29 Eylül 2025 Pazartesi

ve nuh'un karpuz kabuğundan o düşlere giden gemisi

 
Dört otuz iki...
Açıldı gözlerim sabahın karanlığına karşı gücü tükenmiş eski ihtiyar bir sokak lambası gibi.
Kalbime buzdan soğuk bir hançer saplandı sanki.
Yolculuğun kuralları varmış,yüze yakın sayısı belki,
Okumadım hiçbirini.
Sonra arkamdan omzuma dokundu sandım elin,
Seni duydum,
Seni hissettim...
Omzumla boynum arasında bir yere,
eski paslı etime,
yepyeni pırıl pırıl ve kağıdı kesen ince dantel ustalığında sıcak bir bıçak saplandı,
Kestiği an uyuştu tenim ruhum.
Can aldı,can verdi ardımda gülüşünün sonsuzluk çeşmesinden etime varlığın...
Sesini duydum sanki her gece,
Rüyalar kasıp kavurdu ruhumdan yakalayıp uyuyan etimi.
Sesini duydum sanki her gece,
Uyandım uyandım durdum,
Ama yoktun.
Her gece yeniden saklandım,buldun,
Her gece yeniden yeniden tuttun ve öldürdün,
Sonra can suyu nefesini döküp uyandırdın bir daha ve bir daha...
Zinciri kırık bir çaresizliği öptün öptün durdun içimde.
Aynı bıçak acısı ile zıpladım kaçtım düşlerin saklanbacından kimi bazı...
Sesini duydum sanki her gece,
Uyandım uyandım durdum,
Ama yoktun.
Dört otuz üç...
Ve rüya bitti.
Gözlerimi açmayı unutmuşum sadece...


08.14 karınca yollarında elde ekmek kırıntısı hayali ve sel günlükleri...ve nuh'un karpuz kabuğundan o düşlere giden gemisi...




27 Eylül 2025 Cumartesi

Bu kaçıncı mahşerim yada gökten bıçaklanmış kanadı,düşen emri kutsal dudaklarının

 
Kağıt kesiği sokak'ta can sızısı ıslak yağmur ertesi kokulu bir gülümseme ışıldadı yüzünün memleketinde sonra bir anda,
Bir kedi ölüsü unutuldu duasız arabalı bir yolda,
Birkaç hacet tortusu ve bir ağaç dibinde,
Ve kazanılan savaşların şehidiyim üst üste defalarca can düşüp canımdan teslim ettiğim,
Bu kaçıncı canım sana koştuğum ey Allahım,
Bu kaçıncı mahşerim yada gökten bıçaklanmış kanadı,düşen emri kutsal dudaklarının...
Kağıt kesiği sokak'ta can sızısı ıslak yağmur ertesi kokulu bir gülümseme ışıldadı yüzünün memleketinde sonra bir anda,
Isındı tüm kışları düşlerimizin,
Ve ısındı içimizde üşümüş bütün yarınlar...


10.07 bayrak açan ağaç yaprakları dalgalanıyordu yüzüne düşen gölgelerde...

26 Eylül 2025 Cuma

"No cuts"

 
Kalbime saplanmış,usul usul odalarıma adım atan bir mızrağın ucuna yazıyorum adını kanımın ılık mürekkebinden süzüp harflerini...
Yolunu bulan maması bebek ağlayışlarının.
Durmadan dönen şu koca dünya ve biz karıncaları yaşamak sanatının.
Belkide tanrı bir çocuk ve dünya onun mavi akvaryumu kimbilir.
Durmadan dönen şu koca dünya,
Ve gözlerinin içinde mutluca saplandığım,altın çamurundan bu ipekten eylemsizlik.
Dönüyor dünya dört nala,
Ve biz tutunmuşuz birbirimize,düşmüyoruz hiç sevgilim.
Kalbime saplanmış,usul usul odalarıma adım atan bir mızrağın ucuna yazıyorum adını kanımın ılık mürekkebinden süzüp harflerini...
Zamanın adı ocak takvim sayfasında,
Benim içimde cehennemin demiri demleyen ateşleri harlanıyor sevgilim sanki.
Bunalıyorum,nefeslerinin ılık melteminden uzak kaldığım her saniyesinde zamanın.
Saklı itiraflarımı yırtıyorum çaput çaput karanlığımın odasında bir ahşap kutuya.
Ve rüyalarda beni bin şeytan okluyor sevgilim,
Kan kaybediyor kalbimdeki tüm hayallerim üşüyüp uyuyakalana dek...
Hedefiyim düşen meleklerin serin akşamlarda.
Kalbime saplanmış,usul usul odalarıma adım atan bir mızrağın ucuna yazıyorum adını kanımın ılık mürekkebinden süzüp harflerini...
Dünya dört nala dönüyor sevgilim;
Yerinden oynamaz denilen yüce dağlar kayıp düşüyor kıyameti gelince,
Denizler koşuyor üstümüze süngüsüyle emri verilince.
Ve gözlerinde saplı kaldığım,bana adım dahi attırmayan altın çamurundan bu eylemsizlik,
Dönüyor dünya dört nala,
Ve biz tutunmuşuz birbirimize,düşmüyoruz hiç sevgilim.
Kalbime saplanmış,usul usul odalarıma adım atan bir mızrağın ucuna yazıyorum adını kanımın ılık mürekkebinden süzüp harflerini...
Gelgit'isin gözyaşlarımın sevgilim,
Bir söz verdim nefsimde nefesime,
İstesem de kıyamıyorum ne can'a ne Canan'a sevgilim.
Can benim değil,
Değil ki sen...
Kandırıyorum her seferinde bir çocuk gibi hala kağıtlarda ama kendimi,
Sen benimsin sevgilim...
Kalbime saplanmış,usul usul odalarıma adım atan bir mızrağın ucuna yazıyorum adını kanımın ılık mürekkebinden süzüp harflerini...
Demleniyor ruhum kaynayan kumların üzerinde,içimdeki geçilmez çölün mahşerinde...
Tutulamaz bir sac ibrikten dökülüyorum düşürülüp ayaklarının önünde,ayaklarının yoluna sevgilim...
Kumlar içiyor beni yana yana,
Ve kumlar soğutuyor beni koynunda zamanın.
Ben yorulup ölüyorum...
Kalbime saplanmış,usul usul odalarıma adım atan bir mızrağın ucuna yazıyorum adını kanımın ılık mürekkebinden süzüp harflerini...
Kan kalmadı kalbimin durmaz değirmeninden geçecek gayrı sevgilim,
Bir dua'n kanadı olsun soğuyan etimin,
Beni yak,kül et ve savur gözlerinden göklerine sevgilim.
Uçuşayım peşinden rüzgarlara inat yine de ve yine de...


09.39 göğsümü delen mızrak ateş aldı yüreğimden...mızrağın ucu eridi altından ışık rengi bir har ile,karıştı kanıma volkanların kalbi misali ve içimde sen kaldın geriye bir tek sevgilim...

25 Eylül 2025 Perşembe

dokuz oğlumuz öldü güneşin karnında

 
Tertemiz bir göl ayna misali parlıyordu gökte yanan güneşini,
Sudan yansıyan güneşin yüzü ısıtıyordu gözlerimizi.
Kendine bakıyordu bir tanrıçanın kızı göğü üzerine giymiş sudan aynasında mavinin.
Aşkın oku vurmuştu ikimizi de,emindim.
Beyaz elbisesi kandı kalbinin üzerinde,
Keza benimki hala kanıyordu durmadan ama durmadan;
Emindim,
Aşkın oku vurmuştu ikimizi sıcak yüreğimizden,
Sıcacıktı kalbinden akan kanı,
Hissetmiştim sıcağını,
Avuçlarımdaki buzlar erimişti.
Tertemiz bir göl ayna misali parlıyordu gökte yanan güneşini,
Sudan yansıyan güneşin yüzü ısıtıyordu gözlerimizi.
Bu gezegenin en güzel ruhu suya düşen aksi ile konuşuyordu.
Karardı güneş sonra yüzünde,
Zifir bulutlar kapladı bir anda tüm ruhunu.
Ay dahi kara bulutların ardına kaçtı saklandı.
Kan kurudu.
Beyaz gömlekte yakalar düştü.
Jemevu'n ;gözlerindeki güneş inkar etti ateşini,
Düşler sarardı düştü,
Mevsim değişti.
Cennetinin zarları ters döndü yere düştü.
Adımların isteksizce yerlere sürtüştü.
Jemevu'n ; nefesin inkar etti ciğerini...
Tertemiz bir göl ayna misali parlıyordu gökte yanan güneşini,
Sudan yansıyan güneşin yüzü ısıtıyordu gözlerimizi.
Aşk,kanadı sıcacık ve kurudu üzerindeki tertemiz beyaz elbisenin üzerinde,
Jemevu'n ; kuruyadurdu kan ve inkar etti tüm dünlerini...
Kendini kandırdı doğan güneşe gözlerini yumup akşamüstü.
Tertemiz bir göl ayna misali parlıyordu gökte yanan güneşini,
Sudan yansıyan güneşin yüzü ısıtıyordu gözlerimizi.
Jemevu'n ; dokuz oğlumuz öldü güneşin karnında,
sırtını su'ya döndüğün yer öksüz kaldı o günden sonra,sonraki her sabahına...
Oysa tertemiz bir göl ayna misali parlıyordu gökte yanan güneşini,
Ve sudan yansıyan güneşin yüzü ısıtıyordu  gözlerimizi.
Masum çocuklar koşarken dört tarafına mermer sarayların,
Gölgesinde tozlu kırmızı paspasların,atlar sessiz usul usul ağlıyordu...


22.06 cam bıçaklar kesiyordu üşüyen,kanı çekilmiş tüm pişmanlıkları ceplerimizde...

24 Eylül 2025 Çarşamba

göğsümün kuytu limanında

Bir tokat düştü yüzüme gökten inen şimşek misali,
Bir ışık patladı,yaktı canımı bir ışık ilk defa,
Rızkım ataş aldı ağzımda dişlerimin değirmeninde belki ilk belkide son defa.
Bir cümlenin bile hakkını gözeten içimde kafesli ruhum,
Bir cümle için bir ömürdür tövbede oysa...
Cümle cümle hesap veriyor etim,ruhum şimdilerde;
Gönlüm yanlışa her daim karşı,
Ve sırf bundan sebep,
Dön dolaş bu bir köşesinde şeref aradığımız şu düzen,
Bir eski duvar önünde gözüm her gün yaşlıdır.
Bir tokat düştü yüzüme gökten inen şimşek misali,
Haksız canımı yaktı asırlık bir sevda,
İçimde ipini dalına dolayan bir zaman,
Salıngaç mı yaparsın kendine infaz mı yoksa bir türlü geçmeyen bu saatleri.
Ve içindeki şüphenin durmadan kazdığı ellerimizden örülü bu sevda,
Sence de aşk'ın kırılmaz kabuğunu kırmaz mı;
Etme o zaman,
Kıyma hakkına bu sevmelerin.
Harcına yaşlarımızı kardığımız ömrümüz kadarlık şu mavi dünya,
Ve yakmaya değmez hiçbir yarın içimizdeki güzellikleri inan ki.
Bir tokat düştü yüzüme gökten inen şimşek misali,
Gece üç belki iki bilmem,
Uyandım buz gibi bir denizin dibine,
bir nefes bile tutup biriktirmemişim üstelik içimde,
uçuyordum sadece akşamda ve gecede öylece...
Paslanan bıçağın tenimde dövülmesin sevgilim,
Bırak kesmesin yorgun düşen kılıcın gerekse de belinde,
Ben savaşır kazanırım senin her savaşını o güzel vatan toprağı gönlünde...


07.57 sabaha yürüyen,başından dumanlar tüten iki bacaklı vapurların mavi patikası...
ve tüm seferleri iptal yüreğim atıyor göğsümün kuytu limanında...

22 Eylül 2025 Pazartesi

Can bir rüzgara çarpmış ağaç direkte tellere düşmüş

Adım sevda olmuş,
Ruhum tütmüş,keçem bitmiş.
Her gece uykumdan oşür düştüm durdum.
Kimsesiz kabirde duasız kaldım.
Et çürüttüm,nefes yaktım,
Prangalarda yılları saymadan düştüm,
Ayaklarıma demirler doğurdum,büyüttüm,
son nefeslerini aldım ektim yeniden büyüttüm;
Adım sevda olmuş,
Ruhum tütmüş,keçem bitmiş.
Şiirim yunus olmuş susmuş,
Ayaklarım mecnunu anmış durmuş,
Gözlerim veyseli duymuş,
Yan yan kül olmuş dökülmüş kavrulan yüreğim,
Adım göklerin gölgesine hapsolup beyazıd olmuş,kahrından ölmüş;
Adım sevda olmuş,
Ruhum tütmüş,keçem bitmiş.
Can bir rüzgara çarpmış ağaç direkte tellere düşmüş,
Kurtaramamış hiç kimseler,
Dar ağacında ibret olmuş kefenden beyaz teni.
Adım sevda olmuş,
Ruhum tütmüş,keçem bitmiş.
Karanlık çökmüş,gölge göçmüş,
Ocakta son kalan şehit odunların çıtırdayan ninnisi kulağıma merhemini sürmüş...


22.58 dar gelen kefenler yırtılıyordu akşamda,
Göğsüme sığmıyordu güneşten borç aldığım nefesler...

Boş bahaneler

 
Boş bahaneler,
Binbir masum yalanı gönlümün,seni görmek için.
Beni örten perdesi eskilerden günlerimin,
Burnu akan çocukluğumu saklar dağlarımdan,
sayıp yüze kadar bu oyunlarından şu soysuz şehirlerin.
Boş bahaneler,
Binbir masum yalanı gönlümün,seni görmek için.
Yağmuru bitmiş kesik suyu bulutların,
Meğer dikeni konuşurmuş güllerin,
Goncası konya şekeri imiş lalenin.
Bitmiş azrailin cebinde kalmamış hiç ölüm,
Bileti yok artık o vaadedilen cennetin,
Dolmuş taşmış gözlerde yanan o binlerce cehennem,
Kalmamış bize gidecek kötü yada iyi hiçbir yer.
Yersiz yurtsuz kimsesiz ve öksüz doğar ve oysa her kelebek,
Yemyeşil lahanalar yaprak yaprak oldu sevda mektubunda binbir gün.
Boş bahaneler,
Binbir masum yalanı gönlümün,seni görmek için.
Duvarlarım ağladı seni görmek için,
İyi haydi ağlama dedim kalbime götüreyim dedim seni onun yanına.
Bitmedi gece,bitmedi ataş,
Kül yandı da ha yandı,
Tüm yalanlar ele verdi kendini,
Doğrular doğruldu da çatırdadı bu yalan dünyanın beli.
Sonra kokunu özledim geldim sana,
Bir şey arıyormuş gibi yaptım yaptım da durdum yanıbaşında...
Boş bahaneler,
Binbir masum yalanı gönlümün,seni görmek için.
Sallandı mı yer,
yoksa bir zelzele mi var yumruk yumruk göğsümü sallayan kalbimde sevdanla.
Bir gölge mi düştü sakın ama sokağın lambasından duvarına çarpıp üzerine.
Savaş mı çıktı yoksa ne bu göğsümün kafesi ardında patlayan yüzlerce bomba sanki kalbimin sesi ummanda...
Boş bahaneler,
Binbir masum yalanı gönlümün,seni görmek için.
Biraz eksik az sökük bir hırka,bir tılsımlı göynek,
Yeter bin savaşı aşmama,
Üç kelimen yeter canımı almaya,vurur öldürür beni,
On ok saplansa sırtıma,
Bir hançer sökse boydan boya göğsümü alamaz canımı asla.
Gözlerin sussa yakar kül eder beni...
Boş bahaneler,
Binbir masum yalanı gönlümün,seni görmek için.
Balıklar kanat çırpmış uçar olmuş,
Kuşlar bulutlara yuva asar olmuş,
Ejderler göklerde kervan kurmuş yürümüş,
Sen başını tut koru yazmalarla Allı morlu,
Tanrının saklanbacı bu,koş saklan bekle sana çık gel dememi,
Yeter ki benden başka kimseler seni görmesin...
Boş bahaneler,
Binbir masum yalanı gönlümün,seni görmek için.
Treni hiç gelmez garların köyleri,
Yalnızlık meler sadece çayırlarında tüm sensiz düşlerin.
Açılmış camdan taze çiçeklerin kapağı sanki,
damlamış saçına gece boyu balı...
Değsem sen uyurken burnumu saçlarına,
Uyurum tüm sonsuzluklara o bana tek varlığının eşsiz kokusuna kurban verip olan dokuz canımı da...
Boş bahaneler,
Binbir masum yalanı gönlümün,seni görmek için.
Su yutmuş öksürmüş bir balina lacivert okyanusunda,
Sırtına vurmaya gitmemiz lazım seninle.
Kıramamış bir fındığı protez dişli bir sincap,
Yardıma koşmamız lazım.
Bir savaş çıkmış gül ile bülbül arasında,
Batan dikenleri tek tek sabaha kadar sürecek bir ameliyatta çıkarmamız lazım.
Felek rüzgardan tersine dönmüş kan rengi çatıda,
Yürek çekiyo mu çekmiyo mu mutlaka göz göze bakıp birbirimize çevirmemiz lazım...
Boş bahaneler,
Binbir masum yalanı gönlümün,seni görmek için.
Beni acılar büyüttü,süt tası demirden değdi de yandı sineme.
Baktım ki camsız taş pencereden dağlara,
Binbir uçurtmayı salmış kanat kanat göğüne sanki tanrım,
uçuşur şiir olup o kuşlar göklerden kırmızı akşamın şafaklarına dek...
Bu can bana fazla,bu can bana yük,
Al beni benden kopar,
Benden düşüp eksileyim sana...


22.28 kurban düşülesi fresk dudaklar diz çöktürdü tanrıyla bilek güreşinde taş kesen kendini unutan ruhuma...

Boş bahaneler arıyorum seni durmadan,her dakikana şehzaden olup görebilmek için...

Bir kanadım kan revan bir derviş,kırılmış düşmüş

 
Bir kanadım kan revan bir derviş,kırılmış düşmüş.
Bir kanadım derman,bir tabib elinden eğrilmiş pişmiş.
Mızrap düşmüş,ceviz bağlamanın göbeği çatlamış.
Her yer çakal dolmuş taşmış,
Kuzular çiçek olmuş açmış,
Bir cehennem ataş almış dünyaya düşmüş,
Kuşlar dallarından şaşmış yere bakakalmış...
Bir kanadım kan revan bir derviş,kırılmış düşmüş.
Bir kanadım derman,bir tabib elinden eğrilmiş pişmiş.
Ağacın boğazını kesmiş kör mü kör bir balta,
Evi göçmüş gitmiş on kuşun,
Yuvasız kalmış iki yavru dere yeşilde kayalarda.
Yüz karınca elinde saman sapı koşmuş mızrağıyla en amansız düşmana...
Bir kanadım kan revan bir derviş,kırılmış düşmüş.
Bir kanadım derman,bir tabib elinden eğrilmiş pişmiş.
Bir yanım sayfalar mektuplardan bir koca kanat,
Diğer yanım ateşin ortasına düşen bir kutu kibrit gözlerimde...
Kim uçsa kim tutuşsa aşka saysın kabrimi,
Bir sızının şehidiyim,
Bir savaşın masumu yıkık dökük bir hanede.
Bir kanadım kan revan bir derviş,kırılmış düşmüş.
Bir kanadım derman,bir tabib elinden eğrilmiş pişmiş.
Tek başına gülmek doğmaz asla güneşini ,
Bi başına ağlamak taşımaz denizin şifa tuzunu  tatlı yanağının bucağına...


20.01 bi başına sevda olmaz,olsa olsa susar radyo pili bitip,olsa olsa söner akşamın ılık ateşi sırtımıza son bir kez dokunup öpüp...

21 Eylül 2025 Pazar

demlendi kızgın kumun üzerinde şehir

 
Sözler kıvrılıp uyudu kulağımın dibine sıcağında.
Yüzünü sıcak bir rüzgar okşadı sanki sonra uykusunda.
Kalbi kırılmıştı,
Yer yer çatlaklar yüreğinin duvarında yerinde durmamış yürümüştü.
Gözlerinden işedi sanki hüznü,
Böyle bir ağlama tanımamıştım daha önce,
Böyle bir hissi koklamamıştım hiç ölümün dahi beklemiş teninde.
Sözler kıvrılıp uyudu kulağımın dibine sıcağında.
Yüzünü sıcak bir rüzgar okşadı sanki sonra uykusunda.
Çok beklemişti bir garda bir treni,
Ama hiç gelmemişti.
Yer yer soğuk eli bıçaklı rüzgarlar kesmişti yüzüne yazılı dünlerini...
Sözler kıvrılıp uyudu kulağımın dibine sıcağında.
Yüzünü sıcak bir rüzgar okşadı sanki sonra uykusunda.
Hiç dokunmadım,
Rahatsız etmedim onu,tüm yarınlarını uyusun huzurla diye...
Ve rüyalar "gırrrladı" durdu içimde iyileşmeyen bütün yaralarıma...
" iyileştin mi "der gibi dönüp baktı yüzüme,
" iyileşme çabam yoktu " der gibi sustum kalbine...


11.44 iş,çiş,çüş üçlemesinden demlendi kızgın kumun üzerinde şehir.vapur düdükleri çaydanlık sirenleriydi sanki içimizdeki saklı denizlerin...

20 Eylül 2025 Cumartesi

Ve tanrı deklanşörüne bassın

 
" Gecenin beyin sulaması " gözlerinde bulutunu üzerine çekip örtüp saklanan beyaz yüzlü utangaç ay'ın gölgesine sustukları,
ve perdeden çıplak sırtına düşen gölgeleri gecede şiirlerin.
Seninle bakışmışım oysa ben,
Vazgeçmişim tüm kazanmalarından bu ademoğlu saçmalıkların,
Islak gözlerimde ateş alan incecik bir zehir sanki sonunda ulaşabildiğim bu tek adımımın sığabildiği şu mutluluk taşı,
Bu yaşamak deresi çok soğuk sevgilim,
Çoktan soyundum ben ayaklarımı tüm kafeslerinden zamanın.
Üşüsün içimde huzur,titresin ve uyansın tüm güzel yarınlar,
Gerekli ise ben kaybedeyim tüm savaşlarımı,
Farketmez kaybetmek o zaman,
Yüzümde kocaman bir gülüşün ipini salayım yanaklarımın çayırlarından göğüne tanrıların,
Bir uçurtma gibi süzülsün dans etsin her adımında ışıldayan kuyruğuyla göklerde yüzen aşk;
Ben bu şanlı kaybedişimi kutlayayım ağırlaşıp kapanan gözlerimin kapıları ardında tanrılarla...
Sarcofagus'um ateş alsın etimi terkeden yükselen ruhumla,
yansın binlerce yıl hiç durmadan beyaz kaygan taşında 
" aşk'a inanmak " tüm inançsız gözlere inat gözlerinin karşısında.
Ve ay,güneşin yüzünü örtüp öpsün onu bir uğur böceğinin adımları kadar hareket edip parmak uçlarınca,
Yazsın dudaklarından dudaklarıma kimsenin duyamayacağı,okuyamayacağı şiirimi,
Gözlerinden damlayan yağmurların kokusunda tadayım mısralarını dudaklarında,
Ayrılmasın nefeslerimiz karışıp durmadan ve durmadan birbirine,
Ve bin yıllık sağanaklarının denizi biriksin öpüşmelerimizin çukurlarında sonra,
İçelim tüm denizlerini dudaklarının,
ölüp ölüp dirilip yeniden ve yeniden,
ölümü de soyunabilmek için üryan etimizin ezberlenmiş sayfalarından;
Bakışalım dudak dudağa gözlerimizden içimizin meneviş göklerine,
Tuzlu bir deniz tadı kalsın yanlışlıkla yutulmuş bir mavi deniz gibi genzimizde sonra sevgilim,
gün boyu dudaklarından zihnimin tüm eski  duvarlarına yazılan silinemez kazınanları gibi,
Ve tanrı deklanşörüne bassın,
Kararmış loş gökte bir ışık patlasın sonra,
Ve göklerin duvarına asılsın fotoğrafımız,
Köşesinde küçük harfler ile kurşun kalemden bir " aşk " yazsın ne olur sadece...



09.26 kafası kopmuş putların kitapları yanıyordu gözlerimde sevgilim;ve yer yer dökük bir sarcofagus üzerinde eli kırılmış ve kaybolmuş sönmeyen alevlerin ısıttığı beyaz bir taştı tanrı senin ılık dudaklarında...

Kolu kırılan kaplumbağa zırhına sakladı toplayıp gözyaşlarını

 
Omzumda,o dağın tepesine durmadan taşıdığım dünlerin kesikleri,
Sırtımda kahpe ağrısı almadığım intikamların.
Avuçlarımda kırmızı sular yok,
Kahverengi toprağın mektubundan elime kalan tozlu kelimeleri...
Volesi beğendiğim ruhun kendi kaleme ihaneti,
Söz verilmiş zaferlerin yüzü önüne eğik sessizliği altınlarımın kesesi kızıl kadifeden evinde.
Omzumda,o dağın tepesine durmadan taşıdığım dünlerin kesikleri,
Kalbimde paslı pişmanlığı tetanoz vazgeçmelerinin,
Peşinden yürüdüğüm kaldırımlar ölüyor şimdi yaşlanmadan bile üstelik,
Önünde beklediğim açmadığın kapıları tüm sonların ardında.
Ah merhametsiz mavi şeytan,
Can yakan hiç acımadan,
Konuşmayı bırakan bıçak çeken bakışları ateşten gözlerinin.
Af yok kabrimde beni yaşamın ellerinden çekip kopartan yaraların nezdine.
Omzumda,o dağın tepesine durmadan taşıdığım dünlerin kesikleri,
Cebimde bana miras göğsümdeki taşlara yazıp bıraktığın şarkıları gezegenin,
İçimde hergün ciğerimde acıyan akvaryum porsiyon boğulmalar.
Ölmek eşittir bir,
Büyüğü küçüğü yok ey cebir.
Ruhum sıfır,
Ve yaşamak gözlerinden sürgün bu şehirde sadece emaneti tüm yeminlerimin sevgilim...
Omzumda,o dağın tepesine durmadan taşıdığım dünlerin kesikleri,
Kara merhem dudakların gezinse keşke parmak uçların gibi yaralarımda,
Ve ben vazgeçsem tüm şifalarımdan,
Hiç iyileşmesem,acıyan yanan hiç bir yaramdan vazgeçmesem,
Hergün sana gelsem,seni görsem,soyunsam önüne,
Hergün bıçağını vursan,kessen beni yeniden ve yeniden,
Sürsen kara merhem öpüşlerinden ısıtıp ılık dudaklarını yavaş yavaş yüzünden uğurlayıp yüzüme,
ruhumun tek tek tüm kanayıp kurumuş çatlaklarına sürsen ruhunun ıslak özünü,
Ve ben iyileşsem,yalan söylesem yeniden gelebilmek için yüzünden ayaklarının sarayına,
Kendimi koparıp ruhumdan kabuğunu kanatıp kaldırsam.
Anlasan beni,
Ses etmesen,
Ben dudağının kenarında iskelesine saklanan minik gülüşünü izlesem...
Omzumda,o dağın tepesine durmadan taşıdığım dünlerin kesikleri,
Karşımda aptal tanrıları korkak kölelerin,
Yeniden yeniden beni yerin dibine geri yollayan şu kimseden yana sevilmemiş zaman.
Paralı askerleri ölümlü limitli etlerin,ruhların.
Beni isteyen alamayan rütbeli hıyarlar,
Bileğime kelepçe takamayan şu saat denen esareti yaşamak cehenneminin.
Ve zamansız cenneti gözlerine kavuşan gözlerimin,
Tanrılar banyo yapıyorlar kocaman bir elmastan gölde sevgilim,
Bulutlar işiyor üstlerine gök gürültülü kahkahalarıyla başlarından,
Keyifle gülümsüyor ölümsüz ruhlar ütopyasında birkaç saniyelik mutlu tüm rüyalar,
Umrumda değil bozkırda masumu terkeden,gökte keyif çatan tanrılar sevgilim,
Benim gözlerimde cennetin filmi oynuyor,
Ve ben kapatıp gözlerimi seni düşünüyorum sevgilim...


