29 Haziran 2025 Pazar

Tek gözü mavi bir köpek

 
Süper kahramansız sabahları yazın.
Kırmızı masa örtüsünden bir pelerinim var sırtımda şimdi.
Çiçekleri suluyorum susadıklarında akşamları,
Tek gözü mavi bir köpek,belki birkaç gölgeye uzanmış kedi.
Balkon yıkıyorum gözlerimi kapatıp,
Buralardan çok çok uzaklarda,bir okyanus sahilinde çıplak ayak gezdiğimi düşlemek için ara sıra...
Süper kahramansız sabahları yazın.
Kırmızı masa örtüsünden bir pelerinim var sırtımda şimdi.
Sıska bir çocuğun düşleri ellerimdeki şimdi,
ve bunların hepsi...
Bir yaşam orucu bu sevgilim dudaklarımdaki bu kutsal kuruluk,
Bir bardak çay ve içtiğin lezzetli suyun sızdığı ıslak dudakların günler sonra tek beklediğim..
Geri kalanı dünyanın umrumda değil inan.
Ağzımda senden kalan eski bir sakız kitabının kapağına demirlediğin...
Benim ise tüm limanlarım yanıyor sevgilim...
Ve kahramanı yok asla yanan yüreğimin...
Süper kahramansız sabahları yazın.
Kırmızı masa örtüsünden bir pelerinim var sırtımda şimdi.
Yorgun düşmüşüm dizlerimin üzerine,
Bastonum elimde benden büyük bir kılıç saplı ayağımın dibine,
Karşımdan geliyorsun bir sen ve yanında kimin olduğunu bilmediğim bir ordu ile,
Tek başımayım yüzyüze,
üzerime koşan devden dev bir ordun ile,
Ve süper kahramansız sabahları yazın.
Kırmızı masa örtüsünden bir pelerinim var sırtımda şimdi.
Kurtaranı yok ruhumun,
Kırmızı kan ile ısınıp yanan dört silindirli pas tutmaz kalbim ile...
Dayanıyorum kılıcına kaderin yüzlerce ve yüzlerce,
Seni bekliyorum sadece,
Sonum buysa eğer,
beni sen öldür diye...


11.57 tüm kahramanları öldü bu yüzyılın...haydi durma sıra bizde,kendine kırmızı bir örtü bul sevgilim...

ey kibrin aslanı

 
Ey güneşin çocuğu,
Yelelerin ışıl ışıl parlıyor gün doğumunun uçurumunda ey kibrin aslanı,
Avlana avlana kalmadı hiç yeşili ağaçların,
Mavisi derelerin,canı masumların...
Sustu şimdiye dek filler,zürafalar ve zürefalar...
Dedelerin böyle değildi senin,
Bilirlerdi toprakta,sularda ve mavi gökte yazılı olmayan tüm kadim kanunları...
Ey güneşin çocuğu,
Yelelerin ışıl ışıl parlıyor gün doğumunun uçurumunda ey kibrin aslanı,
Kazıyorsun şimdi kaçıp kendi çukurunu,
Saklanıyorsun yaptıklarından utanıp belki,
Bilmiyorum.
Canı acıdı yaşayan herkesin,
Çürüdü tüm kökleri toprağın,
Uçtu daha sıcak diyarlara,
ve geri dönmedi bir daha tüm o kovaladığın avladığın göçmen sular...
Şimdi peşine düşmüşsün geriye kalan yarınların da,
Kalan bir damla suyu da kan ile zehredip çöl edeceksin belli ki...
Yazık.
Aklını kullan lütfen,
Bir saniye bile olsa kullan lütfen başının içindeki o eşsiz kainatını...
Elinde tanrından hediye en bereketli altın toprağı bu yaşadığın cennetin,
Sen altındaki bir küp parlak demir için söküp yakıyorsun zeytin ağaçlarını,kuşunu,yarınını,cennetini...
Yazık.
Lütfen,aç artık gözlerini...
Ey güneşin çocuğu,
Yelelerin ışıl ışıl parlıyor gün doğumunun uçurumunda ey kibrin aslanı,
Kafanı kesip duvarına asacak binlerce seferdir olduğu gibi Tanrı'n,
Ve adını sadece bir günah,bir hata olarak anacak her baktığında duvarda sana başını kaldırıp...
Yapma.
Dur artık...


10.53 benden;susan,gözünü kapatan her günahkar şeytana...

27 Haziran 2025 Cuma

kanlı elleriyle saçını tarıyor bir derviş

 
Tükürük yağmurları altından yürüyor ekmek kırıntıları,
Canavarlar masumu artık zamanın,
Kendini aştı ademinoğlu.
Ve oğlumun adı ortadoğu.
Ölsen suç yaşasan kahramansın güneşe uçan bir pervane misali.
Tükürük yağmurları altından yürüyor ekmek kırıntıları,
Ruhum görünmeyen bir pramitin karıncası...


09.03 kanlı elleriyle saçını tarıyor bir derviş...
kim kime inansa da aslında,
yalan söylüyor önceden yazılan tüm doğrular sana...
Kimin doğruları kime hizmet ediyor belli değil,
Kimin doğruları kime çalışıyor gün gibi açık...
Pembe yalanlar gömleği gülen yüzleriyle yalancıların,
Dağıttıkları binlerce pembe gözlük ayaklar altında ve kırık o güzel camları şimdi...
Simsiyah kara yalanları sinsi ve gizli,
gecede yürüyüp kandırıyor rüyalarda çoktandır bizi...

güle güle kraliçem

 
Kraliçe tacını taktın belki çoktan victoria'm,
Devletin keskin kılıcını kaldıramıyor belkide artık kral baban.
Dünya,iki yakası biraraya gelmez mavi bir şehir bence,
Diğer yakasına kaçmışsın duyduğuma göre,
Yeşil sarayına çekilmişsin pazar ilahilerinin.
Sistine'nin orgunu çalıyormuş sihirli mürid parmakların...
Oniki mavi kartal konuyor ellerinden uçup muhafızlarının göğsüne şimdi.
Başına portakal çiçeklerinden bir taç örüyor melek annen,
Boynunda ışıl ışıl bir Türk kolyesi,
Ve heryer bembeyaz güller ile duvarlanıyor sanki.
Çocuklar koşuyor kalabalık koridorlarında yarınların...
Yeşil sarayına çekilmişsin pazar ilahilerinin.
Sistine'nin orgunu çalıyormuş sihirli mürid parmakların...
Ben,mekkenin çölünde yürüyen bir çoban her gün sevdasını güden kumlar denizinde...
Küreğini düşürmüş kaybetmiş bir sandal maviyle dans eden göklerde...
Kraliçe tacını taktın belki çoktan victoria'm,
Devletin keskin kılıcını kaldıramıyor belkide artık kral baban.
Bulmuşsun kendine göre birini duydum ki,
Yaklaşmışsın ve hatta cennetin limanına beyaz tüllerden düşten yaldızlı geminin atıp bağlamaya hasırdan yüreğini...
Küçüldüm,küçüldüm,yok olana kadar küçüldüm ama yok olamadım inan,
Kafkanın böceği vardı kaçacak belki,
Benim bit'imin dişine takılmış bir ekmek kırıntısı sanki,
Yine de kurtulamadım bu kederden ezeli...
Kraliçe tacını taktın belki çoktan victoria'm,
Devletin keskin kılıcını kaldıramıyor belkide artık kral baban.
Benden kopartıp aldığın,
Zindanda kararan yüreğimi yıka 
ve hançer vur dudağından bir damla zehrini sağıp,
Son bulsun içinde kalan umut ve kan artık,
kanayıp son bulsun nefesleri...


14.14 güle güle kraliçem, seni seviyorum...

Vealeykümselam sevgilim

 
Şaman kadınlara inanmıyorum,
Bilge kadınlar ile konuşuyorum ben,
İkisi çok farklı,bunu bilmelisin sevgilim.
Senin,aşka inandığın benim.
İnkar etme lütfen,bunu biliyorum.
Benim,aşka inandığım sensin.
Havada kar taneleri uçuşuyor patlamış bir yastıktan uçuşan tüyler gibi,
Yağar dökülür gibi değil,yüzer gibi etrafımızdalar sanki...
Yaşamak denizinin sihirli anlarından biri bu sanki.
Ömürde birkaç kere ya olur yada olmaz belki.
Ve sen geçiyorsun oradan yavaş adımlarla süzülür misali bir anda,
Tanrının izleyeyim diye örtüsünü sıyırdığı bir cennetin tablosu önümde gözlerimde sanki,
Ve sen sihir gibi yürüyorsun yavaş çekim o tabloyu içinden inanki...
Susup kalıyorum yıllar boyu bu andan sonra,
Ne sen biliyorsun bunu ne de diğerleri...
Yaşamak denizinin sihirli anlarından biri bu sanki.
Şaman kadınlara inanmıyorum,
Bilge kadınlar ile konuşuyorum ben,
İkisi çok farklı,bunu bilmelisin sevgilim.
Senin,aşka inandığın benim,
Benim,aşka inandığım sen...
Uykulu bir ölümün birkaç dakika öncesinde,
Yüzümde beceremediğim onca şeylere rağmen,
Dokunamadığım onca zirveye rağmen,
Yorgun kocaman bir gülümseme,
Yük çözüp ruhumdan bir bir her gece,
Hafifliyorum usul usul yükselmeye yakınlaşan bir sıcak hava balonu gibi...
Hakkını helal et yeter bana,
Gerisi uyuduğum yarınlar,
gerisi arta kalan rüyaları düşlediklerimin...
Şaman kadınlara inanmıyorum,
Bilge kadınlar ile konuşuyorum ben,
İkisi çok farklı,bunu bilmelisin sevgilim.
Senin,aşka inandığın benim.
Benim,aşka inandığım sen...
Geriye kalan,
Dört dua bir selam sadece,
Ve,
Ve "aleykümselam..." ,
Sen beni merak etme sevgilim...


13.22 loş sonlara yakılan mumlar titrerken seni düşünüyordum hep sevgilim...

Trenler geçiyor durmadan

 
Toprak beni dinliyor biliyorum.
Su beni dinliyor,
Ağaçlar beni dinliyor...
Yazıyorlar anlattıklarımı ruhlarına,kadim kağıtlarına.
Ağacı toprağa,suyu ağaca emanet ediyorum.
Toprağı kendime...
Masada üç cisim.
Bir kalem,bir bant ve bir lastik.
Habersizler birbirlerinden tanışık olmayan kişileri gibi bir durağın,
Görmemiş gibi yapıyorlar birbirlerini,
bir oyunu gibi küçük çocukların...
Kimse büyümüyor bu şehirde sevgilim,
Kimse büyümek istemiyor...
Herkes farkında gerçeğin,
Ama gözlerini açmak istemiyor hiç kimse...
Ve trenler geçiyor sevgilim,
Ard arda defalarca,
Trenler geçiyor durmadan asla...
Zamanın yolcusu oluyorum biletsiz ve kaçak dalıp gittiğim git gide sessizleşen rayların ardında...
Aklıma geliyorsun bir bakırköy aralığında sonra,
Aklım gidiyor benden çok ama çok uzaklara...
Durduramıyorum.
Bakakalıyorum herşeyin herkesin ardından.
Sadece...
Toprak beni dinliyor biliyorum.
Su beni dinliyor,
Ağaçlar beni dinliyor...
Yazıyorlar anlattıklarımı ruhlarına,kadim kağıtlarına.
... ,
Toprağı kendime...


10.05 yarımın yarısı.

26 Haziran 2025 Perşembe

yalancı sevişmelere ihtiyacımız yok seninle bizim

 
- böyle ipek nevresimlere uzanıp,süslü perdelerin gölgesine sığınıp,yumuşacık bir ezgide sevişemeyiz biz seninle.Unut bunu.
Tükür tüm eskilerini suratıma.Durma haydi yap,tereddüt etme sakın.
Yapış yapış aksın gözlerimden gerekirse kanlı ve irinli bir yarayı sökmüşüz gibi herşey geçmişinden...
yalancı sevişmelere ihtiyacımız yok seninle bizim.bağır çağır yüzüme,topa tut yüzümün surlarını gerekirse,yık şehrimi ruhumun,
yerle bir et tüm suretimi zamanın ellerinden alıp hatta çalıp beni benden gerekirse...
çünkü şehrimin kapılarını,kimse girmesin diye başkasının elleri kapatıp kilit vursa da her gece; şehrim daima senin yine de...
yerlebir de olsam tamamen,
gel al beni haydi, durma bir saniye bile artık ne olur...
sahip ol adımla tenimden tüm sokaklarımı çıplak ayakların ile...
ateşe ver bedenimde tüm binalarımı gerekirse...
Yansın kül olsun koca şehir gözlerimizde.
Seninle elele gözgöze öpüşe öpüşe saatlerce,günlerce,aylarca ve yıllarca yeniden dikeriz şehrime şehrimizi...Soyun gel tüm geçmişi sen yeter,çırılçıplak gel ve yeniden doğ bir annenin mabedi kadim rahmimde...korkma yeter...

- seni gecede ateşim sayarım.
pervanesi olurum günler boyu aç bitap virane,yorulup düşene dek uçarım ışığına etrafında...
yansam kaç yazar önemi yok.
ateşe ateş katar düşerim tam ortasına tanrıça bedeninin,
Ve elinde capcanlı atan kanlı yüreğinin, yamacına düşer kendinden bile vazgeçmiş yanmış bedenim...
Biz sevişemeyiz seninle böyle kibarca evet haklısın.yakarız birbirimizi öncemizde.
erir dökülürüz taştan kayadan lavlar misali ulu dağımızdan,kaynarız günler boyu etimizden kemiğimizden vazgeçip,
bir damla şişeye hapsoluruz sonra seninle elele dudak dudağa...
ölene dek durmayız seninle,
bi nefes alıp ve bi nefessiz bata çıka birbirimize dağlar boyu çağlayanlar gibi dökülürüz sırrımızdan sırrımıza...
Sevişmek erise üzerimizde ateşe verilmiş plastik poşetler gibi sevgilim, ve lavlar misali yaksa damlalar çığlıklarımızı...
Güneş böyle doğabilse sadece keşke,
ve biz yaşayabilsin diye bu gezegen her gün sevişsek istesek de istemesek de...
aramızdaki tüm bu; tartışmalar,savaşlar,ölümler,cinayetler,
bir sisin aniden yokoluşu gibi silinse sonra gözlerimizden...sevişmelerin ardı bir sabahta,nevresimin altına kaçtığımız bir çıplaklıkta,izlesek birbirimizi inceden ve hayran yine de,
bakışıp gülümsesek yeter gözlerimizden yüzümüzden sonra birbirimize,
benim ulaşılabilesi cennetim bu yalnızca...
Belkide ben sadece bu yüzden iyiyim bi ömür boyu gizlice,
Bilmiyorum,
Bildiğimi sanıyorum sadece...
Neyden korktun peki,
İnan bilmiyorum.
Kalsaydık da seninle bir kuru ekmeksiz ve susuz dahi öylece ama elele,
Yine de en güzel ömür benim,
yüzümde kocaman bir gülümseme ile sevgilim...


17.35 bir deprem olmuş.duymadım.derin uykudaydım.kırılmış evde her şey,şehirde her yer.. .

nefesini tutan bir kurbağa

 
Uyuşturulmadan kuyruğu kesilmiş bir köpek gibi bakmıştım sana,
Bağırdım,ısırdım belki birkaç defa da hatırlamıyorum inan üzgünüm.
Susuzluktan boynu bükülmüş bir çiçek gibi sustum içimden tüm kızgınlıklarımı sonra.
Duymadı kimse sessizliğimi,
Sen bile...
Sarardı soldu gecenin dallarından,
Ve döküldü ardından,
Bir kasım rüzgarı esti ve uçuşup gitti gökten düşen tüm o kurumaya yüz tutmuş masum yıldızlar...


11.18 nefesini tutan bir kurbağa yakalayabilir mi peki bir çocuk balinayı denizlerin parkından...
ebelemece oynuyor akşamlarda güneş ve ay.
Sarı yüzüyle bir kuş öpüyor beni tutup yüzümden,uyanamadığım sabahlarımdan...

Elini cebine sokar o güzel çocuk karanlık uzaydan cebine

 
Vur sevgini herkesin yüzüne durma,
Çekinme hiç omuzlarına dokunursan bakmazlar,
Vur suratlarına şimşekler parlayan bir tokat gibi.
Çarp kapıları kıracakmışcasına çarpan bir fırtına gibi,
Sarıl gövdesine pervasızların,ruhsuzların sımsıkı,
Oynayamasınlar bile,kaçamasınlar hatta asla.
Al tüm intikamını kötülükten.
Al tüm intikamını başka türlü davranmak istediğin o dünlerden.
Vur sevgini herkesin yüzüne durma,
Vur suratlarına şimşekler parlayan bir tokat gibi.
Hakettiler çoktan üstelik bunu.
Kötülük alır senden tüm gülüşlerini,canını bile.
Oysa sevgi tanrıdır,
Can verir yaşatır büyütür,
sonsuz yeşil çayırlardaki bambaşka,rengarenk çiçekler gibi...
Sev sarıl gitsin.
Karanlık diye bir şey yok,
Işığın yokluğu onun adı,
Yani sen,sev sarıl gülümse.
Kandıramasınlar seni çekmek için kendi sürülerine,
Çünkü Karanlık diye bir şey yok,
Bomboş bir yerde bile sen sadece ayı ve yıldızları bekle,
Merak etme,
Elini cebine sokar o güzel çocuk karanlık uzaydan cebine,
Ve Tanrı aydınlatır gözlerini ışıldayan misketleriyle zorda kaldığın her gecede...


10.42 sevgiye inanan duaları asılı duvarda kurusun diye.bir yaz ritüeli bu serin rüzgarı akşamın.biraz daha devrilse cümlelerim,suya elimiz değecek yaşamın bu engin denizindeki sandalımızda sanki.sonra acıkacağız elbette ve suyun içinden bir peygamberin eli bize balık uzatıp verecek...susayacağız elbette,geceler boyu sarılıp ağlayıp gözlerimizin çeşmesinden yaşlarımızı içeceğiz seninle...bir amin katlıyorum kendime aminler bahçesinden koparıp ve sarıp içiyorum yeşil taze yaprağını karanfil kokan tüm güzel umutların...

25 Haziran 2025 Çarşamba

Ezoterik masallar çobanıyım rüya dağlarında

 
Ezoterik masallar çobanıyım rüya dağlarında.
Sisli mi sisli bir gün doğumu ruhumda.
Bebek kağıtları sallıyorum kollarımda,
Kurşun kalemden biberonlar çiziyorum ölmüş fidanlara...
Peluş oyuncaklar besleyen büyüten çocuklar,
Üç oda bir salon yumuşak ve pembe bilek acıtmayan hapishaneler,
Plastik çicekler,plastik çicekler...
Yalanlar ve yalanlar sürekli günlerce.
Ezoterik masallar çobanıyım rüya dağlarında.
Sisli mi sisli bir gün doğumu ruhumda.
Göz göze baktığımız ama birbirimize telefon ettiğimiz uzaklıklar suluyoruz her gün artık balkonda.
Yalnızlık çicekleri açıyor güzel mi güzel balkonlarda.
Yazık.
Günde ellerimiz kaçıyor birbirinden ama rüyalarda her yeri kıra kıra sevişiyoruz binbir saman çöpü hışımla...
Neden susuyoruz ki zaten.
Sessizlik,ölümün takacağı ışıl ışıl bir küpe sadece.
Ezoterik masallar çobanıyım rüya dağlarında.
Sisli mi sisli bir gün doğumu ruhumda.
Bir kasap bıçağı girse göğsümün tam ortasına,
Ve yarsa baştan başa gövdemi,
İçimden bir denizatı gibi binlerce şiir uçuşur çıkar...


09.37 ruhsuz robotlara teşekkür eden güzel çocuk,
suçlusu sen değilsin bu güzel kalbinin,
Üzülme hiç.
içine doğduğun bu esaret okşamıyorsa başını boşver,
Dalga geçebilirler seninle,duyma lütfen.
Odasında oyuncaklar besleyen büyüten güzel çocuk,
Yarının kahramanı sensin,vazgeçme sakın kendinden,lütfen bekle sabırla kendini.

cehennemi yakan kıyametler yazdım oynadım içimde

 
Habersiz kalmış yılların tozunu alıyorum tatlı kederler vitrininden.
Ard arda şahlar çekiyor kalbim,sıkıştırıyor beni.
Gözlerimde yağmurun kokusunu öpüp çalmış ıslak yeşil çayırlar.
Avare miydi yıllar yoksa ben saklanıp dolaba gözlerimi mi kapattım bilmiyorum,
Nasıl geçti boğazından dantelden işlenmiş ahşap bir yelkenli misali o güzelim nazlı günler  anlamıyorum.
Ayşe tatile çıktı,
Kara şahin düştü,
Ve beşinci günün şafağında doğuya da baktık sevgilim,
Yapılması gereken her şeyi yaptık,
Bir dudaklarından izin isteyip seni çalamadım göklerden söküp ellerini...
İçemedim ruhunun buzdan suyunu dudaklarının çeşmesine dayayıp dudaklarımı...
Susuz kaldı ruhum,
Kurudu gül bahçem.
Habersiz kalmış yılların tozunu alıyorum tatlı kederler vitrininden.
Ard arda şahlar çekiyor kalbim,sıkıştırıyor beni.
Gözlerimde yağmurun kokusunu öpüp çalmış ıslak yeşil çayırlar.
Yaş aldım bulutlardan,
Gözlerim ıslak ıslak.
Tutuyorum sımsıkı yağmurları yumruklarımın içinde,gözlerimin köşesinde bir yerde.
Aklımdasın hep.
Aklım sen olmuş çıkmış sanki.
Reddediyor benim için çalışmayı.
Kendini kandırmayı bırak diye haykırıyor her gün yüzüme gece üç dört nöbetlerinde.
Seni çok özledim.
Burnumda tütüyorsun.
Görsem söylemem,
Sen oku beni sevgilim;ben yazayım bendeki seni üşenmeden her bir gün...
Habersiz kalmış yılların tozunu alıyorum tatlı kederler vitrininden.
Ard arda şahlar çekiyor kalbim,sıkıştırıyor beni.
Gözlerimde yağmurun kokusunu öpüp çalmış ıslak yeşil çayırlar.
Ne zaman bir haberin uçup konsa omzuma kuşların ile,
Dur duraksız günler boyu ağlıyorum...
Adım yaz,
Adım ağustosun kızgınlığı.
Adım göklerin bağıran çağıran yumrukları sıcaktan kurumuş toprağa...



21.32 aklıma geldi haberin kulağıma değil ilk önce,kızdım delirdim bağırdım ağladım yağdım gürledim içimde binbir cehennemi bile yakan kıyametler yazdım oynadım yangın yeri yüreğimde;döndüm sadece gülümsedim ama yüzümde...

24 Haziran 2025 Salı

çöpe gömülen küller saati gecenin

 
Haydi birkaç rota daha yaz defterimize,
Görelim seyri seferde bikaç güzel şehir daha belki,
Sonra bitsin her şey,
Terkedelim artık birbirimize soğuk,birbirine kayıtsız ellerimizden tüm yalnızlıklarımızı...
Yak tütsüler misali saatler boyu yansın ince dumanıyla zihinlerimizden tüm kinlerimiz,
Dumanı sarsın ıslak gözlerimiz ile gülüşlerimizi.
Kafamda bir piano çalıyor durmadan,
Aralıksız bir gülen,bir kızan.
Kafası çok karışık tellerin,
Bir akor kadar yakın aslında mutluluk,
Ama yok bilen,yok ellerini hiç uzatan.
Kilim ören şairlere teslim et sen lütfen ölen yüreğimi,
Son duamı bir kilime dokusun kırlangıç yürekli bir kadın,
Ve sevdanın boynunu vursun senelerdir yüzünü görmediğim bir hatun kovulduğum sarayından.
Tacını düşürmüş adımlarında tüm masumlar,
Farkında bile değil üstelik,
Sırtından ılık ılık aksa da beyaz kaftanından,
Hissetmiyor artık eskisi gibi, 
Akıyor sırtından ılık bir yaz deresi gibi,
kalbinden süzdüğü tertemiz o sıcacık aldan kan...
Haydi birkaç rota daha yaz defterimize,
Görelim seyri seferde bikaç güzel şehir daha belki,
Sonra bitsin her şey,
Terkedelim artık birbirimize soğuk,birbirine kayıtsız ellerimizden tüm yalnızlıklarımızı...
Binlerce gece düşündüm biliyor musun,
Acaba suçlusu ben miyim bu mahkumiyetin.
Ama değilim anladım,
Çünkü,
Sen yalancısın sevgilim...
Dünyanın öbür ucunda bir şehir yaz bize haydi son defa,
Üşenmem asla,
Seninle durmadan yıllar boyu yürüyelim...
Binlerce gece düşündüm biliyor musun,
Acaba suçlusu ben miyim bu mahkumiyetin.
Ama değilim anladım,
Çünkü,
Sen yalancısın sevgilim...



08.51 

yakılan mektuplar,
ve çöpe gömülen küller saati gecenin.
yazık hayatlar cumhuriyeti...
düşler yıldızlar ve kırlangıçlar göç ediyor şimdi artık sevgilim...

mezarlar,güller ve düşler

 
Bir kundura koymuşlar ev önüne boşa,
Kalmamış hiç atacak adımı artık.
Yaşı çok değilmiş aslında ama bırakmış yaşamanın elini,
Bilmiyor en yakın dostu bile nedenini.
Eşinin üzerine yatırdılar ölüsünü,
Çok özlemiştir kesin...
Ne kadar çok gül fidanı vardı mezarlarda inanamazsın,
İnanamadım.
Oğlu girdi kabre,başını toprağa usulca koymaya.
Kalbinin üzerine bir avuç toprak okudular koydular.
Kürekler yarıştı sonra ard arda,ne gerek varsa hıza hiç anlamadım.
Topraklar uçuştu üzerimizden,
Toz yedim mezardan her nefeste her kürekte,
Merhum bakışlı yüzler ağlaştı,
Her mezardan dualar ile binler uçuştu.
Bu zamana kadar beş oldu uğurladığım,
Kaçıp kaçıp yatağımın altına saklandığım,korktuğum yarınlar...
Bir kundura koymuşlar ev önüne boşa,
Kalmamış hiç atacak adımı artık.
Yaşı çok değilmiş aslında ama bırakmış yaşamanın elini,
Bilmiyor en yakın dostu bile nedenini.
Kimsesiz kaldı üç fidan.
Yağmursuz susuz bir yaz önlerinde,
Tüm bilinenlerin,tahminlerin ötesinde...
Biri sustu,biri ağladı.
Birini hiç kimse görmedi bile...
Allah rahmet eyledi,
Merhum düştü,çıkmak istedi tabutundan herhalde,
Gülsek gülünürdü ama kimse gülmedi.
Allah rahmet eyledi,
Dostlar bir bardak su oldu kırılıp toprağa içirdi sonra vazgeçip herşeyden kendini...
Hakların helali bir son katladı herkes cebinden,dilinden son defa,
Ve uyudu rüyasına sessizce,
o masum en anne karnındaki haliyle bir adam.
İşinden yorulmuş ve sıkılmış yüzüyle,
ayağında yazlık bir ayakkabı,
Sanki bir tatile gider gibi toprağın üzerinde,
okudu tüm bilinmez duaları beyaz peleriniyle bir adam.
Kötü biri değildi elbette,
Ölmekten yorulmuştu her gün onlarca yüzlerce defa...
Bir kundura koymuşlar ev önüne boşa,
Kalmamış hiç atacak adımı artık.
Yaşı çok değilmiş aslında ama bırakmış yaşamanın elini,
Bilmiyor en yakın dostu bile nedenini.
Yarısı kesilmiş alınmış bir elmanın kalıp kararan diğer yarısı gibi,
Çekip gitti bir adam daha yaşamaktan...
O güldü,
Biz ağladık...


00.38 mezarlar,güller ve düşler...

Sur'u üfledin kulağıma


Rüyamdaydın,
Hoşgeldin.
Sur'u üfledin kulağıma.
Varoluşuma anlam döktün yaldızlı kadife kesenden ve sonra.
Önemi yok artık,
Kaç kıyamet yanarsa yansın dışarıda.
Mühim degil,dudaklarından dökülen serin nefesin dışında...
Rüyamdaydın,
Hoşgeldin.
Sur'u üfledin kulağıma.
Varoluşuma anlam döktün yaldızlı kadife kesenden ve sonra.
Ve artık ışıl ışıldı yansa dahi gözlerimde tüm dünya...


11.23 bir rüya bir sevdaydı yaşamak alt alta topladığında.
cevabı bir yanlışa sürükleyen eksikliklerin farkına varmaktı gülmek yastığında.

23 Haziran 2025 Pazartesi

saplantılı oyuncak peluşlar çöplüğü

 
Yüzümde yalancı rüzgarları yazın.
Dönüyor plastik yel değirmenleri karşımda,
Don kişotuyum zamanın,ama şimdi.
Kandırılası zavallıları suluyor her gün paslı musluğundan dikdörtgen siyah bir tv.
Yüzümde yalancı rüzgarları yazın.
Dönüyor plastik yel değirmenleri karşımda,
Don kişotuyum aşkın...
İçimde sıcak kan içmek isteyen bir canavar esir göğüs kafesimin ardında,
Vampiriyim genç taze kokusunda incecik güzel boynunun.
Kimi içsem sensin sanki,
Kimi öldürsem yeni bir sen doğuyor kollarıma...
Yüzümde yalancı rüzgarları yazın.
Dönüyor plastik yel değirmenleri karşımda,
Don kişotuyum ruhunun,
Ve atımın adı bir kedinin ismi...
Tutulmuşum sana,tutulmuşum rüzgarına.
Ağrım var,
Kıpırdayamıyorum.
Ağrıyor sırtımda bile kalbim.
Hamalıyım uzun süredir yüreğimin,
Sorsan bilime aynı ağırlığı ama,
Ben bir deveyi taşıyorum sanki bitmeyen piramitlerin tepesine,
Hörgücünde mektupların dolu yükümün.
Ben taşırken çıkmış devenin üzerine mor bir sincap,
Durmadan kulağıma seni okuyor...
Birileri ee bu büyü artık diyor,kara büyü hatta,
Oysa bu gözlerime gümüş bir ay gibi ışıl ışıl parlıyor...
Bir şey demiyorum,
Susuyorum,
Bıraktım tüm cevap vermeleri.
Birileri ee bu büyü artık diyor,
Ben ne yapsam nafile,
bir türlü büyüyemiyorum...



09.37 saplantılı oyuncak peluşlar çöplüğü.
bir doğma günü partisi.
çingene pembe turkuaz mavi bir kederler punch'ı...
içmiyorum bir yudum bile rengine rağmen...
ezelden sarhoşum zaten,
içimde kederden bir okyanus var; ve içinde yüzen gök mavi kanbur bir balina kurtarıyor her seferinde boğulmaktan beni...
ne zaman geri dönsem yaşamaya,
gözlerimden yağıyor denizler ve yükseliyor git gide gezegendeki sular yeniden ve yeniden...

Ödül maması öpüşler vakti akşamın

 
Şiir bir yüz metre koşusu sevgilim,
Patlarcasına bir mermi gibi koşup dokunmak istemek yumuşacık ipine tüm sonların tek hayalimiz belkide.
Nefes nefese kalmamız bundan sanki sevişircesine.
Rüzgara kafa tutma çabası yarı ölümlülerin.
Tanrılara sesini duyurabilme endişesi fısıldamana rağmen bulutlardan bir pencerenin altında geceleri...
Şiir bir yüz metre koşusu sevgilim,
Avını ısırıp durdurmak için delice koşan yaşamak isteyen ses hızında bir çitanın nefesleri gibi.
Yağmura kafa tutma çabası yarım bardak suyun.
Beğendirebilme endişesi sevdiğine kendini,
öyle değilmiş hiç gibi davranmana rağmen.
Şiir bir yüz metre koşusu sevgilim,
Ve ben her seferinde hatalı çıkış yapıyorum patlayan silah sesi sözlerinden,
Diskalifiyeyim,senin gezegeninin en hızlısı olduğumu bilmeme rağmen yüreğinden...


