18 Eylül 2025 Perşembe

itirafname-i yürek

 
Seni seviyorum şafak vaktim.
Seni seviyorum alacakaranlığım.
Seni seviyorum ey kuşluk zamanım.
Seni seviyorum ikindi rüzgarım.
Seni seviyorum seher yelim.
Seni seviyorum öğlenimin gölgesi.
Seni seviyorum rüya zamanım.
Seni seviyorum düşler sokağım.
Seni seviyorum memleket yolum.
Seni seviyorum belimde çaput kuşağım.
Seni seviyorum başardım hissim.
Seni seviyorum yenilgilerimin gözyaşı.
Seni seviyorum sivri kurşun kalemim.
Seni seviyorum avcumdaki ıslak heyecan.
Seni seviyorum akşamımın kızıl güneşi.
Seni seviyorum tek teli kopuk bağlamam.
Seni seviyorum yer soframdaki huzur,
Masamda gecem,masamda tek mum alevim.
Seni seviyorum mavi sevdam.
Seni seviyorum karanlık akşamım.
Seni seviyorum saman kağıdımın kokusu.
Seni seviyorum defterimde giz'im.
Seni seviyorum gölgemde güneşimin ışıklardan lekesi.
Seni seviyorum yazdığım,çizdiğim.
Seni seviyorum su kenarında bağdaşım.
Seni seviyorum susuzluğum,
Seni seviyorum suya vuslatım.
Seni seviyorum içine katladığım kağıtlar.
Seni seviyorum düşüne sardığım limanlar.
Seni seviyorum sararan kuruyan yollar.
Seni seviyorum bülbüle vurgun güller.
Seni seviyorum elimde burnumda sıcak ekmeğim.
Seni seviyorum annem kokusuna tek yanılgım.
Seni seviyorum su sesim.
Seni seviyorum duvara asılı şiirlerim.
Seni seviyorum dünlerim.
Seni seviyorum ey yarın.
Seni seviyorum yalnız senin kocaman bir "ŞU AN".
Seni seviyorum acım sızım kederim.
Seni seviyorum ey ruhum.
Seni seviyorum solmuş deli gömleğim.
Seni seviyorum dalda yakut küpe güzel kirazım.
Seni seviyorum memleket kokum.
Seni seviyorum limon çiçeği gelinliğin.
Seni seviyorum gecede üryan adımlarım.
Seni seviyorum beni sana taşıyan tılsım dualarım.
Seni seviyorum bal.
Seni seviyorum elimde yeni doğmuş sıcacık yumurta.
Seni seviyorum sabaha karşı doğumunu izlediğim yeşil filiz,
Çığlık çığlık taze tomurcuk doğuran toprağım.
Seni seviyorum yoğurda çorbam.
Seni seviyorum uğruna yattığım rüyalarım.
Seni seviyorum üşüten yazım.
Seni seviyorum elimi terleten kışlarım.
Seni seviyorum yüzünde sana miras gülüşlerim.
Seni seviyorum tüm çözümler.
Seni seviyorum çözümsüz kesilesi düğümler.
Seni seviyorum açlık.
Seni seviyorum susuz günlerimin çölü.
Seni seviyorum ey kalbim.
Ruhumda her gün bıçaklanan umutlarım.
Seni seviyorum unutulası sözlerim.
Seni seviyorum kendimi kesen belimdeki kılıç.
Seni seviyorum beni sokan arı.
Seni seviyorum sağır sevdalar yelkenim.
Seni seviyorum yokluk.
Seni seviyorum tüm varlığım.
Seni seviyorum ey dünya.
Seni seviyorum beni ısıran köpek.
Seni seviyorum kanımı içen sivrisinek.
Seni seviyorum huzurum.
Seni seviyorum fırtınalarım...


20.17 itirafname-i yürek.

17 Eylül 2025 Çarşamba

dikilesi soysuz ölümler bahçesi

 
Sırtlan bakışlar iğneliyor ruhumuzu,
Yorulup kopalım düşelim istiyor tüm yürüdüklerimizin dibine yeniden yeniden hepsi,
Ağacından düşen kuşların kaderi nefeslerimiz.
Bir baştan başlamalar atlası,
Ebesi hep sen kal hainliği oyunda belki,
Suçlu kim bulmak zor değil,
Kimler gülümsüyor ise zehir orada ortada zaten,
müebbeti hakediyor demek tüm bu zavallı aciz ruhlar...
Saat,tam şu an bileklerimizde,
Korkak titrekler mezarlığı gecede nefes alan tüm çiçeklerin ayakaltı cesetleri...
Sırtlan bakışlar iğneliyor ruhumuzu,
Aslanlar kafesinde aç bırakılmış bile bile,
Zayıflıyor keskin kılıçlar oksijenlerin paslı dişlerinde...
Zaman,limansız sırtlanlar zamanı,
Korsanlar çaldıkları tac'ı takıyor peşi sıra,
Kahramanların kılıçlarını çalıyorlar kabirlerinden,
Kahramanlık sadece parlayan keskin bir demirmiş gibi...
Ruhlar sanki terazide tartılırmış gibi...
Yirmibir gram mı ? Hadi oradan ruhsuz köpekler.
Zaman,limansız sırtlanlar zamanı,
Korsanlar çaldıkları tac'ı takıyor peşi sıra,
Aslanlar bitap biçare,
Yarı uykuda tüm yüzüne soysuzca üflenmiş zehirli ölümler.
Sırtlan bakışlar iğneliyor ruhumuzu,
Aslanlar,hakk'ın günaydın'ını bekliyor dört göz ve bir kör hançer ile...


18.22 dikilesi soysuz ölümler bahçesinde can suyunu bekliyor yeşil filiz aşkların kaderi...

16 Eylül 2025 Salı

bıçaklanan ağaçlar zamanı

 
Sadık bir köpeğim avuçlarında oturup akşama dek gözlerimde seni bekleyen,
Umrumda değil ne yemek ne de su,
Düşten düş bir bahçe bana senden emanet.
Ve senin dudaklarında bir bülbül her sabah,
Gözlerim kulaklarım bir bayram günü ne zaman seni görsem duysam yanımda...
Ah aaahh sevgilim;
Ruhumda kafeslediğim yüzlerce şeytan var,
Sen yanımda ol yeter,
Merak etme uyurlar hepsi sesinin ninnisinde mahşere kadar...
Sadık bir köpeğim avuçlarında oturup akşama dek gözlerimde seni bekleyen,
Ve sevmek,sevgilim,bir mıh gibi çakılı durmaksızın kan sızan sızılı kalbimde...
Belki sever mutlu olurum,belki sever ölürüm,
Son dileğimdir kayda geçsin,
Akdeniz köylerine gömülsün etim,
Bir limon ağacı köklerinden içsin kanımı,canımı;
Ruhum açsın bir dalda bembeyaz,sapsarı.
Ve kopar beni koklayıp saçlarına sakla sen beni sevgilim...
Sadık bir köpeğim avuçlarında oturup akşama dek gözlerimde seni bekleyen,
Senin dudakların bir tırtılın kozası,
Ne zaman açsan konuşsan kelebekler uçuşur dudaklarından şiirlerinin çayırlarınca,
meneviş rengi şiirlerce sevgilim...


18.15 bıçaklanan ağaçlar zamanı...

15 Eylül 2025 Pazartesi

Soğuk karpuz kokuyor güneşin taradığı saçlarının ardı

 
Soğuk karpuz kokuyor güneşin taradığı saçlarının ardında seni bekleyen bir bahçe,
Bahçende inceden akan bir deniz kıvrılıyor ağaçların gölgelerinden vazgeçip.
Gecenin çığlığı bir soğuk ısırıyor ıslak boynumdan beni.
Kim üflese düşüyor ağaçta saklandığı yuvasından masum karnı aç çocuklar...
Ya yaşamak ya ölüm zaten ardından geriye kalanlar.
Soğuk karpuz kokuyor güneşin taradığı saçlarının ardında seni bekleyen bir bahçe,
Göğün fenerleri bir yanıp bir sönüyor sanki sırayla gözlerinde ışıldayıp,
Düşler mumyalanıyor gülüşlerinde,
Ölüler,canlı mı canlı dalgalanıyor göklerde...
Soğuk karpuz kokuyor güneşin taradığı saçlarının ardında seni bekleyen bir bahçe,
Bahçede kırmızı bir günah parlıyor dalında,
Avuçlarından kum olup akıyor sarfetmeye çalıştığımız tüm sözler dilimizde.
Soğuk karpuz kokuyor güneşin taradığı saçlarının ardında seni bekleyen bir bahçe,
Eski tozlu bir köpek bekliyor tüm unuttuklarımızı,
Korka korka kahraman olan çocuklar parkı yüreğim,
Üç atsa göğsüm,beş kanar ahım.
Sus sen,
Sus ki taşa basayım tüm kaşınan dün yaralarını sinemde.
Sus ki dursun dönmesi ızdırap şu dünya,
Diz çöksün akşamlar kağıtlarımdan selamsız kaçıp...


18.44 aşk üfledi nefesini dumanına,dem ağladı miras miras duvardaki yuvasına...

13 Eylül 2025 Cumartesi

şiir,kekik oldu bitti dilin çayırına

 
Kıl çadır tahta kaşık.
bu sebepten dahi,
Aramaz etim altın tabak yağlı lokma.
Güldük mü güneşi ısırır ısıtır ruhum,
Mutluluk bereketi toprağın malum,
Lakin;
Kızmaya duralım,
Dağlar bile kaçıp saklanır bizden.
Ölsek bin de,
Kinini ekip biçer mutlaka,mezar dahi aramaz şu keskin mi keskin halı'm.
Tok kölesiyim mavi gezegende gökte tanrıya yürüyen taş merdivenlerin,
On gündür açım,
Yüz gündür tok her şiirde...
Kıl çadır tahta kaşık.
bu sebepten dahi,
Aramaz etim altın tabak yağlı lokma.
Tek derdimiz sevda,
Tek derdimiz kül,
Belkide aynı her ikisi de...
Zaman öldürmez beni,
Dokunur tat verir güneşimden etime,
Dağda kekik değer de burnuma,
Dilime düşer tadı belki bir avuç bal ile.
Uçar gider acılarım,sızılarım bir bir sonra,
Güneş ölse,tüm alem tüm yıldızları sönse de tepemizde,
Bana işlemez beni büyüten karanlıkların zifri,
İçimde sevdanın bir tırnak mum alevi dursa yeter,
herşeyi yine de görmeme...


08.40 şiir,kekik oldu bitti dilin çayırına.

o destanların kızıl şafakları

 
Güneş,topladı pılını pırtını düştü bir turnaya düşüp sevdanın yazdan yoluna,
Gayrı seherin yeli üşütür bizi...
Beyaz bir parça çaput gökte biçili maviye kefen diye,
Karanlığa düştü ruhum,
Yıldızlarını yaktı karanlıklarıma memleket kokulu bir sevda.
Mevsim kışı boyadı sokaklardan sararıp,
Sızılar bizi yaşatmak için tutuştu tenimizde.
Güneş,topladı pılını pırtını düştü bir turnaya düşüp sevdanın yazdan yoluna,
Gayrı seherin yeli üşütür bizi...
Koca cihan diz çöker titreyip su misali bir aşk'a,
Kurur hasretin sarmaşığı kollarında sararıp solup dudaklarım,
susuzluk olur bu mavi çölde yolumun adı.
Kul düşer,dökülür zaman kum olur,
Yanıp tutuşan masum dualar kül olur,
Eser yel alır götürür bizi...
Güneş,topladı pılını pırtını düştü bir turnaya düşüp sevdanın yazdan yoluna,
Gayrı seherin yeli üşütür bizi...
Tenimde bir cehennem ateşi son bulur,
Günahkar bir sessizlik dudağımda bir nefes'e tutunup azad olur...


16.39 ızdırabın yumuşak toprakları yapışıyordu adımlarıma...yürüyemez oldu yüzümde o  destanların kızıl şafakları...

12 Eylül 2025 Cuma

ağıttan masal büyütür üzümler

 
Nasip olsa düşse elin elime,
yuvasından düşen bir kuş gibi tutsam onu avcuma,
Kime sorsan,
cehennemin külhan alevleri can yakıyor şu bi günlük yüzüne.
Ben kanatlarımı feda verdim oysa sevdanın ateşine,
Uçmasam da şükür,
Yürümek mecnundan miras etten adımlardan suretime...
Nasip olsa düşse elin elime,
yuvasından düşen bir kuş gibi tutsam onu avcuma,
Bir melek anam,
Uçmasa da,çayırımda gül olur açar düşüme.
Kime sorsan,
Kaybedildi tüm savaşları içimin dışımın,
Kime sorsan,
Zaferler yağmur olur düşer toprağın içtiği akan kan ırmaklarına,
Düşler açar,
Düşler solar.
Kaleler yıkılır,yaş alır düşer,
Keskin kılıç gün gelir lal olur,
çolak kol onu kefeni diye bi çaputa sarar...
Sevda kana karışır,
Toprağa düşer...
Adı yas olur aşkın,
El alem "sus olmuş" der çağırır...


07.48 ağıttan masal büyütür üzümler;derdi toprak içer temizler de,masalı üzüm anlatır...

11 Eylül 2025 Perşembe

Ellerimiz arıyor zamanı

 
Bu bir aşk körebesi sevgilim,
Kapatılmış gözlerimiz tanrının evlatları tarafından bile bile belli ki,
Yürüyoruz karanlık adımlarımızda suçsuz masum yürüyemeyen eski bebek hallerimiz gibi.
Alışkanlık olsa gerek,
Birbirini usul usul izliyor ayaklarımız güvenip diğerine her adımında,
Ellerimiz arıyor zamanı bu zifir zamanda görünmeyen yollara dokunup dokunup.
Bu bir aşk körebesi sevgilim,
Kapatılmış gözlerimiz tanrının evlatları tarafından bile bile belli ki,
Öyle zor,öyle imkansız,
ruhuna ses veren,su içiren ruhu bulmak buralarda...
Ve ruhuma ses verdin sen bu karanlıklarda,
elime değdi sesin ötelerden,
Tuttu ruhun,ruhumu,
düşmesin çocuk gönlümde titreyip yüreğimin dizleri diye...
Bu bir aşk körebesi sevgilim,
Kapatılmış gözlerimiz tanrının evlatları tarafından bile bile belli ki,
Ruhum,buldu ruha sesi düşenimi,
Artık yürümesek de olur sevgilim,
Duralım seninle tüm sonlarına dek bu mavi gezegenin,
Gözlerimizde bu derin bu büyük karanlık,
Kapatırken tüm görüp göreceklerimizi önümüzde ardımızda,
Elin elime emanet,sıcacık anamın kucağı sanki,
Bu saatten sonra,elin elimde bir zeytin fidanı,
Hiç konuşmasak değil,hiç ses etmesek bir daha dahi,olur...


08.07 dermansız dert vermedi Hakk.
Reçetesiz aşk'ı açtı yaram tenime...

Kalbimde bir savaş sustu,ve bir sessizlik kazandı harb'ı

 
Yar gözüne değdi bir orman doğdu büyüdü gözlerimde.
İçim içime doğdu büyüdü güneşi aramadı göğsüm,
Kalbimde bir savaş sustu,ve bir sessizlik kazandı harb'ı...
Bir köpek uyudu ruhum eşiğinde,
Bir göğercin kondu evi saydı başım üstünü,
Derdin üstüne serdi yuvasını,
getirdi toplayıp çalı çırpısını...

Yar gözüne değdi bir orman doğdu büyüdü gözlerimde.
İçim içime doğdu büyüdü güneşi aramadı gönlüm,
Süzüm süzüm süzüldü o nazlı adımlarında mahşer gibi bir sabah,
Yarin gülüşüne karardı etraf unutup sabah olduğunu,oysa daha yeni doğduğunu...
Yıldız yıldıza düştü sarıldı,
Tutuldu ay'ın beli gökteki tek lambasına...
Zifir bir sensizlik kapattı tüm gözümüzü,kalbimizi...


Yar gözüne değdi bir orman doğdu büyüdü gözlerimde.
İçim içime doğdu büyüdü güneşi aramadı avcum,
Yardan bir haber verin,
Sağır kulaklarımda bir bağ üzüm salsın,
Eğsin bereketten başını yeşilden bir zeytin ağacı,
Taşsın yolundan yatağından soğuk bir bıçak gibi  turkuaz bi ırmak,
Alsın derdimi sürsün götürsün,
Derdimi içen deniz kararsın kükresin,
Gemiler göğsüne sokulup saklansın...


Yar gözüne değdi bir orman doğdu büyüdü gözlerimde.
İçim içime doğdu büyüdü güneşi aramadı ruhum,
Büküldü kemiklerim,
Çatır çatır kırıldı tüm gururlarım.
Eridi üzerimde zırhım,
Miğferim yarısın yarıya kesildi.
Yüzüm ortaya düştü göründü...
Yaralanabilmek bile şükür ister,bilmelisin.
Yaralarını sevmek sarılmak büyük bir dervişin ermişliğini saklar göyneği cebinde...
Salt beklemekle derviş düşmez dalından.
Hissetmelisin bunu taa içerinde...


Yar gözüne değdi bir orman doğdu büyüdü gözlerimde.
İçim içime doğdu büyüdü,güneşi aramadı yeniden erimek dövülmek isteyen süngüm,
Kalbimde bir savaş sustu,ve bir sessizlik kazandı harb'ı...
Yardan bir haber verin,
İçim kavruldu kurudu,
Güneşte ışıldayan tuz taneleri parladı yerde ve bir çöl kıskandı senin parlayan yüzünü en derininde...


22.18 her sabah başka bir kainatın yıldızını çağırıyordu sanki.her güne doğan güneş başka başkaydı...
o gün,cennetin güneşi gelip çalmıştı gözlerimizin kapısını belki; 
beni ne istese kolayca bile isteye kandırmıştı 
ve almıştı kendimden çalıp beni...

kavrulan ruhlar ve kül ocağı

 
Bir salyangoz sarmalı.
Yavaş mı yavaş akan nefeslerin krallığı.
Arkada parlayan ıslak adımların ışıldayan nehirleri.
Kalbe saplı koca bir bıçak,
Çıkaramadım,
Çıkaramadılar...
Sızar inceden dışıma kırmızıdan yaşları.
Bir salyangoz sarmalı.
Yavaş mı yavaş akan nefesler krallığı.
Etrafta koşan koşturan rüzgar hızlısı korkaklar güvertesi.
" konuşmaz o " demişler,
" neden dilsiz midir " sormuşlar,
" bıçağı vardır keskindir göğsünde ama kullanmaz " demişler.
Kimbilir belkide bilmişler...
Bir salyangoz sarmalı.
Yavaş mı yavaş akan nefesler krallığı.
Nefeslerin yavaşlaması gerek ey adem evladı,
Hızlandıkça biz,
Kokusu kaçıyor bizden yaşamanın.
Yürüyen mezarlıklar voltası sabahların yolları.
Gülmek,dualardan mirası olmuş bir annenin dilinden,
Evladının alnına dudaklarından yazılı...
Bir salyangoz sarmalı.
Yavaş mı yavaş akan nefesler krallığı.
Sevgisizlik kesmiş el keser gibi kalbini,
Sevgi damlamış gönlünün toprağına,
Yeşil bir filiz bebek baş vermiş göğsüne...
Doymuş aşk,
Doymuş meşk,
Kış bahara düşmüş,
Göz gözündeki kainatına...


20:13 kavrulan ruhlar ve kül ocağı.

9 Eylül 2025 Salı

Soysuz köpekler şafağı

 
Soysuz köpekler şafağı.
Koşturuyor dört nala kelebekler dallardan sabahı.
İhanet,tasması insanın.
Ve boynuna takılı tüm özgür esaretlerin yalanı.
Çırpılası düşlerin bulutlarda pamukları.
Akşamı topla ak düşen saçlarından tel tel tanrının,
Bir türkü çalsın sazı o eski güzel baharın...
Soysuz köpekler şafağı.
Dişi kesmez bıçakların güneşi kandıran çalıntı ışıltısı.
Emekler ve dilekler.
Toprak dostunu satmaz asla,
Ama dostu satar toprağı.
Daldaki yuvası tüm çocuk hayallerimin,
Beni besleyen yeşil dalları gökte o yaz zamanın.
Beni bırakma sensiz,
Ver elini ey tanrım.
Yağdır yağmurunu kupkuru bir çöl sabahın,
Dök denizini üstüme çevirip şu maviden tüm dünyanın...
Soysuz köpekler şafağı.
Yapayalnız savaşlar,kuru taşlar ve bağrıma bastığım gezegenin zirvesi...
Kiralık smokinler akşamı,
Kirli bir cam kenarı uykusu,istemsiz düşülmüş rüyalar vakti.
Soysuz köpekler şafağı.
Ve ihaneti içen karıncalar uçuşuyor en çok tapınaklarda.
Saz,tele vuruyor yolunu.
Bam,şimşek çakıyor kalbinden göğsüne...


22.09 türkçe yaralar zamanı.

8 Eylül 2025 Pazartesi

bir kalemucu delik ile bin cennete kavuştum

 
Cımbızla tutulan ölümler çekiyor katarım,
Kervanımda taşsız adımların kabirleri,
Duasız kimsesiz isimsiz mezarlar dört bir yan.
Söve söve bitiremediğim kalelerin duvarları,
Topa tutulan yüzümün gedikleri kan kaybediyor gökte yağmurlardan...
Sevsem bir,
Sövsem bin sefer başlar gözlerimden,
Sussam binbir günün hapsi dilimde bir dervişin.
Cımbızla tutulan ölümler çekiyor katarım,
Kervanımda taşsız adımların kabirleri,
Kafamda karanlık yanık et kokusu bir uzay,
kafamda solucan deliği durmadan dönen bir zaman fırtınası var.
Bir bugündeyim,
Bir merdivenlerde seni bekleyen bir çocuk olup ikinciye doğuyorum...
Kaç can koydun yüreğimin kesesine ey tanrım,
Öl öl bitiremiyorum,
Cımbızla tutulan ölümler çekiyor katarım,
Kervanımda taşsız adımların kabirleri,
Kafamda bir sen,
Baktığım yere düşüyorsun,her yer bir sen gölgesi...
Işıklara ihtiyacım yok hiç,
Yetersin sadece sen bana,
Tüm başkalar varsın gitsin,değeri yok hiçlerin bile.
Kalbim,dört delik bir avuç bir çukur,
Bir sen bir ben yeterdik hep bize,
Çimento döküyorum bu kanlı çukurda ikimiz üzerine...
Cımbızla tutulan ölümler çekiyor katarım,
Kervanımda taşsız adımların kabirleri,
Seni uyuyorum,seni uyanıyorum,
Özleminden kavruldum kar'a düştüm,
Düşüne üşüştüm,
Sana ezildim,elmas'a dönüştüm,
Işıldadım ışıldadım da,bir güneşle tutuştum,
Ve bir çölde sana dönüştüm...;
biz'e kavuştum...


22.07 yazılıp buruşan kağıtlar atlasında,silinip silinip kararan bir ize dönüştüm.Her yeri karalı bir sayfadan bir kalemucu delik ile bin cennete kavuştum...

6 Eylül 2025 Cumartesi

Çürüyen etlerin mavi dükkanı

 
Çürüyen etlerin mavi dükkanı dönüyor üzerimizde dört nala,
Kimsesiz,o yıldızlanan karanlıklarda,
Bir başına...
Çay taneleri un ufak edilmiş endüstriyel hain bıçaklarca,
Sığabilsinler hapsedilecekleri kutulara diye,
Ve sohbeti kesmiş her nefes dört adımlık canıyla.
Bir taşla iki kuş öldürüp neden der ki bunu insan insana,
Bir bardak su ve onlarca çiçek demek daha bereketli ve masumca oysa,
Bir bilge dahi neden öldürür ki dilinde kuşları...?
Çürüyen etlerin mavi dükkanı dönüyor üzerimizde dört nala,
Kimsesiz,o yıldızlanan karanlıklarda,
Bir başına...
Görmeyi unutmuş insan,
Yada saçını tarayıp çevirmeyi sayfalarını gecelerde,
tarihinin kadim sadece ona yazılı mirasını.
Her şey çevrilebilir mi peki dilime,
Her şey memleketinin aynı tadını korur mu o yollar boyu bekletildiğinde.
Çürüyen etlerin mavi dükkanı dönüyor üzerimizde dört nala,
Kimsesiz,o yıldızlanan karanlıklarda,
Bir başına...
Ateşe uzanmış banyo yapan bıçaklarını dövüyor,
Bileğimizde aslında çoktan durmuş olan şu yalancı zaman bile.
Ah hayat,
Ah şu yaşamak.
Terli ıslak boynumda üşüyen bu akşamların huzurdan yeli,
Tüm savaşları kazandık çoktan,
Kılıcımızı dahi çekmeden üstelik,
Tüm savaşları kaybettik uğruna yarışılan hainliklerde,
Utan kanını satan ey düşman her ne kadar gülümsesen yüzünde bile,
Düşen suretisin göğün,
Çürümüş kokun,nereye gidersen git sen hiç istemesen de,
Verir seni ele...
Çürüyen etlerin mavi dükkanı dönüyor üzerimizde dört nala,
Kimsesiz,o yıldızlanan karanlıklarda,
Bir başına...
Oysa tek başına dahi ihanet ediyor insan kendine,
neden bilmem.
Ağrıyor mu kolların bacakların,
Acıyor mu düşüncelerin ey sisifos,
Ey ölümü kandıran kral,
Sonsuz kölesi,çok gereği varmış gibi sanki bu yaşamanın.
Çarmıha germiş beni çıplak kanımı satan o soysuz tüccar,
Nocebo çivileri paslanmış kanıyor bileklerimde;
Hangi çingene aç,
Hangisi bilge,bilmeden tükürüyorum ağzıma dolan kanımı tüm yaşamaya morfin o güzelim düşlere.
Çürüyen etlerin mavi dükkanı dönüyor üzerimizde dört nala,
Kimsesiz,o yıldızlanan karanlıklarda,
Bir başına...
Kafamıza vidalar ile tutturulmuş şu yalan kıyametler,
Boş yere boynu vurulan,yeşilden,o yaşayan, henüz çiçek vermemiş tüm bu alametler.
Napalm içiyorum tanrının evinde süslü altın bir kaseden,
Ey napalm'ın kızı,
ey masuma insan ihaneti,
Acımak öldü mü teninde söyle,
Tanrı öpüp kurtardı mı seni yere dahi düşmeden ışıldayan gözyaşlarından yakalayıp.
Teninde dünlerin ihaneti,
Teninde en değerli şiirleri yazılı belli ki tanrının.
Bin yıl sonra bile yüzünde açan her gülüşünde,
Tanrıya yaprak veren filizleri ile sonsuzluğun kokusunu içine saklamış,
gözünden çektiğin yaşlar ile suladığın eşsiz keloid çiçeklerin,
yüzünde işlemeli bir kabir taşı gibi acıyla o çiçeklerinin kutsal toprağına çakılıdır eminim...
Merak etme sen,
Delinse de bile isteye heryeri bu küreksiz kadim mavi kürenin,
Uzayına da düşsek bu karanlık alemin,
Bir şiir tutar bizi elimizden,
Kurtarır biz aptal çocukları,
öpüp korkudan kapadığımız gözlerimizden...



08.54 bombalar yağmur olmuş yağarken;
tüm yalancılar yağmurluğunu giyiyordu pazarlarda satılan bu çürümüş ihanetin,şemsiyesiz kalmıştı dünya,
ve ama ıslanmaya hazır dimdik duran keskin kahramanları vardı hala bu memleketin...


* bir ışık bulur elbet yüzümüzü,an gelir bir rüzgar okşar mutlaka başını kalbimizde umutlarımızın.

5 Eylül 2025 Cuma

bir peygamberindevesi celladı tüm kelebeklerin oysa

 
Vidası olunamaz giyotinleri var oraların,
Ve ben buraların evladıyım,yüreğim iste burada ellerimde.
Dilimde bir parça kuru ekmek,az biraz ıslanmış bir mısra döndüğünce.
Sorsan bir şövalyeyim bu çayırlarda,
İçimde bir peygamberindevesi celladı tüm kelebeklerin oysa.
Vidası olunamaz giyotinleri var oraların,
Ve ben buraların evladıyım,yüreğim iste burada ellerimde.
Hiç susmak istemeyen bir çocuk büyüyor gözlerimde,
Ne kadar da şanslıyım ey tanrım,
teşekkür ederim,
Benimle konuşan bir zeytin fidanı hediye bu senden yüreğime,
Bin yıllık şifa gözlerime,usul usul dolan şişesine,
Bin yıllık feyz bu ekilen göğsümün nefes alan kafesine,
Uyuyor işte yanıbaşımda nefesi nefesime değiyor yüzümde.
Cennet,nefes alan çocuktan bir kutu tanrının elinden bize özel işlenmiş bence sevgilim,
Ve İçine yine kendini saklamış tanrım,
Cennetin mis kokusu sinmiş ağaçtan sandalında.
Vidası olunamaz giyotinleri var oraların,
Ve ben buraların evladıyım,yüreğim iste burada ellerimde.
Tut haydi bekleme,
Durma sakın,
Düşlerim seni ben en güzeli olman için elimden geldiğince,düşlerimce...



08.45 göğsüme değen kurulu tuzak.

Mavi şeytan

 
Ve suret'e düştü ruh,
Cezası bin yıl tüm güzel hatıraların,
Akla hapis,çıkamazlar kapısından gözlerimin ardının.
Ve suret'e düştü ruh,
Üç metre mavi bir şeytan yüzüyordu seyri seferinde,
Ve tanrı kirmanını döndürüyordu sessizce sadece...
Ve suret'e düştü ruh,
Sallandı tüm yürekler tapınakları gibi depremlerin,
Korktu insanoğlu,
Titredi bilge tüm yapraklar.
Sorsan bugün idi,
Ama hatırda dündü her yer...
Ve suret'e düştü ruh,
Üç metre mavi bir şeytan yüzüyordu seyri seferinde,
Ve tanrı kirmanını döndürüyordu sessizce sadece...
Sur'u üfledi esip yüzümüze bir rüzgar sonra denizden çıkmış tuzlu ıslak tenlerimizde,
Ve kirmanını sapladı tanrım zıplayıp bir aslan misali kalbime,
Zaman durdu,
Kan bile akmadı,
Ölmek için,ölüme...

Ve suret'e düştü ruh...


08.23 tanrının alnından öptüğü ölümleri giymek için üzerine,yarışıyordu karşımızda tüm ölümler...Ve yaşamak çırılçıplaktı ardımızda...

Doldur çayımı ey bin yaşındaki çocuk

 
Kalbimde sökülü dikişlerin kurumuş kanı çıtırdıyor,
Yaralar,ağaçtaki yuvası tüm dualarımın.
Bacağı kırık eski bir köy sandalyesi balkonda,
Ölmeyi reddediyor.
Oturmuş çayını içiyor mısralar,
Ve çayın dumanını yudumluyor bekleyip azrail.
Kalbimde sökülü dikişlerin kurumuş kanı çıtırdıyor,
Yaralar,ağaçtaki yuvası tüm dualarımın.
Tüm savaşların kahramanı,sadakat suyunu içmiş ah şu ellerim,
Şimdi gelmiş bana,bile isteye ihanet ediyor,
Dönüyor sırtını,
Ve savaşmak istemiyor...
Kalbimde sökülü dikişlerin kurumuş kanı çıtırdıyor,
Yaralar,ağaçtaki yuvası tüm dualarımın.
Vakit geldi mi yani şimdi ? Bilmiyorum,
Doldur çayımı ey bin yaşındaki çocuk o zaman,
Vealeykümselam,
aleykümselam...;
Hoşgeldin.

