30 Aralık 2008 Salı

kurutuyorum sararan fotograflarını çizgisiz sayfalarımın arasında...



kurutuyorum sararan fotograflarını çizgisiz sayfalar arasında...

sarıyorum yüzünün hayalini tütün gibi avuçlarıma...

içiyorum cigerlerimi eriten bakışlarını tek nefeste...

çekiyorum içime gözlerinin nemini

derin bir nefes deriyorum senden yüregime...

hasretin öyle bir duman ki sarartır çaresizligimi gözlerimde...

bir nefes duman olur ,

gidişinden bana miras kalan ayak izlerin...

bir öksürüş olur ,

ayak izlerinde biriktirdigim gözlerimin yagmurları...

kurutuyorum sararan fotograflarını çizgisiz sayfalar arasında...

sarıyorum gülüşünün hayalini tütün gibi avuçlarıma...

ah aah...

ıslatıyorum gözlerimde seni ,

yakmadan önce yüregimden hasretini...

iki kere iki beş eder avuçlarım içinde...

iki kere iki beş eder avuçlarımın içinde gülüm...
ve güneş masmavi dogar kıpkırmızı şafaklardan..
deniz buz beyaz olur sevgilim gözlerimde.
iki kere iki beş eder avuçlarımın içinde gülüm..
yeşil olur tüm çırpılan kanatlarıyla
soguk meydanın güvercinleri...
yerlere uzanan tüm bugdaylar
bonibonlar gibi rengarenk düşerler taşların üzerine...
iki kere iki beş eder avuçlarımın içinde gülüm...
mum alevi olur gecede ay
usul usul karanlık gökyüzünde tüten...
balıklar rengarenk olup yüzerler bogazın sularında
gökkuşagı olur deniz ve renkli cicoz sakızları gibi salınır yavru balıklar...
iki kere iki beş eder avuçlarımın içinde gülüm...
mısralar oltu taşı boncuk , şiir tesbih olur sevdigim ellerimde...
iki kere iki beş eder avuçlarımın içinde gülüm...
aşkı bilmeyen aşık bir çocuk gibi
boyarım tüm dünyayı yeniden gönlümce ,
rastgele karşılaştıgımızda seninle
degince bir an gözlerin gözlerime...

22 Aralık 2008 Pazartesi

ikiartıikieşittirbeş...



yedi gelen bir zarın imkansızlıgına gömüyorum tüm hayallerimi...zamanı geldiginde gelen bir zarın mutlulugunu giyiyorum üzerime...ama iki artı iki beş ediyor beynimde hala bilmemki niye...

aklımın minibüsünden...


sarı renkte bir gülün ayrılıgı temsil ettigine inanılır...leonardo da vinci sarı rengi yaglıboya tablolarında ölümü anlatırken boyar ve kullanır...peki ne kadar soguktur ölüm...yada ne kadar üşür bir yürek bir ayrılıgın ardından sence...bizi yaşatan güneş neden sarıdır peki o zaman...dalgalanıyorum yine...aklımın denizinde dalga boyum büyüdü gelgitlerim güçlendi yine...düşünmekten kaçmalıyım artık...kaptan müsait bir yerde inebilir miyim lütfen...

ayna ayna bir masal anlat bana , uyut beni kendimle...



bir boy aynasını yere serip uzandın mı hiç üzerine...kendinle başbaşa kalıp uyudun mu hiç ...kendine bakıp... kendinle uyuyup... bu kadar sessizken , bu kadar konuştun mu peki içinle daha önce...aynaya bak hatta uzan aynanın üzerine yatagın diye ve gördügün rüyayı ilk kendine anlat gözlerini açtıgında bugün...hesap makinası olmadan elinde hesaplaşabilir misin kendinle...bence kesinlikle...

belki...



güzel olan şeyler kısa sürer derler...dogru mu sence...güzel şeyler hep çabuk mu tükenirler...lezzetli olan şeylerin zararlı oldugunun söylenişi ne kadar caydırır acaba bizleri...kısa bir zaman diliminin bu kadar tatlı ve güzel oluşu acaba zararlı oldugunun mu kanıtı...yada bunların hepsi kafamızdaki tabular mı...genelgeçer yargılarımız yorumlarımız mı bunlar yoksa...kimbilir...belki binbir gece süren bir masal vardır gerçekten...belki kocaman bir zaman mutlu olabilir insan...belki hayat çok güzeldir gerçekken bile...

sonra bir avuç su gibi öpüş benimle...



konuşur gibi öpüş benimle..ve öpüşür gibi konuş benimle..tıpkı renoir'un güllerinin bir kadın yüzüne yada renoir'un kadınlarının bir güle benzemesi gibi bak yüzüme...öyle bir sus ki bazen kurusun dilimiz dudaklarımız...sonra bir avuç su gibi öpüş benimle... ve öpüşür gibi konuş tenimle...öyle bir bak ki sonra gözlerimin içine...içimde bahar olsun mevsim..ama dışarıda şubat rüzgarı dövsün penceremi buz gibi...üşüsün hasretim...yansın yüregim...ve sen gözlerimin bugusuna yaz tüm yazmak istediklerini parmak uçlarından...ve sonra öyle bir degki dudaklarını dudaklarıma , silinsin yazdıgın herşey gözlerimden...gözlerimin bugusunda yazdıkların süzülsün aksın gitsin...gözyaşlarım asansörü olsun tüm yazdıklarının ve akıp insinler aşagılara herşey ile birlikte...sonra sessizlik olsun...sesin duyulsun sessiz karanlıkta...kurusun dudaklarımız suya hasret bir toprak çaresizliginde...sonra sen gel bir anda...gök gürlesin sesinde ve gri bulutlar gibi bak yüzüme gözlerinde...durma sonra...konuşur gibi öpüş benimle... ve öpüşür gibi konuş tenimle...renoir'un baylar ve bayanlar tablosundaki ahşap veranda ol bana sonra ve otur benimle tamda orada...öyle bir sus ki kurusun dudaklarımız...sonra bir avuç su gibi öpüş benimle...

21 Aralık 2008 Pazar

anlamı yok sen gölgeme saklanmayınca saklambacımın...



anlamı yok sen gölgeme saklanmayınca saklambacımın...

anlamı yok yüze kadar sayışlarımın

sen gölgemden dinlemiyorsan eger beni...

heyecanı yok eger sen yoksan , saymaların bagıra bagıra...

ebesi hep ben kalayım sevgilim bu oyunun

ve sen kalbimden sobele hep beni...

ebesi hep ben kalayım bu oyunun sevgilim

yeterki sen hep başucumda dur gölgemi ört üstüne...

saklan yüregime

saklan sıcacık ellerimin içerisine...

anlamı yok hiçbir anlamın sen yoksan eger o anda...

anlamı yok hiçbirşeyin

yoklugunun kıyısına vuruyorsam eger çaresiz...

mendilim hayalin...

gözyaşım gözlerin...

gel sarıkamışta üşüyelim , palandökende buz kesilelim seninle sevdigim...

mendilim hayalin...

gözyaşım gözlerin...

saymaya başlıyorum yine sevgilim

saklan haydi durma yüregime...

ebe hep ben kalayım gözlerinde seninle

ve sen saklan seni bulamayacagım bir yere ...

mesela yüregimin derinliklerine...

şimdi uyuyorsun tüm yagmurlardan habersiz...



şimdi uyuyorsun tüm yagmurlardan habersiz...

gözler ıslak , yollar ıslak , sokaklarım sırılsıklam...

kapının önünde beni bekleyen ayakkabılar ıslak...

oysa senin rüyalarında sıcacık bu dünya...

şimdi uyuyorsun tüm soguklardan habersiz...

ellerim üşür , evsizler üşür , nefesler buz tutar...

oysa senin düşlerinde sıcacık bu rüya...

şimdi uyuyorsun tüm yangınlardan habersiz...

yüregim yanar , tarlabaşında ahşap boş bir ev yanar , sensizlik susuz kalır...

oysa düşlerinde derelerin şırıltısı sallar senin ılık beşigini...

şimdi uyuyorsun benden habersiz...

gecemden habersiz , yürekte sevdadan odamda hıçkırıklarımdan habersiz...

oysa düşlerinde gülümseyen bir ben tutar senin ellerini...

gözyaşım sen

mendilim hayalin...

bembeyaz sayfaya düşüyor kalem...



bembeyaz sayfaya düşüyor kalem...

harfler yagıyor kagıt üşüyor...

satır satır kanıyor yürek.

damla damla dökülüyor şiir kanayan yaramdan...

düşüyor yaşlar gözlerden..

aglamıyorum ben yagıyorum gülüm...

sakın üzülme..

aglamıyorum ben yagıyorum sevgilim..

sırılsıklam kagıt..

üşüyor göz üşüyor kalem...

bir mısra tutuşuyor sonra çıra gibi dilimde...

bir fotograf yanıp düşüyor senden aklıma o an

ve siyah beyaz bir fotografı paylaşıyor güzel yüzün...

beyazı gülüşün giyiyor gelinlik diye , siyahı gözlerin örtüyor üzerine yas diye...

ah ah ...bembeyaz sayfaya düşüyor kalem...

harfler yagıyor kagıt üşüyor

satır satır kanıyor yürek...

çekicimin altında demir gibi dövüyorum mısraları kor alevin içinden...



çekicimin altında demir gibi dövüyorum mısraları kor alevin içinden...

harlıyorum yüregimin ocagını ,

büyütüyorum hasret hasret alevleri

kalbimin ateşinden...

soguk suya veriyorum kor demir nefesimi sonra

sogutuyorum avucumun sıcagını buz gibi suyunda gözlerinin...

çekicimin altında demir gibi dövüyorum mısraları kor alevin içinden...

derdim sensin...

ateşim sen...

derdim sensin

hep sensin derdim yaramda merhem , toprakta su , gözde aşk ,düşte sen...

demir döver gibi sana dövüyorum rüyaları...

sana harlıyorum yüregimde ocagı

gözümde ateşi...

sana harlıyorum derdi , kederi...

sana harlıyorum sızıları , hasreti...

ve eriyorum demirden bir şiir gibi sana

mısra mısra damlıyorum avuçlarının kar düşmüş soguguna...

iki damla yaş filizlenir gözlerden...



iki damla yaş filizlenir gözlerden...

sonra belki aşk düşer titreyen üşümüş sözlerden...

aglar gökte gök

içini döker bir bulut dolup dolup belki yine...

iki damla yaş filizlenir gözlerden...

avuçlarının terleyen heyecanına oturup

bir bardak sıcacık çay içeriz belki yine...

kadıköy vapurunun arkasında bıraktıgı mektubu okuruz beyaz köpüklerden....

seninle...

iki damla yaş filizlenir gözlerden...

sen düşersin sonra yine dilimdeki sözlerden.

göz ıslanır yaş hırslanır gözlerimde sonra...

ve sonra birden sen düşersin aklıma

yuvasından düşen yavru bir kuş gibi...

içim sızlar...

ve alırım seni sıcacık rüyalarımın avuçlarına...

sonra iki damla yaş filizlenir gözlerden yine...

ve ben uyanırım

bir rüya daha biter...

sapan taşıdır aglayan gözlerinden düşenler bana...



sapan taşıdır aglayan gözlerinden düşenler bana...

bakışlarım vurulur sana...

bakışlarım düşer yerlere...

kanadı kırık aglayışlarım uçuşur,

hıçkırıklar uçuşur

vuruldugum yaradan düşen tüyler gibi göklere...

sapan taşıdır aglayan gözlerinden düşenler bana...

sana degil

sitemim üşüyen ıslak kaldırımlara...

saatim hep seni ilk gördügüm saatine kurulur günün.

düşlerim senin çatına yuva kurar her gülüşünde...

bir arpa tanesidir bakışın...

bir bugdaydır saçının teli...

bir ekmek kırıntısıdır kokun

ekmeksiz bir günün ardından umuda uçan serçe kanatlarımda...

ben sensizlige tünedim sevgilim...

seni özledim...

sıcaga uçmayı bıraktım terkettim tüm düşlerimi...

kış yaklaştı işte...

ve pencerendeyim hala...

göç etmez yüregimin kırlangıç intiharıyım şimdi...

ve sapan taşıdır aglayan gözlerinden düşenler bana...

çamur yüregimin yuvasını kurmuşum çoktan ben sana...

* gereksiz bilgi : bir kırlangıç kısa hayatı boyunca , gittigi göç ettigi yerde sadece bir yuva yapar ve hep aynı yuvayı kullanır...bilimadamlarının en çok merak ettigi ve araştırdıgı şey ise çamur ve kırlangıç tükürügü ile bir duvara yapılan yuvanın yıllar boyunca asla nasıl yıkılmadıgıdır...

mahpusum sana parmakların ardından...



çatlıyor avuçlar toprak toprak...

sensizligin kurak susuzluğuna asılı ıslak hayallerimin hepsi...

belki kururlar diye...

belki bir gülümseyişin doğar yüzüme güneş diye yine...

çatlıyor dudaklar toprak toprak...

sensizliğe mahpusum ben

sensizliğe mahkum bir yağmurun altında

ellerine susuz ellerimden hapisim sana...

parmaklarımın ardında yatıyorum hapsimi.

ağzımda soğuk nem kokusu bir duvarın tadı...

boğazımda paslı buz gibi bir demir tadı kelepçedir her nefesime...

ağzımda sensizligim sen dolu hep..

sensizliğimden kokunun hayali miras bana...

mahpusum sana parmak aralarından...

parmak uçlarından...

mahpusum sana tüm parmakların ardından....

mumdur gözlerim damla damla yüzüme eriyen...


mumdur gözlerim damla damla yüzüme eriyen...

akar yaşlar çorbama dökülen tuz gibi yarama.

mumdur gözlerim damla damla yüzüme eriyen...

sıcacık tenimde sogur gözümden düşen tüm yaşlar.

göz yaşlanır yaralar gençleşir yürekte ardı sıra...

mumdur gözlerim damla damla yüzüme eriyen...

mum biter göz kapanır...

bitmeye yakın bir gaz lambasının titreyen aleviyim şimdi...


bitmeye yakın bir gaz lambasının titreyen aleviyim şimdi...

duvara gölge gölge düşüyor gözyaşlarım

hıçkırıklarım keçemin dumanı...

bitmeye yakın bir gaz lambasının titreyen aleviyim şimdi...

bakışlarım bir köy gecesi

ve gecemin tek sesidir cırcır böcegi ah çekişlerim...

bitmeye yakın bir gaz lambasının titreyen aleviyim şimdi...

bir türkünün sözleri takip eder adımlarımı

ve avuçlarımın közünde demlerim sızılarımı...

kırık aynamdaki çocuklugum...


duvarda seni bekleyen tek teli kopmuş bir baglamayım şimdi...
türkü yarım mızrap yetim arkandan..
yüregimin duvarına asılmış tek teli kopuk bir baglamayım şimdi...
söz yarım beste öksüz arkandan...
kaçar buralardan kalemim
ıslak yemyeşil bir ceviz agacının yapragı altına uzanır kalemim sensiz...
şiir susar mısralar yas tutar arkandan...

8 Aralık 2008 Pazartesi

beyaz bir sayfa gibi uzansam önünde...

gözgözü görmeyen bir karanlıgın altına uzansam çırılçıplak
elinde bir ressamın fırçası ve boyaların olsa
beyaz bir sayfa parşömen gibi uzansam önünde
teslim etsem tenimi ve kendimi sana
boyasan beni kör karanlıgında diledigin gibi
fırçanla okşayarak gezinsen tenimde usul usul
boyasan beni özgür ruhuna gem vurmadan
eyerlemeden biner gibi atına dört nala
koştururcasına ruhunu
boyasan tenimde ruhumu
boyasan beni...
özgür ruhunu salar gibi uçsuz bucaksız bir yayla boyu
boyasan beni yanıbaşımda diz çöküp
sokulsan ruhuma
boyasan beni
sonra gaz yagı bitmeye yakın bir gaz lambasının
varla yok arasındaki keçesini yakıp tutuştursan
kırmak için simsiyah karanlıgını gecenin
incecik loşmu loş bir ışık belirse ahşap duvarlı odada
izlesen beni
sanatına hayran hayran bakan tablosuna aşık bir ressam gibi...
gözlerinin ışıltısından izlesem görsem bende resmini
gözlerinden kendimi...
radyoda gramafon tadında lezzetinde eski bir parça
ısıtsa üşüyen resmini...
sonra ellerimden tutup kaldırsan beni
ve yüreginde en sevdigin köşeye bir çiviyle
çivilesen beni...
sıcacık duvarında kalbinin
ve rüyalarında sergilesen beni...
''satılık'' olmasam...
beni hep kendine saklasan...

kaptanın seyir defteri...


nasılsın hayat iyimisin ? sen nasılsın sevgili günlük ? ben nasıl mıyım ? ölümünü bekleyen azrail gibiyim şu an.uzman oldugum konuda o kadar deneyimsizimki şimdi...amatör kaldım hayatım boyunca yaptıgım işe...eski bir pencere kadar korkuyorum rüzgardan şimdi...kırılmak o kadar yakınki artık...titriyorum tüm soguklardan esintilerden...şeytanın hiç giymedigi görkemli paltosu gibiyim...bekliyorum savruldugum bir köşede unutulup eskimeyi...sahra çölünde bir balık oltasıyım sanki...ne dogru yerdeyim nede dogru zamandayım gibi kaybolmuş hissediyorum kendimi...beni bul günlük...lütfen...

keşke bugulansam ...


keşke bugulansam...
hayal gibi görünse hayal olsa herşey
keşke bugulansam...
kar yagsa gördügüm herşey üzerine
gözlerimin eteklerinde erise bakışlarımın soguklugu
ıslansa gözlerim...
ıslansa gülümseyişim...
kar yagsa parmak uçlarıma keşke
parmak uçlarının çıkıntılarında düşlesem seni
tüm düşler üşüse...
ama mutluluk erise dudaklarımızda sıcacık...
sıcacık yansa sözler agzımızda dilimizde...
dilimiz sıcacık yansa dudaklarımız alevlense
ve tüm sözler kızarıp çatlasa bu ateşin üzerinde sıcak ele avuca alınmaz kestaneler gibi
tüm sözler yansalar dilimizde ve sonra üşüse hepsi birden ...
dudaklarımız sarılsa birbirine
sıcacık nefeslerimizle ısıtsak üşüyen sözleri dudaklarımızda
öpüşsek
sönmeyecek bir yangın yerinin tam ortasında üşürmüşcesine
öpüşsek seninle
kavuşsa dudaklarımız birbirine
tüm özleyişlerin ışıgında aydınlanır gibi bir köy yerinde geceyarısı...
zifiri karanlıktaki birkaç damla ışık tanesi eşliginde
kavuşsak birbirimize ve
tüm kavuşmalar kavuşsa içimizde
kutuplar erise içimizde
buzlar erise
mevsimler degişse
altüst olsa içimizdeki tüm dünya...
hiçbirşey söylemesek...susuşsak sadece
elele tutuşur gibi dildile tutuşsak seninle
dudaklarım dudaklarınla mühürlense
tüm sözler içeride kalsa
içeride konuşulsa herşey yine
dudaklarımız ayrılmadan
elele tutuşur gibi dildile tutuşup sevdigimizi söylesek
şarkılar söylesek birbirimize
hiç ayrılmadan devam etsek tutku yolumuza...
durmasak bütün gece...
elele tutuşur gibi dildile tutuşsak seninle
içimizde üşüyen tüm sözleri ısıtalım diye...
öpüşsek güneşin dogumuna dek hiç durmadan
nefessiz kalışlarımızda açsak gözlerimizi sadece ve göz göze gelsek bakışsak
ama durmasak yinede hiç
gözgöze öpüşerek dinlensek seninle
yorulsak nefes nefese kalsak beraber koşuştururcasına
senin derin nefeslerin bana karışsa
benimkiler sana...
ama yinede hiç durmasak...
yorulsa dudaklar
uyuşsa öpüşmekten aşık dudaklarımız aşık kalbimiz...
ve gözlerimiz bakışlarımızı örtüp üzerine
uzansa yorgun bir mutlulugun üzerine...
gülüşsek sonra gülümsesek dudaklarımız ayrılmadan birbirinden
biz öpüşsek
ve tüm güzel rüyalar uykusuz gözlerimizden bizi izlese iç geçirerek...
biz gülüşsek...
kalpler atsa...
biz gülüşsek
pencerede menekşeler meraklansa...
biz öpüşsek ve ten yansa...
biz öpüşmelere salınıp bıraksak kendimizi
gecenin en derin ve karanlık saatlerinin sularına...
biz öpüşsek
ve öpüşmeler bizi düşlere taşısa
gözlerimiz açıkken uyumadan daha...
uyuyakalsak sonra seninle...
uyusak çok derin uyusak...
sonra açılsa gözlerimiz bir anda
birden uyansak
ve bu güzel rüya son bulsa
FIN yazsa mahmur gözlerimizde...
teninden tadın bana miras kalsa...
ve ben agzımda tadın hatırımda kokun
seni düşünsem
seni düşlesem uzun uzun bütün gün...

dökülüyorum bir kum saatinin üstünden altına dogru...

dökülüyoruz bir kum saatinin üstteki camından alttakine dogru

kayıp gidiyor altımızdan kumlar ,dökülüyor zaman

usul usul akıyor gözlerimizden hayat

dökülüyor herşey ellerimizden

tüm yapmak istediklerimiz,tüm hayallerimiz,tüm umutlar...

dökülüp gidiyor zamanı gelmeden herşey

vakti gelmeden sararıyor agaçlarda yapraklar

zamansız sararıyor tüm yollar kaldırımlar

düşüyor tüm süzülen yapraklar erkenden

dalında hayal

havada süzülürken umut

düşüp yere degerken umudun tükenişi ...