09.12 tanrıların yarışlarında galip gelen insanlar neye sevinirlerdi peki ? Ödül maması öpüşler vakti yarış dolu bir akşamın.
Tasmasız gülüşler arıyor oysa sadece yüreğim...

Hummingbird

 
Bir sinek kuşu çırpıyor kanatlarını sonsuz hızıyla,
Kapağı yanlışlıkla açılmış düşen bir şişe su misali,
Akıyor kanatlarından zamanın kum saati,
Ve saçılıyor etrafa bir yıldızın gecede ışıldayan tozları gibi.
Kendi ellerinden kayıp düşüyor tüm gülüşleri kum taneleri gibi.
Kalbinden bıçaklanıyor bir penguen bizzat aşk tarafından,
Gözlerinin içine baka baka kıyameti boyuyor bembeyaz bir kağıt gibi önünde uzanan kutuplara...
Bir sinek kuşu çırpıyor kanatlarını sonsuz hızıyla,
Mavi gezegenin en en büyük gül ormanı olmalı bu bir şehrin içindeki.
Taşlar,sapanlar ve savaşlar durduramaz sinek kuşunu,
bu ışık hızındaki göklerin karıncası küçük jeti.
Dört gramlık günlüğü mavi göklerin.
Hayır hayır hayır,
Dünyanın bu en hızlı uçağı,
nasıl da yavaş düşüp kapatıyor yaşama ilk defa görebildiğim bu güzel gözlerini.
Gezegenin en hızlısı nasılda yavaş ölüyor tanrının öpücüğünü son bir kez daha olsun beklemek ister gibi...


08.45 zamanın bıçağı saplanmış kalbime kanıyor için için,çıkaramam,çıkartamıyorum...
acısıyla yaşamakmış kaderim,doktorun dediği...


Ps: bir sinek kuşu dakikada seksen defa çırpıyor kanatlarını,tıpkı soldaki kafesinde esir kalbimiz gibi...

Bir unikorn başını okşuyor sözde cesur bir şövalye

 
Bir göl kenarı şehir.
Bir kurbağayı yakalamış zorla öpüyor defalarca bir pirenses.
Korkmuş hüngür hüngür ağlayan Friedrich'i görünce,
Bir unikorn başını okşuyor sözde cesur bir şövalye.
Karıncaları besliyor koca yürekli bir çocuk simitinden kopardığı susamlar ile.
Bir göl kenarı şehir.
Martılar beyaz filamingosu bu küçük henüz çocukluğu belki yeşil bir denizin.
Ve tozlu yeşilden banklar nilüferi bu sanki şimdi bitmiş gibi ıslak ve parlayan yağlı boya resmin.
Bir göl kenarı şehir.
Renk renk elbiseli balıklar işe gidiyor erkenden.
Bülbüller sokaklarında dalların şarkılar söylüyor bir parça ekmek için.
Bir anne ördek almış evlatlarını sırtına boğazda düdüğü ile etrafa ben geliyorum diye bağırıyor.
Taş iskelenin kuytularında genç yılanlar sevişiyor.
Bir göl kenarı şehir.
Tiril tiril giyinmiş iki aynalı sazan yunuslara özenmiş kağıt gemilerle yarışıyor...


12.44 öğlene başını dayamış ikindiler.çay ve kek saati şiir yüreklilerin.

düşen ter üşümedi alnının incecik güzel dalında

 
Kudurmuş yazıyorum.
Satırlar köpük köpük kağıtlarda,
Ve sudan neden korkar ki bilmem beyaz kağıtlar,
Annesi ağaçlardı sonuçta...



10.51 rüzgar esmedi,düşen ter üşümedi alnının incecik güzel dalında...



* bir damla bal...kısa yazma çabaları ağaca asılı kovanımda...


22 Haziran 2025 Pazar

Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte

 
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Karanlıklara sarmışlar koca dünyayı gözlerimizde.
Et ve tırnak aile,dost dediğin belkide önümüzde.
Çekmişler tırnaklarımızı çığlık çığlık ellerimizden tek tek.
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Ben hep sevdim dünyayı,insanları,seni...
Korkuttular,
Üzdüler...
Abaküsünde çocuk kalbimin ve takvimlerin,
Yirmi beş tane ayrı ayrı feda edilmiş ömürler,
Yirmi beş yıl.
Çeyrek asırmış adı ellerimden kayıp düşen günlerimin çuvalı,
Omzumda şiirlerimden azık bir heybe yalnızlığı,
Karnıma düşmesinler diye sarılı yazık bir yüzbin şehit kelebekten bir mezarlığım var.
Mevsim kim,mevsim ne inan bilmiyorum.
Çobanıyım dört ayaklı yürüyen kederlerimin.
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Raylarım kırık trenlerim savruluyor heryere göklere.
Bi süredir bakamıyorum kitapların gözlerinin içine,
Yalan söyleyemiyorum onlara,
Eğiyorum başımı,kaçırıyorum ıslanmış gözlerimi gözlerinden.
Saksılar hapishanesi en güzel çiçeklerin,
Sen beni bilinmez dağların eteklerine göm sevgilim.
Ve ağla cansuyumu başucumda ilk seferimizde bana.
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Ve karanlık her yer.
Kararmış umutlar ve düşler.
Sonunu yazmaya çalışıyor sonu gelmemiş bir güzel bir oyuna hiç sevilmemiş kızgın bir çocuk sanki...
Savaşçı altın yeleli bir aslanım serde ama,
İçimde bir annenin gözyaşları dolduruyor sanki susadığımda bardağımı kuruyan dudaklarıma.
Delirdim mi deliriyor muyum bilmiyorum.
Havada mıyım hala,yoksa düştüm öldüm mü çoktan daldaki cennet yuvamdan bilmiyorum.
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Savaşlar,savaşlar ve savaşlar,
Savaşlar taşlar fırlatıyor yıldızlarıma gecede.
Kaçışıyor ateş böcekleri ağaçların kalbinin içine.
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Eller bilmez seni,
Eller anlamaz bizi,
Bensiz sen yalnızsın...
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Kanamış uzay milyonlarca zaman tavşan kanı simsiyah kanıyla,
Kainatın kara ırmağı akmaya devam ediyor hiç durmadan tanrının dağından eriyip.
Zaman bozuldu bileğimde ve gözlerimde,
Tüm büyümeler tersine döndü bedenimde.
Kucağına koşan yalpalayan bir penguen,
Yeni yeni yürümeye çalışan çocuğunum şimdi artık sanki.
Zaman treninde biletsiz çocuk ruhum,
İneceğim yere dek sadece belki,
Saklanbaç oynuyorum kadim memuruyla beni sevmeyen kainatın.
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Oturamadım akşam yemeğinde masana hiç biliyorum,
Nasılda güzel kokuyor yalnız sana acıkmış ruhumda ruhunun benden habersiz tüm pişirdikleri...
Yemedim hiç ama evinin duvarına dayadım başımın ardını çok defa,
kapadım gözlerimi ve hayal kurdum en az bin defa,
Doydum bana esen güzel kokusuyla bile,
Ellerine sağlık sevgilim.
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Yaralısın biliyorum,
Yarayı bilir yaralanmış olan.
Akıntıya karşı yüzüyor kafamdaki tüm şiirler,
O kadar acıyor ki kolları gecede şimdi mısraların,
En iyi yüzen bile yorulup düşüyor gökten düşer gibi dibine,aslı sessiz suların...
Bilmiş gibi göründüğüme bakma sen,
Bi bok bildiğim yok benim...
Meşaleler yanıyor beynimde.
Güneşi kırmışlar taşlar fırlatıp gökte.
Çaputa sevdamı sürmüşüm tüm karanlıklar için,
Yanarız sonsuza kadar,
Düşmeyiz asla karanlıklara,
Merak etme sen...


09.43 düşler yanıyor meşalede;düşler kanıyor alevinde...

Sırat'a yüzyıllar var daha oysa

 
Saklanbaç oynuyor insanlar ve evlatlar.
Sinmişler toprak altında suspus karanlıklara.
Bombalar yağıyor göklerden yağmur diye.
Islanmak yok ölmek var serde,
Sırat'a yüzyıllar var daha oysa.
Saklanbaç oynuyor insanlar ve evlatlar.
Sinmişler toprak altında suspus karanlıklara.
Savaşlar yalancı artık,
Savaşlar sinsi,ödlek ve sırtlanca.
Dili bozuk korkaklar kürek çekiyor deniz misali yangınlarda,
Eski delikanlı yiğitler nerede bu aslanların savaş diyarında.
Korkak sırtlanlar plan yapar olmuş onlarca yıl sinsice karşımızda.
Saklanbaç oynuyor insanlar ve evlatlar.
Sinmişler toprak altında suspus karanlıklara.
Bombalar yağıyor göklerden yağmur diye.
Islanmak yok ölmek var serde,
Sırat'a yüzyıllar var daha oysa.
Yalanlar,yalanlar ve yalanlar,
Samanı soysuz mangalınızın.
Bebekleri,evlatları yemek isteyen rezil yamyam suratlarınız kinimizde,
Kesilesi tek yön biletiniz en korktuğunuz o cehenneminize,elimizde.
Saklanbaç oynuyor insanlar ve evlatlar.
Sinmişler toprak altında suspus karanlıklara.
Bombalar yağıyor göklerden yağmur diye.
Islanmak yok ölmek var serde,
Sırat'a yüzyıllar var daha oysa.
İntikam;sağanak yağmuru nisanın, solan yaprağı kasımın artık,
İntikam,aldığımız derin ilk nefesi dakikalarca daldığımız o engin denizlerin...
İntikam,vurgunu o sustuğumuz geçmişin.
Saklanbaç oynuyor insanlar ve evlatlar.
Sinmişler toprak altında suspus karanlıklara.
Bombalar yağıyor göklerden yağmur diye.
Islanmak yok ölmek var serde,
Sırat'a yüzyıllar var daha oysa.
Şemsiyesi,tek bir son dua tüm bu boş yere endişelendiğimiz yersiz korkuların...


23.49 

bereketli çayırları tanrının.
sırtlanlar saldırmış bal porsuklarına,
göz dikmişler bir de aslanlar diyarına...
öyle diyormuş güya sıçanlar.
Bir kükrese dün bin sırtlan düşer yere,
Bin kükrese tarih dünya titrer ve diz çöker yeniden.
Zamanı geldi altın yeleli aslanların,
Zamanı geldi bir kükrese gezegeni yakacak ateşi üfleyen o aldan al kadim ezelden tutuşmuş kanların...

Yanarken tüm sevdalı deli böcekler sıra sıra

 
Kül düşürdüm bardağa.
Düşün düşün seni ve sensizliği,
unuttum nefes almayı bazen bir anda,
Ciğerler isyanda.
Kül düşürdüm bardağa.
Yapayalnız geceler,
Evsiz kimsesiz akşamlar.
Sahip çıkanı yok çocuk rüyalarına buralarda.
Kül düşürdüm bardağa.
Unuttum aşkı,akşamı balkonda,
Günü gündüzü siste dumanda.
Kül düşürdüm bardağa.
An yaktım kuma çakılı eski bir sandal gibi kurumuş çöle dönmüş limanlarda.
Seni göremedim diye dün gece rüyamda,
Gözlerim isyanda.
Kül düşürdüm bardağa.
Bağdaş kurduğum,binlerce saat yamacına oturduğum mektupların var hala koynumda.
Ey soysuz atların krallığında koşturan can yakan özgürlük,
Ayağı kırık kalbim,
Kalbi kırık dünlerim.
Hani benim savaşım nerede ey güzel tanrım.
Kaç ateş eritir içimdeki kızgınlığın dağını söyle,
Yada delebilir misin tam ortasından kurduğum hayalleri sevdalı gözlerinle.
Kül düşürdüm bardağa.
Harfler düşürdüm dilimden geceyarısı yürüdüğüm akıp giden karanlık sulara.
Süzüldü gözlerimin penceresinden bir kaç damla yağmur ve sonra.
Kül düşürdüm bardağa.
Harı sen koru ben bir yangında,
Yanarken tüm sevdalı deli böcekler sıra sıra,
Kül düşürdüm bardağa,
Ve içtim seni yansa da içim kana kana...


23.04 

öpülesi yangınları var teninde düşlerinin, 
ve ben pervanesiyim tanımadığım ışığının gecelerde.
cahil şehidiyim yanan ocağında dudaklarının...
Durma haydi önce kor et beni sonra suya ver,
bin kez vursan da çekicine asla kırılmayayım...
pervaneyim ateşine dahi kurban bir peygamberin ümmetinde...

21 Haziran 2025 Cumartesi

Aradığım cennetler

 
Aradığım cennetler yetim sevgilim,
Kardeşini kaybetmiş bu anlamsız savaşların depremlerinde.
Aradığım cennetler yapayalnız sevgilim,
Uyuşulası mavisinde göklerin uzanırken yeşil ıslak çayırlarına tanrı kayalarının,
Uyanmak istiyorum tüm hislerime yeniden,
Yeni doğmuş bir bebeğin tenindeki hisler gibi,
Bir uğur böceği yürürken bacağımda her adımında yazdığı şarkıyı hissedip duymak gibi...
Aradığım cennetler yalancı sevgilim,
Umrumda değil ısırılmamış pırıl pırıl tertemiz silinmiş misali kocaman kırmızı elmaları ile o kutsal bahçenin,
Bana tozlu,bir tırtıl tarafından ısırılmış belki tadına bakılmış al yanaklı ağaçtan düşmüş evladı lazım sarılıp konuştuğum ağaçların...
Yasaklı pırıl pırıl bombaları değil beni asla düşünmeyen kanunların...
Aradığım cennetler aşksız sevgisiz değil,
Umrumda değil tüm sevişmeleri çalınmış uyuşmuş duymayan zihinlerinden,
göremedikleri bile açık gözlerinde o renklerine rağmen ışıksız kalmış karanlık cennetleri...
Aradığım cennetler burada değil sevgilim,
Kaçmış saklanbaç oynayan yaramaz bir çocuk gibi bağıran çağıran büyüklerinden şehirlerin,evlerin...
Saklanmış asla bulamadığımız bir yerine içimizin,
Aradığım cennetler burada değil sevgilim,
Saklanmış birilerinden kaçıp koşup bizlerden çok önce çoktan.
Gel gidelim seninle biz buralardan,bu kafalardan...
Kurtaralım içimizdeki bu en temiz düşlerimizi...
O cennetler ki,
çıkıp geleceklerdir yanıbaşımıza hiç ses çıkarmadan bi zaman sonra,
Özleyip sarılacaklardır küçük kolları ile ve kendi kocaman kainatlarıyla karnımıza...
Sen merak etme yani,
Rahatla,
Bırak tüm meraklar ve ızdıraplar bana kalsın sevgilim...

10.38 

cenneti başkaları anlatamaz sana sevgilim,navigasyonlara yazamazsın yada kitaplarda arasan bulamazsın kendi ellerinle kapattığın göremeyen gözlerinde.
cennet senin ellerine verildi çoktan,
Seçimlerinde her daim,
Zihninde hazır senin kainatın,kadimlerden bir hediye.
dilediğin gibi boya,süsle,sula...
ve uzan akşamların serinliğinde tüm yaptıklarına sonra,
ve gülümse ardından...

Mavi göklerin bumerangı gibi

 
Seni sevmeler...
İki gün,ölüler diyarında dolaşan ve onları çok seven bir prenses idin,
Sıcak mevsimde,doğduğun kadim diyarlara uçan bir mevsim kuşu belkide.
Seni sevmeler...
Yalan yok,sevdan içimde asla camdan bir piramit yada tapınak değildi,olmadı.
Ben bir yayla kuşuydum,bir bozkır kurdu,uçsuz bucaksız yeşil dalgalı okyanusunda tanrının çayırlarda uçan bir arıydım belkide sadece,
Öyle çok büyük şeyler de yapmadım senin için ellere göre,
Bir ejderhaya saldırmadım öldürmedim hiç mesela,
Ama beni bilirsin,dedim ya daha önce de,
Ben başını okşarken uyutabilirim ancak ve sadece gezegendeki tüm canavarları.
Yalan yok,sevdan içimde asla camdan bir piramit yada tapınak değildi,olmadı.
Sevdan,boynumda bir gözyaşı damlasıydı sadece,
Bir hollanda damlası misali asla kırılmayan...
Seni sevmeler...
Sabahın dördünde uyanmalar,
Kadim ağaçların cesetlerinde kağıt karalamaları ve tüm şehrin dua etme çabaları...
Varoluşsal bir bulmaca şu yaşamak sandığımız sevgilim,
Ve yarısı boş hala sonuna geldiğimizi sandığımız her an sanrılarımizda.
Bitmemiş bulmacalar mezarlığı ıslanan gözlerimizde hayatta kalmaya çabaladığımız bu kadim şehir.
Dönem barok,
Ve elimizde paslı bir çapa var bizim sadece sevgilim.
Mirasımız bahar çiçekleri yalnızca yarınlara...
Seni sevmeler...
Ne zaman yaksam kendimi kalbimin mağmasını salıp ve içimden söküp fırlatsam kül ettigimi sanıp seni,
Mavi göklerin bumerangı gibi,
önce bulutlara sarıp sarmalayıp kendini,
Grilere boyayıp sonra her yeri,
Yağıyorsun yüzümden lacivert okyanuslardan içime sağanak sağanak,
Hemen parçalanmış tüm damlalarınla dolabilmek için yeniden sanki içime.
Yani,
Seni sevmeler...
Ve inan bilmiyorum neden,
Bitmez tükenmez içimde sevgilim...


10.01 

zaman simetrisi düşlerimizin.
Ve tüm kompozisyonlar,
yara bantlı kanamış dizlerimizin zihnimizde eskimiş hatıraları sadece...

20 Haziran 2025 Cuma

Bakışların,altyazısı tüm susup düşlediklerimin

 
Bakışların,altyazısı tüm susup düşlediklerimin.
Etrafta bilmediğim bir dilde ağlayan binlerce çocuk.
Savaş kanımda;ve her zaman kazandığım bir oyun çocuk ellerimde sevgilim,
Lakin ateş ile yakılamazdı bal ören kovanları tanrının,
Ve vızıldayan bereketli çocukları bu gezegenin.
Elmayı kopardı ısırdı adam ve düştü göklerden,
Şimdi kibri ısırıyor dalında yasak limanlar,
Ve yanıyor toprak ile elele tanrının yemyeşil taze kutsal çimenleri,
Canavarlar yuvasına döndü koşa koşa kırgın gözler ile korkup bile insandan.
Lakin ateş ile yakılamazdı bal ören kovanları tanrının,
Ve vızıldayan bereketli çocukları bu gezegenin.
Dilimde onlarca iğnesi asılı tüm sızıları ile, camdan kanatlarıyla tüm korkmuş çocukların,
Ve ben hala,bir iğneye daha razı tek kanadı yanmış bir arının başını okşuyorum dualarımda...
Tanrının kini damarlarımızda birikip taşıyor erimiş dağlardan patlayacak volkanlar gibi...
Tanrının kızgın yüzünde yanan kutsal dudaklarından tükürdüğü,
bir okyanus boyu,altın rengi alevden sonsuz bir yel gibi...
Silah senin soğuk elinde ve sıcak evet,
Ama namlusu istemesen de kendine dönmüş gibi...
Bakışların,altyazısı tüm susup düşlediklerimin.
Etrafta bilmediğim bir dilde ağlayan binlerce çocuk.
Savaş kırmızı ve kanlı,
savaş dudaklarında,
ve ben;eğer tek dermanı buysa bu derdin,
kanasa da tüm gezegen,
hepsini içmeye hazırım üzgünüm sevgilim...


17.15 

Ve tanrı tükürdü ağzından tüm sevdiklerini...

19 Haziran 2025 Perşembe

sevişiyor ay ölmeye yakın bir yıldızla

 
Buluşmasına geç kalmış saçları ıslak bir yazın alnına düşen mahçup saçlarını düzeltiyordu iki parmağı ile haziran,
Pembe dudaklarına kan dolmuştu mevsimin,
Işıldıyordu,
Uzanıp öpse karşı gelmeyecekti elleri,
Titriyordu incecik bir zerafet ile,görünmüyordu sanki.
Uzanıp öpse karşı gelmeyecekti elleri,biliyordu.
Öpse ıslanacaktı yumuşacık beyaz bulutlara uzanan bereketli kutsal rahmi,
Öpse,
Temmuz tüm ömrü boyunca yağacaktı belki,
Öpmedi,öpemedi.
Bir şey durdurdu onu ama ne olduğunu bin defa düşünse de bulamadı.
Keza kıyametler diğerlerinin aksine onu korkutmazdı.
Buluşmasına geç kalmış saçları ıslak bir yazın alnına düşen mahçup saçlarını düzeltiyordu iki parmağı ile haziran,
Pembe dudaklarına kan dolmuştu mevsimin,
Işıldıyordu,
Aklına kazındı her saniye ve her an'ı,
Beton çivileri vurdu ellerine dudaklarına sanki,
Çarmıha gerdi kendini susulmuş çığlıklarda,
Zor tutmuştu,zor tutuyordu kendini,
Neden niçin bilmiyordu,
Kalbi patlar mıydı volkanlar gibi heyecandan meleklerin ?
Kırılır mıydı mesela hemen yada ?
Bir saniye ve bin ömür düşünülmüş geçmeyen o zaman,
Aklına kazındı her saniye ve her an'ı,
Anlaştılar söz verdiler birbirlerine gözlerinde sanki önce,
Rüyalarında buluştular sonra,
Üç gün boyunca öpüştüler,
Beş gün boyunca seviştiler düşlerinde sonra,
Birkaç dakikalık rüya dedi birileri bilimce,
Emindiler ama,
Bir ay elele uzanıp yatakta gülüştüler onlar oysa.
Aklına kazındı her saniye ve her an'ı...
Buluşmasına geç kalmış saçları ıslak bir yazın alnına düşen mahçup saçlarını düzeltiyordu iki parmağı ile haziran,
Pembe dudaklarına kan dolmuştu mevsimin,
Işıldıyordu,
Beyaz tahtadan bir evin kolunun altında,
Anahtar deliği kadar dar bir aralıkta 
Deniz,rüzgar gülüşürken bizi izleyip ardımızda,
Oturmuştun yükseklere yetişebilmek için belkide kaçak dövüşen sözde ateş sözde cesur dudaklarıma.
Affet.
Ve Ağustos kar yağdı sonra...
Eylül yaprak döktü yıllara,yollara...


04.11 

sevişiyor ay ölmeye yakın bir yıldızla.
uzayın soğuk beyaz çölü,
zamanın kumlarını saçıyor yıldızlara.

Dudağında bir yakut gibi ışıldayan altı nar tanesi

 
Dudağında bir yakut gibi ışıldayan altı nar tanesi,
Esir etmiş seni ölümüne seven tanrın avuçlarına sanki,
Kandırıyor seni ve şirk koşuyor gökte göğe,
yerde toprağın kanunlarına sövüp...
Seni benden çalmış siyah çamur bir bataklık kaplı sanki,
Ve güneşte parlayan o yalancı yüreği...
Altı ay kışımda yazıyorum bunları ve uzağından seni,
Ve altı ay bahar bereket esiyor denizlerden ne zaman şansa görsem seni...
Dudağında bir yakut gibi ışıldayan altı nar tanesi,
Esir etmiş seni ölümüne seven tanrın avuçlarına sanki,
Güneşin bile yakasına yapışırım,
dayarım yanan boğazına kutuplardan çekip dövdüğüm hançerimi,
Bir gün bile görmesem seni...
Sen masumu bu hain dünyanın,
Sen alkışlanan şarkısısın aşkın en güzel dudaklarda.
Dudağında bir yakut gibi ışıldayan altı nar tanesi,
Esir etmiş seni ölümüne seven tanrın avuçlarına sanki,
Elinde bir başak dalı ve yanaklarında kutsal bir bakirenin utanan aldan güzel kanı,
Dudakların dudaklarıma mühürlensin,
Dökülürken aşkın ile kalbimden kanıma bir volkanın altından tutuşmuş suyu.
Gömülsün değersiz naaşım ellerinin içine,
Her sabah yüzünü yıkarken sen izin ver kavuşalım...


03.14 

kaotik cümleler ve cinayet masası.
Varoluşsal bıçaklanmalarımdan akan sıcak kanım ile tanrısal acıları yıkıyorum...
kaygı ağlarım ışıldarken tuzlu denizlerde güneşe karşı,
Doğanın deseninde sökülmüşleri kovalıyorum.

kabirler ve vuslatlar

 
Kızağa çekilmiş günlerin iskeleti salınıyor rüzgarında akşamın.
Pencere açık,esiyor hatıralarımıza doğru.
Hava sıcak.
Üşüyor gururumuz gecenin karanlığına saklanıp.
Dilinde zehre batırılmış ucu sivri kelimeler,
Gözlerinde tüm yaralarımın şifası merhem bir bakış.
Kızağa çekilmiş günlerin iskeleti salınıyor rüzgarında akşamın.
Pencere açık,esiyor hatıralarımıza doğru.
Etrafta boynu bükük solmaya yakın çiçekler,
Susamış suyun içinde dahi bütün kurumaya yüz tutmuş düşler.
Bu saatten sonra macera mı olurmuş,
Bilmem.
Üzerimde pırıl pırıl bir pantolon bir ceket,
Beyaz gömleğim durmadan kanayan yüreğine basılı,
Üryan üstüm,
Yanıyor göğsümde elleri kemik parmaklıklarda sıkılı şu esirin kalp,
Ve saklı gizli utanan gülüşüm yüzümde çıkarmış üstündekileri çıplak.
Kızağa çekilmiş günlerin iskeleti salınıyor rüzgarında akşamın.
Pencere açık,esiyor hatıralarımıza doğru her şey.
Çaylar kan rengi,
Şiirler aç yoksun vampiri içimizde umutlanan tüm hayallerin...


20.16 kabirler ve vuslatlar.

Taşlar topluyorum senin dünlerinden benim yarınlarıma


Taşlar topluyorum senin dünlerinden benim yarınlarıma,
Tanıdığım taşlar dolu su dolu dev kavanozum salonda,
Ve çiçekler yüzüyor yüzünde anıların,
Günlerimi topluyorum unutmamak için senin kumsalından.
Hangi ıslak taşa dokunsam sesin düşüyor önce aklıma,
Nefesin değiyor yüzüme,
Bir güneş doğuyor gözlerime sanki,
Kısıyorum bakamıyorum git gide yüzüne,
Kayboluyorsun bir akşam vakti gibi usul usul ufuklarımdan sonra.
Taşlar topluyorum senin dünlerinden benim yarınlarıma,
Tanıdığım taşlar dolu su dolu dev kavanozum salonda,
Ve çiçekler yüzüyor yüzünde anıların,
Sözlerini topluyorum dudaklarından kulaklarımda sırça sandığıma.
Hangi sözün aklımın köylü kapısını çalsa usulca,
Dayıyorum başımı aklımın kapısına,
Kapanıyor kendiliginden gözlerim sonra,
Aklım bir zaman yolculuğuna çıkıyor sanki,
Geçmiş düşüyor gözlerimin perdesine bir film gibi,
Bizi izliyorum kimi gece kimi akşamlarda.
Taşlar topluyorum senin dünlerinden benim yarınlarıma,
Tanıdığım taşlar dolu su dolu dev kavanozum salonda,
Ve çiçekler yüzüyor yüzünde anıların,
Ben bir su böceği olup geziyorum sen uyurken sudan güzel yüzünde parmak uçlarımca...


10.04 bitsin bitmesi gereken her şey.Gün bitsin,gece tükensin...son bulsun yağmurlar,güneşe küssün sırtını dönsün dünya ve güneş saklansın diyarımda...
bitsin bitmesi gereken her şey.
Kurusun içinde balinalar yüzen okyanuslar,
Adı çöl olsun suyun içinde sakladığı tonlarca kumun...

18 Haziran 2025 Çarşamba

Dudakların babili çölün

 
Dudakların babili çölün,
Esir tüm yeşil sözlerin dilinde,
Bana yasak rüzgarın,
Yasak tüm yağmurların dahi bulutunda kederin.
Heryerin yemyeşil,
babilin asma bahçeleri bereketli yüzünde gülüşün.
Bana yasak o kutsal suyun,
Adımlarım çöl kumu,
Nereye yürüsem kavruluyor gökyüzü.
Ruhum gecesi gezegenin,
Ve güneşe küs tenimde tüm böcekler,
Hepsi annesinin kucağı gibi geceyi bekler.
Dudakların babili çölün,
Esir tüm yeşil sözlerin dilinde.
Sen banyodan çıkmışsın ıslak saçların,ıslak düşlerin bile.
Deniz kokuyor tenin,
Deniz kokuyor kanını yeni içmiş pembe bebek dudakların,
Ve ben yumurtasını henüz zor kırmış deniz kaplumbağasıyım bu koca çölün,
Sana koşuyorum,
Kumların fırtınasında dalgalara çarpa çarpa savrulup sana yüzüyorum...
Dudakların babili çölün,
Esir tüm yeşil sözlerin dilinde,
Ben anadan üryan karşındayım,
Çaresiz ve aç hayvanıyım teninde bu acımasız güneşin,
Mecnunuyum bu sonsuz ve özgür kumdan zindanı durmadan ışıldayan çölün...
Susuzum günlerdir,haftalardır,
Dudakların babili çölün,
Esir tüm yeşil sözlerin dilinde.
Ve dudakların karşılaştığım ilk çeşmesi can suyumun,
Dayasam dudaklarımı sana,
içemem bile kana kana,
Bilirim,
Ölürüm...


10.33 kumda demlenen öpüşmeler.

17 Haziran 2025 Salı

Nebuchadnezzar ve kutsal sekizistan

 
Dudağımda yağmalanan suskunluklar.
Tenimin altında saklı nükleer başlıklı sessiz kızgınlıklar.
Beynimde savaşlar ve savaşlar.
Bir zaman yolcusu gözlerim,
Sen üçüncüdesin belki,
Ben sekizinci dünya savaşından emekli bir gazi kağıtlarda.
Derimin altında dinazor kanı simsiyah altın suları zamanın,
Dudağımda yağmalanan suskunluklar.
Tenimin altında saklı nükleer başlıklı sessiz kızgınlıklar.
Beynimde savaşlar ve savaşlar.
Bu kaçıncı seferi içimin fethinin,
Kaçıncı savaş bu sevda şehrinin.
Kaç yüz füzesi var kırılan bakışlarının.
Daha kaç kere yenilmeyelim ki sana anla bilmiyorum.
Anahtarı elimde seni bekliyorum,
Bu şehir senin...
Ölmesin artık kimse içimde,
Tüm sessizliğini koy kınına lütfen,
Al canımı durduracaksa eğer seni,
Ve son nefesimde tutsaksam dahi,
yarınlar yokmuşcasına seviş benimle...


