27 Ağustos 2012 Pazartesi

sevişmek...



karınca adımlarında süzülen düşlerin iziydi belkide tüm sevişler...

hangi aşkla taşınmıştın acaba bu uçurumun kenarına sen;
hangi neden bu sevişen savaşlarını çıkardı usulca üzerinden,
kime soyunmuştun ruhunu zaten çırılçıplakken...

ve hangi vazgeçişler çizdi bu yüzü sana,
beyaz bayrak sallayan bakışlarını çektiğin gözlerinin gönderinde...

sevişmek,
şemsiyelerimize yazdıklarımız kadardı belkide bizim için...
tenimizin ıslaklığı yağmurdandı...

* üşüdü ıslanan tüm sevişmeler akan mürekkep satırların altında...

22.57


** keşke rüyaların dili olsa...

göçmen kuş mektuplar...



sevdalar köprüsü...
susulanların ipe urgana atılan dilsiz örgüsü...
yazılan,
ama yuvasında kalıp asla uçamayan bütün göçmen kuş mektuplar...
ölüme mahkum kanat çırpışlar.
ve tüm o pişman suskunluklar...



* 22.29

zaman, ıslak ay'ın üşüten ışığının adımlarımızın önüne düştüğü an...

gün olur KIŞ GELİR;ve üşür tüm aşklar lapa lapa yalnızlıklar yağarken...

rüyaların astronotuyum ben...


rüyalarımın astronotuyum ben...
yeni tutmaya çabalamana gerek yok,
sal gitsin yani biraz...
yeni tutma,
beni gözlerinde eskit,ruhunda tozlandır sen...
beni içinde eski bırak...
bir kitap arasında yaşat beni sen,
bir sokak arası gibi kalbinden...

rüyalarımın astronotuyum ben...
hakikatı yüreğimin avuçlarına sakladım,
ve kimsenin gücü yetmez o avuçları açmaya...


yeşil bir kainatın çiçeğiydi sanki gülüşün;ve biz birkaç hıçkırıktan düşenlerle suladık yüzünü bugün...

* aydan çaldığım kumlar üzerine işledim seni çizen satırları...

22.02

ps : bir astronot ölmüş dediler...

kınında paslanırken keskin kılıcın...


gün gelecek yapamazsın diyecekler,
yapayalnız bırakacaklar seni daha da korkman için.
gün gelecek seni aşar herşey diyecekler,
susuz bırakacaklar dudaklarını çöle sürüp.
gün gelecek,başka gün olmayacak diyecekler,
denizini alacaklar ayaklarından,
okyanusunu ellerinden...
rüzgarını çalacaklar yüzünden...

gül gelecek,tenine saplanan dikenini çok görecekler...
teninden sözlerini sökecekler...

bir tecavüzün kıyısında yelkenlerini yırtacaklar sonra belki,
çırılçıplak bırakacaklar yüzünü...
ve yalnız gözyaşlarından ıslanacak kumsaldaki o titrek kumlar;
yalnızlığa bırakılacaksın,cami önü bir sabah ezanının beşiğinde.
sırf yılman için terkedecekler seni fırtınasında sahilinin...

gün gelecek yanacaksın deniz üstünde üstelik diyecekler sana,
belki aldanacaksın yorulup,
belkide yanacaksın bir kibrit parçası korkusunda yüreğinin...

gün gelecek çiçek bitmeyecek toprağında yatağının diyecekler,
sen tevazu ile vazgeçeceksin aslında,
en başından bu yana,
kazanabileceğin bu basit yaşam savaşından...
korktun sanacaklar,
sen mezarından baş veren bir papatya ile gülümseyeceksin sadece...
anlamayacaklar...


* kınında paslanırken keskin kılıcın,bileylediğin ruhun kadar kestiler tenini...
ölürken dahi sadece kalbin acıdı,teninden akan sadece kahkahalardı...


20.51


zaman,yağmur akşamlarda korkak güneşin satırları ıslanırken...

ıslanalım biraz...



bir hüzün var bugün...
tanıyamadığım bir yaş akıyor yüzümden;
benim değil...
pencerede düşler,yanaklarda yaşlar buğulanacak bu gece kesin.
ve gözlerini kapatsan,mısır kokusu saracak kalbimizi...
bir hüzün var bugün...
kime ait belli değil,
al desen kimse almak istemez...
zaten kim üzüntü içmek ister ki susuzluğuna ?
öyle değil mi... ?

bir hüzün var bugün...
tut elimden haydi o zaman,ıslanalım biraz...


15.48

* tüm zamanlar çekimleniyor sanki yüreğimde,dilimde edebi hatalar ıslanıyor tek tek...

26 Ağustos 2012 Pazar

savaş çığlığı...



yazmadım ama buradaydım...


00.01

24 Ağustos 2012 Cuma

bin drahmi...



Lais : bin drahmi...

Demosthenes : üzgünüm,bir pişmanlığı ve vicdan azabını bu kadar pahalı satın alamayacağım...(ona doğru düşen titreyen adımlarından kaçmaya uğraşırken...)



* ve yağmurun çiseleyen kokusunu sürmüştü parfümü diye boynuna...


23.32 zaman;ıssız bir gecenin ıslaklığını siliyordu duvarında yelkovan...

afaroz düşler kütüphanesi...



küçük rengarenk sözleri vardı,cuma okul çıkış zamanı bakışları birde...
ses veriyordu tatile giden marşlara dalında,
bir salkım üzüme dokunan bir uğur böceği gibi sanki...
mutluca bir güçle nefes alıyorduk bizde,
orta sıralarda saklandığımız yerde...
söylercesine açılıp kapanıyordu,
henüz uçamayan bir kuş yavrusunun kanatları gibi dudaklarımız...
kendi sesimizden kaçıyorduk dört nala biz oysaki...
söyler gibi yapıyorduk,tüm söylenmesi gerekenleri.

küçük rengarenk sözleri vardı,cuma okul çıkışı misali bakışları birde...
dudaklarını ne zaman açsa,elimize bir harf batıyordu yangın yangın bir sızıyla.
ah edemeden susakalıyordu tenimiz...
oysa belliydi herşey...

* ben bir kütüphaneye kapatıldım sevgili;ve nedendir bilmem,tüm kitapların ciltleri kilitli burada...
hapis tüm cümleler ve satırlar gözlerimizde...tavandaki mum ışıklarının altında uçuşan toz tanelerinin dahi sesleri duyuluyor burada;o kadar sessiz bir sürgün buralar...

yani demem o ki ;
burası,bu beni koyduğun yer yüreğinin ışıksız gölgesinde,
esaretini tenime çaktığın bir,

afaroz düşler kütüphanesi...

ve ben kapılarını dahi açamadığım bu kadar kitap arasında,tenime batan harflerini topluyorum çaresizce;belki dudaklarından kokusunu çalmış bir cümle büyütebilirim diye avuçlarımdan bir saksıda...mum ışığı düşler kanat çırpar,bir mısran konar esir penceresinde yüzüme bu hapishanenin belki diye...



23.12

bEN.. .

susuşalım o vakit tüm edepsizliğimizle...



- bal kabağı satırlar işlendi parmaklarınızdan tenime sanki...

- oysa tüm sihir dudaklarınızdan dökülüyordu,ben sadece parmak uçlarımdan süpürdüm sözcüklerinizi;heybeme topladım dudaklarınızın ardında saklıca ısırdığınız her susuşunuzu sadece...

- susun lütfen ne olur,konuşmayın daha fazla...

- susuşalım o vakit tüm edepsizliğimizle...


* o kadar incecik işliyordunuz ki her günahı keskinliğinizle,günahlar dahi ışıldıyordu vicdanımızı yakan güneşinizle...ve günlerden keder,akşamlardan sızılı bir ıhlamur ikindisiydi sanki saçlarınızdan bakışlarıma esen zaman...

22.33 usul usul adım atan dantelden bir arabaydı sessizliğiniz sanki...

22 Ağustos 2012 Çarşamba

bana doksan dakika topla sevgili...


direkte patlayan hayallerimiz var bizim;direkten dönen gülüşlerimiz birde...ve sonu aynı her ter damlasının aslında yüzümüzde;tepemizde çalan zille bitecek tüm o kanlı,ölümüne mücadele...

bana doksan dakika topla sevgili...
olmamışları bırak,kızaranları kopar yüreğinden...


*uzatma dakikaları ve titreyen bakışların ağlayışları...

yukarıya bakma sevgili'm,çünkü inanç heryerimizde...
sen içimize kana bizden tüm duaları...

00.37



bilmukabele sevgilim;





bilmukabele sevgilim;
bilmukabele dün,
bilmukabele yarın...
sorma bana hiçbişe,
bende bugünün hüznü var sadece...


00.07

günlerden ne mi ?
çarşambayı kovalıyor perşembe;
ama sen kızma...

zaman,bacağımızdaki çıplaklığa ne kadar kovsakta yeniden yeniden konan inatçı bir sinek sevgilim...ne yaparsan yap vazgeçmeyecek tenimizi kaşındırmaktan...ve biz ona inat,asla birşey örtmek istemeyeceğiz üzerimize...

bEN...

*saat;monologdüşlerparkıtavanda...