15.28 fin.

19 Eylül 2025 Cuma

dibi tutan ızdıraplar salonu

 
Bir kere ölmüştüm zaten ey tanrıçam,
Yaşamalıydım bir kez dahi en azından bu sefer,
Üzgünüm sevgilim senden,
Devam etmeliydim,
Mecburdum nefesleri düşüp sayıp içmeye ciğerlerimin hesap makinasına inat...
Bir kere ölmüştüm zaten ey tanrıçam,
Yaşamalıydım bir kez dahi en azından bu sefer,
Seviyordum,
Aklım yitmişti çoktan,
Bulamadım hala bile,
Oysa,
Ölmüştüm gözlerine taa ilk baktığım anda daha,
Sonrası,
Sonrası yok yutkunmalar bahçesi cennetim,
İbadetim koklamak seni saçlarına demirleyip kendimi,
Bir kere ölmüştüm zaten ey tanrıçam,
Yaşamalıydım bir kez dahi en azından bu sefer,
Kabirler daire başkanlığı,
Ağlayan memurlar kaydırağı parlayan bahçelere bakan mağrur tüm pencereler...
Pardon siz ölü müsünüz bayım dedi biri,
Bir kere ölmüştüm ben zaten ey tanrıçam,
Yaşamalıydım bir kez dahi en azından bu sefer,
Seviyordum,
Aklım yitmişti çoktan,
Bulamadım hala bile,
Oysa,
Ölmüştüm gözlerine taa ilk baktığım anda daha,
Sonrası,
Sonrası yok yutkunmalar bahçesi cennetim,
Ve "pardon yaşayabilir miyim sırf sizin için" diye cevap verdi kalbim uzanıp o sabah sana...


01.09 karamelize aşklar tavan arası,dibi tutan ızdıraplar salonu...

dudaklarında büyüyen kiraz ağaçlarına inat koparmıyorum dalından hiç bir öpüşmeyi

 
Sevdalı gönüllerde bileylenen sevmek;
Öyle keskinsin ki tutmak imkansız sanki,
Düşler kesik,
Umutlar kesik,
Umutsuzluk kesik.
Sevdalı gönüllerde çekiç çekiç dövülen sevmek;
Öyle kor'sun ki üflemek faydasız sanki,
Yüzde mutluluk yanık,
Nefesler yanık,
Aşk kül be kül sadece...
Sevdalı gönüllerde ateşten suya verilen sevmek;
Öyle duman duman ki her şey nefes almak imkansız sanki,
Gözler is kokan bir sevdanın yaprakları kurumuş yaşını suluyor,
Kalbim;ısırmış kapalı dudaklarının ardında dilini,
Ve yumruklarını sıkıyor saklanıp ceplerinde...
Sevdalı gönüllerde başı okşanan ipek saçları rüzgarın parmakları ile titreşen sevmek;
Yüreğime sapladığın bir kuyum sanki parlayan paha biçilemez taşları ile üzerinde bu hançerden aşk...
Tüm yakutlar kan revan ellerimizde...

00.35 dudaklarında büyüyen kiraz ağaçlarına inat koparmıyorum dalından hiç bir öpüşmeyi;seni tırmanıyorum ve dalından koparmadan kapatıp ardıma dek gözlerimizi,
öyle öpüyorum ruhundan seni...
tüm kırmızılar öldürüp kendini önümüze yığılıyor sevgilim,
Çıplak ayaklarımıza güllerden bir halı seriliyor gözlerimizde düşüp ardı sıra...

sırtımda ıslanan kainatın tüm kanunları

 
Zaman,siliyor etimizi günlerin sayfalarından sevgilim.
Kayboluyoruz yavaş yavaş dakikaların sahnesinden.
İki sayfalık rolümüzü yuhluyor ceketini giyemeyen beceriksizler.
Kovalıyor hala kediler kuşları,
Kalpsizler sevenleri...
Zaman,siliyor etimizi günlerin sayfalarından sevgilim.
Kayboluyoruz yavaş yavaş varlığımızın  sahnesinden.
Birkaç haftalık çimler ve kelebekler imreniyor halimize,
Acıyor bize kaplumbağalar ve zeytinler...
Acıyor ruhlarımız üşümüş titreyen gülüşlerimize takılıp bir tramvay gibi kışların yarı açık kalan kapılarına tutunup...
Düşüyor kanayan dizlerimiz çocukluğumuzdan,
Tozlu bir ses alkışlıyor kulaklarımızda bizleri,
Gramafonda eski bir piyano çıtırdayıp ağlıyor.
İpini kemiriyor ağzında kendi yolunu usul usul yürüyen özgür bir at.
Zaman,siliyor etimizi günlerin sayfalarından sevgilim.
Kayboluyoruz yavaş yavaş birbirimizin sahnesinden...
Bıçaklanıyor kafasında tacı varken dahi bir kral,
Rüzgardan hızlı koşuyor sırtı yanan bir tazı,
Sanki ölmeye acelesi varmış gibi...
Dört nala koşulan kabirler kabaresi gülüşüm yüzümde,
Yüzümde bir sen,
Yüzümde saklı bir akşam güneşi batıyor,
Koşuyor merdivenlerden tırmanıp gözlerimde göklere aylara sanki,
Yanağımda ılık bir mektup misali dudakların hatıralarımın kapısını çalıp çalıp zamanı kapılarıma kazıyor...
Yüzümde bir sen,
Yüzümde bir sevda çığlık çığlığa,
yankı yankı sessiz akşamında sokağın,
Kendi kendine,sanki kendini doğuruyor...
Zaman,siliyor etimizi günlerin sayfalarından sevgilim.
Kayboluyoruz yavaş yavaş yarınların sahnesinden.
Bize çürümüş tahtalardan kocaman bir bugün ağlamaklı el sallıyor...
Zaman,siliyor etimizi günlerin sayfalarından sevgilim.
Kayboluyoruz yavaş yavaş birbirimizin sahnesinden...
Bin yıl bozulmaz denilen bal,
parlayan dudaklarımızda yalanlar ile unutulup bozuluyor...
Sevdalı arılar bizleri dilimizden yakalayıp sızıdan dövülmüş kıçlarındaki hançerleri ile acıyla bıçaklıyor...


00.27 kainat kanunları sırtımda terlemiş üşürken,bir gaz lambasının keçesi duvara vuran gölgesi ile dans ediyordu...

18 Eylül 2025 Perşembe

itirafname-i yürek

 
Seni seviyorum şafak vaktim.
Seni seviyorum alacakaranlığım.
Seni seviyorum ey kuşluk zamanım.
Seni seviyorum ikindi rüzgarım.
Seni seviyorum seher yelim.
Seni seviyorum öğlenimin gölgesi.
Seni seviyorum rüya zamanım.
Seni seviyorum düşler sokağım.
Seni seviyorum memleket yolum.
Seni seviyorum belimde çaput kuşağım.
Seni seviyorum başardım hissim.
Seni seviyorum yenilgilerimin gözyaşı.
Seni seviyorum sivri kurşun kalemim.
Seni seviyorum avcumdaki ıslak heyecan.
Seni seviyorum akşamımın kızıl güneşi.
Seni seviyorum tek teli kopuk bağlamam.
Seni seviyorum yer soframdaki huzur,
Masamda gecem,masamda tek mum alevim.
Seni seviyorum mavi sevdam.
Seni seviyorum karanlık akşamım.
Seni seviyorum saman kağıdımın kokusu.
Seni seviyorum defterimde giz'im.
Seni seviyorum gölgemde güneşimin ışıklardan lekesi.
Seni seviyorum yazdığım,çizdiğim.
Seni seviyorum su kenarında bağdaşım.
Seni seviyorum susuzluğum,
Seni seviyorum suya vuslatım.
Seni seviyorum içine katladığım kağıtlar.
Seni seviyorum düşüne sardığım limanlar.
Seni seviyorum sararan kuruyan yollar.
Seni seviyorum bülbüle vurgun güller.
Seni seviyorum elimde burnumda sıcak ekmeğim.
Seni seviyorum annem kokusuna tek yanılgım.
Seni seviyorum su sesim.
Seni seviyorum duvara asılı şiirlerim.
Seni seviyorum dünlerim.
Seni seviyorum ey yarın.
Seni seviyorum yalnız senin kocaman bir "ŞU AN".
Seni seviyorum acım sızım kederim.
Seni seviyorum ey ruhum.
Seni seviyorum solmuş deli gömleğim.
Seni seviyorum dalda yakut küpe güzel kirazım.
Seni seviyorum memleket kokum.
Seni seviyorum limon çiçeği gelinliğin.
Seni seviyorum gecede üryan adımlarım.
Seni seviyorum beni sana taşıyan tılsım dualarım.
Seni seviyorum bal.
Seni seviyorum elimde yeni doğmuş sıcacık yumurta.
Seni seviyorum sabaha karşı doğumunu izlediğim yeşil filiz,
Çığlık çığlık taze tomurcuk doğuran toprağım.
Seni seviyorum yoğurda çorbam.
Seni seviyorum uğruna yattığım rüyalarım.
Seni seviyorum üşüten yazım.
Seni seviyorum elimi terleten kışlarım.
Seni seviyorum yüzünde sana miras gülüşlerim.
Seni seviyorum tüm çözümler.
Seni seviyorum çözümsüz kesilesi düğümler.
Seni seviyorum açlık.
Seni seviyorum susuz günlerimin çölü.
Seni seviyorum ey kalbim.
Ruhumda her gün bıçaklanan umutlarım.
Seni seviyorum unutulası sözlerim.
Seni seviyorum kendimi kesen belimdeki kılıç.
Seni seviyorum beni sokan arı.
Seni seviyorum sağır sevdalar yelkenim.
Seni seviyorum yokluk.
Seni seviyorum tüm varlığım.
Seni seviyorum ey dünya.
Seni seviyorum beni ısıran köpek.
Seni seviyorum kanımı içen sivrisinek.
Seni seviyorum huzurum.
Seni seviyorum fırtınalarım...


20.17 itirafname-i yürek.

17 Eylül 2025 Çarşamba

dikilesi soysuz ölümler bahçesi

 
Sırtlan bakışlar iğneliyor ruhumuzu,
Yorulup kopalım düşelim istiyor tüm yürüdüklerimizin dibine yeniden yeniden hepsi,
Ağacından düşen kuşların kaderi nefeslerimiz.
Bir baştan başlamalar atlası,
Ebesi hep sen kal hainliği oyunda belki,
Suçlu kim bulmak zor değil,
Kimler gülümsüyor ise zehir orada ortada zaten,
müebbeti hakediyor demek tüm bu zavallı aciz ruhlar...
Saat,tam şu an bileklerimizde,
Korkak titrekler mezarlığı gecede nefes alan tüm çiçeklerin ayakaltı cesetleri...
Sırtlan bakışlar iğneliyor ruhumuzu,
Aslanlar kafesinde aç bırakılmış bile bile,
Zayıflıyor keskin kılıçlar oksijenlerin paslı dişlerinde...
Zaman,limansız sırtlanlar zamanı,
Korsanlar çaldıkları tac'ı takıyor peşi sıra,
Kahramanların kılıçlarını çalıyorlar kabirlerinden,
Kahramanlık sadece parlayan keskin bir demirmiş gibi...
Ruhlar sanki terazide tartılırmış gibi...
Yirmibir gram mı ? Hadi oradan ruhsuz köpekler.
Zaman,limansız sırtlanlar zamanı,
Korsanlar çaldıkları tac'ı takıyor peşi sıra,
Aslanlar bitap biçare,
Yarı uykuda tüm yüzüne soysuzca üflenmiş zehirli ölümler.
Sırtlan bakışlar iğneliyor ruhumuzu,
Aslanlar,hakk'ın günaydın'ını bekliyor dört göz ve bir kör hançer ile...


18.22 dikilesi soysuz ölümler bahçesinde can suyunu bekliyor yeşil filiz aşkların kaderi...

16 Eylül 2025 Salı

bıçaklanan ağaçlar zamanı

 
Sadık bir köpeğim avuçlarında oturup akşama dek gözlerimde seni bekleyen,
Umrumda değil ne yemek ne de su,
Düşten düş bir bahçe bana senden emanet.
Ve senin dudaklarında bir bülbül her sabah,
Gözlerim kulaklarım bir bayram günü ne zaman seni görsem duysam yanımda...
Ah aaahh sevgilim;
Ruhumda kafeslediğim yüzlerce şeytan var,
Sen yanımda ol yeter,
Merak etme uyurlar hepsi sesinin ninnisinde mahşere kadar...
Sadık bir köpeğim avuçlarında oturup akşama dek gözlerimde seni bekleyen,
Ve sevmek,sevgilim,bir mıh gibi çakılı durmaksızın kan sızan sızılı kalbimde...
Belki sever mutlu olurum,belki sever ölürüm,
Son dileğimdir kayda geçsin,
Akdeniz köylerine gömülsün etim,
Bir limon ağacı köklerinden içsin kanımı,canımı;
Ruhum açsın bir dalda bembeyaz,sapsarı.
Ve kopar beni koklayıp saçlarına sakla sen beni sevgilim...
Sadık bir köpeğim avuçlarında oturup akşama dek gözlerimde seni bekleyen,
Senin dudakların bir tırtılın kozası,
Ne zaman açsan konuşsan kelebekler uçuşur dudaklarından şiirlerinin çayırlarınca,
meneviş rengi şiirlerce sevgilim...


18.15 bıçaklanan ağaçlar zamanı...

15 Eylül 2025 Pazartesi

Soğuk karpuz kokuyor güneşin taradığı saçlarının ardı

 
Soğuk karpuz kokuyor güneşin taradığı saçlarının ardında seni bekleyen bir bahçe,
Bahçende inceden akan bir deniz kıvrılıyor ağaçların gölgelerinden vazgeçip.
Gecenin çığlığı bir soğuk ısırıyor ıslak boynumdan beni.
Kim üflese düşüyor ağaçta saklandığı yuvasından masum karnı aç çocuklar...
Ya yaşamak ya ölüm zaten ardından geriye kalanlar.
Soğuk karpuz kokuyor güneşin taradığı saçlarının ardında seni bekleyen bir bahçe,
Göğün fenerleri bir yanıp bir sönüyor sanki sırayla gözlerinde ışıldayıp,
Düşler mumyalanıyor gülüşlerinde,
Ölüler,canlı mı canlı dalgalanıyor göklerde...
Soğuk karpuz kokuyor güneşin taradığı saçlarının ardında seni bekleyen bir bahçe,
Bahçede kırmızı bir günah parlıyor dalında,
Avuçlarından kum olup akıyor sarfetmeye çalıştığımız tüm sözler dilimizde.
Soğuk karpuz kokuyor güneşin taradığı saçlarının ardında seni bekleyen bir bahçe,
Eski tozlu bir köpek bekliyor tüm unuttuklarımızı,
Korka korka kahraman olan çocuklar parkı yüreğim,
Üç atsa göğsüm,beş kanar ahım.
Sus sen,
Sus ki taşa basayım tüm kaşınan dün yaralarını sinemde.
Sus ki dursun dönmesi ızdırap şu dünya,
Diz çöksün akşamlar kağıtlarımdan selamsız kaçıp...


18.44 aşk üfledi nefesini dumanına,dem ağladı miras miras duvardaki yuvasına...

13 Eylül 2025 Cumartesi

şiir,kekik oldu bitti dilin çayırına

 
Kıl çadır tahta kaşık.
bu sebepten dahi,
Aramaz etim altın tabak yağlı lokma.
Güldük mü güneşi ısırır ısıtır ruhum,
Mutluluk bereketi toprağın malum,
Lakin;
Kızmaya duralım,
Dağlar bile kaçıp saklanır bizden.
Ölsek bin de,
Kinini ekip biçer mutlaka,mezar dahi aramaz şu keskin mi keskin halı'm.
Tok kölesiyim mavi gezegende gökte tanrıya yürüyen taş merdivenlerin,
On gündür açım,
Yüz gündür tok her şiirde...
Kıl çadır tahta kaşık.
bu sebepten dahi,
Aramaz etim altın tabak yağlı lokma.
Tek derdimiz sevda,
Tek derdimiz kül,
Belkide aynı her ikisi de...
Zaman öldürmez beni,
Dokunur tat verir güneşimden etime,
Dağda kekik değer de burnuma,
Dilime düşer tadı belki bir avuç bal ile.
Uçar gider acılarım,sızılarım bir bir sonra,
Güneş ölse,tüm alem tüm yıldızları sönse de tepemizde,
Bana işlemez beni büyüten karanlıkların zifri,
İçimde sevdanın bir tırnak mum alevi dursa yeter,
herşeyi yine de görmeme...


08.40 şiir,kekik oldu bitti dilin çayırına.

o destanların kızıl şafakları

 
Güneş,topladı pılını pırtını düştü bir turnaya düşüp sevdanın yazdan yoluna,
Gayrı seherin yeli üşütür bizi...
Beyaz bir parça çaput gökte biçili maviye kefen diye,
Karanlığa düştü ruhum,
Yıldızlarını yaktı karanlıklarıma memleket kokulu bir sevda.
Mevsim kışı boyadı sokaklardan sararıp,
Sızılar bizi yaşatmak için tutuştu tenimizde.
Güneş,topladı pılını pırtını düştü bir turnaya düşüp sevdanın yazdan yoluna,
Gayrı seherin yeli üşütür bizi...
Koca cihan diz çöker titreyip su misali bir aşk'a,
Kurur hasretin sarmaşığı kollarında sararıp solup dudaklarım,
susuzluk olur bu mavi çölde yolumun adı.
Kul düşer,dökülür zaman kum olur,
Yanıp tutuşan masum dualar kül olur,
Eser yel alır götürür bizi...
Güneş,topladı pılını pırtını düştü bir turnaya düşüp sevdanın yazdan yoluna,
Gayrı seherin yeli üşütür bizi...
Tenimde bir cehennem ateşi son bulur,
Günahkar bir sessizlik dudağımda bir nefes'e tutunup azad olur...


16.39 ızdırabın yumuşak toprakları yapışıyordu adımlarıma...yürüyemez oldu yüzümde o  destanların kızıl şafakları...

12 Eylül 2025 Cuma

ağıttan masal büyütür üzümler

 
Nasip olsa düşse elin elime,
yuvasından düşen bir kuş gibi tutsam onu avcuma,
Kime sorsan,
cehennemin külhan alevleri can yakıyor şu bi günlük yüzüne.
Ben kanatlarımı feda verdim oysa sevdanın ateşine,
Uçmasam da şükür,
Yürümek mecnundan miras etten adımlardan suretime...
Nasip olsa düşse elin elime,
yuvasından düşen bir kuş gibi tutsam onu avcuma,
Bir melek anam,
Uçmasa da,çayırımda gül olur açar düşüme.
Kime sorsan,
Kaybedildi tüm savaşları içimin dışımın,
Kime sorsan,
Zaferler yağmur olur düşer toprağın içtiği akan kan ırmaklarına,
Düşler açar,
Düşler solar.
Kaleler yıkılır,yaş alır düşer,
Keskin kılıç gün gelir lal olur,
çolak kol onu kefeni diye bi çaputa sarar...
Sevda kana karışır,
Toprağa düşer...
Adı yas olur aşkın,
El alem "sus olmuş" der çağırır...


07.48 ağıttan masal büyütür üzümler;derdi toprak içer temizler de,masalı üzüm anlatır...

11 Eylül 2025 Perşembe

Ellerimiz arıyor zamanı

 
Bu bir aşk körebesi sevgilim,
Kapatılmış gözlerimiz tanrının evlatları tarafından bile bile belli ki,
Yürüyoruz karanlık adımlarımızda suçsuz masum yürüyemeyen eski bebek hallerimiz gibi.
Alışkanlık olsa gerek,
Birbirini usul usul izliyor ayaklarımız güvenip diğerine her adımında,
Ellerimiz arıyor zamanı bu zifir zamanda görünmeyen yollara dokunup dokunup.
Bu bir aşk körebesi sevgilim,
Kapatılmış gözlerimiz tanrının evlatları tarafından bile bile belli ki,
Öyle zor,öyle imkansız,
ruhuna ses veren,su içiren ruhu bulmak buralarda...
Ve ruhuma ses verdin sen bu karanlıklarda,
elime değdi sesin ötelerden,
Tuttu ruhun,ruhumu,
düşmesin çocuk gönlümde titreyip yüreğimin dizleri diye...
Bu bir aşk körebesi sevgilim,
Kapatılmış gözlerimiz tanrının evlatları tarafından bile bile belli ki,
Ruhum,buldu ruha sesi düşenimi,
Artık yürümesek de olur sevgilim,
Duralım seninle tüm sonlarına dek bu mavi gezegenin,
Gözlerimizde bu derin bu büyük karanlık,
Kapatırken tüm görüp göreceklerimizi önümüzde ardımızda,
Elin elime emanet,sıcacık anamın kucağı sanki,
Bu saatten sonra,elin elimde bir zeytin fidanı,
Hiç konuşmasak değil,hiç ses etmesek bir daha dahi,olur...


08.07 dermansız dert vermedi Hakk.
Reçetesiz aşk'ı açtı yaram tenime...

Kalbimde bir savaş sustu,ve bir sessizlik kazandı harb'ı

 
Yar gözüne değdi bir orman doğdu büyüdü gözlerimde.
İçim içime doğdu büyüdü güneşi aramadı göğsüm,
Kalbimde bir savaş sustu,ve bir sessizlik kazandı harb'ı...
Bir köpek uyudu ruhum eşiğinde,
Bir göğercin kondu evi saydı başım üstünü,
Derdin üstüne serdi yuvasını,
getirdi toplayıp çalı çırpısını...

Yar gözüne değdi bir orman doğdu büyüdü gözlerimde.
İçim içime doğdu büyüdü güneşi aramadı gönlüm,
Süzüm süzüm süzüldü o nazlı adımlarında mahşer gibi bir sabah,
Yarin gülüşüne karardı etraf unutup sabah olduğunu,oysa daha yeni doğduğunu...
Yıldız yıldıza düştü sarıldı,
Tutuldu ay'ın beli gökteki tek lambasına...
Zifir bir sensizlik kapattı tüm gözümüzü,kalbimizi...


Yar gözüne değdi bir orman doğdu büyüdü gözlerimde.
İçim içime doğdu büyüdü güneşi aramadı avcum,
Yardan bir haber verin,
Sağır kulaklarımda bir bağ üzüm salsın,
Eğsin bereketten başını yeşilden bir zeytin ağacı,
Taşsın yolundan yatağından soğuk bir bıçak gibi  turkuaz bi ırmak,
Alsın derdimi sürsün götürsün,
Derdimi içen deniz kararsın kükresin,
Gemiler göğsüne sokulup saklansın...


Yar gözüne değdi bir orman doğdu büyüdü gözlerimde.
İçim içime doğdu büyüdü güneşi aramadı ruhum,
Büküldü kemiklerim,
Çatır çatır kırıldı tüm gururlarım.
Eridi üzerimde zırhım,
Miğferim yarısın yarıya kesildi.
Yüzüm ortaya düştü göründü...
Yaralanabilmek bile şükür ister,bilmelisin.
Yaralarını sevmek sarılmak büyük bir dervişin ermişliğini saklar göyneği cebinde...
Salt beklemekle derviş düşmez dalından.
Hissetmelisin bunu taa içerinde...


Yar gözüne değdi bir orman doğdu büyüdü gözlerimde.
İçim içime doğdu büyüdü,güneşi aramadı yeniden erimek dövülmek isteyen süngüm,
Kalbimde bir savaş sustu,ve bir sessizlik kazandı harb'ı...
Yardan bir haber verin,
İçim kavruldu kurudu,
Güneşte ışıldayan tuz taneleri parladı yerde ve bir çöl kıskandı senin parlayan yüzünü en derininde...


22.18 her sabah başka bir kainatın yıldızını çağırıyordu sanki.her güne doğan güneş başka başkaydı...
o gün,cennetin güneşi gelip çalmıştı gözlerimizin kapısını belki; 
beni ne istese kolayca bile isteye kandırmıştı 
ve almıştı kendimden çalıp beni...

kavrulan ruhlar ve kül ocağı

 
Bir salyangoz sarmalı.
Yavaş mı yavaş akan nefeslerin krallığı.
Arkada parlayan ıslak adımların ışıldayan nehirleri.
Kalbe saplı koca bir bıçak,
Çıkaramadım,
Çıkaramadılar...
Sızar inceden dışıma kırmızıdan yaşları.
Bir salyangoz sarmalı.
Yavaş mı yavaş akan nefesler krallığı.
Etrafta koşan koşturan rüzgar hızlısı korkaklar güvertesi.
" konuşmaz o " demişler,
" neden dilsiz midir " sormuşlar,
" bıçağı vardır keskindir göğsünde ama kullanmaz " demişler.
Kimbilir belkide bilmişler...
Bir salyangoz sarmalı.
Yavaş mı yavaş akan nefesler krallığı.
Nefeslerin yavaşlaması gerek ey adem evladı,
Hızlandıkça biz,
Kokusu kaçıyor bizden yaşamanın.
Yürüyen mezarlıklar voltası sabahların yolları.
Gülmek,dualardan mirası olmuş bir annenin dilinden,
Evladının alnına dudaklarından yazılı...
Bir salyangoz sarmalı.
Yavaş mı yavaş akan nefesler krallığı.
Sevgisizlik kesmiş el keser gibi kalbini,
Sevgi damlamış gönlünün toprağına,
Yeşil bir filiz bebek baş vermiş göğsüne...
Doymuş aşk,
Doymuş meşk,
Kış bahara düşmüş,
Göz gözündeki kainatına...


20:13 kavrulan ruhlar ve kül ocağı.

9 Eylül 2025 Salı

Soysuz köpekler şafağı

 
Soysuz köpekler şafağı.
Koşturuyor dört nala kelebekler dallardan sabahı.
İhanet,tasması insanın.
Ve boynuna takılı tüm özgür esaretlerin yalanı.
Çırpılası düşlerin bulutlarda pamukları.
Akşamı topla ak düşen saçlarından tel tel tanrının,
Bir türkü çalsın sazı o eski güzel baharın...
Soysuz köpekler şafağı.
Dişi kesmez bıçakların güneşi kandıran çalıntı ışıltısı.
Emekler ve dilekler.
Toprak dostunu satmaz asla,
Ama dostu satar toprağı.
Daldaki yuvası tüm çocuk hayallerimin,
Beni besleyen yeşil dalları gökte o yaz zamanın.
Beni bırakma sensiz,
Ver elini ey tanrım.
Yağdır yağmurunu kupkuru bir çöl sabahın,
Dök denizini üstüme çevirip şu maviden tüm dünyanın...
Soysuz köpekler şafağı.
Yapayalnız savaşlar,kuru taşlar ve bağrıma bastığım gezegenin zirvesi...
Kiralık smokinler akşamı,
Kirli bir cam kenarı uykusu,istemsiz düşülmüş rüyalar vakti.
Soysuz köpekler şafağı.
Ve ihaneti içen karıncalar uçuşuyor en çok tapınaklarda.
Saz,tele vuruyor yolunu.
Bam,şimşek çakıyor kalbinden göğsüne...


22.09 türkçe yaralar zamanı.

8 Eylül 2025 Pazartesi

bir kalemucu delik ile bin cennete kavuştum

 
Cımbızla tutulan ölümler çekiyor katarım,
Kervanımda taşsız adımların kabirleri,
Duasız kimsesiz isimsiz mezarlar dört bir yan.
Söve söve bitiremediğim kalelerin duvarları,
Topa tutulan yüzümün gedikleri kan kaybediyor gökte yağmurlardan...
Sevsem bir,
Sövsem bin sefer başlar gözlerimden,
Sussam binbir günün hapsi dilimde bir dervişin.
Cımbızla tutulan ölümler çekiyor katarım,
Kervanımda taşsız adımların kabirleri,
Kafamda karanlık yanık et kokusu bir uzay,
kafamda solucan deliği durmadan dönen bir zaman fırtınası var.
Bir bugündeyim,
Bir merdivenlerde seni bekleyen bir çocuk olup ikinciye doğuyorum...
Kaç can koydun yüreğimin kesesine ey tanrım,
Öl öl bitiremiyorum,
Cımbızla tutulan ölümler çekiyor katarım,
Kervanımda taşsız adımların kabirleri,
Kafamda bir sen,
Baktığım yere düşüyorsun,her yer bir sen gölgesi...
Işıklara ihtiyacım yok hiç,
Yetersin sadece sen bana,
Tüm başkalar varsın gitsin,değeri yok hiçlerin bile.
Kalbim,dört delik bir avuç bir çukur,
Bir sen bir ben yeterdik hep bize,
Çimento döküyorum bu kanlı çukurda ikimiz üzerine...
Cımbızla tutulan ölümler çekiyor katarım,
Kervanımda taşsız adımların kabirleri,
Seni uyuyorum,seni uyanıyorum,
Özleminden kavruldum kar'a düştüm,
Düşüne üşüştüm,
Sana ezildim,elmas'a dönüştüm,
Işıldadım ışıldadım da,bir güneşle tutuştum,
Ve bir çölde sana dönüştüm...;
biz'e kavuştum...


22.07 yazılıp buruşan kağıtlar atlasında,silinip silinip kararan bir ize dönüştüm.Her yeri karalı bir sayfadan bir kalemucu delik ile bin cennete kavuştum...

6 Eylül 2025 Cumartesi

Çürüyen etlerin mavi dükkanı

 
Çürüyen etlerin mavi dükkanı dönüyor üzerimizde dört nala,
Kimsesiz,o yıldızlanan karanlıklarda,
Bir başına...
Çay taneleri un ufak edilmiş endüstriyel hain bıçaklarca,
Sığabilsinler hapsedilecekleri kutulara diye,
Ve sohbeti kesmiş her nefes dört adımlık canıyla.
Bir taşla iki kuş öldürüp neden der ki bunu insan insana,
Bir bardak su ve onlarca çiçek demek daha bereketli ve masumca oysa,
Bir bilge dahi neden öldürür ki dilinde kuşları...?
Çürüyen etlerin mavi dükkanı dönüyor üzerimizde dört nala,
Kimsesiz,o yıldızlanan karanlıklarda,
Bir başına...
Görmeyi unutmuş insan,
Yada saçını tarayıp çevirmeyi sayfalarını gecelerde,
tarihinin kadim sadece ona yazılı mirasını.
Her şey çevrilebilir mi peki dilime,
Her şey memleketinin aynı tadını korur mu o yollar boyu bekletildiğinde.
Çürüyen etlerin mavi dükkanı dönüyor üzerimizde dört nala,
Kimsesiz,o yıldızlanan karanlıklarda,
Bir başına...
Ateşe uzanmış banyo yapan bıçaklarını dövüyor,
Bileğimizde aslında çoktan durmuş olan şu yalancı zaman bile.
Ah hayat,
Ah şu yaşamak.
Terli ıslak boynumda üşüyen bu akşamların huzurdan yeli,
Tüm savaşları kazandık çoktan,
Kılıcımızı dahi çekmeden üstelik,
Tüm savaşları kaybettik uğruna yarışılan hainliklerde,
Utan kanını satan ey düşman her ne kadar gülümsesen yüzünde bile,
Düşen suretisin göğün,
Çürümüş kokun,nereye gidersen git sen hiç istemesen de,
Verir seni ele...
Çürüyen etlerin mavi dükkanı dönüyor üzerimizde dört nala,
Kimsesiz,o yıldızlanan karanlıklarda,
Bir başına...
Oysa tek başına dahi ihanet ediyor insan kendine,
neden bilmem.
Ağrıyor mu kolların bacakların,
Acıyor mu düşüncelerin ey sisifos,
Ey ölümü kandıran kral,
Sonsuz kölesi,çok gereği varmış gibi sanki bu yaşamanın.
Çarmıha germiş beni çıplak kanımı satan o soysuz tüccar,
Nocebo çivileri paslanmış kanıyor bileklerimde;
Hangi çingene aç,
Hangisi bilge,bilmeden tükürüyorum ağzıma dolan kanımı tüm yaşamaya morfin o güzelim düşlere.
Çürüyen etlerin mavi dükkanı dönüyor üzerimizde dört nala,
Kimsesiz,o yıldızlanan karanlıklarda,
Bir başına...
Kafamıza vidalar ile tutturulmuş şu yalan kıyametler,
Boş yere boynu vurulan,yeşilden,o yaşayan, henüz çiçek vermemiş tüm bu alametler.
Napalm içiyorum tanrının evinde süslü altın bir kaseden,
Ey napalm'ın kızı,
ey masuma insan ihaneti,
Acımak öldü mü teninde söyle,
Tanrı öpüp kurtardı mı seni yere dahi düşmeden ışıldayan gözyaşlarından yakalayıp.
Teninde dünlerin ihaneti,
Teninde en değerli şiirleri yazılı belli ki tanrının.
Bin yıl sonra bile yüzünde açan her gülüşünde,
Tanrıya yaprak veren filizleri ile sonsuzluğun kokusunu içine saklamış,
gözünden çektiğin yaşlar ile suladığın eşsiz keloid çiçeklerin,
yüzünde işlemeli bir kabir taşı gibi acıyla o çiçeklerinin kutsal toprağına çakılıdır eminim...
Merak etme sen,
Delinse de bile isteye heryeri bu küreksiz kadim mavi kürenin,
Uzayına da düşsek bu karanlık alemin,
Bir şiir tutar bizi elimizden,
Kurtarır biz aptal çocukları,
öpüp korkudan kapadığımız gözlerimizden...



08.54 bombalar yağmur olmuş yağarken;
tüm yalancılar yağmurluğunu giyiyordu pazarlarda satılan bu çürümüş ihanetin,şemsiyesiz kalmıştı dünya,
ve ama ıslanmaya hazır dimdik duran keskin kahramanları vardı hala bu memleketin...


* bir ışık bulur elbet yüzümüzü,an gelir bir rüzgar okşar mutlaka başını kalbimizde umutlarımızın.

5 Eylül 2025 Cuma

bir peygamberindevesi celladı tüm kelebeklerin oysa

 
Vidası olunamaz giyotinleri var oraların,
Ve ben buraların evladıyım,yüreğim iste burada ellerimde.
Dilimde bir parça kuru ekmek,az biraz ıslanmış bir mısra döndüğünce.
Sorsan bir şövalyeyim bu çayırlarda,
İçimde bir peygamberindevesi celladı tüm kelebeklerin oysa.
Vidası olunamaz giyotinleri var oraların,
Ve ben buraların evladıyım,yüreğim iste burada ellerimde.
Hiç susmak istemeyen bir çocuk büyüyor gözlerimde,
Ne kadar da şanslıyım ey tanrım,
teşekkür ederim,
Benimle konuşan bir zeytin fidanı hediye bu senden yüreğime,
Bin yıllık şifa gözlerime,usul usul dolan şişesine,
Bin yıllık feyz bu ekilen göğsümün nefes alan kafesine,
Uyuyor işte yanıbaşımda nefesi nefesime değiyor yüzümde.
Cennet,nefes alan çocuktan bir kutu tanrının elinden bize özel işlenmiş bence sevgilim,
Ve İçine yine kendini saklamış tanrım,
Cennetin mis kokusu sinmiş ağaçtan sandalında.
Vidası olunamaz giyotinleri var oraların,
Ve ben buraların evladıyım,yüreğim iste burada ellerimde.
Tut haydi bekleme,
Durma sakın,
Düşlerim seni ben en güzeli olman için elimden geldiğince,düşlerimce...