08.38 Nebuchadnezzar ve kutsal sekizistan.

yağmur çamur lacivert bir okyanus

 
Gökten tanrıları istedim,
Yağsınlar üzerimize bir mayıs yağmuru gibi.
Okyanuslar dökülsün üzerimize bulutlardan dur duraksız,
Boğulalım gerekirse defalarca,
Nefessiz kalalım sokaklarda,
Öp ve yaşama döndür her seferde beni,
Sanki ard arda içime düşen her yalnızlık son anımmış gibi,
Öp ve aç yeniden,
tutup ellerinden çek tüm ölümleri ıslak tenimden,
ve her şeyden vazgeçmiş çoktan kapanmış gözlerimi.
Gökten tanrıları istedim,
Yağsınlar üzerimize bir mayıs yağmuru gibi.
Okyanuslar dökülsün üzerimize bulutlardan dur duraksız,
Boğulalım gerekirse defalarca,
Nefessiz kalalım.
Yemyeşil kırlar gibi salınsın rüzgarı haziranın güzel yüzünde,
Susup seni izleyeyim dalıp giderek sanki okyanuslara gibi,
Kendi kalbimden başka bir şey duymayarak kaybolayım mavi yüzünün derinlerinde.
Elimde bir ağ ile ben mısralar kovalayayım yeni doğmuş cennetin kelebekleri gibi,
Koşturayım deli danalar gibi,
Ve ağım hep boş döneyim gerisin geriye.
Sonra yürürken geriye evime,
yuvasından uçmaya uğraşıp ilk seferinde beceremeyen bir şiir düşsün omzuma pat diye.
Ben ürkütmemek için,hiç dokunmadan ona yürüyeyim beyaz kağıtlardan duvarlı evime...
Gökten tanrıları istedim,
Yağsınlar üzerimize bir mayıs yağmuru gibi.
Okyanuslar dökülsün üzerimize bulutlardan dur duraksız,
Boğulalım gerekirse defalarca,
Nefessiz kalalım.
Balinalar yüzsün gökte yağmurların arasından,
Yunuslar zıplasın bulutlardan bulutlara sonra.
Biz yüzmekten suda yürümekten yorulalım,
Düşelim okyanusuna sonu gelmez sokakların,
Boğulalım gerekirse defalarca,
Vazgeçelim her şeyden,
Nefessiz kalalım.
Sonra bir kanbur balina açıp ağzını kalbine alsın saklasın,kurtarsın beni...
Gökten tanrıları istedim,
Yağsınlar üzerimize bir mayıs yağmuru gibi.
Ve okyanuslar dökülsün üzerimize bulutlardan dur duraksız...


08.18 yağmur çamur lacivert bir okyanus.

Kırık bayat birkaç bisküvi uzanıyor şimdi tabakta

 
Kırık bayat birkaç bisküvi uzanıyor şimdi tabakta.
Güneşleniyor öğle molasında saksıda bir karınca,
elinde bir damla çiçek nektarı ile keyif çatıyor toprağın altındaki piramitine belki.
Önümde rüzgar,
gözlerimde güneş dans ediyor perdelerimin gölgesi ile ne ala.
Şehrin sesleri uçuşuyor etrafta,
içeriye giriyor kulağımın penceresinden birkaçı sormadan bana.
Kırık bayat birkaç bisküvi uzanıyor şimdi tabakta.
Kimseler olmayınca şikayet de etmiyor galiba insan,
Güzel geliyor kocaman serin bir nefes ile yumuşacık bayat bir bisküviden bir ısırık bile.
Yaşamak güzel şey.
Kırık bayat birkaç bisküvi uzanıyor şimdi tabakta.
Taze hayaller kırılıyor ısırmadan bile henüz daha.
Tüm tuşlara basıyor masum çaresiz eller,
Kazanmak kaybetmekten öte ama her şey aslında,
Mevzu yaşamak sadece insanca,
O da kalmamış hiç küçük mahallemdeki şaşkın bakkalda.
Kırık bayat birkaç bisküvi uzanıyor şimdi tabakta.
Sabah erken,sabah çok erken,
Bir ben bir de çatıda martılar ayakta.
Şiirler ısıtıyorum mutfakta ocakta,
Ve demleniyor sessizliğim dilimin ardında duvarda.
Kırık bayat birkaç bisküvi uzanıyor şimdi tabakta.
Sallanır ayaklarım,topraklar kayalar dağlar,
Sallanır denizler dökülür kırılır sanki bardaklar,
Çöle döner tüm balinalar gemiler...
Önemi yok yanan yıkılan binaların,
Koy bir çay yeniden başlayalım der işi bilen kadim ustalar.
Kırık bayat birkaç bisküvi uzanıyor şimdi tabakta.
Hayatımın en lezzetli,hayatımın en doyurucu,
Ve hayatımın en bulunmaz birkaç dökülen kırıntısı dudağının kenarından payıma düşen.
Değişmem bin ziyafete bir saniyesine bile.
Bir fil kanlı atan kalbini açıp göğsünde bana uzatıyor ısırmam için sanki,
Bir kanbur balina bir insan boyu yüreğini bana veriyor sanki,
Öyle doyuyor,öyle doyuyorum ki,
Bir ömür bir şey yemem daha gibi sanki.
Dudağının kenarından sormadan aldığım bir bayat kırıntı doyuruyor sonsuza dek beni...
Dudağından çalıyorum seni,
Demir kasanın açık bırakılmıştı bile bile kapısı,
Sevmişsin sen de beni,
Bir adalet mecnunu,
Ormandaki hırsız robin,
Dudağından çalıyorum seni,
Bir ferman misali gözlerin,
izin vermişsin bana,
Teşekkür ederim.
Aç bitap vurgun yiyiyor içimde cehennem,
Durduk yere açılıyor ardına dek,daha çalmadan kapısını üstelik cennetin...


07.06 fin.

15 Haziran 2025 Pazar

düşlerin çay vakti bileğimde zaman

 
Çaylar kimin için dökülüyor sevgilim,
Kızıl ışıldayan camlarda ne de güzel parlıyor hayat,
Kaderin yelkeni geriliyor bir davulun kahraman ölmüş derisi gibi,
Ve şarkı söylüyor gökler,
Sanki mavisi asla tükenmezmiş gibi...
Yola çıkıyor kocaman bir ağacın sırtında düşler,
Ve gemiler kıskanıyor her fırtınayı yorgun yüzümüzden.
Çaylar kimin için dökülüyor sevgilim,
Kızıl ışıldayan camlarda ne de güzel parlıyor hayat,
Bir sohbet bir merhaba iliştirilmiş mendil cebine tatlı bir sabah,
Uzanıp öpsem seni dudaklarına çıktığım bir yolculuktan düşüp,
Şaşırsam yolunu,
Alabora olsa şuurum,gözlerim sonra,
Yanağının huzurlu kokusunda dudaklarımla yüzünün sahiline uyansam...
Güneş doğsa yüzüme sanki bir benim için gibi ardından,
Ölüm ölse,
ölmek beni terkedip bıraksa,
Ben ölmeyi unutsam sana bakarken bin yıl geçse o deniz kokuna uzanıp da mesela,
Gam yemem yine de kimseler olmasa yanımda,
Yapayalnız değilim ki zaten asla,
Gece düşer karanlığı açar gözlerimde bir çiçek gibi kainatın,
Ve dostlarım yıldızlar çıkar ateş böcekleri gibi ışıldayıp gözlerimde dans ederek sanki,
Yani yalnız kalmak zor sevgilim,
Her daim,gözlerimde gürültülü kalabalıklar.
Ben yine dizlerine uyumak için sokulur bir çocuk gibi uzanır koyarım başımı senin sıcağına,
Kapatsam da gözlerimi yalan,
uyumam binbir bahane ile gece boyu seni düşünürken yine de...
Çaylar kimin için dökülüyor sevgilim,
Şıkırdıyor oynarcasına su misali bardaklar,
Kızıl ışıldayan camlarda ne de güzel parlıyor hayat...


08.42 düşlerin çay vakti bileğimde zaman.

14 Haziran 2025 Cumartesi

Venceremos

 
Yüz karıncaya fazla gelmiş diğerleri,
Nasıl boğarız diye düşünüyor birileri diğerini.
Kafese kapatılmış yüz yıldır dev bir aslan,
Sessizce uzanıyor ruhu bedeninden zorla söküp koparılmış sanki.
Uyuşmuş kanında eski güzel ormanlar çayırlar,
Uyuşmuş tüm kükreyişler cebinde.
Ne zaman bir lastik patlasa bombalar gibi bombalara özenip yanıbaşımızda,
Yaşamak için kaçıp uçuşuyor ağacından binlerce güzel kuşları düşlerin,
Yaralı kuşlar bile kızıl kıyamet al göğsü ile,
ıslak ve yorgun ölüyor havada oysa,
Ruhları çıksa da tenlerinden,
kanat çırpmaya çalışıyor hala o küçücük bedenleri,
Korkuyor yanan toprağa bile düşmekten geriye kalan masum cansız suretleri...
Yüz karıncaya fazla gelmiş diğerleri,
Nasıl boğarız diye düşünüyor birileri diğerini.
Yaralı bir aslan kükrüyor kafesinde göklerin gürlemesi gibi,
Bakıcılar bile korkup titriyor kafeslerin ardında şimdi.
Uyanıyor tüm düşler,
Uyanıyor tüm yıldızlar.
Ve güneş tutuşup daha bir heyecanla kaynayıp bir kahramanın elinde altın bir kılıca dönüşüyor.
Yüz karıncaya fazla gelmiş diğerleri,
Nasıl boğarız diye düşünüyor birileri diğerini.
Nasıl sığamıyor bir yuvaya şu koca dünya inan bilmiyorum,
Yuvanın ardında sonsuz bir toprak var üstelik, açmış kollarını sarılmak için seni bekliyor...
Korkma,
Bitmez bu şafaklar sevgilim,
Kül olsa da üzerine bastığımız bu her daim mis kokan topraklar,
Düşse de gökteki güzel kuşların hepsi istemese de yere al tüylerin ırmağı gibi,
Yansa bugün,ellerimizde iken henüz daha,
Yada yansa tüm yarınlar ruhlarımızdan çalınıp,
Farketmez,
Yine de eminim biliyorum,
Yine ve daima,
Kazanacağız...


08.03
 
Merak etme küçük aptal,
Kırılır en hain parmak gerektiğinde kendi elimizde bile,
düşer bileklerimizden tüm kelepçeleri ellerin sonra,
Kırılır ve hatta erir durmadan harlanan ateşimizden bütün o yalancı demir parmaklıklar...
merak etme sevgilim,
ne kadar büyütüp baksa da kendi elleri ile,
zamanı geldiğinde vurur tüm hain köpekleri aslan postlu kadim çobanlar...

13 Haziran 2025 Cuma

üç atsam beş geliyor dudakların

 
Bir dünya savaşı sevişmemiz.
Yansın şehirler gibi tenimiz en derininden umrumda değil.
Patlasın gökler patlasın bombalar,
Yansın gözlerimiz tutuşup aşktan,
Solsun tüm çiçekler dudaklarından bırak,
Ağzımda can suyun dolu,
Bırak yeniden ekeriz...
Öp beni sorgu sualsiz,
bıçakla dilimdeki gizli sırrımı,
Şiirimi sök sevişe sevişe içimden...
Bir tencere kadar döv beni,
Bir şişe boyu kes yağmala acıma lütfen.
Ama yalvarırım öp beni,
Nefesim dudakların,yaşat beni en serin en güzel yerinden uzanıp lütfen...
Bir dünya savaşı sevişmemiz.
Yansın şehirler gibi tenimiz en derininden umrumda değil.
Patlasın gökler patlasın bombalar,
Yansın gözlerimiz tutuşup aşktan,
Yarınlar değil bile,
Yarın dahi yok sevgilim,
Son saatlerimiz belki,
Beni tenine yakıp göm lütfen...


00.13 uğurlu sevişmelerin kaypak zarı.
üç atsam beş geliyor dudakların...
sana,tüm dünyayı kaybediyorum sevgilim,
sana tüm yarınları feda ediyorum...

bu kaçıncı dünya savaşı aptallığımızın

 
Bence değişmeli kanunları doğanın,
Gezegende düzen dediğin bu düzensizlik bozulmalı.
Ne zaman bombalar aydınlatsa uzağından geceyi bahçesinde,
Zenginler ve krallar kaçmamalı mesela yerin altına korkmuş böcekler gibi.
Aslanlar mermileri ısırıp yerken,
Elinde dürbünlü şerefsizliklerin makinası ile korkaklar övünmemeli mesela uzaklardan.
Kahramanların kafaları kesilip asılmamalı duvarlara yalanlarla.
Savaşmak sanki eşitmiş gibi.
Adaletsiz köpekler kafesi.
Şarapların içinde yüzüyor piranalar,
Ve uyuşmuş tüm delikanlı akşamlar...
Söylesene mahalleyi kim koruyor artık.
Demirden paslanmış aslanlar müzelerde, 
ve sıkılarak gezdiğin tertemiz yollar o müzelerden...
Tarih kandır terdir çamurdur oysa.
Kirlenmeliyiz kanla canla toprakla,
Tertemiz camlardan,cilalı parlak mermer yollardan göremeyiz gerçekleri asla...
Bence değişmeli kanunları doğanın,
Gezegende düzen dediğin bu düzensizlik bozulmalı.
Ne zaman bombalar aydınlatsa uzağından geceyi bahçesinde,
Yan çizmemeli donuna dolduran yalancı abileri gezegenin mesela.
Masumlar aç.
Masumlar yaralı.
Sahtekar itler havlıyor ayağı kırık ata belki ama,
Çiftesi azrailin öpücüğü hala buz gibi demir dudağıyla gecede ışıldayan nalların...
Al dinazorların binlerce yıllık siyah kanını topraktan aptal sarı çocuk,
Ve rahat bırak bizi ve yarınlarımızı...
Sen kaçarken zengin korkak kilerine yer altlarının,
Cesur ve aç aslan yavruları ölmesin kırmızı topraklarında bereketin...


23.58 bu kaçıncı dünya savaşı aptallığımızın...
yazık.
Ve yazıklar olsun susan tüm insanlığa sevgilim.

elini çırpıyor Tanrı göklerden bulutlardan


Göklere yükseliyoruz topraktan kopup kayalardan yanıp,
Ağırlaşıyoruz Tanrının ellerinde gökyüzünde,
Sevdiklerimiz,yeşil cennet bir bahçede çimenlere dizilmiş cam bardaklar,boş vazolar ve şişesi kaderin sanki,
Her yağmurda doluyoruz içlerine yavaş yavaş.
Kader dediğin beyaz bir kağıt sevgilim,
Ve Tanrı tutuşturmuş elimize bir kalemi,
Ne yapacağımızı bilmeden karalıyoruz yaşamayı...
Ve elini çırpıyor Tanrı göklerden bulutlardan,
Biz düşüp dökülüyoruz sevdiklerimizin içine,ruhlarına.
Şekil alıyoruz ayağa kalkıyoruz onlarla beraber bir süre sonra,
Doluyoruz birbirimize,birbirimizde...
Zamanı gelen çatlayıp kırılıyor,
Ve beraber dökülüp karışıyoruz sonra toprağa.
Yok olan hiçbir şey yok,
Güneşi bekliyoruz yeniden Tanrının avuçlarına yükselip doğabilmek için ellerinde bir kez daha...


19.04 dejavular ki zihninden kaçıp kurtulan hatıraların ey rüyalar...

kokunun her daim burnumun sancağına çekili hayali

 
Yüzüme tükürüyor karanlık gökler,
Dalmış gitmişim uzaklarıma,
Islanıyorum umursamadan gökten boşalan denizleri,
İçimde bir şehzadenin tutuşmuş is kokulu hırsı ısırıyor ruhumu,
Boğazın güzel gerdanında beyaz bir kolye misali balkonumdan,
Yüzümde esintileri ile tarihin,
Bıraktım çoktan kıtaları,
Göklere bakıyorum...
Yüzüme tükürüyor karanlık gökler,
Dalmış gitmişim uzaklarıma,
Islanıyorum umursamadan gökten boşalan denizleri,
Kafamda hayali ıslak saçlarının bir bahar vakti,
Önemi yok hangi bahar olduğunun,
sana bırakıyorum sen seç...
Yarı kurumuş düşlerimi katlıyorum toplayıp mavi bir ipten,
Kurumamışlar hala,
Giyemiyorum birini çekip alıp içlerinden üzerime...
Yağmurdan,ütüsüz kırışık kefenler kaçırıp saklıyorum,
eski kadim sandığına tarihimin.
Yüzüme tükürüyor karanlık gökler,
Dalmış gitmişim uzaklarıma,
Islanıyorum umursamadan gökten boşalan denizleri,
İçimde hayali tüm fetihlerin,
Kahramanı benim buğulu gözlerimde bu zamansız eşsiz gösterinin,
Başımda tacı,güneşin tüm renkleri ile sarılı kutsal taşların,
çocukluğumdan bu yana bakıp suladığım tüm başarmaların,
Yine de aklımda hala,
Asla aşamadığım gözlerinin surları,
Ve kalbinin şehrinin kutsal kadim kapısı...
Dilimde,daha ateş almadan kırılan demirden topları ruhumdan döktüğüm aşkımın...


12.12 

Ellerinin kokusu,
Ve bu kokunun her daim burnumun sancağına çekili hayali.
gözlerinin fethi.
bu kaçıncı çabası zavallı ruhumun.
altınların üzerinde hint ipeklerine uzanan tenim,
neden bu kadar canı yanıyor peki sol yanımdaki şehrin.
yüzüme esen ılık rüzgarına rağmen,pelerini mavi bir deniz,üşümesin diye omzuna aldığı,
tüm bu parlayan sarayların...

11 Haziran 2025 Çarşamba

Göğüs kafesimdeki korkak


Hey!
Göğüs kafesimdeki korkak,
Nefesler yakıyor mu hala canını cehennemden eriyip damlayan demirlerden bir alevin damlaları gibi.
Uyuyabiliyor musun peki uyumaya en uygun yer aslında diye düşündüğün bu karanlık nemli zindanda yine de tek başına...
Hey!
Göğüs kafesimdeki canavar,
Gözlerini kapatıp cennetin serin rüzgarını hayal ediyor musun hala yüzünde,
teninde yanan tüm acılarından kaçıp...


05.14 aydınlanıyor sabah,kararıyor gözlerim.

Tomorrows are just the pictures I painted as a child, my love

 
A sharp sword stretched out on its back looking up at the summer sky, 
On the thin, sharp rope of my course, 
I am the walking ant of my uninterrupted steps, 
I am the pen of my own dreams in my nights. 
Tomorrows are just the pictures I painted as a child, my love. 
I spin the thread of today in my hand, 
All yesterdays are still breathing like rugs on my wall now; 
I gently caress their knots one by one... 


04.54 that's all from me for tonight, see you my love.



* Please forgive me for the idioms, metaphors and rhymes that may change from language to language due to translation. I am happy if we could even get a little closer to each other in the emotions felt.

Yarınlar,çocukken boyadığım resimler sadece sevgilim

 
Keskin bir kılıç uzanmış sırt üstü yazda göğe bakıyor,
İncecik keskin ipinde sıratımın,
yürüyen karıncasıyım kesilmez adımlarımın,
Kendi rüyalarımın kalemiyim gecelerimde.
Yarınlar,çocukken boyadığım resimler sadece sevgilim.
Bugünlerin ipi elimde,eğiriyorum,
Tüm dünler duvarımda gerili kilim,
nefes alıyorlar karşımda hala ve hala,şimdi;
Ve ben bir bir nazikçe saçları misali ilmeklerini okşuyorum...


04.54 bu gecelik benden bu kadar,görüşürüz sevgilim.

Boş bir sandalye koydum karşıma

 
Yorgun gözlerimi gecenin yıldızlarına emanet ediyorum,
Ateş böcekleri aydınlatıyor sızılarımın yolunu uyuşmuş karıncalanan tenimde.
Boş bir sandalye koydum karşıma,
gecede kendimi bıçaklıyorum,
Kanlı ototomisi kalbimin,
Yeniden sevebilir mi hiç bilemeden her atışının kollarını koparıp atıyorum...
Maksat,
Mana incinmesin...
Saatler geçiyor her gece beni görmeksizin sonra,
Acıların ağırlığı altında eziliyorum,
Tüm kanım çıkıyor dışıma benden uzaklara sanki,
Hissedemiyorum bi süre sonra hiçbir şeyi,
Maksat,
Canan incinmesin...
Mevsim bir Ocak günü gözlerinde,
Kış olmayaydı iyiydi,
Bu yıkım,bu kıyamet gibi zelzele,
Yaşım daha ondokuz Tanrım,
Bir saçağa sağdın beni gecenin bulutundan,
Damla damla büyüttün beni bir buzdan adama sonra madem,
Ah kardan adamlar diyarı,
Ya peki neden şafağına yaktın bu göklerdeki sarı ocağını,
Daha birkaç saat sonra...
Eriyorum damla damla şimdi,
Mevsim ocak,
Mevsim aşk,
Mevsim beni terkeden gözlerinden bana uzattığın o bir tas tüten lezzetli çorbası kaderin...
Ah aah.
Apricity...
Eriyor her gülüşünde gülüşüm damla damla,
Ve onlar bilmez,
Anlamazlar asla...
Yorgun gözlerimi gecenin yıldızlarına emanet ediyorum,
Ateş böcekleri aydınlatıyor sızılarımın yolunu uyuşmuş karıncalanan tenimde.
Boş bir sandalye koydum karşıma,
gecede kendimi bıçaklıyorum,
Kanlı ototomisi kalbimin,
Yeniden sevebilir mi hiç bilemeden her atışının kollarını koparıp atıyorum...
Maksat,
İncinmek,incinmesin ruhunda.
Ezanlar okunuyor kulaklarıma uyanık gözlerimde,
Güneş bile uyanmamış oysa ki daha.
Utanıyorum uzaydan,
Utanıyorum uzayın ateşböcekleri tüm yıldızlardan...
Üryanım anadan,
Üryanım manadan,
Üryanım maksattan,
Üryanım sevdadan.
Sevmesi zor beni,kabulüm...
Yalnızlığım kağıtlara emanet.
Maksat,
Kışlara inat açan güller incinmesin.


04.32 geceyi beklerken ay'ın refakatçisiyim...

Bin yıllık bir sazım duvarda esir asılmalarda,
Sökülesi tellerim var bir kartalın gagası misali yaşamak için yeniden,
Oysa ben,
Tozlu ve yorgunum içimden bir şeylerin koparılması için...