30 Mayıs 2011 Pazartesi
sigara'm sağlığa zararlıdır...
SiGaRa'mın dumanına üfleyen kumdu yüreği...
ve çölümün battaniyesi üşüten teninden esen imanı...
yine düşüne kurulan saatler...
düşü sen masallarımın kentiydi oysa is odası gökte tan...
ve yinede hep pişmandı istanbul...
üç beş tütün yaprağı,iki üç ottu oysa yanan,
adını AŞK koydukları bir kanser korkusuydu naylon paketteki zaman...
SiGaRa'mın dumanına üfleyen şiirdi bana esen teni...
adı korku,tadı bitmiş filtrede yanan dudaklarındı oysa,
kitaplarımda hep sevda diye yazan...
ıslak dalların kurumasını bekleyen sabır'a düştü ,
soba üstü yüzünde harlanan gülüşü...
ölü doğan bebeğin sessizliğini yıkadı ana yüreği gözlerinde...
meğer nede büyürmüş acılar yüreğin içinde,
yüreği gebe sevdalar köyünde...
kültablası yüzünde kül tablosuydu sanki hüznü...
içinde bir dudağın harladığı dalında batırdı güneşi izmarit diye...
kül kül ağladı eskiler...
ve son dal sessiz sessiz uğurladı akşamı teninde...
* gözlerinde ebrulanan gemimde yaktım seni içime daha çok çekebilmek için belkide...
yapa yalnız durağı...
sen terkedebil diye ben sırtımı dönüyorum bu saklambaca...
adını korkuyo koyduğun bir ördek yavrusu bu sandal bu şehre...
sus ki poyrazını vursun şu kuzgun dalga...
ve sen ki ömrünü döven yalnızlığısın bu kentin...
bırakta durağı kör kütük avuçlarım olsun bu kadar bile olsa akrebin...
sen terkedebil diye ben sırtımı dönüyorum bu saklambaca...
sayıların kaçabilsin çığlık çığlığa dudaklarından diye belki...
ismi silinsin diye silik tüm karalamaların,kağıtları yanıyor bu şehrin belki...
sus ki ağlasın bu yelkovan rüzgarından pusulanıp...
düş ki düşlensin anılarından kıvılcımlanıp...
avuç içi kadar tozlansın saklı kelimeler dudaklanıp...
sen ki ömrünü giyen çıplaklığısın bu kentin...
sen terkedebil diye ben sırtımı dönüyorum bu saklambaca...
önüm arkam sokak lambalarına avuntu titremeler atlası...
sen kadar bir kıta var mı ki dünyamda ... ?
sus ki kanasın tüm cevaplar suskunluklarını tenlerine...
sus ki tutuşsun akrebin sana bakan ucu duvarda...
üşüyen ellerim avunsun ateşine...
sen terkedebil diye ben sırtımı dönüyorum bu saklambaca...
sobelensin bu şehir şimdi karanlığına...
kapansın perdeler ile gözleri,loş ışıklarıyla sokağındaki her pencerenin...
ve mumdan damlayan her kıvılcımdaki çıtırtı saysın akrebimin gözyaşını...
iyi gecelere inat kötü kaldı her şafağın kan kızıl süngüsü...
beni sobeledi yelkovan...
seni üşüdü türküler bu akşam...
23.46 durağı
19 Mayıs 2011 Perşembe
ve kendine yalnızlığını kazıyordu sadece zaman...
ve kendine yalnızlığını kazıyordu sadece zaman...
pili biten dualar çöplüğünde dua arayan insanlar kadar açtı tüm rüyalar...
sustu sonra tüm eski hatıralar...
kayboldu saklı pişman bakışlı tüm eşkiyalar...
uyudu şehir...
gözlerini kapadı tüm sokak lambaları ardından...
karardı,rüyalarını üfleyip söndüren tüm rahibeler...
eridi düşler,soğuyup üşüdü tüm yangın yeri acılar...
zamansız acılar mezarlığındaydı akrep ile yelkovan ,
ve kendine yalnızlığını kazıyordu sadece zaman...
Ey Yolcu... ;
ey yolcu ;
hergün geçtiğin bu yollar monoton hislere dönüştüyse kalbinde çoktan,
teninde uyuşmuş ve hissizleşen eylemlerin varsa hala her gününde,
siyah beyaz perdede başka başka aşk hikayelerinde uyanıyorsa hayallerin,
ve ne zaman uyuyakaldığını dahi hatırlamıyorsa zihnin,
başkalarına ait birkaç saniyelik anlar gözüne çarptığında monoton gününde,
ancak gülebiliyorsa eğer üşümüş yüzün ,
sen bir prangasın kendi kafanda sürgün yaşayan...bir prangalı bile değilsin yani...
sen bir prangasın,kendini hapseden zamanlarının gardiyanısın saatlerine demek ki...
EY YOLCU ;
artık sakin olma...
aksine tüm sakinliğini soyun üzerinden şimdi...
unut tüm ışıklarını bu şehrin...
çırılçıplak kalsın artık beynin...
sıfır yada bir değildir hayat sadece,unut bunu...
at mantık kitaplarını raflarından...
bas en ağır küfrünü ağzından hayatına...
gülümseyişin isyanın olsun bu esir ve sessiz zamanlarına...
EY YOLCU ;
Sevdiğin Şeyler Bu Hayattan Kaçış Noktan Olsun...
sevdiklerine doğru yola çık artık...
ilk adımını dahi atmasanda şu ana kadar hayatında,
sen hep yoluna aşık yolcusuydun sevdiğin yolların unutma...
daima hatırla...
iyi yolculuklar...
14 Mayıs 2011 Cumartesi
ince maraz...
hey doktor ,
bak tenimden yer çekimine teslim düşen sıcak kırmızı damlalara haydi...
teşhis koyma gerek yok merak etme,biliyoruz ne olduğunu...
tedaviye neden yok,
birkaç umut yalanıyla üfle küçük alevine kalbimizdeki mumun tam şimdi.
inan bu yeter bize...
hey doktor ,
söylesene hipokratına : bu asla tutulamayan yeminler niye ?
belki anlardı beni o kimbilir...
sövsem dünyaya dünyalar kadar ağrısı azalır mı bu acıların söyle.
hey doktor ,
göremedin yine niye geldiğimi yanına...
bahane yaralar açtım,ağrılar aradım bende üstelik boş yere...
neyse...
görmek zor belli ki,kim suçlayabilir ki seni...
ince maraz bu bendeki...
reçetene okunmayan şu yazınla sade ve sadece '' bir umut '' yaz doktor.
hafifleyebilsin yüreğimdeki tüm bu acılar,
bir umut yaprağına tutunup uçabilsin tüm o uğurlu zamanlar...
zaman : ahlaksız bir 02.42
* hey doktor ,sevmiyorum seni hiç.biliyorsun sende bunu...bildiğini biliyorum...ve seninle beraber tüm bu dünyayı sevmemeyi seçiyorum...yanlış olduğunu biliyorum merak etme...kalbimde ağrıkesici zamanlar aranıyor yazıyorum...çünkü bu ağrılar gerçekten acıtıyor...
iyi geceler günlük...
boktan zamanlar...
boktan zamanlar tekmeliyor burnumuzu şimdilerde...bir tıkanıklık var haberi henüz gelmemiş kulağımıza...görülemeyen bir endişenin ürperişi bu tenimizde sadece...ileri görüşlülük ilkelerine her ne kadar bağlıymışız gibi görünsekte,ileriye bakmıyoruz asla kafamızı yerden kaldırıp şu anda...malesef...
insanı üşüten,şaşırtan bir yaz rüzgarı bu geceden üzerimize esen...sırtımızda soğuk parmakları dolaşan ah şu içimizi üşüten,gülüşümüzde tireyen yel...bir anlık titremelerde ellerimizden düşürdüğümüz zamanlar...oysa ne kadarda kıymetliydiler...kuma düşen zaman ve camdan hapishanesinde kum saatinin,kuma dönüşen şu an...
insanı düşündüren...batarcasına derin bir maviye kaybedilen umutların kazanılması ihtimali ile teslim olunan bu deniz...zaten okyanustan kim korkar ki...asıl korkulan şu boğulduğumuz küçücük deniz...öyle değil mi...
insanı saran...anların huzuruna sarılan bir sıcaklık aslında bu içimizi ısıtan...yandıkça kalbimizde heryere sinsice dağılan...virüs gibi bir düşünce sadece belkide...ama hızla tüm benliğimizi saran ve bizi bizden alan...
iyi geceler günlük...
* bu nedir ? öz atışmaca,öz tartışmaca...kısaca delilik uzunca adamı uyku tutmadı sohbeti...eyvallah...zaman : 02.26
4 Mayıs 2011 Çarşamba
18.30 ben...
bir köprü vuracak ellerimizi...
'' bırakın !!! '' diye bağıracak sonra birisi...
bahardan bir yağmur örtecek yüzümüzde öfkemizi...
ve biz birbirimize bakıp gülümseyeceğiz belli ki...
bir köprü vuracak ellerimizi...
düşecek mutlu mimikler tek tek yanağımızdan süzülüp...
düşecek ellerimiz sonra birbirimizinkinden usulca...
elele iken avuçlarımızda atan kalplerimiz duracak bir anda...
atmayacak artık ellerimizde yüreklerimiz,
ve biz bunu ebediyen bileceğiz...
bir köprü vuracak ellerimizi...
üşüyecek paylaştığımız sıcaklığından uzaklaşınca biraz avuç avuç içimiz...
ama özlemimiz hep tertemiz kalacak...
bir köprü vuracak ellerimizi...
alacaklar bizden çizdiğimiz bulutlu beyazları,
ve yüreğimiz kırılacak...
yüzümüzde paramparça bir sessizlik sancılanacak...
sonra biz tüm sancıları susacağız hıçkırıklarımızı yutup...
gülümseyen bir fotoğrafı kesip maske diye çehremize,
ardımıza hasret sancılarında sallanan bir aşkı saklayacağız...
susacak dil,vazgeçecek ağlamalar...
üşüyeceğiz aramızdaki uzaklığımızda bir başımıza...
yarım kalacak elimizi en çok ısıtan eldivenler dahi anılarımızda...
zaman,sancı soğuklar günü diye yırtılacak duvarlardan sevgili
ve bize bile ait olmayan şans eseri gördüğümüz her veda,
içimizi dağlayacak...
mavi bir leğende sallanan sancılı dalgaların katlı kağıt gemi sızıları...
limanı olmayan bir okyanus bu hüzün,sen üzülme sevgili...
bu hüznü ben demirlerim yüreğime...
18.30
ben...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)