-beni yine yaz diye kırbaçlıyor dylan...
okuma lan böyle delice içten,
sihir gibi sözler dökme dilinden yeter artık diyecek oluyorum...
duruyorum sonra birden,
ıslak gözlerde toprak kokusunu döküyorum yerlere...
annem kızacak biliyorum yine bana diye silmeye çalışıyorum yüzümü...
ellerimde çamur kurusu kırıntılar uçuşuyor,
yerde gırgır sesi misali bir gülümseme ateşleniyor yüzümde aniden sonra;
ufalanıyorum ayaklar altında...
beni yine yaz diye kırbaçlıyor dylan...
yapma lan diyecek kadar kıpır kıpır oluyor dilim dudaklarımın ardında,
ama onu kollarından tutup bir şiire bağlıyorum...


bir delik var kalbimde;senden derin,ve sadece sende serin...

*saat;monologdüşlerparkıtavanda...


00.01

bEN.. .

21 Ağustos 2012 Salı

sabah güneşlerinden deriyorum seni...




Ay nerde doğsa oradaydık
Dallarda zerdali çiçekleri
Savrulup gider rüzgar esince
Bütün bir bahar böyle geçti

Anlardım aklından geçenleri
Sustukça konuştuk sanki
Sevdaymış meğer içimizde
Yıllardır uyuyan deli

Sessizlik sensin geceleri
Fincana kahve koydum gel aaaa
Bugün şeytana uydum gel
Ay doğdu dağın üstünden amanaman
Dallarda beyaz çiçekler

Döndüm gecenin karasına
Artık kimse kıramaz beni
O kül gibi deniz o sesiz kız
Kayıp bir sandala binip gitti

Ne sen söyledin derdini
Ne ben sevdiğime inandım
Unut geçen eski günleri
Bunca yıl sonra nasılsın

Anlardım aklından geçenleri
Sustukça konuştuk sanki
Sevdaymış meğer içimizde
Yıllardır uyuyan deli

Sessizlik sensin geceleri
Fincana kahve koydum gel aaaa
Bugün şeytana uydum gel
Ay doğdu dağın üstünden amanaman
Dallarda beyaz çiçekler


* ezginin günlüğü ''zerdaliler''

11.18

** beni ezginin günlüğü ile tanıştıran AYışığına gönülden teşekkürler...

18 Ağustos 2012 Cumartesi

bir bardak sabah mahmurluğu...


yazmadım ama buradaydım;
güneşi bekledim...


bEN...


05.47

17 Ağustos 2012 Cuma

umman bakışlar coğrafyasında...



umman bakışlarının coğrafyasında,
tenimi yakıyordu dudaklarının arasında ısırdığın o kan kızıl güneş...
susuz bir cehennemin tamda ortasında,
sen ne zaman bir gülümseyişi asıp öldürsen dudaklarında,
ben o gülüşün kefenini dokuyordum ipek düşten eğirdiğim dualarımda...
belliydi kızmıştın,
ve ben bir çivi daha kırdım kanayan avuçlarımda...

*önünü iliklemeden tenime değen her yarın,kendi dününün çingenesiydi acılarımda...
ve çarmağa gerilen gündüz düşlerimdi her susuşum tanrı huzurunda...

-duydumki kızmışsın...


duydumki kızmışsın,
usul usul narince okşayıp topladığın tüm çiçekleri savurmuşsun havaya,
tomurcukların,çiçeklerin,taç yaprakların yağmur damlaları arasında,
sırılsıklam bir prensese dönüşmüşsün yine masalında...
külkedisine küfrü'nü sulamışsın camdan saksısında...
duydumki kızmışsın,
beklediğin mektupların postacısını vurmuş sanki gecede yıldızlar.
geceyi kırbaçlamışsın dudaklarında,
kurşun,yarası misali kanamış ay teninde...
güneş kavrulmuş hırsından...
duydumki kızmışsın,
suyu tutuşturmuş düşlerin,düşünde çekiç çekiç dövdüklerin...
çeliğine yaşasın diye kan vermişsin,can bulsun kırılmaz umutlar diye
duydumki kızmışsın,
tenine yatırıp beni yağmurunun altında,
zamansız doğan bir çelik gibi çatlatıp kırmışsın...

*oysa ben,düşünü düşlerimle suladım...

etme,
gerekse şayet;
gözlerimi sağalım seninle keder ağacımı sallayıp,
ve dudaklarını ıslatsın göğünü kıskanan tüm yaşlarım...
sonra azalsın çiseleyen damlalarıyla tüm kızgınlığın usulca,
ıslak toprak kokulu dudaklarında...
gülüşünü budasın parmak uçlarım yüzünde dolaşırken...
yıkılsın gururun demir duvarları sallaya sallaya yerde can toprağı,
ve dudaklarının sedef kapısından ben mısralarını okşayayım...
tüm şiirler ağlasın...

* umman bakışlarının coğrafyasında,
kayboluyordum yanan kumlarına mecnunmuşcasına...
tenimi yakıyordu dudaklarının arasında ısırdığın o kan kızıl güneş...
susuz bir cehennemin tamda ortasında,
sen ne zaman bir gülümseyişi asıp öldürsen dudaklarında,
tenimi kavuran tuz dahi yanıp ağlıyordu...


04.01 gecenin,çatlak bardağından sızan ılık düşleri...

12 Ağustos 2012 Pazar

uçuşuyordu ekmek kırıntıları ve çörekotu tanesi parmak uçlarında...


- nasıl bir umman'a gömülüsün sen sevdiğim ?
- seni anlamak istiyorum,ama başaramıyorum.

- sayfalar büyütüp kalemlerinden,uzayın zifrine fırlatıyosun tüm sökük mektuplarını...neden,neden,neden sevdiğim ?
- çünkü fezada hiçbir çığlık susmaz,sonsuza kadar haykırmaya devam eder sevgili.

- ne engin bir yalnızlık değil mi bu aynı zamanda oysa ?
- kırıntılar kadar mutluluk topla bana sevgili ıslak parmak uçlarından...tek tek...dudaklarıma yağsın birkaç çörekotunun çatlayışından fışkıran o tatlı sızılı koku...boşver uzayı sen...uzay bir yürek kadar uzak zaten bize...en sessiz cehennemi belki bakışlarının...en nefessiz düşü belkide gülüşlerinin...

- iki parçalı bir yapboz olmuş meğer yüzümüzde dudaklarımız,ve bu tablo hep eksik kalmış...eksik parça yerine hiç bırakılmamış sanki;bulunmuş çoktan oysa...
- uzay hiç sormaz sevgili,işte bu yüzden sadece en sevdalılar kara göğe ayak basıp,ay'da bağırırlar tüm herşeylerini...

- nasıl bir umman'a gömülüsün sen sevdiğim ?
- gecenin koynunu aç usuldan sevgili ve beni ay rengi teninde göğsüne as lütfen,
ne kadar sessizsek o kadar kanasın dudaklarımız;ve dudaklarımızdan bir sevdanın en sıcak deresi aksın sevilenin tenine...satırlar kurudukça şiirden sevdaları söksün bir bir sevdiğinin teninden sevdalılar...yara kabuğuna dönüşsün nefeslerimizde sıcak kanımız ve tüm sızıları alsın kuruyan satırlarımız dudaklarımızda...

ah be sevgili,
uçuşuyordu ekmek kırıntıları ve çörekotu tanesi parmak uçlarında...ve teni merhem ellerinden yüzüme sessiz bir uzay dökülüyordu...bıçağın yüzü misali kayalık yüreğimin aralıklarında şırıl şırılsın sevgili,akıyorsun içimden içime tenimden şehveti damla damla yontarcasına...

kara,kapkara gecelerde gökten kayan düşlerdi gözlerimizde uzay dediğimiz belkide.

* coşkun sular gibi dağla tenimi ey okyanus bakışlı güzel,
ben sadece sol yanı su alan sökük bir sandalım karşında...
alabora alevlerinde dağla beni...

00.27

bEN.

2 Ağustos 2012 Perşembe

içimde bir simyacının misketleri parlıyor...


boşver varoş kal benimle...
öyle ışıl ışıl yesyeni bir ceket giymesin mesela elimizdeki defterimiz,
gazeteyle kaplanmış olsun mesela hırkası;
iki ortalı bakkal şivesi olsun,
yer yer kopuk bakışlı seyrek sayfalarının dili mesela...
boşver varoş kal benimle...
is koksun dudakların kül rengi öpüşlerinde...
çatılara kaçıp gökyüzüne uzanalım biz cennetin umman çayırları diye sonra.
boşver varoş kal benimle...
kararan kelimeleri saklayalım avuçlarımıza,
bin yıl tutalım sımsıkı ellerimizin arasında...
o kadar parlasın ki sonra,bir satır kömür karası şiir avuçlarımızda,
değerinden adını AŞK çalsın...

* içimde bir simyacının misketleri parlıyor usta,
ve benim defterim şiirlerini sallıyor...
büyüyen ben oluyorum beşik bakışlarda oysa...

01.03

bir şimşek çakar ve biter cümlenin o değersiz sayfadaki kaderi...


- okuyor musun ?
- hayır susuyorum...
-yani beni okuyor musun ?
- elbette okuyorum,sessizliğim sana emanet...
- şaşırdım.
- kulağımda yağmurların sesleri...
düşler yağıyor gözlerimi ne zaman yumsam sanki...
-özlemişim ne zaman yağacağı belli olmayan bu parçalı bulutlu cümlelerini.
-bir şimşek çakar sözlere ve biter cümlenin o değersiz sayfadaki kaderi.

FIN...

*kulağımda yağmurlar yağıyor ve ben gözlerimi yumuyorum düşlere.

saat 00.46