08.45 göğsüme değen kurulu tuzak.

Mavi şeytan

 
Ve suret'e düştü ruh,
Cezası bin yıl tüm güzel hatıraların,
Akla hapis,çıkamazlar kapısından gözlerimin ardının.
Ve suret'e düştü ruh,
Üç metre mavi bir şeytan yüzüyordu seyri seferinde,
Ve tanrı kirmanını döndürüyordu sessizce sadece...
Ve suret'e düştü ruh,
Sallandı tüm yürekler tapınakları gibi depremlerin,
Korktu insanoğlu,
Titredi bilge tüm yapraklar.
Sorsan bugün idi,
Ama hatırda dündü her yer...
Ve suret'e düştü ruh,
Üç metre mavi bir şeytan yüzüyordu seyri seferinde,
Ve tanrı kirmanını döndürüyordu sessizce sadece...
Sur'u üfledi esip yüzümüze bir rüzgar sonra denizden çıkmış tuzlu ıslak tenlerimizde,
Ve kirmanını sapladı tanrım zıplayıp bir aslan misali kalbime,
Zaman durdu,
Kan bile akmadı,
Ölmek için,ölüme...

Ve suret'e düştü ruh...


08.23 tanrının alnından öptüğü ölümleri giymek için üzerine,yarışıyordu karşımızda tüm ölümler...Ve yaşamak çırılçıplaktı ardımızda...

Doldur çayımı ey bin yaşındaki çocuk

 
Kalbimde sökülü dikişlerin kurumuş kanı çıtırdıyor,
Yaralar,ağaçtaki yuvası tüm dualarımın.
Bacağı kırık eski bir köy sandalyesi balkonda,
Ölmeyi reddediyor.
Oturmuş çayını içiyor mısralar,
Ve çayın dumanını yudumluyor bekleyip azrail.
Kalbimde sökülü dikişlerin kurumuş kanı çıtırdıyor,
Yaralar,ağaçtaki yuvası tüm dualarımın.
Tüm savaşların kahramanı,sadakat suyunu içmiş ah şu ellerim,
Şimdi gelmiş bana,bile isteye ihanet ediyor,
Dönüyor sırtını,
Ve savaşmak istemiyor...
Kalbimde sökülü dikişlerin kurumuş kanı çıtırdıyor,
Yaralar,ağaçtaki yuvası tüm dualarımın.
Vakit geldi mi yani şimdi ? Bilmiyorum,
Doldur çayımı ey bin yaşındaki çocuk o zaman,
Vealeykümselam,
aleykümselam...;
Hoşgeldin.

07.59 kuş,dalında zeytini içmeden;inceden,inceden...

tanrının düşen kurmayı

 
Yazılmamış kaderi yırttı göğsünden bir melek,
Ve kızdı tanrıya kaşlarını çatıp.
Söktü sırtından kanatlarını tertemiz kanını döküp 
benzini gibi tüm kırılan hayallerinin,
Ve yaktı terkedip cennetindeki evini...
Ve atladı yuvasından bile bile kendi ellerinden kırık kanatlarını...
O düşerken göklerden toprağına,
Gözyaşları,tersine,gözlerinden göklere doğru yağdı...


07.48 tanrının düşen kurmayı.

Güneş beyaz diyorlar

 
Bastonu kırık topal gülüşlerim,
Bıraktı yüzümün caddelerinde tüm yürümelerini...
Buzdan meyve suları renk renk,
Ve bizler şekerle kandırılan arılarıyız göklerin,
Aklımızda hep çiçekleri o güzel çayırların.
Bir kavanoz bal için eninde sonunda geçen yılların,
Hapsediliyoruz camdan beton kulelerinde kovanların,
Özgürlük bir çocuğun montundaki yazı şimdilerde sadece...
Gökyüzü gri şimdi,
Denizler yeşil,
Güneş beyaz diyorlar şimdilerde,
Şaşırdım,
Bizi kandırmışlar mı yani sevgilim,
Üzgünüm çok,
Galiba ben o yalanları çok sevmişim...


07.38 saatsiz kadran şafakları.

Ve binbir gün sessizlik,ibadeti her kuzgunun

 
Ölen bir yıldızdan düşüp dökülen kanları gibi,
saçılıyor etrafa yanan ışıkları bu sonsuz karanlıkların...
Uyandırıp çalıyor beni,
Bir ambulans ışığı ve bir martının sesi,
Ve tutup tutup o seviştiğim güneşi...
Bardağımda binlerce yıl var şimdi,
Ve ben kendimi susuz bıraktım,
Uyandırmamak için etimdeki o güzel düşü...
Ölen bir yıldızdan düşüp dökülen kanları gibi,
saçılıyor etrafa yanan ışıkları bu sonsuz karanlıkların...
Kareli sayfalara biçilmiş dörtgen defterler ve onlara şiirler yazan elleri ruhumun.
Bir açlığın grevi günlerce suskun kalmış dilim,
Ve kurumuş kapıda,asılmış tüm ekmekler...
Bana bir kurşun kalem ver,
Bir kahramanın kılıcı gibi koysunlar göğsüne soğuk etimin üzerinde,kabrimde açacak düşlerim gibi.
Ve sen sorma sakın bana hiç bir şey,
Cevap vermek ister,veremem,
Kesemde kalan son yaşı dilenirim son nefesini çoktan vermiş gözlerimden o zaman;
Ve başaramam...
Ölen bir yıldızdan düşüp dökülen kanları gibi,
saçılıyor etrafa yanan ışıkları bu sonsuz karanlıkların...
Sevmek suçtu eskiden,
Sonsuzluğun mahkumiyeti,
Korkutmuş şimdilerde herkesi,
Gömmüşler çoktan toprağın altına bir kutuya kapatıp saklayıp onu,
Yaşamadan ve ölmeden üstelik,
Tıpkı yeni doğmuş herşeyden habersiz bir bebek gibi,
Gömmüşler uzaklara her güzel şeyi.
Sevmenin çalındığı zihinler ve yürekler,
Tüm savaşların kanı,benzini oysa şimdi...
Ölen bir yıldızdan düşüp dökülen kanları gibi,
saçılıyor etrafa yanan ışıkları bu sonsuz karanlıkların...
Bilimin kanunlarını yazıyor durmadan birileri,
Sevmenin kanunlarını susuyor herkes oysa,
Bir tanrı,bir ölüm,bir sevmek...
Ve binbir gün sessizlik,ibadeti her kuzgunun...


07.19 içimin kuzgun yaraları.

4 Eylül 2025 Perşembe

soysuz fotokopiler ve yalancı kahramanlar zamanı

 
Böcekleri öldürür şefkatli babaların elleri,
Ya babalarını bekleyen kuytularda çocuklar kime ağlasın.
Kırk derece cehennemlerin savaşları yüreğimi dağlasın,
Her gün yağmurun yıkadığı cennetlerin mi sadece yüzleri yıkansın.
Sessiz kabirler diler mi hiç dualar Allah'tan,
Ve yaşı beş peygamberler ağlıyor kaçıp saklanıp avuçlarının karanlık mağarasına babasının,
Bir örümcek bir kuş başını okşuyor uykusunda yüreğinin,
Bir bomba sesi patlarken taa uzaklardan gökten yağan bir mahşer gibi,
Kulaklarını kapatıyor minicik elleri ile yüreği ateş döven kanadı kırık çocuklardan biri...
Böcekleri öldürür şefkatli babaların elleri,
Ya babalarını bekleyen kuytularda çocuklar kime ağlasın.


06.54 soysuz fotokopiler ve yalancı kahramanlar zamanı...

uyku tutmaz kuş sabahları

 
Bana demli bir çay,kendine mavi bir deniz al sevgilim.
Günler pus,günler tozlu ve yorgun,
İstersen bi banyo yap,aksın yarının tüm korkuları üzerinden...
Gece uyanıyor kollarımda durmadan,
Uyku tutmaz şimdi pişmanlıklarımı,ne olduğunu dahi bilmeden...
Bana demli bir çay,kendine mavi bir deniz al sevgilim.
Dumanı ısıtsın burnumuzu ve tüm özlediklerimizi,
Tuzu,yaramızı kavursun ve okşasın...
Bana demli bir çay,kendine mavi bir deniz al sevgilim.
Yaşamak,tenimizde zorlandığı yerden kopsun.
Varsın martılar yesin çöp olan etimizi kemiğimizi toprak üstü kuruyan muhabbetlerde,
Düşler,çiçek açsın küllerimizi içen gülüşlerimizde herşeye rağmen ve yine de...
Bana demli bir çay,kendine mavi bir deniz al sevgilim.
Ayak sesleri ve vapurları mavinin,bizim şarkımız olsun...


06.35 uyku tutmaz kuş sabahları eylülün.