07.59 kuş,dalında zeytini içmeden;inceden,inceden...

tanrının düşen kurmayı

 
Yazılmamış kaderi yırttı göğsünden bir melek,
Ve kızdı tanrıya kaşlarını çatıp.
Söktü sırtından kanatlarını tertemiz kanını döküp 
benzini gibi tüm kırılan hayallerinin,
Ve yaktı terkedip cennetindeki evini...
Ve atladı yuvasından bile bile kendi ellerinden kırık kanatlarını...
O düşerken göklerden toprağına,
Gözyaşları,tersine,gözlerinden göklere doğru yağdı...


07.48 tanrının düşen kurmayı.

Güneş beyaz diyorlar

 
Bastonu kırık topal gülüşlerim,
Bıraktı yüzümün caddelerinde tüm yürümelerini...
Buzdan meyve suları renk renk,
Ve bizler şekerle kandırılan arılarıyız göklerin,
Aklımızda hep çiçekleri o güzel çayırların.
Bir kavanoz bal için eninde sonunda geçen yılların,
Hapsediliyoruz camdan beton kulelerinde kovanların,
Özgürlük bir çocuğun montundaki yazı şimdilerde sadece...
Gökyüzü gri şimdi,
Denizler yeşil,
Güneş beyaz diyorlar şimdilerde,
Şaşırdım,
Bizi kandırmışlar mı yani sevgilim,
Üzgünüm çok,
Galiba ben o yalanları çok sevmişim...


07.38 saatsiz kadran şafakları.

Ve binbir gün sessizlik,ibadeti her kuzgunun

 
Ölen bir yıldızdan düşüp dökülen kanları gibi,
saçılıyor etrafa yanan ışıkları bu sonsuz karanlıkların...
Uyandırıp çalıyor beni,
Bir ambulans ışığı ve bir martının sesi,
Ve tutup tutup o seviştiğim güneşi...
Bardağımda binlerce yıl var şimdi,
Ve ben kendimi susuz bıraktım,
Uyandırmamak için etimdeki o güzel düşü...
Ölen bir yıldızdan düşüp dökülen kanları gibi,
saçılıyor etrafa yanan ışıkları bu sonsuz karanlıkların...
Kareli sayfalara biçilmiş dörtgen defterler ve onlara şiirler yazan elleri ruhumun.
Bir açlığın grevi günlerce suskun kalmış dilim,
Ve kurumuş kapıda,asılmış tüm ekmekler...
Bana bir kurşun kalem ver,
Bir kahramanın kılıcı gibi koysunlar göğsüne soğuk etimin üzerinde,kabrimde açacak düşlerim gibi.
Ve sen sorma sakın bana hiç bir şey,
Cevap vermek ister,veremem,
Kesemde kalan son yaşı dilenirim son nefesini çoktan vermiş gözlerimden o zaman;
Ve başaramam...
Ölen bir yıldızdan düşüp dökülen kanları gibi,
saçılıyor etrafa yanan ışıkları bu sonsuz karanlıkların...
Sevmek suçtu eskiden,
Sonsuzluğun mahkumiyeti,
Korkutmuş şimdilerde herkesi,
Gömmüşler çoktan toprağın altına bir kutuya kapatıp saklayıp onu,
Yaşamadan ve ölmeden üstelik,
Tıpkı yeni doğmuş herşeyden habersiz bir bebek gibi,
Gömmüşler uzaklara her güzel şeyi.
Sevmenin çalındığı zihinler ve yürekler,
Tüm savaşların kanı,benzini oysa şimdi...
Ölen bir yıldızdan düşüp dökülen kanları gibi,
saçılıyor etrafa yanan ışıkları bu sonsuz karanlıkların...
Bilimin kanunlarını yazıyor durmadan birileri,
Sevmenin kanunlarını susuyor herkes oysa,
Bir tanrı,bir ölüm,bir sevmek...
Ve binbir gün sessizlik,ibadeti her kuzgunun...


07.19 içimin kuzgun yaraları.

4 Eylül 2025 Perşembe

soysuz fotokopiler ve yalancı kahramanlar zamanı

 
Böcekleri öldürür şefkatli babaların elleri,
Ya babalarını bekleyen kuytularda çocuklar kime ağlasın.
Kırk derece cehennemlerin savaşları yüreğimi dağlasın,
Her gün yağmurun yıkadığı cennetlerin mi sadece yüzleri yıkansın.
Sessiz kabirler diler mi hiç dualar Allah'tan,
Ve yaşı beş peygamberler ağlıyor kaçıp saklanıp avuçlarının karanlık mağarasına babasının,
Bir örümcek bir kuş başını okşuyor uykusunda yüreğinin,
Bir bomba sesi patlarken taa uzaklardan gökten yağan bir mahşer gibi,
Kulaklarını kapatıyor minicik elleri ile yüreği ateş döven kanadı kırık çocuklardan biri...
Böcekleri öldürür şefkatli babaların elleri,
Ya babalarını bekleyen kuytularda çocuklar kime ağlasın.


06.54 soysuz fotokopiler ve yalancı kahramanlar zamanı...

uyku tutmaz kuş sabahları

 
Bana demli bir çay,kendine mavi bir deniz al sevgilim.
Günler pus,günler tozlu ve yorgun,
İstersen bi banyo yap,aksın yarının tüm korkuları üzerinden...
Gece uyanıyor kollarımda durmadan,
Uyku tutmaz şimdi pişmanlıklarımı,ne olduğunu dahi bilmeden...
Bana demli bir çay,kendine mavi bir deniz al sevgilim.
Dumanı ısıtsın burnumuzu ve tüm özlediklerimizi,
Tuzu,yaramızı kavursun ve okşasın...
Bana demli bir çay,kendine mavi bir deniz al sevgilim.
Yaşamak,tenimizde zorlandığı yerden kopsun.
Varsın martılar yesin çöp olan etimizi kemiğimizi toprak üstü kuruyan muhabbetlerde,
Düşler,çiçek açsın küllerimizi içen gülüşlerimizde herşeye rağmen ve yine de...
Bana demli bir çay,kendine mavi bir deniz al sevgilim.
Ayak sesleri ve vapurları mavinin,bizim şarkımız olsun...


06.35 uyku tutmaz kuş sabahları eylülün.

31 Ağustos 2025 Pazar

üç dua bir yaş

 
Kusulası sabahların yutulası yalan gülümsemesi yüzümde,
Beni,kendi savaşlarında yenemeyecek bir kral'a hizmet ediyorum tahtının penceresinde.
Ses ver,bağır ki seni bulayım ey adalet,
İçeyim kanını ince narin boynundan,
Ve bulayım aşk'ı tüm doğrularımın mezar taşsız,seçilemez kabirlerinde...


22.36 üç dua bir yaş gözlerimde.

Ve hangi ölüm incitmez ki annesini

 
Mutlu olabileceğime inanmak istedim sadece.
Bu kadar derin ? ,
Bu kadar gözlerimi dahi açtırmayan kum rüzgarı ? Neden,
Bilemedim...
Peygamberi kim bu yaranın tanrım,
Lütfen göster bana,
Çünkü ben göremedim...
Peki mutsuzluk neden bu kadar ağır bir yük ki kalplerimize,
Çözemedim...
Ya bu kokuları avuçlarından üzerimize serpiştiren güzel tanrım,neredesin...
Kum taneleri misali insanlar,
Değseler de mecbur kalıp milyonlarca kişi birbirine,
Kimse tutmuyor tutunmuyor artık kimselere,
Kainatın en kalabalık yalnızlığı bu olmalı tanrım,
İçimiz bomboş bir oda gibi,
Neyi sussak,yankılar kanat çırpıyor dağlardan uçup gelir gibi boş odalarımızın duvarlarına konar gibi yapıp sadece,
Uçmaya devam ediyorlar hiç ama hiç durmadan,
Azala azala,uzaklaşa uzaklaşa ve ardına hiç bakmadan...
Kafam eylül,
Kafam bir güz'ün göç saati kanımın çığlıklarında...
Aylar boyu yalnızlık demek hiç konuşulmayan yolların kervan adımları şu katar ömürde...
Mutlu olabileceğime inanmak istedim sadece.
Neyi doğru yapamadım söyle bana lütfen tanrım,
Söyle ve öğret bana,
Ne olur,
Sensiz,kaybolmayı bile kaybettim bu yaşamak çöllerinde.
Yağmuru ol kurumuş çamurumun ne olur,
Dökül bir okyanusu ters çevirip günlerce üzerime,
Boğ ve al beni ellerine,
Topraktan bir saksıya göm beni yamacında balkonuna...
Mutlu olabileceğime inanmak istedim sadece.
Ve seni üfledim yalnızca dualarıma.
Birbirini gördü ay ve güneş,
Denizler ağladı binlerce...

Ve hangi ölüm incitmez ki annesini...?


10.01 yaşamak,demleniyor avucumun kırık demliğinde.

30 Ağustos 2025 Cumartesi

dudağının kırık camından

 
Bu demler dudağına değsin,
Uyansın dilin gözün.
Süzülsün aksın boğazının yokuş yolundan, yüreğine damlasın bir bir,
İçinde dem kokusu bir sevda gölü doğursun nefsin,nefeslerin...
Bu demler dudağına değsin,
Ben kaynar çayımı dudağının kırık camından içeyim...
Ben yanarım,
Yeter ki sen gül...


10.23 kum,ateş,dem...

Sevda kovanı

 
İyisi kötüsü yok bakma,
Bir pazar tezgahı değil ki yaşamak.
Sorsan herkes iyi,
Sorsan herkes en güzel,
Yalanlar çürümüş kokuyor ruhlarının kilimi altında,
Değmiyor burna derdi demek,
Tuzlasam denizde çıplak elimi,
Yıkasam yüzümü gözümü yansa da yine de,
Kokar mı sevdanın gülden yağı tenime yine söyle.
İyisi kötüsü yok bakma,
Bir pazar tezgahı değil ki yaşamak.
Sorsan herkes mutluluk,
Sorsan herkes tacını takmış açmış beyaz zambaktan bir çiçek,
Dert bal olmuş gönlün toprak küpünde oysa,
Bin yıl geçse de tadı aynı keskin bıçak kara kovan yürekte...


10.16 baygın arılar düşmüş bir çiçek dibine,kabirler balını saklıyor sevda kovanının...

derdin katarı,gönlün şu kaybolmuş ıssız kervanı

 
Garezim yaralarımın kapısı,
Çalar çalar kazırım kabuğunu içimdeki lav'ı dertlerin,
Kanatırım her iyileşme çabasını tenimin toprağında,
Düşler uçuşur yüzlerce her üflediğimde,
Dağlar kar salar beyazdan bir kıyamet gibi her ofladığımda,
Yalnızlık bir korku değil,
Yalnızlık cesur mu cesur bir zafer zihnimin çayırlarında...
Garezim yaralarımın kapısı,
Çalar çalar kazırım kabuğunu içimdeki lav'ı dertlerin,
Kanatırım her iyileşme çabasını tenimin toprağında,
Kuşlar ötüşür onlarca her düşlediğimde,
Böcekler türkü çığırır sevdaya yalnızlığın en derininden...
On yedi yıl toprağın mahpusundan,
Üç gün gün yüzü için sadece,ağlar tüm gündüzü ağustos...
Sevda bir kavuşma değil uzanan havada kalan korkak ellerimde,
Sevda bir yol gözlerimden gönlünün en kilitli kilerine...
Dert bir,dert bin farkeder mi,
Gözden derilen yaşlar tartar mı aşkın yükünü...


10.03 derdin katarı,gönlün şu kaybolmuş ıssız kervanı...

29 Ağustos 2025 Cuma

Masmavi bir misket

 
Uyan kalbim,
Aç gözlerini ciğerim.
Uyan safram,
Aç kollarını bir kartalın kanadı misali ey göğsümün kemik kafesi,
Özgür kalsın uçsun çırptığı kanatlarınca şu binbir yıllık mahkum yüreğim...
Uyan zihnim,
Aç gözlerini ey gönlüm,
Bitsin kör bakışlar ısırganlar misali bir bir gördüklerimin deryasında,
Şu cennetlerin koynu bahçesinde,mis kokusunda...
Bir bardak suyun dibinde kalmış belki bir yudum su,
Bin alem doğmuş ve yaşamış o bir damla kainatta,
Ya biz de başka bir damla suyun kainatındaysak birinin bardağında,
Masmavi bir misket dönüyor da kendi haline bu yüce divanda,
O kutsal dudak bizi alır da bir an soluksuz içer mi...
Uyan kalbim,
Aç gözlerini ciğerim.
Uyan safram,
Aç kollarını bir kartalın kanadı misali ey göğsümün kemik kafesi,
Özgür kalsın uçsun çırptığı kanatlarınca şu binbir yıllık mahkum yüreğim...
Uyan zihnim,
Aç gözlerini ey gönlüm,
Gördüklerin kafi,
Ara kendini artık hiç göremediklerinde...


09.43 bir dervişin binbir günlük sessizliğine bağladım ruhumun kayığını...
hangi deniz öper şimdi derdimden tutup beni,
hangi fırtına tokatlar gözyaşları ile büyümemiş çocuk gönlümü...
İpim kısa,salınamam ki,
Derdim dağdır,tırmanamam ki...

yanmak üzerine pervane kanatlar ve kamikaze düşüşünde düşler

 
Yapışkan bal idi bir bebek ağzında nasip,
Çamda sakız kokusu sindi sımsıkı tutarken bende beni,
Hırsızı kim yabanın emeklerinin,
Şeytanı kim koydu demir kafesinde tüm gökleri çalıp...
Kelepçesi altın olsa ne yazar özgürlüğü içilenin...
Kurumuş limon özler tadını kanının,
Bir çiçek açsa dalında bahar ne de güzel süzülür.
Nasihat azık olsun sende kalsın,
Ekmeksiz aşta doyar mı ruhun,
Bilsen suç,bilmesen balsın...
Dert bin olmuş,binbiri de varsın senden olsun...
Sadakat yar olsun koynuna konsun,
Yağmur habersiz düşsün yüreğe sevda filiz versin...
Yapışkan bal idi bir bebek ağzında nasip,
Çamda sakız kokusu sindi sımsıkı tutarken bende beni,
Rüzgarı kim bu sonsuz dağlarımın,
Meleğin kanatlarını kim çekti ellerinde buğday ile kandırıp...
Düşlerini kim eğirip dokudu şiirlerini,
Bir nefes damladı ciğer kovan oldu,
Ney düştü kaynar çölde kurumuş dile,kum ağladı...
Bağban bin idi amma bahça bir gül açmadı,
Yürek hergün yağmur idi,deniz oldu toprak da bir çimen bitmedi ruhum...
Yapışkan bal idi bir bebek ağzında nasip,
Çamda sakız kokusu sindi sımsıkı tutarken bende beni,
Bir prens ile elele imiş sevdan uzaklarımda,
Ben çölde boşa yürümüşüm açlığa susuzluğa...
Tahtı bin parlak taş imiş babanın,
Ben,ayaklarım anadan üryan boş yere üşümüşüm...
Yapışkan bal idi bir bebek ağzında nasip,
Çamda sakız kokusu sindi sımsıkı tutarken bende beni,
Yağsan bin yaprak açardım sana kışlardan hiç korkmayan,
Yansan,bir dakikaya külündüm...


17.48 yanmak üzerine pervane kanatlar ve kamikaze düşüşünde düşler...

ruhumu içmiş iliklerimden ve doğurmuş kendini

 
Yaprak açıyor kederinde gülüşün,
Kan sızan yarasında sol yanının,
Güllerden,arsız bir sarmaşık göğsünden yüzünün duvarına tırmanıyor...
Sokağında bir merdiven,şiirler ve kediler yamacında huzurla uyuyor...
Yaprak açıyor kederinde gülüşün,
Kan sızan yarasında sol yanının,
Güneş,tutulmuş sana ışığından renginden vazgeçip,
kararıp gece oluyor uğruna...
Karanfil kokuyor kim ciğerinden içindeki dumanı üflese,
Düşler dahi buharlaşıyor gözlerindeki yaşı silebilmek için,
Martılar susuyor tüm çığlıklarını sabahlardan çekip,
Sen uyuyabil huzurla birazcık daha diye sadece...
Yaprak açıyor kederinde gülüşün,
Kan sızan yarasında sol yanının,
Rüzgarlar doğuyor yüreğinden,
Erteleniyor içimde tüm vapurdan sefer heveslerim...
Kaybetmeden daha henüz,
üşüyor kanım damarlar içinde,
Yeşilden bir ırmak gibi kollarımda yaşamak,
Kessem kızıl bir ırmak doğup uçuyor sanki kollarımdaki yuvasından...
Öpsem,
İçimizde büyüttüğümüz tüm bebekler uyanıyor, yanardağlar gibi aslan olup kükrüyor yağarken alevlerden bir yağmur ile tepemizde gökler ...
Lav sızıyor güzel dudaklarından bir nefes gibi,
Yakıp geçiyor içimde neyi kimi görse erimiş bin derece bir aşk,
Dilinde hecelerimiz,
Dilinde,iğnesine takılmış bir "şu an",
Durmuş yürümüyor gözlerimizde,bileklerimizde akrep ve yelkovan...
Fizik nefes alamıyor,ölüyor yüzünde ellerinin kokusunda,
Dünya dönmeyi unutuyor bazen seni görünce.
Yaprak açıyor kederinde gülüşün,
Kan sızan yarasında sol yanının,
Sağ yanağımda elinin tersi bir tanrıça vuruyor sapanıyla yüreğimi...
Al vurulmuş bir beni eve götür avuçlarında,
penceredeki saksıya göm,sula beni ve tüm ölümlerden uyandır...


16.23 aşk yayı gerilmiş;kaburga kemiğimi kırıp almış bir okçu tanrıça,ruhumu içmiş iliklerimden süzüp düşlerimi ve doğurmuş kendini...

22 Ağustos 2025 Cuma

Minuet

 
Yılanlar kaçıyor sevgilim.
Çayı çalıyorlar topraktan,
Ve toprağı merhumlardan.
Kırıyorlar notaları piyanolardan,
Ve ağaçlar yanıyor duyamadığımız çığlıklarca sevgilim,
Düşler kararıyor,
Tüm şifalar kaynayıp uçuyor yeşil çayırların kazanlarından.
Yağmurlar göç ediyor leylekler gibi buralardan.
Kurtlar kaçıyor sevgilim masallardan.
Kuşları çalıyorlar dallarından,
Ve güzelim düşleri o kan dolu dudaklardan...
Söküyorlar en güzel yaşlarını o güzel meleklerin gözlerinden...
Ve ruhlar ağlıyor duyamadığımız çığlıklarca sevgilim,
Kanıyor kırmızı gülleri o en kahraman kabirlerin dahi şimdi mezarlarda...


16.01 kalbi genç katil intikamlar avlıyor Canan'ın gözlerinden tüm o merhametsiz hainleri...
zaman akıyor kumlardan,
Ve zamanı geliyor yeminlerle ezelden mühürlü tüm intikamların...

ve bir fil elmamı yedi dalımdan

 
Beynin,aşkın gerçek bahçesi sevgilim,
Kalp onun herşeyi yazdığı göğsündeki yatağının altında saklı gizli defteri...
Düşün,
Çünkü bu herşeye yeterdi.
Neyi istersen ek zihninin bereketli toprağına sen,
Ve tanrın sulasın hepsini dudaklarından yağan dualarınla seni...
Neye inanırsan o filiz verir teninde,duvarında...
Ey kadim bahçesi aşkın yüzünde penceresi gözlerinin...
Sen ek yeter ki,
Yeşerir şifa,kanayan tüm yaralarına,
Dudaklarının merhemden suyu değsin yeter o sıcak kırmızılarına...
Piyanosunda kulaklarımda yine franz,
Ve aydınlatıyor onun feneri elimde tüm geceyi ve bilinmez o karanlıkları...
Feneri bir piyanonun notaları kainatın bence,
Albert da aynısını söylemiş hatta...
Beynin,aşkın gerçek bahçesi sevgilim,
Kalp onun herşeyi yazdığı göğsündeki yatağının altında saklı gizli defteri...
Hatırlar mısın,
neyse boşver...

Düşün,
Çünkü bu herşeye yeterdi...


15.42 bu kainatta sençekimi diye birşey vardı sevgilim,onu hissetseler bile yine de benden başka kimse sende onu bulamadı...kafama bir ağaçtan sen düştün bugün,ve bir fil elmamı yedi dalımdan...

21 Ağustos 2025 Perşembe

Ehemmiyetin,kurşun kaleminde sabahın

 
Ehemmiyetin saçların değil bilesin,
sal özgürlüğüne hepsini,teslim et rüzgarın tokatlarına saçının denizden dalgalarını.
Alabora olalım unutup sandalı mandalı ve bu soğumuş ocağında şu zalim dünyayı.
Boğulsun sevdasızlık üşüyen sular ile kaşıklarımızda sevgilim.
Bırak saçlarını koşsunlar özgürce heryere.
Bırak hepsini saçılsın yüzüne gözüne,
İnandıramazsın beni,
Sen bu değilsin...
Ehemmiyetin kor dudakların değil bilesin,
Sal uykusuna lavlarını,aksın sarp dudaklarının kayasından dudaklarıma yana yana,yaka yaka geçtiği heryere içimde,
Kurduna yem olsun avın olmak isteyen kalbim.
Ehemmiyetin fistanının rengi değil bilesin,
Kurşun kaleminde sabahın,
Kelimelerinde bana gidip gelen kamyonlar uçuşurdu mektubundan evimizde akşamları.
Kamyonlar seni bana taşırdı hasret yollarda hergün,
Sen bilmezdin...
Seni düşün düşün uyuyamazdım,
Değerdi,
Olsun,
Benden aldığın geceler sende kalsın istemem,
Artık senin onlar,bilmelisin.
Değişmiş yüzündeki evler,
Zaman değil dem vurduğum hayır üzgünüm,
Ama artık bu semt başkadır.
Ehemmiyetin sevişmemiz sevişmememiz değildir bilesin,
Sihir,dudaklarından süzüp yüzüme bakıp döktüklerindedir...
Sihrin mührümdür işlemeli ceviz kapımda,
Aç deseler açılmaz binbir derde kilit anahtarsız bir yerdedir şu saklı yüreğim ve sonra...


23.37 fin.

çilingiri gelmeyen akşamların kapı önü sevişmeleri ısıtıyordu üşüyen avuçlarımızı acımasız kışlardan sarıp saklayıp...

İstirahatgahıdır gözlerin gözlerimin

 
İstirahatgahıdır gözlerinde sessizlik gözlerimin.
Dinlenilesi yaz akşamları ve bülbül aryaları.
Çimenlerin hışırtıları sıvazlıyor sırtımı uzandığım yeşilden.
Savaşmaktan yorulmuş bir şövalye ruhum,
Kapısını çalıyor senin taş kuleleri ile denizdeki kalenin.
Doğduğum eve açılıyor tüm solucan deliklerim,
Kar kıyamet ışık yılları mesafeler yok inan düşümde.
İstirahatgahıdır gözlerinde sessizlik gözlerimin.
Öcü alınmamış hesaplar dolu kurşun kalemim ile not aldığım o eski defterlerim...
Kağıt kırışır,
Mürekkep dökülür,
Ve dağılır kader gözlerimde.
Yorulur zaman bileklerimizde.
Tam da bu ıssız şehirde adı ankara,
Bir istanbulsun masum çocuk kafamda...
Kaçıp gelsem de sana bilirim,ardımdan su dökmüş o memleketi özlerim...
İstirahatgahıdır gözlerinde sessizlik gözlerimin.
Yeşil kurur kızıl olur zaman,
Adı güz olur aşkın,üşür çıplak ağaçlar sıcak nefesinden bize üflediğin anlar olmaz ise eğer.
Keder damlar sıra sıra bozuk bir musluk gibi,
Dert bin olur göl olur içimize bir yudum su ağzımızda.
İstirahatgahıdır gözlerinde sessizlik gözlerimin.
Savaşlar bombalar ve durmadan gürleyen şu ışıklı gökler,
Umrumda değil o sensiz cennetler ya cehennemler,
Aklım fikrim sen,aklımda sen,savaşırken,
Ve ben,
Özlerim deliler gibi ne zaman aklıma düşsen...


23.08 çoktan gömülmüş etim toprağa,düşmüş kızıl çamdan ok ok yapraklar üstüme,ve solmuş üzerime tanrının örttüğü o lapa lapa yağan beyaz nevresim bile...

Oyuncağı kelebekler yazdan

 
Rahmi arnavut kaldırımları eniğin.
Suyu yağmur.
Aşı kuru ekmek öpüp koyulan duvar üstlerinden.
Oyuncağı kelebekler yazdan,
Okulu bir çocuk parkı belki kumda oynayan beş yaşında öğretmenlerden.
Rahmi arnavut kaldırımları eniğin.
Rüyaları hep annesi tüm öksüz yiğitlerin.
Savaşmak zaruri mi peki,
Yaşamak için midir savaşmak yoksa
Savaşmak için midir yaşamak,hiç bilmezim.
Böceklerin yaşamak kanunu sanki bu,
Ama bir böcek değilim...
Üzgünüm adına franz,tüm insanlık adına senden çok özür dilerim.
Rahmi arnavut kaldırımları eniğin.
Mevsim ağustos,
Ve üzgünüm affet karınca,
Ama ben şarkımı söylemeliyim...


10.51 asal gözyaşları yüzümde nehir,ve akıyor yanaklarımdan bugünün elini tutup şu kadim zaman...

Bembeyaz bir denize,Yusufun kuyusuna düştüm daha dördümde

 
Akrepite edilirdi huzurum.
Çocukluğum su dökerdi yarınlarıma,bilirdim,
Susardım,geleceğin günün hatrına bugüne.
Yaşım sekizdi,
Emekliydim çocukluğun hafifliğinden,
hissederdim...
Akrepite edilirdi huzurum.
Çocukluğum su verirdi sessizliklerde dövdüğüm boyumdan büyük kılıcıma...
İzlerdim,sana anlatacağım günlerin hatrına.
Yusufun kuyusuna düştüm daha dördümde,
Bembeyaz bir denize düştüm boğuldum öldüm de,
Yeniden doğdum geldim sana...
Akrepite edilirdi huzurum.
Çocukluğum su içerdi bugünden,anlatmak için yarınlarıma.
Namerde söver çatarım da hala,
Dostluk elimde et ve tırnak...
Aşk zehirden derdiğim tek şifam kavrulan yanan yüreğimde...


09.55 aşk,katliam ve tercihler üçgeninin iç açıları toplamı.Şekli ne olursa olsun üçgenlerin,iç açıları toplamı aynı daima yaşamanın...

20 Ağustos 2025 Çarşamba

Üç kırık buğday

 
Kafesi altın tüm yalancıların.
Seni senden çalıyor yaşamanın hırsızları bilesin.
Sakalar susar belki haklısın,
Ama cesur serçeler vurur ölür demirlere kendini...
Plastiklere hapsetmişler özgürlüğü,suyu,
Nefes alamaz ise neye çare,ölür kanı huyu.
Atlar koşar durmadan toros boyu,
Kanını yıka da gel ey günahtan doğan,ey ademin oğlu....
Kafesi altın tüm yalancıların.
Tutarlar seni kış vakti sıcacık bir el ile,
Kar boran sararıp solar düşer dalından da yine,
Gün gelir kar kıyamet hasret olur gözlerine,
Kapatırlar mutluluğunu parlayan betonlar ardına,
Üç kırık buğday için susar bekler seherin tüm güzel şiirleri...
Kafesi altın tüm yalancıların.
Bülbül bekler de ölene dek öte öte hapsini,
Gül kurur ızdırabın susuzluğunda düşer toprak olur...


10.48 düşüne sapan çeken hainler tutar beni,tanrım şiir olur rüyalarıma başımı okşar öper beni...

19 Ağustos 2025 Salı

Tanrının yeşiline

 
Beli bükük dilimde adımları titreyen ihtiyar cümlelerim vardı,çocukluğumu dizinde sallayan.
Ve kırılmıştı tüm bardakların mutfağında senin,
cam kırığı bakışlarında yükselmiş parmak uçlarımda yürümeye çalışıyordum sana doğru,
Kesilen adımlarımdan yazıyordum kanlı mısraları ve sana oysa,
Bir adımım,diğerinin ustası idi,
Tıpkı bir kedi gibi.
Canımı yakan kırık cam parçaları değildi...
Beli bükük dilimde adımları titreyen ihtiyar cümlelerim vardı,çocukluğumu dizinde sallayan.
Ve eşşeklere biniyordu gerçek gülüşüm yüzümün saklı cennetinde,
Neden saklanırdı ki cennet bir oyun gibi bizden sanki,
Peynir,fare ?
Acı öldürmezdi bilirdim,
Ve ruh yok olamazdı asla...
Nereye gidiyorsun o zaman söyle bana,
Peşine düşeyim,
Bir cehennemi yanalım yakalım ve geri dönelim,
Bir cenneti ekelim uzanalım yada tanrının yeşiline seninle...


09.32 tanrının frekansında titrerken kalbim,iyileşen kimdi içimde ?

Yiğitler versin goncalar

 
Bana cesareti sula göğsünün balkonunda sevgilim,
Yiğitler versin goncalar doğurup saksısında aşk,
Bir karınca bir fil yada bir güvercin farketmez kor yüreğiyle geldiyse taş kalenin kapısına,
Ayakları geri kaçan korkak aslanlar kaçışsın savaşın eski kafesinde bugünün kırık kapısından,
Azad edeyim titreyen ruhları avuçlarımdan,
Bin korkak olacağına yanımda yangınlarına karşı yaşamanın,
On ateş karınca yeter gökleri bile almamıza...
Sal içimizdeki tüm korkakları boşver hepsini sevgilim,
Kalan köz yeter tüm yaşamayı ellerimizden çalıp almak isteyen hainleri yakmaya,
Bırak hepsini,
Biz ateşi boğan ateşi olalım toprak ananın dualarından doğup savaşa savaşa yükselip göklerde şanlı ölelim...


09.11 cesur karıncalar korkak aslanları güdüyor gözlerimde...zaman ekmek kırıntısı ile kandırılan aç aslanların zamanı...

Kapital,olmuş sanki bir ejderha

 
Karşımda devden dev bir bina,
Kapital,olmuş sanki bir ejderha,
Ben zırhımı giyiyorum koştura koştura.
Unutmuşum hatta acemilikten bikaç parça üzerimden.
Duvarda paslı bir kılıç dedemden miras şimdi yanımda,kının bağrında,
Ve kor mu kor içimde yüz gemi batıran durmaz bir fırtına...
Dalından düşmemiş boynu kırık bir gül,
Ve yerde yatıyor cesur mu cesur gözleri kapanmış bir bülbül,
Burnumda seherin yapraklarının kokusu doğuyor,
İki dağ ile bakışıyorum yiğitlikte yanyana sıra sıra...
Karşımda devden dev bir bina,
Kapital,olmuş sanki bir ejderha,
Yüreğimden gerip genç ıslak yayımı,
Kalbine saplıyorum zehri öpmüş şiirin ok ucunu,
Dertler olmuş sıra sıra,
Ve sırtımda bu dertli dünya,
Duramam bir an bile,
Çözülür dizlerim,uçar bir rüzgarın ile içimdeki tüm güçler,
Issız tüm şehir sensizliği bırak hayalinsiz bile,
Şehir dediğin,dur durak yok bir koşturmaca,
Ve dedim ya sırtımda bu dertli dünya,
Çöker kalırım boynu kırık gül yüzünde sonra,
uzanıp güçsüz dibine yanıbaşına...


08.30 Her yaranın merhemi başka başka.
           Her beden sarılır öper kendini,
           Her yara dokunmasan da örter kendi kapısını.
           Her ölüm inan bana her nefes kadar kendine özel...

Yapay zeka aşklar kıraathanesi

 
Yapay zeka aşklar kıraathanesi.
Bilmezler dudağının kumsalına uzanıp başımı dayadığımda kokusuna nefesinin,
dalgaların sesleri misali döküldüğünü kulağıma nefeslerinin,
Bilmezler,neler hissettiğimi asla,
Arka arkaya yaşamadan hissetmeden sıralayabilir en afilli en ipekten cümleleri önüne  bir makina eminim ki,
şüphem yok buna.
Ama plastik kalır her dokunuş içimizde.
Yaşandığını bilebilmek ihtimali hızlandırır çünkü göğsümüzdeki küçük odasında bir tek şu mahkum kalplerimizi...
Toplumsal hafızandan öpüyorum seni;
Fakat seni sen yapan etinin ruhuna değerken içerisine sinen ruhunun kokusu ve düşleridir bilmelisin.
Yapay zeka aşklar kıraathanesi.
Bilmezler dudağının kumsalına uzanıp başımı dayadığımda kokusuna nefesinin,
dalgaların sesleri misali döküldüğünü kulağıma nefeslerinin,
Bilmezler,neler hissettiğimi asla,
Kazanılası her savaşımı bıraktım ardımda,
Bıraktım elimden tılsımlı okunmuş kılıcımı da...
Bıraktım korkmayı ellerimden.
Büyümek veya aynı kalmak aynı,
Bir önemi yok kafalarınızdaki anlamsız zaferlerin toprağına hain mezarlarda...


20.17 güneşe yüzünü dönmek isteyen çiçeklerin gecesiydim ağlayan gözlerinde...

18 Ağustos 2025 Pazartesi

uğruna katledilen sineklerin ah'ı

 
Tozlu seslerin arasına saklanmış topallayarak yürüyen yaralı bir arı var ruhumun dalında...
Kanadı kırık düşler zamanı mevsim göçmen kuşların takvim yaprağında.
Büyü güçlen uç kutsalında yaşamanın,
Peygamberim,kırık kanatlı hazır olmayan küçük bir kuş bir ağacın dalına düşüp tutunmuş...
Bir sapan taşı kıyametim,
Dağılıp paramparça karıştığım toprağım,
şu ağacımdan iki karış yukarıda gömüldüğüm kabrim bu eşsiz mavi göğüm,
tanrıdan hediye üzerimde beyaz tüyden gömleğim kanlar içinde...
Gecede saklanbaç sizin savaşlarınız ey yalancılar,
Su tabancası kullanan sessiz hainlerisiniz en güzel böceklerin bile güzel yaz akşamlarında.
Depremler ve yalancılar,
Sallıyor yeri göğü yürekleri,
Kafamızda bizden büyük ağrılar,
Ve bizi kandıran zehri şifa rengarenk ağrıkesici ellerimizde bu yalancı karton kutular.
Zaman doğrular zamanı yine,
Zaman aşklar için ölmenin vakti güçsüz bileklerinde kutsal altından bir zamanın...


09.04 uğruna katledilen sineklerin ah'ı...

tanrının alnından öptüğü maviden

 
Asansör korkutmuştu aslında gözlerimden taa içlerime girip beni,
Yine de tırmandım dönüp sırtımı o yüksek göğü.
Ben yükselirken dört nala gökleri,
Düşen bir meleği gördüm kırık kanadı ile bu kutsanmış,tanrının alnından öptüğü maviden...


10.22 içime çöktü içimin şehri...ilk defa korktum.

Günahların süzgecinde bir tülbent

 
Selam içimde beni görmeyen,görünmeyen dev duvarlarım,
Merhaba bıçaklanan kovanım,
Usul usul bal damlayan kan kaybedişlerim.
Üşüyen titreyen başaramadığım hayallerim.
Selam yalnızlığım,doymayan canavarım göğsümün içinde.
Düştü kollarım yere,
Tüm savunmalar düştü üzerimden,
Soyundum hepsini işe yaramaz cesaretlerimin.
Kaldım yapayalnız yaşamanın yüzünün karşısında,
Medusanın dudaklarında koklarken yüzünü,
Baktım taa gözlerinin derinlerine,
Bir heykele dönsün istedim bakışlarında yalnızlık.
Günahların yıkandığı masum bir köy çeşmesinde,
Akıyor çamuru tüm sevişmelerin,
Karışıyor çakılların arasından kutsal yerin ruhuna yavaşça.
Yavaşla lütfen ey kalbim,
Çıkart ayakkabını korka korka yürüyelim bu çayırları seninle,
En yavaşından,
Bir kaplumbağa geçsin mutlu olsun bizi.
Günahların süzgecinde bir tülbent boynundan tek çekip alabildiğim,
Kokunun sindiği bir iksir beni cennete uçurup vurup deviren,
Süzmek için teninden yüze yüze şu arsız şehvetimi...
Selam içimde beni görmeyen,görünmeyen dev duvarlarım,
Merhaba bıçaklanan kovanım,
Usul usul bal damlayan kan kaybedişlerim.
Dudaklarım yalnızım diyemeyecek kadar yalnız,
Hiç duymadım esen bir yel sesi,bir rüzgar bile...
Ey güzeller güzeli güzel bakışlı kedi,
Ey çirkin sesli detone bülbül,
Güllerin arasına kıvrılsın tüm kabirleri sevmenin..
Sesi miras kulaklarımdan yarına sıcak kırmızısı akan kanayan o güzel dünün...


10.05 nasılsın iyi misin ey kendim.

17 Ağustos 2025 Pazar

ve düşünü kozaladı derviş ruhum

 
Et etten koptu işte.
Sesin kanadı,yüreğin kurudu,duydum,
tıpkı benim gibi.
Güneş döndü sırtını küstü doğmadı bize o gün,
gitti ağladı bulutların ardındaki odasında günboyu belkide.
Hiç ayrılmadık seninle,
Bilmiyorduk ayrılmayı,çocuktuk.
Hiç bırakmamıştık ki sevdiğimiz eli daha önce.
Sözlerimiz bin yıllık ömürlü zeytin fidanı,
Dalları kurudu ama,
Kalbi kaldı toprağın taa içinde...
Et etten koptu işte.
Sesin kanadı,yüreğin kurudu,duydum,
tıpkı benim gibi.
Kim kabahatli kim kabahatsiz bilemedim hiç.
Et etten koptu işte.
Sesin kanadı,yüreğin kurudu,duydum,
tıpkı benim gibi.
Yakası birleşemeyen bir şehrin yaka iğnesi gibi parlıyordu gözlerin...
Uzandım öptüm gözlerini,
Ve içtim gözlerinden tüm yaşlarını kalbinin.
Sana kurak sesler kaldı ağlamalardan sadece,
Yağmurları kaçtı göklerinden nefesinin...
Et etten koptu işte.
Sesin kanadı,yüreğin kurudu,duydum,
tıpkı benim gibi.
Bu kalbimdeki süslü hançeri sevmelerinin,
Çekiçle çakıyorsun hançerin ucunu içime durmadan...
Durmadan ağlıyoruz yeşilin üzerinden severken gökteki mavileri...
Kırmızı biber reçeli şaşkınlıklarım,
Uzağıma koşan uğur böcekleri,
Adım onüç,
Adım anahtarı kırılan bir kilit dağın en tepesinde...
Et etten koptu işte.
Sesin kanadı,yüreğin kurudu,duydum,
tıpkı benim gibi.
Değmez kıyamete ağlamaya sevgilim,
Ve cennetin kapısını çalıp kaçan muzur çocuklarıyız biz tanrının...


00.14 ve düşünü kozaladı derviş ruhum.

15 Ağustos 2025 Cuma

demlenmiş şikayetler kutusu

 
.ikilesi yarınlar yamalı yelkeniydi içindeki umutların.
Çok ama çok büyük bir soğuk geldi düştü kalbimize.
Soldu çiçekleri,kurudu tüm meyveleri keder ağacımın.
Melankolik hayta kusmalar saati duvarda zaman,
Cebimde elele tutuşmayı bekleyen birbirine yakışan kelimeler,
Ceninde anne denizinden içilen nefesleri yaşamanın.
Bir kedi,bir şiir ve bir revolver.
Kapısı üzerinde dışarıda bırakılmış bir anahtar,
Adı yuva ellerinin içinin,
Adı nefes seninle her öpüşmenin dudağıma miras bıraktığı o güzel tadı...
.ikilesi yarınlar yamalı yelkeniydi içindeki umutların.
İki dağı vardı balkonunda senin şehrinin,
İki cehennemim vardı benim,
Hangisi bir türlü seçemediğim...
.ikilesi yarınlar yamalı yelkeniydi içindeki umutların.
Haydi çay koy ocağa sevgilim,
Bir bardak doldur lütfen,ama önce kendine,
Herşeye yeniden başlayalım...


16.55 demlenmiş şikayetler kutusu.

* hangi harfi istersen onu yaz senin uğruna boş bıraktığım yerlere...

14 Ağustos 2025 Perşembe

sarı denizinde eserken serin rüzgarı ile o beklenen kıyamet

 
Her gece uzun mu bu kadar tanrım,
Yoksa koparıp ardımdaki kanatları ittiniz mi beni cennetinizden,
Düşmek bu mu ey tanrım huzurdan,
Öyle derin bir üzüntüdeyim ki kanlı kanatlarım kabul etmiş bu haketmediğim sonu sanki,
Çırpmıyorlar bir kez bile ardımda kendini...
Her gece uzun mu bu kadar tanrım,
Keskin altın bıçağını dayamış tenime sanki bir tanrıça,
Kesmeden ustaca geziniyor bıçağın ucu ile tenimde zamansız bir zaman.
Kaşınıyor tüm endişeler korkular tenimde uçuşup duran halden anlamaz bir yaz sineği gibi,
Ve altın bir bıçak kesercesine kaşıyor şefkat ile yüzümü...
Kıpırdayamıyorum,
Göz kapılarımda dahi durmuş zaman sanki...
Korkudan mı yoksa sevilmenin huzurundan mı bilmiyorum.
Her gece uzun mu bu kadar tanrım,
Yoksa şafakta ölümünü bekleyen genç kahramanı mıyım bir vatanın ben sadece...
Ey aşk,
Varsa bir ölümsüzlük iksirin söyledikleri gibi cebinde,
Durma iç onu hemen ve uzat dudaklarının bardağında bana...
Ey aşk,
Yeşillen dalga dalga bir fırtına misali dev yangınların ardından serin kızıl sabahında deli mavi bir göğün altında,
İlk sevişmelerimiz gibi çıtırdasın dalında yeşil filizleri güllerin...


08.49 yaşamak,özgürlük ve güvercinler kadar...bir buğdayın gözünden,sarı denizinde eserken serin rüzgarı ile o beklenen kıyamet...

13 Ağustos 2025 Çarşamba

Kanımı içen sülüğe izin veriyorum

 
Kanımı içen sülüğe izin veriyorum.
Alsın alabildiğini benden,
Önemi yok,
Tenimden alacaklıyım da zaten.
Bir başka bakıyorum bu doğan güne bugün,
Yoksa kayıp gidiyor muyum tanrımın kollarından,
Söylesene Canan'ım ben kaç canlıyım ?
Bu kaçıncı ölüm içimde açıp solan.
Ölüyorum bir bir,hergün durmadan.
Alıştığım kıyametler başımı okşuyor şimdi.
Kanımı içen sülüğe izin veriyorum.
Alsın alabildiğini benden.
Ve tükürdüm istemeden en güzel nefesimi bu sabah,
ciğerimden esirgedim o ihtiyacım olan huzuru,
Serin rüzgarları başımda yakalayıp astım yağlı bir urgan ile belki...
Kanımı içen sülüğe izin veriyorum.
Alsın alabildiğini benden,
Çeksin kanımdaki tüm siyahı içimdeki bu kırmızı uslanmaz denizden...


08.48 ve kısa kestiğim pantolonlar kadar tozluydu bakışlarımda hatıran...

Bağla dudaklarını dudaklarımın iskelesine

 
Kızgın kumlar,
Çıplak ayaklı çocuk nefesler var gözlerimde.
Çöl denizi bir suskunluğu giydim yüzüme tenime,yürüyorum...
İnandığım her şey sararmış solmuş,
kurumuş gözlerimde bahar.
Yanaş dudaklarımın çorak limanına,
Bağla dudaklarını dudaklarımın iskelesine.
Gözlerin gözlerimi ateşe tutsun,
Göklerin yağsın şimşek şimşek gözlerime.
Etrafımızda uçuşan binlerce karahindiba tohumu sökülsün süzülmelerinden kopup,
yerlere dökülüp gömülsün ıslak toprağa tüm gerçekleşmemişlerimiz...
Yağmurdan savaşamasın yüreklerimiz.
Deniz kudursun,
Sen bir ninni söyle sessizliginin içinden dilime,
Uyusun tüm söylemek istediklerim dilimin üzerinde öylece,
Hayat dursun,
Yaşamak uyusun başımızın içinde.
Dudağını dudağıma mühürle kızgın mum ile,
Dudağını selimize sürükle,
Dik dilini dudağını tükenmez öpüşmelerimizin derisine,
Yamyamı ol dudaklarımın,
Besle kutsal göğsünün altında atan kana susamış etten vampir kalbini,
Bana yüreğini der getir taa derinlerinden.
Kabuğunu beraber kıralım sustuğun tüm incilerinin...
Yamyamı ol dudaklarımın,
Isır tüm sabırları dilimden damağımdan vurup dantel işlemeli güzeller güzeli bıçağını...
Sök al beni yapayalnız cam mavi inimden denizimden,içimin derinlerinden...
Yamyamı ol dudaklarımın,
Çek içine ruhumu nefeslerinden güçlü tek bir darbe gibi,
İç beni,
Tadım çiviler çaksın ıstırapların hazzı bir his ile damağındaki ıslak geceye...


10.52 sevişiyor gönüller,sussalar dahi sabaha dek.

12 Ağustos 2025 Salı

yaprakların şafağına saklanıp

 
Üşüyor çayım unutulmuş gibi bir kitabın arasında,
Tir tir titriyor sabah ağustostan kaçıp bir ağacın dallarının ardında yaprakların şafağına saklanıp...
Üç telli bir bülbül söylüyor türkülerden aryamı,
Kulağıma ney'ini üflüyor inancım,
Ölemiyorum,ölemiyorum tanrım.
Bir rüya ile doğuyorsun sonra içime,
Ve balinalar yüzüyor göç eden turnalar misali usul usul süzülüp mavi göklerimde...
Şaşırmıyorum hiç neden bilmem,
Uzanıp cennetin yeşil çayırlarına,
Tanrının tablosuna bakarken uyuyakalıyorum yeniden rüyamda unutup asla hatırlamayacağımı bildiğim o yeni rüyalarıma...
Kışın sonu yeşildir,
Yazı sarıdır ekmekten hayallerin.
Senin baharın kırmızı,
Bizimki güzdür kabirde duadır.
Keçiler zıplar yunusları gibi yaylanın dağların,
Koyunlar yüzer usul usul yürüyüp sanki yemyeşil denizinde çayırlarda hatıraların...
Bu kaybolduğum uçsuzluk,denizden büyük çimenler heryer,
Binmişim yaşamak için bir ağacın elimi tutan ıslak dalına bu yaşamak denizinde,
bana kıyısına sığınacağım gözlerinin toprağı bir şehir gerek...


09.21 düş kovanı.aşk arısı.kederin kara yangın balı.

cellat bir rüzgar esmese bile açık pencereden

 
Kıvrılsın dilin dudağın bir kedi gibi yüzümün dibine,
Kokunu duyabileyim gözlerimi yumduğumda dahi odada,
Ilık elleriyle cellat bir rüzgar esmese bile açık pencereden...
Dilinin altında gömüler var senin sevgilim,
Dişinde kanlı bir nefret ısırılmış bekliyor sahibini,
Korksam da uzatıyorum elimi,
bir ısırılmanın pahasına birkaç damla kanımdan ödüyorum diyetimi,
keza dedim ya asla paylaşamam seni...
Sövüyorum virgülüne noktasına,
Dilin kanunlarına köylü cahil bir çocuk gibi.
Göğsüm bir ocak gibi yanıp tutuşuyor kızıl çam dalları bir yangının is kokusu ile sevgilim,
Yüreğim kırk derece yanıyor ateşlerde,
Dudağında erit buzları ve öp beni alnımdan boynumdan,
Unutayım tenimdeki cehennemleri bir kaç dakika olsa bile,
Bana cennetin serinliğini üfle dut kokulu nefeslerinden lütfen sevgilim...
Beli kırılsın tüm yalan doğruların,
Tüm beyaz yalanların,
terlemiş duvarlarımda üşüyen tenimde bütün tozlu dünlerimizin...
Buzdan dudakların dökülsün ateşime yangınıma,
Değsin ruhunun eli çok hızla uçan bir balıkçılın sırtından ateş dalgalarından kaçar misali denizlerin yüzünden yüreğime...
Öp dökül içime kadim bir camın sürahisi gibi düşüp kırıl paramparça ol ellerimde,
Kanayalım beraber için için ve elele...
Düşüp parça parça tüm kırıklarımızdan,
kırgınlıklarımızdan,
dönüşelim yeniden seninle toprağa...
Bir zeytinin kalbi karşılasın bizi toprağın altındaki ilk adımlarımızda sonra,
Bir sürgün verelim sonra göğe yeşilden yaprak yaprak patlayan lavlardan bir dağ gibi,
Zeytin versin gözlerin,
Yağında ışıldasın serin tuzlu dudakların denizler misali,
Ve seninle bırakıp herşeyleri ama her şeyleri,
elele bin yıl yaşayalım...


08.50 ateş toprağı yakarken cayır cayır,
camdan kalpleri ışıldayarak kararıp ağlıyordu tüm gerçekten sevenlerin...ve kor küller ışıldayıp ara ara gri tozların göğünden yıldızlar gibi,mısralar yazıyordu gözlerimize...

dantel misali kibarca ezilmiş yerdeki her güzel adımının

 
Mutfağın sessizliğinde.
Duymuyorum sesini.
Dünden kalan bir bardağın kenarında çamurdan ayak izlerin kalmış ılık dudaklarından miras.
Kurumuş sözlerin dökülmüş bir bir bardağın dallarından dibine sanki.
Mutfağın sessizliğinde.
Duymuyorum sesini.
Alaturka çalıyor uzaklardan bir diyarda.
Kimsesiz kalmış yurdum,
Öksüz ey güzel halkım...
Yetim yurduyum çorak toprağımın.
Büyütüyorum tüm sızılı mektuplarımı ve azılı intikamlarımı.
Korkmam ölümden,
Yetmez de bana o tabibin matarası asla,kinlenirim,
Koşarım şehadetin şerbet çeşmesine dur duraksız,
Gülüşü bereket kokan anaların ellerinin içindedir cennetim ve sen kokar.
Soysuzlar çetesi hain bir yağmur susmuş kalmış yangınlarıma.
Yarası olan anlarmış demiş şair,
Öyle değilmiş be ustam,
Yarası olanlar yakmış heryeri ve herkesi,
Sabır ile saka postuna çıkamamış derdi olan demek ki.
Kabuğunu kaldırmış toprak,
Ve kanamış tarih damla damla çıplak adımlarımıza diken diken batıp.
Üç dua susmuş dönmüş sırtını,
Üç mermi almış tüm öcümüzü zalimlerin vicdansız ellerinden.
Mutfağın sessizliğinde.
Duymuyorum sesini.
Uyurken öpmüşsün beni rüyamda,
Dudağımda kokusu kalmış dudağının,
Anlamam sanmışsın,
Avcısıyım o karaca gözlerinin,
ve topraktaki o narin,dantel misali kibarca ezilmiş yerdeki her güzel adımının...


09.36 bağrıma taş basan cura ezgilerine yaslıyorum başımı son nefesimde rüzgarın saçlarımı okşadığı kabrimin tümseğinde...