30 Mayıs 2011 Pazartesi

yapa yalnız durağı...


sen terkedebil diye ben sırtımı dönüyorum bu saklambaca...

adını korkuyo koyduğun bir ördek yavrusu bu sandal bu şehre...

sus ki poyrazını vursun şu kuzgun dalga...

ve sen ki ömrünü döven yalnızlığısın bu kentin...

bırakta durağı kör kütük avuçlarım olsun bu kadar bile olsa akrebin...

sen terkedebil diye ben sırtımı dönüyorum bu saklambaca...

sayıların kaçabilsin çığlık çığlığa dudaklarından diye belki...

ismi silinsin diye silik tüm karalamaların,kağıtları yanıyor bu şehrin belki...

sus ki ağlasın bu yelkovan rüzgarından pusulanıp...

düş ki düşlensin anılarından kıvılcımlanıp...

avuç içi kadar tozlansın saklı kelimeler dudaklanıp...

sen ki ömrünü giyen çıplaklığısın bu kentin...

sen terkedebil diye ben sırtımı dönüyorum bu saklambaca...

önüm arkam sokak lambalarına avuntu titremeler atlası...

sen kadar bir kıta var mı ki dünyamda ... ?

sus ki kanasın tüm cevaplar suskunluklarını tenlerine...

sus ki tutuşsun akrebin sana bakan ucu duvarda...

üşüyen ellerim avunsun ateşine...

sen terkedebil diye ben sırtımı dönüyorum bu saklambaca...

sobelensin bu şehir şimdi karanlığına...

kapansın perdeler ile gözleri,loş ışıklarıyla sokağındaki her pencerenin...

ve mumdan damlayan her kıvılcımdaki çıtırtı saysın akrebimin gözyaşını...

iyi gecelere inat kötü kaldı her şafağın kan kızıl süngüsü...

beni sobeledi yelkovan...

seni üşüdü türküler bu akşam...


23.46 durağı

Hiç yorum yok: