28 Nisan 2010 Çarşamba
acımasız ol baharın kar tanelerine dokunan sıcacık sevgisi kadar...
şah çeken meydan okuyan bakışlarında vur gölgemin başını sevdiğim...
ve mat et hamlene uzattığın ellerini tutmak isteyen çaresizliği gözlerimden...
acımasız ol sonbaharın dallardaki yapraklara tanıdığı merhamet kadar...
şah çeken meydan okuyan bakışlarında vur gölgemin başını sevgilim...
gözyaşlarım kadar su renksizliğinde adımlasın tüm kederler yanağımda tenimi...
acımasız ol baharın kar tanelerine dokunan sıcacık sevgisi kadar...
şah çeken meydan okuyan bakışlarında vur gölgemin başını sevdiğim...
ve mat et hamlene uzattığın gözlerine mektuplar yazan,
teninde gamzene mısralar saklayan susuz ıslak sözlerimi...
adı : EN EV O ...
bir oyun yazmaya başladım bu gece...
adı : EN EV O ...
KONU : aşk...
SÜRESİ : belli belirsiz saatler boyu uzunmuşcasına rüyalar gibi saniyelerce kısacık...
OYUNCULAR : oyun oynamayı beceremeyen iki insan ve aynadaki suretleri...
PERDESİ:perdesi yok, boğaza bakan denize keder bakışlı, açık sözlü sahil evlerinin pencereleri gibi perdesiz...
TEMASI: e şıkkı hiçbiri şıkkını işaretleyen sarhoş bir soru cevapsız,cevabı sorusundan kaçan,bulunamayan...
BAŞI: sonuna saklı...
SONU: başı bağlı bakışlarda başına bağlı...
GİRİŞ: bacadan...
GELİŞME: gelişmeden hep çocuk kalan...
SONUÇ: her SON bir UÇ demek zaten dedirten...
oyunun başında bir sokak duvarında EN EV O yazısında başlar herşey...ev, tüm korkulardan karanlıklardan soğuklardan dışarıdan kaçmaksa bir beton sıcaklığa yada esarete eğer ve huzur demekse EN EV O işte dedirten sevda sözlerinde herşeye değen...beton duvarlar esaretinde o evde kendine bir odayı kabir saydıran ,korkuyla kucağına dualarla uzanılan...alevsiz tende yangınlarca boğulan hisler ile küçük bir çocuk gibi güneşsiz gecede sabahmışcasına uyanılan...
EN EV O dediğin kişiydi aşk belkide ,
oyunun sonunda aynı duvarda s ENi s EV iy O rum yazdıran...
sanki masummuş gibi...
27 Nisan 2010 Salı
beklemekten yoruldum seni...
düşündüğünü biliyorum tamam...
hatta düşünmenin bile cesaret anlamına geldiğini senin için...
fakat ne zaman eline alsan tahtada bir taşını,
piyonların dahi hep havada kalıyor senin...
ben sırf göz göze oynanıyor diye
sessizce bakışarak bekleniyor diye seviyorum
seninle satranç oynamayı...
kırılma ama
beklemekten yoruldum seni...
piyonların dahi hep havada kalıyor senin...
cesaretin,
ellerinden biraz sonra uçup giden sanki bir uğur böceği...
uçuruyorsun çocukça şarkılarla uğurladığın
ıslak mutlu böcek bakışlarımı
gözlerine dayayıp inanki...
ne olursun üzme beni...
kırılma ama
beklemekten yoruldum seni...
şahıma vurup düşürdüğüm ,çekilip kaybetmelere üşüştüğüm bir geceden yazıyorum bunları sana...keşke bir kere şah çekseydin bana diye kadere dert yandığım zamanları üflüyorum soğuk gecede ellerimi ısıtsın diye birazda...
23 Nisan 2010 Cuma
en büyük yalanım düştü, ağzımdaki ruhu düşen cansız sözlerden...
en büyük yalanım düştü ağzımdaki küçük sessiz harflerden can bulup işte...seni unutmak istiyorum dedim , bunu asla yapamayacağımı aldığım nefesler kadar iyi bilsem bile...en büyük yalanım düştü, ağzımdaki ruhu düşen cansız sözlerden işte...aklımdaki çıkılmaz dağın, sert sarp kayalarına saplanmış sihirli keskin bir kılıç gibi saplandığını aklıma biliyordum hep oysaki...her anımda aklıma düşen farklı bir suretinle, gözlerimin önüne düşen perdelere işlendiğini ve kazındığını biliyordum hep halbuki...
uzaklarından izliyorum şimdi, seçtiğin en güzel gülümseyişlerini cansız kağıtların siyah beyaz tenlerinde...en büyük yalanım düştü ağzımdaki küçük sessiz harflerden can bulup işte...seni unutmak istiyorum dedim , bunu asla yapamayacağımı aldığım nefesler kadar iyi bilsem bile...en büyük yalanım düştü, ağzımdaki ruhu düşen cansız sözlerden işte...durmadan sarıyorum tekrar tekrar izliyorum bu sahneyi sözlerimde şimdilerde...aklımdan çıkmıyor seni yüreğimin kafesinden,gözlerimin zincirlerinden,sözlerimin prangalarından kurtarmak azad etmek için söylediğim o bana ait olmayan ,kaybolmuş ,evsiz,kimliksiz yalan...bir keşke tarafından tutuklu ve esir şimdi tüm düşüncelerim,eski bir fotoğrafının ağaç sayılıp uzanılan gölgesinde...
uzattığın eline karşılık vermek ne kelime,gerekirse kollarımdan kesip ellerine uzatmak istediğim heyecanla yanan zavallı ellerim ve bir tavşan kadar korkak yüreğim...yüreğimi evde bırakmayı inan bana bende hep istedim...
bu yalnız esaretine göz yumamazdım asla...aslında hiçte yalnız sayılmazsın bu gezegenin kayıtlarında ama yinede seninki dolu dolu bir yalnızlık...kalbimin küçücük tavşan deliğinden içimdeki kocaman dünyama düşen küçük alice'im...
inan bana sözlerimden düşen bu yalan her ne kadar kalbimi dağlayıp yaksada, söylendiği andan sonsuzluğa kadar olacak bu yangın süresince,senin o hisler kafesinde o can yakan o canı yanan bakışlarınla yapayalnız beklemene dayanamazdım asla...gerekirse can vermeliydi cananına bulutlara değdiğine inandığımız bu aşkta bu yürek...bulutlara değdiğimizi düşünmek...sadece düşünmek...düşünüp hayal etmek yetiyordu acıları dindirmeye belkide...halbuki adımlarımızda bastığımız yer kadardı ağırlığımız ve geride bıraktığımız adımlardaki iz kadardı geçmişe kazıdığımız...silinmeye mahkum kaderindeyken zaman silinen her anımızı seni düşünmeye ve sana adamıştım yalnızca ben...ve karanlığa saklanan kin fidanlarıydı çarpıştığımız tüm egolar içimizin dehlizlerinde...
keşke sende bitebilse herşey...keşke son , başlangıcına siyam ikizi kadar yakın ve bağlı olsa...zihnimin ayaklarında çift pranga tüm keşkeler...adım attırmıyo bana bu başımdaki ağırlık...keşke sende kapatabilsem göz kapaklarımı...derin uykuma sığ bir su birikintisinde yürüyormuşcasına cesurca adım atıp dalabilsem...dalıp gidebilsem sana...keşke sende bitebilse herşey...keşke son , başlangıcına siyam ikizi kadar yakın ve bağlı olsa...keşke ölüm , nefesini nefesim diye içime çektiğim son gülüşüm olsa...sende vurulup sende gömülsem...sende çözülüp sende kaybolsam ve karışsam yüzünde açıcak tüm gülüşlerin çiçeklerine özüne karıştığım teninin can veren topraklarında...
keşke tüm sonlar bir başlangıç edebilse...keşke tekrar tekrar uyanıp ardı sıra öldüğüm bir lanete mahkum edilsem ve ben hep aynı son güne uyanıp aynı son günü yaşasam ; ilk karşılaştığımız ana ve bakışlarına mahkum olup sana vurulan yaralı hislerime lanetlensem...
en büyük yalanım düştü ağzımdaki küçük sessiz harflerden can bulup işte...seni unutmak istiyorum dedim , bunu asla yapamayacağımı aldığım nefesler kadar iyi bilsem bile...en büyük yalanım düştü, ağzımdaki ruhu düşen cansız sözlerden...
seni unutmak istiyorum dedim ,sen ve ben...siyam ikizi kadar bağlı ve farklı bakışlara mağruz kalan güçsüz tenimizde,aynı kalp aynı tenin altına uzanan bu dikenli tel üzerine atılan adımlarımızın kaderinde,sızılı nefeslerin gölgesinde uzanıp dinlenen mısralarla haykırıyorum acılarımı utanmadan bu gezegene...hep orada olacağını bildiğim halde seni unutmak istiyorum dedim ...aptal bir çocuğun kızgın sözlerinden düşen çamurdan kırlangıç yuvasının o en değerli tek yavrusunun düşüşü gibi düştü dudaklarımdan bu sözler,ve inan sözlerle beraber içimdeki her kalede düştü o ahşap küçük masada...tüm yenilgileri yenilmezliğimin yazılı olduğu efsane savaşlarım üzerine bir şişe mürekkep gibi döktüm o an...sildim zamandan ve zihinlerden yazılı herşeyi tıpkı istediğin gibi...bir zindana kapattım kendimi...karanlığı ve tozlu gölgeleri kimsenin görmesini istemediğim yüzüme makyaj yaptım...gülümseyen demir bir maskeyi kaybeden suratıma çivileyip taktım...
akşam güneşinde terkedişlere yürüyen yalnız bir adam olup yürüdüm tüm gitmelere...ve tüm gülümsemeler yalandı adımlarımdan yürüdükçe tek tek düşen ceplerimde...
20 Nisan 2010 Salı
17 Nisan 2010 Cumartesi
kırık bir leğende denizi hayaldi çocukluğum...
kırık bir leğende denizi hayaldi çocukluğum...
heryer kum heryer kiremit ,
heryer toprak bir kentti benim için ankara...
gördüğüm en hançer rüzgarıyla
yüzüme çizdiği sıcak bir resimdi yanağımda mutluluk...
elime büyük gelen bir ekmeği bitirememekti tutumluluk...
kırık bir leğende denizi hayaldi çocukluğum...
kuğulardan masal bir parktı küçücük adımlarım...
özlediğim sarışın adamın orman çiftliğiydi ,
nuhun gemisi sandığım...
tüm hayvanlar burada aşagıdaysa eğer
peki gemi nerede o zaman diye aramış durmuştum
koca bir gemiyi orada bütün gün...
çocuktum...
kırık bir leğende denizi hayaldi çocukluğum...
çocuk bir adamdı yorgunluğum...
dayandığı bastonunda hayallerini saklayan bir sincaptı gözlerim...
ve hükümsüzdü o yaşlarda hırsız bakışlarım...
gülümseyişlerini kıskanır çalardım rüyalarıma...
ve tüm insanlardan kaçardım bakışlarımdan koşa koşa utanıp...
kırık bir leğende denizi hayaldi çocukluğum...
karşı balkonda belli belirsiz,
ayaklarım ucunda yükselerek zorla,
tam göremediğim meraklı bir gülüştü ilk aşkım kulaklarımda...
kırık bir leğende denizi hayaldi çocukluğum...
o kadar hayallere kaçardı ki ruhum,
hergün çırılçıplak dönerdim eve çocuk parklarından...
nereye attın yine üstündekileri diyen bir çığlıktı annem kapıda...
üstü başı kum yalnızlığımda
elinde havlu düşlediğim bir gülümsemeydi annem...
annemin kum dediği
bende sırılsıklam bir ıslaklık...
yüzmeyi çocuk parklarının kumlarında öğrendim anlayacağın,
düşmeyi sırası hiç bana gelmeyen salıncak bekleyişlerinde...
bu çocuk salak,bu çocuk deli galibalar pişirirdi annem hergün babama...
çok sonra öğrendim ,
çocuk parklarına denizinden izinsiz çalıntı kumlar döküldüğünü...
neden tüm çocukluğumun deniz koktuğunu üstelik ankarada...
kırık bir leğende denizi hayaldi çocukluğum...
martılarını duvarlara kalemimle çizdiğim...
kulaklarımda bir ada vapuru çığlığı,
yap bozuma seni parça parça dizdiğim...
kırık bir leğende denizi hayaldi çocukluğum...
düşlerimin kıyılarına vuran köpük köpük suyuna uzandığım
bir rüyaydı yokluğun...
hala uyanamadığım...
13 Nisan 2010 Salı
seni en çok gözlerinden özlerim...
9 Nisan 2010 Cuma
tarihe tanıktı tüm çatıdaki martılar...
tarihe tanıktı tüm çatıdaki martılar...
hani yalan söylemezdi
ayak altında ezilen zavallı tartılar...
oysa çığlık çığlığa izliyordu
gecenin sokak lambaları bizi...
gözlerine dalıp çıkan bir karabataktı bakışlarım sanki,
dalıp gidiyordum gözlerine...
kaçırıyordum dudaklarından uçuşan
anlatmaya çalıştığın herşeyi...
ve tarihe tanıktı tüm çatıdaki martılar...
son sözlerine yaklaştıkça dudakların,
yanıyordu alev alev bir demir ocağında sanki sözlerin...
sözlerine tutunan her harf yüreğimi dövüyordu sanki...
suya verdiğin sevdamdı tüm susuşlar ardında...
ve son sözünle çıkıyordu ateşinden
kor bir demir gibi
nefesinin dumanında hafifçe ayrılan dudakların...
yakıyordun dilimdeki her heceyi...
ve dudaklarınla mühürlüyordun yaka yaka
geceyi dudaklarıma hapsedip;
ve kor demir gibi yakıp dudaklarını bastığın dudaklarımda
seni bir daha görene dek seni susuyordum ben,
yanık dudaklarımın seni unutturmayan acısında
hayalini merhemleyip...
sen kocaman bir denizsin gözlerimde...
sen kocaman bir denizsin gözlerimde...
adın aşk avuçlarımda...
saklı bir kopya kagıdı gibi sanki
yazdığın ilk mektup hala ceplerimde ;
dokunmaya dahi korktuğum
çıkarıp okumaktan delice ürktüğüm...
ama orada olduğunu hep heyecanla bildiğim...
sen kocaman bir denizsin gözlerimde...
elimden tutup zorluyor birileri kimi zaman
adını aşk boyadıkları sandallarda
bu denizi dolaşmaya...
fakat ben ne zaman kürek çeksem birinin
adını aşk koyduğu sandalında,
seni izlemelere dalıyorum daha çok...
siliniyor karşımda konuşanın sözleri kulaklarımdan,
gözlerim sana dogru kayıyor usul usul
ve ben deniz ne kadarda güzel değil mi diye
saçmalıyorum hep yaptığım gibi...
sana düşüyorum daha çok yani...
kim adı aşk sandallarda açılmaya zorlasa beni
açıkları sen bir denizde
sana düşüyorum dahada çok ben...
kıyılarında sana hasret
bana hayret
özlemler gel gitleniyor üşüyen yüzümde...
kim adı aşk sandalıyla açılmak istese bende
bir süre sonra alabora olup
yine sana düşüyorum...
seninle ıslanıp
sana batıyorum elimde olmadan...
sen kocaman bir denizsin gözlerimde...
eskiyen mektupların sararan satırlarında gel gitler geceleniyor,
titrediğimiz heyecanlar,
okumalar sökülen dudaklardaki gibi
korkuyla yavaştan heceleniyor...
fransızca seni seviyorumlar vurup sararan fotoğrafına
türkçe ağlıyorum yastığıma fısıltılarda hala...
sen kocaman bir denizsin gözlerimde...
ben bir balıkçı,
senin kıyılarına
yüreğinden prangalı şiirlerinde...
sen kocaman bir denizsin gözlerimde...
ben kumsalına iskambilden evimizi,
mektuplarının kağıtlarından katladığım
gemimizi demirleyip
uzanıyorum yokluğunda asla gelmeyen
inatçı hayaline...
sen kocaman bir denizsin gözlerimde...
ve ben senden geride kalan
yalnız bir ceset sandal,
çekildiğin kumsalın kumlarına zindan bir yalan
tüm bu alan...
senden geride kalan bir ada bu yaşam bana,
heryeri seninle çevrili bir alevin kızgın kumlarında ben
kuyruğu sevda,intiharı sen bir akrep
bu kumsalda kumdan saatin yelkovanı yanında...
