Dört otuz iki...
Açıldı gözlerim sabahın karanlığına karşı gücü tükenmiş eski ihtiyar bir sokak lambası gibi.
Kalbime buzdan soğuk bir hançer saplandı sanki.
Yolculuğun kuralları varmış,yüze yakın sayısı belki,
Okumadım hiçbirini.
Sonra arkamdan omzuma dokundu sandım elin,
Seni duydum,
Seni hissettim...
Omzumla boynum arasında bir yere,
eski paslı etime,
yepyeni pırıl pırıl ve kağıdı kesen ince dantel ustalığında sıcak bir bıçak saplandı,
Kestiği an uyuştu tenim ruhum.
Can aldı,can verdi ardımda gülüşünün sonsuzluk çeşmesinden etime varlığın...
Sesini duydum sanki her gece,
Rüyalar kasıp kavurdu ruhumdan yakalayıp uyuyan etimi.
Sesini duydum sanki her gece,
Uyandım uyandım durdum,
Ama yoktun.
Her gece yeniden saklandım,buldun,
Her gece yeniden yeniden tuttun ve öldürdün,
Sonra can suyu nefesini döküp uyandırdın bir daha ve bir daha...
Zinciri kırık bir çaresizliği öptün öptün durdun içimde.
Aynı bıçak acısı ile zıpladım kaçtım düşlerin saklanbacından kimi bazı...
Sesini duydum sanki her gece,
Uyandım uyandım durdum,
Ama yoktun.
Dört otuz üç...
Ve rüya bitti.
Gözlerimi açmayı unutmuşum sadece...
08.14 karınca yollarında elde ekmek kırıntısı hayali ve sel günlükleri...ve nuh'un karpuz kabuğundan o düşlere giden gemisi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder