6 Eylül 2025 Cumartesi

Çürüyen etlerin mavi dükkanı

 
Çürüyen etlerin mavi dükkanı dönüyor üzerimizde dört nala,
Kimsesiz,o yıldızlanan karanlıklarda,
Bir başına...
Çay taneleri un ufak edilmiş endüstriyel hain bıçaklarca,
Sığabilsinler hapsedilecekleri kutulara diye,
Ve sohbeti kesmiş her nefes dört adımlık canıyla.
Bir taşla iki kuş öldürüp neden der ki bunu insan insana,
Bir bardak su ve onlarca çiçek demek daha bereketli ve masumca oysa,
Bir bilge dahi neden öldürür ki dilinde kuşları...?
Çürüyen etlerin mavi dükkanı dönüyor üzerimizde dört nala,
Kimsesiz,o yıldızlanan karanlıklarda,
Bir başına...
Görmeyi unutmuş insan,
Yada saçını tarayıp çevirmeyi sayfalarını gecelerde,
tarihinin kadim sadece ona yazılı mirasını.
Her şey çevrilebilir mi peki dilime,
Her şey memleketinin aynı tadını korur mu o yollar boyu bekletildiğinde.
Çürüyen etlerin mavi dükkanı dönüyor üzerimizde dört nala,
Kimsesiz,o yıldızlanan karanlıklarda,
Bir başına...
Ateşe uzanmış banyo yapan bıçaklarını dövüyor,
Bileğimizde aslında çoktan durmuş olan şu yalancı zaman bile.
Ah hayat,
Ah şu yaşamak.
Terli ıslak boynumda üşüyen bu akşamların huzurdan yeli,
Tüm savaşları kazandık çoktan,
Kılıcımızı dahi çekmeden üstelik,
Tüm savaşları kaybettik uğruna yarışılan hainliklerde,
Utan kanını satan ey düşman her ne kadar gülümsesen yüzünde bile,
Düşen suretisin göğün,
Çürümüş kokun,nereye gidersen git sen hiç istemesen de,
Verir seni ele...
Çürüyen etlerin mavi dükkanı dönüyor üzerimizde dört nala,
Kimsesiz,o yıldızlanan karanlıklarda,
Bir başına...
Oysa tek başına dahi ihanet ediyor insan kendine,
neden bilmem.
Ağrıyor mu kolların bacakların,
Acıyor mu düşüncelerin ey sisifos,
Ey ölümü kandıran kral,
Sonsuz kölesi,çok gereği varmış gibi sanki bu yaşamanın.
Çarmıha germiş beni çıplak kanımı satan o soysuz tüccar,
Nocebo çivileri paslanmış kanıyor bileklerimde;
Hangi çingene aç,
Hangisi bilge,bilmeden tükürüyorum ağzıma dolan kanımı tüm yaşamaya morfin o güzelim düşlere.
Çürüyen etlerin mavi dükkanı dönüyor üzerimizde dört nala,
Kimsesiz,o yıldızlanan karanlıklarda,
Bir başına...
Kafamıza vidalar ile tutturulmuş şu yalan kıyametler,
Boş yere boynu vurulan,yeşilden,o yaşayan, henüz çiçek vermemiş tüm bu alametler.
Napalm içiyorum tanrının evinde süslü altın bir kaseden,
Ey napalm'ın kızı,
ey masuma insan ihaneti,
Acımak öldü mü teninde söyle,
Tanrı öpüp kurtardı mı seni yere dahi düşmeden ışıldayan gözyaşlarından yakalayıp.
Teninde dünlerin ihaneti,
Teninde en değerli şiirleri yazılı belli ki tanrının.
Bin yıl sonra bile yüzünde açan her gülüşünde,
Tanrıya yaprak veren filizleri ile sonsuzluğun kokusunu içine saklamış,
gözünden çektiğin yaşlar ile suladığın eşsiz keloid çiçeklerin,
yüzünde işlemeli bir kabir taşı gibi acıyla o çiçeklerinin kutsal toprağına çakılıdır eminim...
Merak etme sen,
Delinse de bile isteye heryeri bu küreksiz kadim mavi kürenin,
Uzayına da düşsek bu karanlık alemin,
Bir şiir tutar bizi elimizden,
Kurtarır biz aptal çocukları,
öpüp korkudan kapadığımız gözlerimizden...



08.54 bombalar yağmur olmuş yağarken;
tüm yalancılar yağmurluğunu giyiyordu pazarlarda satılan bu çürümüş ihanetin,şemsiyesiz kalmıştı dünya,
ve ama ıslanmaya hazır dimdik duran keskin kahramanları vardı hala bu memleketin...


* bir ışık bulur elbet yüzümüzü,an gelir bir rüzgar okşar mutlaka başını kalbimizde umutlarımızın.

Hiç yorum yok: