlatları yemek isteyen rezil yamyam suratlarınız kinimizde,
Kesilesi tek yön biletiniz en korktuğunuz o cehenneminize,elimizde.
Saklanbaç oynuyor insanlar ve evlatlar.
Sinmişler toprak altında suspus karanlıklara.
Bombalar yağıyor göklerden yağmur diye.
Islanmak yok ölmek var serde,
Sırat'a yüzyıllar var daha oysa.
İntikam;sağanak yağmuru nisanın, solan yaprağı kasımın artık,
İntikam,aldığımız derin ilk nefesi dakikalarca daldığımız o engin denizlerin...
İntikam,vurgunu o sustuğumuz geçmişin.
Saklanbaç oynuyor insanlar ve evlatlar.
Sinmişler toprak altında suspus karanlıklara.
Bombalar yağıyor göklerden yağmur diye.
Islanmak yok ölmek var serde,
Sırat'a yüzyıllar var daha oysa.
Şemsiyesi,tek bir son dua tüm bu boş yere endişelendiğimiz yersiz korkuların...


23.49 

bereketli çayırları tanrının.
sırtlanlar saldırmış bal porsuklarına,
göz dikmişler bir de aslanlar diyarına...
öyle diyormuş güya sıçanlar.
Bir kükrese dün bin sırtlan düşer yere,
Bin kükrese tarih dünya titrer ve diz çöker yeniden.
Zamanı geldi altın yeleli aslanların,
Zamanı geldi bir kükrese gezegeni yakacak ateşi üfleyen o aldan al kadim ezelden tutuşmuş kanların...

Yanarken tüm sevdalı deli böcekler sıra sıra

 
Kül düşürdüm bardağa.
Düşün düşün seni ve sensizliği,
unuttum nefes almayı bazen bir anda,
Ciğerler isyanda.
Kül düşürdüm bardağa.
Yapayalnız geceler,
Evsiz kimsesiz akşamlar.
Sahip çıkanı yok çocuk rüyalarına buralarda.
Kül düşürdüm bardağa.
Unuttum aşkı,akşamı balkonda,
Günü gündüzü siste dumanda.
Kül düşürdüm bardağa.
An yaktım kuma çakılı eski bir sandal gibi kurumuş çöle dönmüş limanlarda.
Seni göremedim diye dün gece rüyamda,
Gözlerim isyanda.
Kül düşürdüm bardağa.
Bağdaş kurduğum,binlerce saat yamacına oturduğum mektupların var hala koynumda.
Ey soysuz atların krallığında koşturan can yakan özgürlük,
Ayağı kırık kalbim,
Kalbi kırık dünlerim.
Hani benim savaşım nerede ey güzel tanrım.
Kaç ateş eritir içimdeki kızgınlığın dağını söyle,
Yada delebilir misin tam ortasından kurduğum hayalleri sevdalı gözlerinle.
Kül düşürdüm bardağa.
Harfler düşürdüm dilimden geceyarısı yürüdüğüm akıp giden karanlık sulara.
Süzüldü gözlerimin penceresinden bir kaç damla yağmur ve sonra.
Kül düşürdüm bardağa.
Harı sen koru ben bir yangında,
Yanarken tüm sevdalı deli böcekler sıra sıra,
Kül düşürdüm bardağa,
Ve içtim seni yansa da içim kana kana...


23.04 

öpülesi yangınları var teninde düşlerinin, 
ve ben pervanesiyim tanımadığım ışığının gecelerde.
cahil şehidiyim yanan ocağında dudaklarının...
Durma haydi önce kor et beni sonra suya ver,
bin kez vursan da çekicine asla kırılmayayım...
pervaneyim ateşine dahi kurban bir peygamberin ümmetinde...

21 Haziran 2025 Cumartesi

Aradığım cennetler

 
Aradığım cennetler yetim sevgilim,
Kardeşini kaybetmiş bu anlamsız savaşların depremlerinde.
Aradığım cennetler yapayalnız sevgilim,
Uyuşulası mavisinde göklerin uzanırken yeşil ıslak çayırlarına tanrı kayalarının,
Uyanmak istiyorum tüm hislerime yeniden,
Yeni doğmuş bir bebeğin tenindeki hisler gibi,
Bir uğur böceği yürürken bacağımda her adımında yazdığı şarkıyı hissedip duymak gibi...
Aradığım cennetler yalancı sevgilim,
Umrumda değil ısırılmamış pırıl pırıl tertemiz silinmiş misali kocaman kırmızı elmaları ile o kutsal bahçenin,
Bana tozlu,bir tırtıl tarafından ısırılmış belki tadına bakılmış al yanaklı ağaçtan düşmüş evladı lazım sarılıp konuştuğum ağaçların...
Yasaklı pırıl pırıl bombaları değil beni asla düşünmeyen kanunların...
Aradığım cennetler aşksız sevgisiz değil,
Umrumda değil tüm sevişmeleri çalınmış uyuşmuş duymayan zihinlerinden,
göremedikleri bile açık gözlerinde o renklerine rağmen ışıksız kalmış karanlık cennetleri...
Aradığım cennetler burada değil sevgilim,
Kaçmış saklanbaç oynayan yaramaz bir çocuk gibi bağıran çağıran büyüklerinden şehirlerin,evlerin...
Saklanmış asla bulamadığımız bir yerine içimizin,
Aradığım cennetler burada değil sevgilim,
Saklanmış birilerinden kaçıp koşup bizlerden çok önce çoktan.
Gel gidelim seninle biz buralardan,bu kafalardan...
Kurtaralım içimizdeki bu en temiz düşlerimizi...
O cennetler ki,
çıkıp geleceklerdir yanıbaşımıza hiç ses çıkarmadan bi zaman sonra,
Özleyip sarılacaklardır küçük kolları ile ve kendi kocaman kainatlarıyla karnımıza...
Sen merak etme yani,
Rahatla,
Bırak tüm meraklar ve ızdıraplar bana kalsın sevgilim...

10.38 

cenneti başkaları anlatamaz sana sevgilim,navigasyonlara yazamazsın yada kitaplarda arasan bulamazsın kendi ellerinle kapattığın göremeyen gözlerinde.
cennet senin ellerine verildi çoktan,
Seçimlerinde her daim,
Zihninde hazır senin kainatın,kadimlerden bir hediye.
dilediğin gibi boya,süsle,sula...
ve uzan akşamların serinliğinde tüm yaptıklarına sonra,
ve gülümse ardından...

Mavi göklerin bumerangı gibi

 
Seni sevmeler...
İki gün,ölüler diyarında dolaşan ve onları çok seven bir prenses idin,
Sıcak mevsimde,doğduğun kadim diyarlara uçan bir mevsim kuşu belkide.
Seni sevmeler...
Yalan yok,sevdan içimde asla camdan bir piramit yada tapınak değildi,olmadı.
Ben bir yayla kuşuydum,bir bozkır kurdu,uçsuz bucaksız yeşil dalgalı okyanusunda tanrının çayırlarda uçan bir arıydım belkide sadece,
Öyle çok büyük şeyler de yapmadım senin için ellere göre,
Bir ejderhaya saldırmadım öldürmedim hiç mesela,
Ama beni bilirsin,dedim ya daha önce de,
Ben başını okşarken uyutabilirim ancak ve sadece gezegendeki tüm canavarları.
Yalan yok,sevdan içimde asla camdan bir piramit yada tapınak değildi,olmadı.
Sevdan,boynumda bir gözyaşı damlasıydı sadece,
Bir hollanda damlası misali asla kırılmayan...
Seni sevmeler...
Sabahın dördünde uyanmalar,
Kadim ağaçların cesetlerinde kağıt karalamaları ve tüm şehrin dua etme çabaları...
Varoluşsal bir bulmaca şu yaşamak sandığımız sevgilim,
Ve yarısı boş hala sonuna geldiğimizi sandığımız her an sanrılarımizda.
Bitmemiş bulmacalar mezarlığı ıslanan gözlerimizde hayatta kalmaya çabaladığımız bu kadim şehir.
Dönem barok,
Ve elimizde paslı bir çapa var bizim sadece sevgilim.
Mirasımız bahar çiçekleri yalnızca yarınlara...
Seni sevmeler...
Ne zaman yaksam kendimi kalbimin mağmasını salıp ve içimden söküp fırlatsam kül ettigimi sanıp seni,
Mavi göklerin bumerangı gibi,
önce bulutlara sarıp sarmalayıp kendini,
Grilere boyayıp sonra her yeri,
Yağıyorsun yüzümden lacivert okyanuslardan içime sağanak sağanak,
Hemen parçalanmış tüm damlalarınla dolabilmek için yeniden sanki içime.
Yani,
Seni sevmeler...
Ve inan bilmiyorum neden,
Bitmez tükenmez içimde sevgilim...