üç noktasızdı...gölgedeki gözler...
gölgedeki gözler
ışıktan uzak saklanırlar bizden.
gölgedeki gözler
ışıktan bakana,
görünmez yürekteki izler.
gölgedeki gözler
hep ışıkta kalmış
geçmişten birini özler.
gölgedeki gözler
sessiz kalmış dudaklarda
haykırılan
sarfedilmeyen sözler.
dudaklara kazılmış mezarlarda saklanan
söylenmeye utanılmış satırlar.
gölgedeki gözler
hep özlenenin yolunu gözler...
karanlıkta hatırlanır
yalanmış ölümüne verilen tüm sözler.
gölgedeki gözler
gölgede gözlerinden dökülenleri gizlice siler.
ve üç noktasızdı
gölgede hıçkırılan tüm
ağlamalardan arta kalan
yüzde kuruyan sızı veren tuzlar.
7 Nisan 2010 Çarşamba
bir ardıç dibinde ayrık otu yüreğim...
bir ardıç dibinde ayrık otu yüreğim...
iki küçük kanat peşinde burada bitişim...
işte orada yukarıda bir dalda,
küçük bir ardıç kuşu sevmişim...
bir ardıç dibinde ayrık otu yüreğim...
dalında o kadar güzelki seyretmeye doyamadığım...
dalından koparamadığım...
bir ardıç dibinde ayrık otu yüreğim...
işte orada yukarıda bir dalda,
küçük bir ardıç kuşu sevmişim...
kuşun gözü başkasında...
başka bir dalda güzel gözleri...
küçük yüreği kendi sevdasında...
oysa ben ,
yeşil yaprakta kara sevdaya düşmüşüm...
bir ardıç dibinde ayrık otu yüreğim...
ardı sıra dallarında ardıcın,
sevdamdan ayrı düşmüşüm...
bir ardıç dibinde ayrık otu yüreğim...
işte orada yukarıda bir dalda,
küçük bir ardıç kuşu sevmişim...
kuşun gözü başkasında...
küçük yüreği kendi sevdasında...
ben ayrı düştüğüm sevdada uçup gitmesin duasında...
bir ardıç dibinde ayrık otu yüreğim...
ölümüne aşık olan ,
kendi mezarına toprak kazan bir küreğim...
ardıç dibi bir sevda gölgesinde,
kulakta yar sesi kuş cıvıltısı,
ayrık otunun bilinen kaderine basılan bam teli notasında,
yarin sesi kulağımda rüzgardan bir ninninin türküsü...
bir ardıç dibinde ayrık otu yüreğim...
tek dileğim ,
sana doğrulan sapanları tutan elleri
yaka yaka öleyim...
bir ardıç dibindeki gölgeye uzanıp
kulagımda sesin ile sessizce gömüleyim...
alışkanlık...
'' alışkanlık , gri kazın,korkunun pençesine kapılmadan bir türlü karşı koyamadığı bir geleneğe,adete dönüşmüştü...tıpkı insanlardaki gibi...''
bugün bu kitabını okumaya başladım prof.konrad lorenz'in...merakım kavonoz altında hapsedilmiş bir sinek gibi duramıyor yerinde...oradan oraya çarpıp merak ediyorum önümdeki gelen her cümleyi...müthiş bir adam...
5 Nisan 2010 Pazartesi
Anlarsın...
Anlarsın
Bir gece habersiz bize gel
Merdivenler gıcırdamasın
Öyle yorgunum ki hiç sorma
Sen halimden anlarsın
Sabahlara kadar oturup konuşalım
Kimse duymasın
Mavi bir gökyüzümüz olsun
Kanatlarımız dokunarak uçalım
İnsanlardan buz gibi soğudum
İşte yalnız sen varsın
Öyle halsizim ki hiç sorma
Anlarsın
Cahit KULEBİ
seviyorum cahit ustanın bu mısralarını nedense bilmeden...bekleyene postalanmıştır yüreğimden bunlar,hiçbir korku duymadan...
Beklenen...
Beklenen
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?
Necip Fazıl KISAKÜREK
sevdiklerimden paylaşmak istedim ...ikinci mısrası eksik bir şiirdin gözlerimde...
dipnot: vehim nedir ? Kuruntu. Yersiz,aşırı kuşku...güvensizlik,evham...vesvese.
2 Nisan 2010 Cuma
dileğiniz, bir şiirin mısralarına asılmıştır çoktan...
kalemi kırılıp birkaç taze umudun,
dileğiniz, bir şiirin mısralarına asılmıştır çoktan...
bir paris gecesinde
görülebilecek en büyük,
üstelik ışıklı bir elektrik direği altına
oturulmuştur hiç yoktan...
kalemi kırılıp birkaç taze umudun,
dileğiniz, bir şiirin mısralarına asılmıştır çoktan...
adı paris bir geceyi bağlayıp oturulan masaya,
güzel güneşli bir meydan sabahı resmedilmiştir
önünde bomboş duran boktan tabağa...
sarhoş adımları yatırmayı düşünürken sabaha;
hiç anlamamıştım neden parayla çıkar bir asansör
böyle güzel bir manzaraya...
oysa asla parayla satın alınamamıştır
kafaya kazınan en güzel şeyler güneşten dolunaya...
mesela aŞk...
sipariş edilemez asla...
ansızın düşer kafana,bedava...
sarhoş adımlarda yükselip çıktım sonra,
ışıl ışıl parlayan bu ünlü elektrik direği tepesine...
ve tıpkı dilediğin gibi yaptım herşeyi...
idam ettim tüm güzel geçmişi dar ağacı yürekte...
sonra bir mesaj yazdı eller kalbi kırılana...
kalemi kırılıp birkaç taze umudun,
dileğiniz, bir şiirin mısralarına asılmıştır çoktan...
ve tüm umutlarımın çekip ayakları altından sandalyesini ,
bıraktım aşağılara tüm satırlarını mektubundan...
gözyaşlarının ıslaklığını silip yüzümden ;
sarıldım bir an atkıma ,
uçuşan mektuplarında üşüyen aŞk ile donan soğuktan...
Cv nedir ... ?
Cv nedir...
ne anlatır bir a4 senin hakkında karşındaki insana...
ne anlama gelir gerçekten bu kısaltma acaba...
cümlelerimin vasiyetidir cv...
cemremin vaziyeti birazda...
cansızlığımın vasfı belkide...
nedir bir cv...
bir cenazenin vekaleti belki ,
ıslak gözlerimin kederinden yanarak düşüp damlayan
imzalamam gereken kağıtlara...
cürmünde vicdandır...
cezanda veysel sabrı...
cezanda veysel, aşıktan belki kimbilir...
Cv nedir...
camda veryansın zamanlar belkide...
canda virane hatıralar belki...
cv kimdir...
tanıtır mı seni beni başkasına...
anlatır mı...
cv kimdir...
cebinde vurgun zamanlar...
yada masum sıralarda cebirle vurulanlar...
Cv nedir...
cümlelerimin vasiyetidir cv...
cemremin vaziyetidir birazda...
tabakamdan kağıda dökülen,
bir parça tütündür belkide nazla...
ayakkabımın tekinde huzurla uyuyan küçük bir kedi...
ayakkabımın tekinde huzurla uyuyan küçük bir kedi...
dopdolu koca bir tabak sütü terkedip masanın altında,
tabağımdan kocaman bir hayali yedi...
ayakkabımın tekinde huzurla uyuyan küçük bir kedi...
ismini yedi koydum...
hiç boynuna takmayacağım tasmasında 7 yazıldı adı...
sorsam hala bilmez nasıldır sütün tadı...
ayakkabımın tekinde huzurla uyuyan küçük bir kedi...
içmez hiçbir akşam hala
masanın altında onu bekleyen,
terkedilmiş soğuyan bir tabak sütü...
ayakkabımın tekinde huzurla uyuyan küçük bir kedi...
zıpladı yine tabağımdan kocaman bir hayali yedi...
ve gözlerime bakıp oda seviyor dedi...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)