dökülüyoruz bir kum saatinin üstteki camından digerine dogru

kayıyor ayaklarımızın altından tüm adımlar işte

bir girdapa düşüyor nefesler

kesikleşiyor önce

sonra tutuluyor bir süre korkuyla

sonra derinleşiyor herşey

derin bir nefesle çıglık atıyor aç ve susuz kalan cigerlerin kalbinin yanında daha sonra

dökülüyoruz bir kum saatinin üstteki camından digerine dogru

ufalanıyor kuruyan bir yaprak gibi avuçlarında aşk...

kuruyor yaprak

kuruyor gözler

kuruyor yagmurun altında yürüyüşler

kuruyor ıslanan kaldırımlar...

aşınan ayakkabında ıslak bir koku oluyor bir an sevmek...

kuruyor çaylar...dereler...ırmaklar bile...

dökülüyoruz bir kum saatinin üstteki camından digerine dogru

aldıgın her nefes zamanın ta kendisi oldugunda

kirpiklerinin her kırpılışı saniyelerin diye dökülüyor gözlerinden...

dökülüyoruz bir kum saatinin üstteki camından altındakine dogru

uçurumundan istemeden düşen çaglayanlar gibi

uçan sular misali dökülüyoruz sonsuza...

dökülüyoruz solan düşler gibi bakışlardan

ayrılıklarda avuçlardan düşen eller gibi...

dökülüyoruz bir kum saatinin üstteki camından bir digerine dogru

açılan , görmedigi agına dogru özgürce yüzen küçük balıklar gibi...

dökülüyoruz kopan bir kolyeden yere düşen boncuklar taşlar gibi

dökülüyoruz kırılan bir kavanozdan düşen misketler gibi

dökülüyoruz bir aşktan düşen yavru bir düş gibi

yuvadan düşen yavru bir kırlangıç gibi

uçmayı unutan korkmuş bir umut gibi...

dökülüyoruz bir kum saatinin üstteki camından altındakine dogru

gözlerden kalbe

kalbinden avuçlarına düşer gibi ...

işte bu yüzden avuçlarım hep sıcacıktır benim

yangın yeri belki...

bu ateşi avuçlarımda durmadan harmanladıgım için...

bir kum saatinin...

üstünden...

altına...

düşer gibi...

dökülüyoruz beyaz kagıtlara ...

kaleminden düşen kurşunlar gibi...











5 Aralık 2008 Cuma

ışıkları kapatmışsın...


Işıkları kapattım.
Karanlığın gecesinde ikamet ediyorum bu gece. Hadi uzan yanıma. Tüm şefkatinle önce saçlarımı okşa,sonra sar beni sıkıca. Daha yeni tanıştığımız zamanlardaki gibi öp beni. Güveninin zırhında, kalbinin ılık sıcaklığında uyuyayım yıllarca.
Işıkları kapattım.
Yalnızca sen ve ben varız bu odada. Sokak lambasının cılız ışığı can veriyor ikimizin dışındaki her şeye. Dokunmak ve hissetmek istiyorum yeniden. Kalbimin yeniden attığını duyumsamak ve gülüşmek hınzırca…
Işıkları kapattım.
Yalınlığımdan türeyen vahşi yalnızlığıma düşman olmaya başlamadan önce son bir kez sarılmak istiyorum sana. Kokunu kokum yapmak istiyorum. El ele tutuşmak, gözlerine dalıp gitmek, abuk subuk bir sürü şey anlatmak, gülmek, gülmek ve gülmek istiyorum.
Yeniden eski yaprakları açıp okumak istiyorum. Mümkün mü?
Bir aşkı başa sarmak istiyorum, yıpranmış bölümleri makaslamak istiyorum. Mümkün mü?
Işıkları kapattım.
Unuttum, unuttun, unuttuk her şeyi…
Uzan yanıma, önce okşa, sarıl sonra…
Öp,
Sadece öp…

'' küçücük ellerimden '' by anubiss

dün gece rastladım şanseseri (şansesiri) bir blogta bu yazıya.yazarın yazan tarafının ismi anubiss...bana sesleniyor sanki yazıda bişeyler...öyle hissettim...begendim...yazıyı begendigim için degil ; düşünceyi ve düşüncenin sürülüşünü begendigim için sergilemeye karar verdim...ve aynen alıp koyuyorum. teşekkürler '' küçücük eller ''