10.01 

zaman simetrisi düşlerimizin.
Ve tüm kompozisyonlar,
yara bantlı kanamış dizlerimizin zihnimizde eskimiş hatıraları sadece...

20 Haziran 2025 Cuma

Bakışların,altyazısı tüm susup düşlediklerimin

 
Bakışların,altyazısı tüm susup düşlediklerimin.
Etrafta bilmediğim bir dilde ağlayan binlerce çocuk.
Savaş kanımda;ve her zaman kazandığım bir oyun çocuk ellerimde sevgilim,
Lakin ateş ile yakılamazdı bal ören kovanları tanrının,
Ve vızıldayan bereketli çocukları bu gezegenin.
Elmayı kopardı ısırdı adam ve düştü göklerden,
Şimdi kibri ısırıyor dalında yasak limanlar,
Ve yanıyor toprak ile elele tanrının yemyeşil taze kutsal çimenleri,
Canavarlar yuvasına döndü koşa koşa kırgın gözler ile korkup bile insandan.
Lakin ateş ile yakılamazdı bal ören kovanları tanrının,
Ve vızıldayan bereketli çocukları bu gezegenin.
Dilimde onlarca iğnesi asılı tüm sızıları ile, camdan kanatlarıyla tüm korkmuş çocukların,
Ve ben hala,bir iğneye daha razı tek kanadı yanmış bir arının başını okşuyorum dualarımda...
Tanrının kini damarlarımızda birikip taşıyor erimiş dağlardan patlayacak volkanlar gibi...
Tanrının kızgın yüzünde yanan kutsal dudaklarından tükürdüğü,
bir okyanus boyu,altın rengi alevden sonsuz bir yel gibi...
Silah senin soğuk elinde ve sıcak evet,
Ama namlusu istemesen de kendine dönmüş gibi...
Bakışların,altyazısı tüm susup düşlediklerimin.
Etrafta bilmediğim bir dilde ağlayan binlerce çocuk.
Savaş kırmızı ve kanlı,
savaş dudaklarında,
ve ben;eğer tek dermanı buysa bu derdin,
kanasa da tüm gezegen,
hepsini içmeye hazırım üzgünüm sevgilim...


17.15 

Ve tanrı tükürdü ağzından tüm sevdiklerini...

19 Haziran 2025 Perşembe

sevişiyor ay ölmeye yakın bir yıldızla

 
Buluşmasına geç kalmış saçları ıslak bir yazın alnına düşen mahçup saçlarını düzeltiyordu iki parmağı ile haziran,
Pembe dudaklarına kan dolmuştu mevsimin,
Işıldıyordu,
Uzanıp öpse karşı gelmeyecekti elleri,
Titriyordu incecik bir zerafet ile,görünmüyordu sanki.
Uzanıp öpse karşı gelmeyecekti elleri,biliyordu.
Öpse ıslanacaktı yumuşacık beyaz bulutlara uzanan bereketli kutsal rahmi,
Öpse,
Temmuz tüm ömrü boyunca yağacaktı belki,
Öpmedi,öpemedi.
Bir şey durdurdu onu ama ne olduğunu bin defa düşünse de bulamadı.
Keza kıyametler diğerlerinin aksine onu korkutmazdı.
Buluşmasına geç kalmış saçları ıslak bir yazın alnına düşen mahçup saçlarını düzeltiyordu iki parmağı ile haziran,
Pembe dudaklarına kan dolmuştu mevsimin,
Işıldıyordu,
Aklına kazındı her saniye ve her an'ı,
Beton çivileri vurdu ellerine dudaklarına sanki,
Çarmıha gerdi kendini susulmuş çığlıklarda,
Zor tutmuştu,zor tutuyordu kendini,
Neden niçin bilmiyordu,
Kalbi patlar mıydı volkanlar gibi heyecandan meleklerin ?
Kırılır mıydı mesela hemen yada ?
Bir saniye ve bin ömür düşünülmüş geçmeyen o zaman,
Aklına kazındı her saniye ve her an'ı,
Anlaştılar söz verdiler birbirlerine gözlerinde sanki önce,
Rüyalarında buluştular sonra,
Üç gün boyunca öpüştüler,
Beş gün boyunca seviştiler düşlerinde sonra,
Birkaç dakikalık rüya dedi birileri bilimce,
Emindiler ama,
Bir ay elele uzanıp yatakta gülüştüler onlar oysa.
Aklına kazındı her saniye ve her an'ı...
Buluşmasına geç kalmış saçları ıslak bir yazın alnına düşen mahçup saçlarını düzeltiyordu iki parmağı ile haziran,
Pembe dudaklarına kan dolmuştu mevsimin,
Işıldıyordu,
Beyaz tahtadan bir evin kolunun altında,
Anahtar deliği kadar dar bir aralıkta 
Deniz,rüzgar gülüşürken bizi izleyip ardımızda,
Oturmuştun yükseklere yetişebilmek için belkide kaçak dövüşen sözde ateş sözde cesur dudaklarıma.
Affet.
Ve Ağustos kar yağdı sonra...
Eylül yaprak döktü yıllara,yollara...


04.11 

sevişiyor ay ölmeye yakın bir yıldızla.
uzayın soğuk beyaz çölü,
zamanın kumlarını saçıyor yıldızlara.

Dudağında bir yakut gibi ışıldayan altı nar tanesi

 
Dudağında bir yakut gibi ışıldayan altı nar tanesi,
Esir etmiş seni ölümüne seven tanrın avuçlarına sanki,
Kandırıyor seni ve şirk koşuyor gökte göğe,
yerde toprağın kanunlarına sövüp...
Seni benden çalmış siyah çamur bir bataklık kaplı sanki,
Ve güneşte parlayan o yalancı yüreği...
Altı ay kışımda yazıyorum bunları ve uzağından seni,
Ve altı ay bahar bereket esiyor denizlerden ne zaman şansa görsem seni...
Dudağında bir yakut gibi ışıldayan altı nar tanesi,
Esir etmiş seni ölümüne seven tanrın avuçlarına sanki,
Güneşin bile yakasına yapışırım,
dayarım yanan boğazına kutuplardan çekip dövdüğüm hançerimi,
Bir gün bile görmesem seni...
Sen masumu bu hain dünyanın,
Sen alkışlanan şarkısısın aşkın en güzel dudaklarda.
Dudağında bir yakut gibi ışıldayan altı nar tanesi,
Esir etmiş seni ölümüne seven tanrın avuçlarına sanki,
Elinde bir başak dalı ve yanaklarında kutsal bir bakirenin utanan aldan güzel kanı,
Dudakların dudaklarıma mühürlensin,
Dökülürken aşkın ile kalbimden kanıma bir volkanın altından tutuşmuş suyu.
Gömülsün değersiz naaşım ellerinin içine,
Her sabah yüzünü yıkarken sen izin ver kavuşalım...


03.14 

kaotik cümleler ve cinayet masası.
Varoluşsal bıçaklanmalarımdan akan sıcak kanım ile tanrısal acıları yıkıyorum...
kaygı ağlarım ışıldarken tuzlu denizlerde güneşe karşı,
Doğanın deseninde sökülmüşleri kovalıyorum.

kabirler ve vuslatlar

 
Kızağa çekilmiş günlerin iskeleti salınıyor rüzgarında akşamın.
Pencere açık,esiyor hatıralarımıza doğru.
Hava sıcak.
Üşüyor gururumuz gecenin karanlığına saklanıp.
Dilinde zehre batırılmış ucu sivri kelimeler,
Gözlerinde tüm yaralarımın şifası merhem bir bakış.
Kızağa çekilmiş günlerin iskeleti salınıyor rüzgarında akşamın.
Pencere açık,esiyor hatıralarımıza doğru.
Etrafta boynu bükük solmaya yakın çiçekler,
Susamış suyun içinde dahi bütün kurumaya yüz tutmuş düşler.
Bu saatten sonra macera mı olurmuş,
Bilmem.
Üzerimde pırıl pırıl bir pantolon bir ceket,
Beyaz gömleğim durmadan kanayan yüreğine basılı,
Üryan üstüm,
Yanıyor göğsümde elleri kemik parmaklıklarda sıkılı şu esirin kalp,
Ve saklı gizli utanan gülüşüm yüzümde çıkarmış üstündekileri çıplak.
Kızağa çekilmiş günlerin iskeleti salınıyor rüzgarında akşamın.
Pencere açık,esiyor hatıralarımıza doğru her şey.
Çaylar kan rengi,
Şiirler aç yoksun vampiri içimizde umutlanan tüm hayallerin...


20.16 kabirler ve vuslatlar.

Taşlar topluyorum senin dünlerinden benim yarınlarıma


Taşlar topluyorum senin dünlerinden benim yarınlarıma,
Tanıdığım taşlar dolu su dolu dev kavanozum salonda,
Ve çiçekler yüzüyor yüzünde anıların,
Günlerimi topluyorum unutmamak için senin kumsalından.
Hangi ıslak taşa dokunsam sesin düşüyor önce aklıma,
Nefesin değiyor yüzüme,
Bir güneş doğuyor gözlerime sanki,
Kısıyorum bakamıyorum git gide yüzüne,
Kayboluyorsun bir akşam vakti gibi usul usul ufuklarımdan sonra.
Taşlar topluyorum senin dünlerinden benim yarınlarıma,
Tanıdığım taşlar dolu su dolu dev kavanozum salonda,
Ve çiçekler yüzüyor yüzünde anıların,
Sözlerini topluyorum dudaklarından kulaklarımda sırça sandığıma.
Hangi sözün aklımın köylü kapısını çalsa usulca,
Dayıyorum başımı aklımın kapısına,
Kapanıyor kendiliginden gözlerim sonra,
Aklım bir zaman yolculuğuna çıkıyor sanki,
Geçmiş düşüyor gözlerimin perdesine bir film gibi,
Bizi izliyorum kimi gece kimi akşamlarda.
Taşlar topluyorum senin dünlerinden benim yarınlarıma,
Tanıdığım taşlar dolu su dolu dev kavanozum salonda,
Ve çiçekler yüzüyor yüzünde anıların,
Ben bir su böceği olup geziyorum sen uyurken sudan güzel yüzünde parmak uçlarımca...


10.04 bitsin bitmesi gereken her şey.Gün bitsin,gece tükensin...son bulsun yağmurlar,güneşe küssün sırtını dönsün dünya ve güneş saklansın diyarımda...
bitsin bitmesi gereken her şey.
Kurusun içinde balinalar yüzen okyanuslar,
Adı çöl olsun suyun içinde sakladığı tonlarca kumun...

18 Haziran 2025 Çarşamba

Dudakların babili çölün

 
Dudakların babili çölün,
Esir tüm yeşil sözlerin dilinde,
Bana yasak rüzgarın,
Yasak tüm yağmurların dahi bulutunda kederin.
Heryerin yemyeşil,
babilin asma bahçeleri bereketli yüzünde gülüşün.
Bana yasak o kutsal suyun,
Adımlarım çöl kumu,
Nereye yürüsem kavruluyor gökyüzü.
Ruhum gecesi gezegenin,
Ve güneşe küs tenimde tüm böcekler,
Hepsi annesinin kucağı gibi geceyi bekler.
Dudakların babili çölün,
Esir tüm yeşil sözlerin dilinde.
Sen banyodan çıkmışsın ıslak saçların,ıslak düşlerin bile.
Deniz kokuyor tenin,
Deniz kokuyor kanını yeni içmiş pembe bebek dudakların,
Ve ben yumurtasını henüz zor kırmış deniz kaplumbağasıyım bu koca çölün,
Sana koşuyorum,
Kumların fırtınasında dalgalara çarpa çarpa savrulup sana yüzüyorum...
Dudakların babili çölün,
Esir tüm yeşil sözlerin dilinde,
Ben anadan üryan karşındayım,
Çaresiz ve aç hayvanıyım teninde bu acımasız güneşin,
Mecnunuyum bu sonsuz ve özgür kumdan zindanı durmadan ışıldayan çölün...
Susuzum günlerdir,haftalardır,
Dudakların babili çölün,
Esir tüm yeşil sözlerin dilinde.
Ve dudakların karşılaştığım ilk çeşmesi can suyumun,
Dayasam dudaklarımı sana,
içemem bile kana kana,
Bilirim,
Ölürüm...


10.33 kumda demlenen öpüşmeler.

17 Haziran 2025 Salı

Nebuchadnezzar ve kutsal sekizistan

 
Dudağımda yağmalanan suskunluklar.
Tenimin altında saklı nükleer başlıklı sessiz kızgınlıklar.
Beynimde savaşlar ve savaşlar.
Bir zaman yolcusu gözlerim,
Sen üçüncüdesin belki,
Ben sekizinci dünya savaşından emekli bir gazi kağıtlarda.
Derimin altında dinazor kanı simsiyah altın suları zamanın,
Dudağımda yağmalanan suskunluklar.
Tenimin altında saklı nükleer başlıklı sessiz kızgınlıklar.
Beynimde savaşlar ve savaşlar.
Bu kaçıncı seferi içimin fethinin,
Kaçıncı savaş bu sevda şehrinin.
Kaç yüz füzesi var kırılan bakışlarının.
Daha kaç kere yenilmeyelim ki sana anla bilmiyorum.
Anahtarı elimde seni bekliyorum,
Bu şehir senin...
Ölmesin artık kimse içimde,
Tüm sessizliğini koy kınına lütfen,
Al canımı durduracaksa eğer seni,
Ve son nefesimde tutsaksam dahi,
yarınlar yokmuşcasına seviş benimle...


08.38 Nebuchadnezzar ve kutsal sekizistan.

yağmur çamur lacivert bir okyanus

 
Gökten tanrıları istedim,
Yağsınlar üzerimize bir mayıs yağmuru gibi.
Okyanuslar dökülsün üzerimize bulutlardan dur duraksız,
Boğulalım gerekirse defalarca,
Nefessiz kalalım sokaklarda,
Öp ve yaşama döndür her seferde beni,
Sanki ard arda içime düşen her yalnızlık son anımmış gibi,
Öp ve aç yeniden,
tutup ellerinden çek tüm ölümleri ıslak tenimden,
ve her şeyden vazgeçmiş çoktan kapanmış gözlerimi.
Gökten tanrıları istedim,
Yağsınlar üzerimize bir mayıs yağmuru gibi.
Okyanuslar dökülsün üzerimize bulutlardan dur duraksız,
Boğulalım gerekirse defalarca,
Nefessiz kalalım.
Yemyeşil kırlar gibi salınsın rüzgarı haziranın güzel yüzünde,
Susup seni izleyeyim dalıp giderek sanki okyanuslara gibi,
Kendi kalbimden başka bir şey duymayarak kaybolayım mavi yüzünün derinlerinde.
Elimde bir ağ ile ben mısralar kovalayayım yeni doğmuş cennetin kelebekleri gibi,
Koşturayım deli danalar gibi,
Ve ağım hep boş döneyim gerisin geriye.
Sonra yürürken geriye evime,
yuvasından uçmaya uğraşıp ilk seferinde beceremeyen bir şiir düşsün omzuma pat diye.
Ben ürkütmemek için,hiç dokunmadan ona yürüyeyim beyaz kağıtlardan duvarlı evime...
Gökten tanrıları istedim,
Yağsınlar üzerimize bir mayıs yağmuru gibi.
Okyanuslar dökülsün üzerimize bulutlardan dur duraksız,
Boğulalım gerekirse defalarca,
Nefessiz kalalım.
Balinalar yüzsün gökte yağmurların arasından,
Yunuslar zıplasın bulutlardan bulutlara sonra.
Biz yüzmekten suda yürümekten yorulalım,
Düşelim okyanusuna sonu gelmez sokakların,
Boğulalım gerekirse defalarca,
Vazgeçelim her şeyden,
Nefessiz kalalım.
Sonra bir kanbur balina açıp ağzını kalbine alsın saklasın,kurtarsın beni...
Gökten tanrıları istedim,
Yağsınlar üzerimize bir mayıs yağmuru gibi.
Ve okyanuslar dökülsün üzerimize bulutlardan dur duraksız...


08.18 yağmur çamur lacivert bir okyanus.

Kırık bayat birkaç bisküvi uzanıyor şimdi tabakta

 
Kırık bayat birkaç bisküvi uzanıyor şimdi tabakta.
Güneşleniyor öğle molasında saksıda bir karınca,
elinde bir damla çiçek nektarı ile keyif çatıyor toprağın altındaki piramitine belki.
Önümde rüzgar,
gözlerimde güneş dans ediyor perdelerimin gölgesi ile ne ala.
Şehrin sesleri uçuşuyor etrafta,
içeriye giriyor kulağımın penceresinden birkaçı sormadan bana.
Kırık bayat birkaç bisküvi uzanıyor şimdi tabakta.
Kimseler olmayınca şikayet de etmiyor galiba insan,
Güzel geliyor kocaman serin bir nefes ile yumuşacık bayat bir bisküviden bir ısırık bile.
Yaşamak güzel şey.
Kırık bayat birkaç bisküvi uzanıyor şimdi tabakta.
Taze hayaller kırılıyor ısırmadan bile henüz daha.
Tüm tuşlara basıyor masum çaresiz eller,
Kazanmak kaybetmekten öte ama her şey aslında,
Mevzu yaşamak sadece insanca,
O da kalmamış hiç küçük mahallemdeki şaşkın bakkalda.
Kırık bayat birkaç bisküvi uzanıyor şimdi tabakta.
Sabah erken,sabah çok erken,
Bir ben bir de çatıda martılar ayakta.
Şiirler ısıtıyorum mutfakta ocakta,
Ve demleniyor sessizliğim dilimin ardında duvarda.
Kırık bayat birkaç bisküvi uzanıyor şimdi tabakta.
Sallanır ayaklarım,topraklar kayalar dağlar,
Sallanır denizler dökülür kırılır sanki bardaklar,
Çöle döner tüm balinalar gemiler...
Önemi yok yanan yıkılan binaların,
Koy bir çay yeniden başlayalım der işi bilen kadim ustalar.
Kırık bayat birkaç bisküvi uzanıyor şimdi tabakta.
Hayatımın en lezzetli,hayatımın en doyurucu,
Ve hayatımın en bulunmaz birkaç dökülen kırıntısı dudağının kenarından payıma düşen.
Değişmem bin ziyafete bir saniyesine bile.
Bir fil kanlı atan kalbini açıp göğsünde bana uzatıyor ısırmam için sanki,
Bir kanbur balina bir insan boyu yüreğini bana veriyor sanki,
Öyle doyuyor,öyle doyuyorum ki,
Bir ömür bir şey yemem daha gibi sanki.
Dudağının kenarından sormadan aldığım bir bayat kırıntı doyuruyor sonsuza dek beni...
Dudağından çalıyorum seni,
Demir kasanın açık bırakılmıştı bile bile kapısı,
Sevmişsin sen de beni,
Bir adalet mecnunu,
Ormandaki hırsız robin,
Dudağından çalıyorum seni,
Bir ferman misali gözlerin,
izin vermişsin bana,
Teşekkür ederim.
Aç bitap vurgun yiyiyor içimde cehennem,
Durduk yere açılıyor ardına dek,daha çalmadan kapısını üstelik cennetin...


07.06 fin.