7 Nisan 2025 Pazartesi

Pankek pişiriyor gülüşün yüzünde

 
Uzun okumalar.
Uzun yürüyüşler.
Derin düşünmeler.
Yavaşlaması gereken her düşünce,her nefes.
Nedense yapmıyoruz sevgilim...

Pankek pişiriyor gülüşün yüzünde,mis gibi kokuyor gülüşünün sesi düşlerimde...


09.32 A a ! Pankek mi var yoksa rüyamdaki kahvaltıda ? Peki ne zaman geldin sen,ne ara yaptın tüm bunları sevgilim lütfen söyle ?

Ve kelebekler de işer sevgilim

 
Hayat bahar değil her gün,
Güzel kokmaz daima o çiçek dolu tarlalar,
Gübreli günleri de var elbet o düş bahçelerinin.
Bok mu yer toprak yoksa diye şaşırma,
Gör yaşa ve kabul et doğayı,salt gerçeği,
Unutma,
Ve kelebekler de işer sevgilim...


09.21 sevmeye ve kaçmalara evde bahaneler ören bir zaman bu yaşadığımız sevgilim.Çözemedim,anlayamadım...

Çocukların cennetinde yara bandı ve pamuk şeker var mı ey tanrım

 
Salça ekmek deneyi.
2 kuruşluk malzemeden bu kadar renk,bu  mozaik.
Toplumun yoğunluğunu ölçmeye çalışıyor birileri,
Gizli saklı daima bu gezegenin iki ayaklı kan emicileri.
İçinize açın bakın tüm şeref yoksunları,
Merhametiniz orada mı hala arayın iyice...
Başı kesik tavuğu yaşatmış bir aptal tam yedi gün,
Sizin biliminize tüküreyim,
Kalbi alınmış bedenlerinizde siz bi ömür yaşadınız nasılsa oysa.
Yani anlayacağın,
Aynaya bakmanız yeterliydi bi deney uğruna.
Yazmış birileri bi monopoli,
oynuyorsunuz kağıttan uydurduğunuz değerleriniz ile şu fani dünyada.
Ve harcıyorsunuz suyu,insanı hiç düşünmeden hunharca.
Saklanıyor karanlık,ışığın tamda dibinde sessizce.
Cesareti yok sesini duyurmaya.
Koca insanın ağzına emzik vermiş fani bir kral,
Büyüdüğü sokaktaki meydanda...
Sus diyor içimdeki gök gürültüsüne bir ağustos böcegi birazdan kesilecek o ağaçta.
Salça ekmek deneyi.
Kim olduğumuzu anlatır mı sana belki ?
Bir çayır bu kadim ruh bu eşsiz diyarda,
Bir çiçek o deneyden yakaladığın bizden bir koku bir tat,
Ama yetmez bu kadar çiçeği gören göze,kokusunu bir kağıda dökmeye saklamaya çalışan zihnine bu gördüğün koca baharı anlatmaya.
Toplumsal kimlik ve seçimler üzerine davranışsal yaklaşımlar mı dedin ?
Ah benim bembeyaz tüyleri,kırmızı gözleri ile ne olduğundan habersiz kafese doğmuş deney faresi esir yüreğim.
Salça ekmek deneyi.
Bir kapı bir pencere ve üç beş çocuk düzeneği.
Bu saçma sapan monopoli oyunu masasında gezegenin.
Üzerimizde ilaçlarını,silahlarını,çekebilme ihtimali oldukları olası acılarını deniyor,
Gurursuz kağıt para maymunları,
Sarı bir taş kazıp çıkarıp taptıkları.
Aptal dev karıncaları dünyanın...
Tanrıyı kalbinden bıçaklamış bu hain evlatları faniliğin,
İçini doldurmuş ve oturtmuşlar yemek masasına.
Önce çocuklarını kandırmışlar,
sonra kendilerini inandırmışlar bu eski tozlu yalanlarına...
Salça ekmek deneyi...

Kalp kırılabilirdir çocuk,
Ruh uçabilir,hafiftir bir karahindiba çiçeği tohumu kadar...
Fakat onlar önce,kalbe katı olmalı bir taş kadar dediler,
Ve ruha ağır olmalı dediler yürüyen bir metal top kadar,
Adı tank imiş cesaretsizliklerinin...
Katil imiş evde çocuklarının saçını yumuşacık tarayan anneleri bile belkide;
Evdeki evladını beslemek için sattı kağıttan paralara önce ruhunu şeytanın gölgesine,
Sonra gidip katletti ondan uzakta yüzlerini dahi görmediği yüzlerce bebeği birkaç saatte mesaisinin...
Kralların tuvaleti bok kokuyor anne,kan kokusu sarmış temizlenmiş bembeyaz duvarlarını...
Salça ekmek deneyi.
Ekmek,domates,biber ve acıkmış koşturan kirli küçük eller üzerine bir makale belkide gerçekten yaşamak...

*Peki şimdi sence acıkmış mıdır anne, kafeslerinde labirenti çözmeye çalışan tüm o pamuk rengi yavru fareler ?

08.52 saat ölümler sonrası bir savaşın.gelen fırtınanın huzur sessizliği öncesi...bulutlar gassalıdır belki savaş ertesi yerde yatan binlerce kanla boyanmış masum bedenin...peki yağmur yıkayabilir mi bu kadar kocaman bir kırmızıyı üzerimizden...kan kurumuş masum yüzlerinden ellerinden çıkar mı tüm bu yaşadıkları ? Çocukların cennetinde yara bandı ve pamuk şeker var mı ey tanrım...? Düşmüş dizleri kanamış tüm o korkmuş masum vicdanların...

Salça ekmek üzerine karalamalar...
Ve karıncalar kaçıyor artık bizden sevgilim.

Kabrimi suluyorum

 
Akılların ermediği bir yerden gülümsüyorum sana,
"Nasıl olabilir ki bu" bir yer gözlerinde buralar.
Aslanın oğlu bir bal porsuğuyum her nasılsa bilmiyorum,
Döltutmaz bir tutkunun tomurcuğuyum imkansızın açmaz denen ama açan dalında...
Umrumda değil ne ateş ne yanıbaşımda savaş,
İçimde hem bir savaş hem ateşte lokum ısıtan korkusuz bir keyif yaslanıyor kellesi vurulmuş ruhuma.
İkisi de benim,
Hem dünyayım hem ay,
Sanki.
Akılların ermediği bir yerden gülümsüyorum sana,
"Nasıl olabilir ki bu" bir yer gözlerinde buralar.
Ruhumun gassalıyım,
Yıkıyorum tüm hırslarımı,kazandıklarımı soğuk tenimden.
Çıkmıyor üşüyen geçmiş üzerimden.
Selamı okuyor bir bulut gökten.
Ruhum büyümüş,
terkediyor büyüdüğü evi,
Kendimi gömüyorum...
Akılların ermediği bir yerden gülümsüyorum sana,
"Nasıl olabilir ki bu" bir yer gözlerinde buralar.
Arafın düşü mü olur,
Ya cennetin soğuk üşüten demirden prangası ?
Özledim değersizliğimizi,
Etiketsizliğimizi...
Değersiz zamanları kum saatinin dökülen kumlarından.
Özledim.
Akılların ermediği bir yerden gülümsüyorum sana,
"Nasıl olabilir ki bu" bir yer gözlerinde buralar.
Öleli çok oldu,
Kabrimi suluyorum...


12.41 saat,gelme ihtimalinin olduğu saatleri penceresinde bir semtin,kadim sokakların...

Suyun dibinde çırpınır balina

Suyun dibinde çırpınır balina,
insan ne ki onu anlayacak,
Hangi kimse o olayı kaldıracak,
Denize dalıp ona bel bağlayacak.
Denizin dibinde çırpınır balina,
Yavru da olsa hor görülür orada
insanlar 1 metre uzakta olan çöpü yok sayarlar
Denizi koca bir çöplük sanarlar.
Denizin dibinde çırpınır balina,
Düşünmez kimse kimseyi,
Yoksullukta bırakırlar birbirlerini,
Oysa herkes dünyanın birer eli.
Suyun dibinde çırpınır balina,
Hepimiz dünyada yaşarız,
Orası bizim yaşam kaynağımız,
Dünyayı rahat bırakmalıyız.
Suyun dibinde çırpınır balina,
Kalp atışı mutluluğa,
Hayattan çok şey istemez,
Sadece bir bağ ister arkadaşlığa giden türden.
Suyun dibinde çırpınır balina,
Dişleri sipsivri,
Bir yırtıcı hayvan,
Oysa içi ipekten ve kumaştan.
Suyun dibinde çırpınır balina,
Gerçeği saklar her zaman,
Gülümsemesi inci gibi,
Fakat içinde en güçlü deprem.
Denizin dibinde çırpınır balina,
Senin attığın petşişe,
Onlar için ölüm.
Denizin dibinde çırpınır balina,
Balina için zorbalık,
Demek hastalık,
Sonuçta kalbi altın.
Denizin dibinde çırpınır balina,
Zenginlerin aldığını o hak eder,
Sonuçta arkadaşlık için lider,
Meleğin kanatları bir tek onun harcı olabilirmiş.


11.04 dünyanın en güzel çırağısın sen.bilmeden ustan olmak gurur veriyor zihnime.beni geçmen çok yakındır görüyorum bu açık,ama umrumda değil ve buna seviniyorum.bir dileğim bir isteğim var sadece.sen hızlanacaksın git gide,seninle yan yana koşmak istiyorum tüm yazdıklarını,gördüklerini,hissettiklerini gücüm ve hızım buna yettiğince.senin gözlerinden izlemek istiyorum yanıbaşında yaşamayı,dünyayı...
noktasına virgülüne bile dokunmadan paylaşıyorum şimdi yazdıklarını.

seni seviyorum güzel şair,yüreğimin ince heykeltraşı...

4 Nisan 2025 Cuma

Düşer martılar pencerenden her sustuğun hecende

 
Eski bir şişenin dibinde,
Mektubum denize düşer gözlerinde izninle.
Yazılanlar ıslanır mı peki güzel gözlerinde.
Yok mu bana bu ömürde ölmenin başka bir yolu.
Cevapları mı tekmeliyor sorular yoksa dilinde?
Soyunuyor cümleler yüzünde,
Çırılçıplak şiirlerim.
Ve azgın cebimdeki tüm soysuz düşlerim.
Eski bir şişenin dibinde,
Mektubum denize düşer gözlerinde izninle.
Üst üste kaç defa sevişsek unuturuz peki defterdeki dünleri.
Tükürür gibi yazanlara inat bi günde yüzlerce,
Doğurur gibi yazıyorum seni,senede bir belkide.
Naif serserisin sen,arka sokağındaki çocuk parkı ve o güzel semtinde.
Eski bir şişenin dibinde,
Mektubum denize düşer gözlerinde izninle.
Düşer martılar pencerenden her sustuğun hecende...


03.53 gecenin sustukları.ve bir yas istisnası içimdeki öksüz her saniye...

Kovdum içimdeki tüm canavarları

 
Ekmeğim düştü,öpüp başıma koydum seni.
Kovdum içimdeki tüm canavarları.
Daha fazla korkmadım hiç bugüne kadar,
Yokluğun kadar hiçbir şeyden.
Kaç kez seni sevdiğimi söyledim hatırlamıyorum,
Binlerce kez söylemeliydim gözlerine dayayıp gözlerimi,
Koca aptalın tekiyim sanırım ben,
Ölmeliydim çoktan dudaklarına gömülmek için.
İki üç dört...kaçıncı savaşı bu dünyanın bilmem,
Başımıza çatıları yıkılan.
Ekmeğim düştü,öpüp başıma koydum seni.
Kovdum içimdeki tüm canavarları.
Taşındı hepsi kafamdan,
Yatağımın altı sadece mektupların ile dolu...
Terketmiş şehrin sokaklarını tüm çicekçi teyzeler.
Şahitleri aşkının gözlerimde...
Ekmeğim düştü,öpüp başıma koydum seni.
Kovdum içimdeki tüm canavarları.
Radyodan maç dinleyen bir amcanın sahil kasabasına kaç gel lütfen sevgilim,
Bekliyorum yıllardır iskelede seni...
Belki,belkide ve belk...
Biliyorum geliyorsun,aklının yollarından bana,
Biliyorum yoldasın.
Ekmeğim düştü,öpüp başıma koydum seni.
Kovdum içimdeki tüm canavarları.
Konuşma sakın iskelede beni bulduğunda,dinlemem asla umrumda değil dilindeki meyve ağaçları,
Öp beni,
Yakala,
Sakın bırakma saatlerce ellerimi.
Öp kıyamete kadar beni,
Yaşamak düşsün yakamızdan,
Kırılsın o değerli vazon düşüp gözlerinden.
Yapıştıramasın hiç kimse,
Parçalanan dudaklarımızı...
Kırılsın ruhum dudaklarında.
Uyuşsun öpüşmelerimiz,karıncalansın kalbimiz,
Kapansın gözlerimiz ıslanmaktan.
Ekmeğim düştü,öpüp başıma koydum seni.
Kovdum içimdeki tüm canavarları.
Batıyor yanan gemileri sana bakan umutlarımın.
Bir bardak çay çalıyor uykumu artık gözlerimden,
Ve bir de sen...


01.53 mezarlarını kazdığım tutkular var rüyalarımızda.hayalet ağrıları var kalbimin...

kaderi yazılı tüm cennetlerin ta ezelden bir damla suya

 
Perdesi kapalı öğlenimin.
Sanki yokmuşum gibi.
Günün gölgesi içeride ama,
Sanki güneşi hiç doğmamış gibi...
Dönüyor gezegen,dönüyor insan.
Bir tek ay mı duruyor yerinde?
Bilim yanıyor bir ateş gibi evet içimde,
Başka bir ateşi görünce susuyor sönüp
tüm hesapları ve cevapları ile,
Adı aşk bu ateşin bir yangının ertesi ellerimde.
Affet beni albert,
İzafiyetim,gözlerim yağmalıyor tüm hesaplarını,
Ve durduruyor zamanı tüm kainatı boşverip sevdiğimin gözlerinde...
Bilime küfür mü ki aşk ölümlü bedenimde,
Bu gördüğüm ne o zaman söyle günahkar yüreğimde,
Affet beni isaac,
Yağmur yerden göğe doğru yağıyor,
sevdiğimin dizlerime uzanmış bana bakan eşsiz gözlerinde...
Perdesi kapalı öğlenimin.
Sanki yokmuşum gibi.
Affet beni galilei,
Kayıp düştü ellerimden
zamanın kumları,sonsuzluğun suyu gibi,
Kaybettim onu bir öğlen vakti sanki hiç yokmuş misali.
Değdim ellerimi uzatıp göklerin sönmez ateşine gibi,
Şimdi kaldım ışıksız günahkar şu karanlıklara.
Günün gölgesi içeride ama,
Sanki güneşi hiç doğmamış gibi...
Kaybettim.
Güneş doğusunu terketmiş,batıda ilk defa doğacakmış gibi...
Varlığın alametim,
Yokluğun kıyametim olup sur'u üflemiş ve doğmuş sanki serin bir akşam vakti gibi...


11.28 kaderi yazılı tüm cennetlerin ta ezelden bir damla suya.silinip gitmesi suyun hainliği ise,korkup içmemek bizimki mi ki ? 

* suyun hafızası unutmaz hem kimseyi...

Sıralı cümlelerin treni bir şiir yazılı yalnız benim için boynunda

 
Her şiir bir cevap,her cevap bir şiir olabilir.
Sıralı cümlelerin treni bir şiir yazılı yalnız benim için boynunda,
Ve tüm bedenimiz sıcacık demir yolu memleketimizin her yanına,
Al renginden bir denizi taşır durmadan içimizin şehirlerine,
Hatta taa en ucundaki köylerine kadar...
Bir tren garı boynunda,
güp güp atıyor kalbin en büyük şehrin denize aşık,yaslanmış bir istasyonunda.
Boynundan bir şiir dökülüyor sevgilim,
Yalnız benim duyabileceğim...
Ruhum yüreğinin duvarına kulağını dayamış,
Dinliyor yaşamayı ve sevdayı,
tüm dünyadan geçip sadece senden sanki...
Nazlıydık biz.
Çocuktuk en güzelinden yemyeşil ağacında.
Aşksızların aşı,
Susuzların suyuyduk belkide evde.
Her şiir bir cevap,her cevap bir şiir olabilir.
Sıralı cümlelerin treni bir şiir yazılı yalnız benim için boynunda,
Okumaya kıyamadığım,dokunmaya cesaret edemedigim,
Bir kelebeğin kanadından sökülüp tertemiz cahil bir parmağa bulaşıp düşme asla diye...


10.29 midesi bulanıyor göğün.
ateşi var alnımda bir yanardağın.
kustu kusacak içinde tüm birikenlerini...
öksürüyor ağaçlar ormanında 
ve şurubu sensin yağmura karışması gereken düşlerimin...

3 Nisan 2025 Perşembe

mermin leyla

 
- seviyorsun onu.

- içinin korkuları yankılanıyor kalbinin uçurumlarında sevgilim.Dağılmışsın sevdasızlığın kuru ayaz fırtınalarından.Salt yalnızlık değil mesele,sevdasızlık bence.Et kemik yanında olmak zorunda değil illede bir sevda için.Susuz kalmışsın kaç bahar.ben çoktan demirlemişim bakışlarımı gözlerine utana sıkıla.ardında yukarıda bir kulenin bir penceresi kadar zindanında bir gardiyan izler belki seni diye,eğdim kaldırmadım başımı bile.yani olmuyor.bilmem neden.bozuldum gittim ben bir oyuncak kutusu içindeki kalbim ile.çözemedim bu yaşamak sorusunu tepemde.yani olmuyor.boş bıraktım seni içimde.özledin de saldırdın bana sen bu soru yada bu cümle ile sanırım,bilemedim yine.yoksa cümlen sonuna soru işareti koymayı unuttuğun bir özledim miydi acaba ? Düşün düşün inan kafayı yedim...

Salakh...
nasıl görmezsin bu kadar yakından bile üstelik.
mermin leyla,
çıkaramadım asla,
çekirdeği kanıyor hala durmadan kalbimin en derininde...
Gömleğim beyaz,
göğsüm kanamış kan rengi karşında.
Bana bakman yeterdi herşeyi anlamana,
Bana bakman yeterdi herşeye,daima...
Karşılaştık ve sen sordun bana : yara bandın neden kırmızı parmağında.
Çok kızdım,çok kızdırdın beni.Salakh.
Halimi sorma.
oksijen kalmadı hiç kalbimde.
nefessizim karşında...
suskunluğum ondan,
mecalim yok inan bir cümle bile kurmaya...


22.56 ey oksijenim,O²'m...
yakıyosun beni ateşsiz alevsiz bir cehennem ile kimsesizliğin gezegeninde.
kimyasal bir kargaşa kalbim karşında.

Vatan paradoksu

 
Ve elini açtı yaprak,
Hakkını istedi gökten.
Bulut sustu,rüzgar kükredi,
Dönmedi yine de yeşilin rengi yolundan,
Ve serden geçti tüm dallar tertemiz bir yağmur ve yarının filizleri için...


14.13 feda edilen al okyanusları var cesur yüreklerin ve birkaç damlasına dahi cesareti olmayan korkaklar ordusu diğer tarafta...
Vatan paradoksu var şimdilerde korkakların kafasında şu serin gecelerde.

Tarihin bu şanlı kadim gölgesinde,

Nedendir bilmem...

2 Nisan 2025 Çarşamba

bir yudum şiirler semti gözlerin

 
Gündüz gözü dar bir sokak arası,
Bıçaklandım,
Ve şiirler kanadı aktı yaramdan...
Şiir kaybıydı ölümüm belki,
Başım döndü ve üşüdüm önce,
Köşeyi dönüp bir anda seni görünce,
Bıçaklandım,
Ve şiirler kanadı aktı yaramdan...
Sonrası,
Uyudum yavaşça kapanan gözlerim ile,
huzurun mis kokan göğsünde...
Yaşamanın uçurumu,
Ve bir ömür sımsıkı tutunduğum dalı bıraktım usulca.


12.26 bir yudum şiirler semti gözlerin...
bakışlarını yürüyorum geçmişten gerisin geriye çoğu sabahları.

binalar bahanesi nefes aldığımız bu ateşten cennetin

 
Yüzüme bakıyor tüm masum yapraklar,esir saksılarda çiçekler...
Yüzüme bakıyor kuşlar ve esaret.
Çıkarmışlar demir prangaları boynumuzdan ayaklarımızdan,
Farketmemişiz hiç,
Çok olmuş oysa...
Yürümüşüz alıştığımız sürümeler yine ayaklarımızda,
hayalet ağırlığı paslı ağrıların ayağımız ve boynumuzda,
Esir doğan defterlerin sararmış yüzündeki şiirler kadar güzel anlatılmamış hiç özgürlük hem sonra...
Yüzüme bakıyor tüm masum yapraklar,esir saksılarda çiçekler...
Yüzüme bakıyor kuşlar ve esaret.
Buğdaylar çok pahalı nedense sevgilim,
Ama kalbi kırık bulgur ucuz aynı emek aynı fıtrat nedense ve oysa...
Bir cami.
Bir cennet yolu aralığı yeşilden ve serinden çarşıda,
Acaba kaç kişi karnını doyuruyor,
Bir çay tabağı tozlu buğday ve yüzlerce boz mavi kuşla,
Utanarak ve bilmeden asla...


12.11 yüzünü rüzgarların sildiği huzur çeşmeleri var dualarının...binalar bahanesi nefes aldığımız bu ateşten cennetin...

Başını kaldırdı bir karınca ve dini ekmek tüm yürümelerin

 
Bir karınca kervanı incecik,yolda.
Sıratın köprüsü misali dantel kadar ince,
Gözleri korkutuyor avcuna kalpleri de alıp
Sanki koptu kopacak...
Bir karınca kervanı incecik,yolda.
Yürüyor günler kaderin yuvasına,
Eve ekmek taşıyor her gün aynı yol aynı sonda...
Her adım ezberlemiş bir sonrakini sanki,
Sırası şaşmaz ne nefeslerin ne adımların bu aynı yolda.
İki boyutlu görür karıncalar der insan,
Kendi iki boyutlu yaşar bir ömür oysa.
Bir karınca kervanı incecik,yolda.
Başını kaldırmaz kimse bir defa dahi,ah bi neden diye sorsa.
Bir karınca kervanı incecik,yolda.
Bir kırıntı bir ömür ismi eğer bir kitap yazarsa,
Yine de kimse okumaz satırlarını bu koşan kervanda.
Belki bir çekirge,bir ağustos böceği okuyup alkışlar onu,bilmeden asla o kervanda hangisi yada kim olduğunu...
Bir karınca kervanı incecik,yolda.
Sorsan ama herkes beraber ve kolkola...
Bir köle düzeni bu orman ve tüm bu sabahlar.
Karıncadan bir ülke,arıdan bir ülke bu gezegen bu kara düzen,
Ya bu kelebekler özgürlüğün savaşçısı mı göklerde sence de ?
Başını kaldırdı bir karınca sonra,
Elindeki kuru ekmek kırıntısına bir şiir yazdı önce,
Okudu içinden kendine,
İlk defa nefes aldığını hissetti sanki,daha öncesi yokmuş gibi,
Doğdu yeniden tek başına,kimsesiz.
Bıraktı yürümeyi,geçti kenara oturdu bir yaprağa ve uzandı mavi göğe baka baka akşama.
Bir esinti salladı yeşil taze beşiğini sonra,
Güneş okşadı yüzünü,tenini ve antenini usulca.
Yürümeye devam etti tüm kırıntılar ve dünya.
İzledi biraz onları gülümseyip,gözlerini kapattı yavaşça sonra...
Uyudu her şeye yaşamak bir güneş,bir deniz kenarı,bir rüyaymışcasına...
Şair karıncanın dilden dile düştü yayıldı hikayesi.
Kim duysa dinlese heyecanladı kum tanesi kadar kalpleri,
Birileri yalanladı hepsini ve herşeyi...
Ne zaman istese bi kırıntı buldu şair o zamandan sonra,
Ve kendini doyurdu tabiat ana ayrımsız daima.


11.41 çalışkan karınca ve dini ekmek tüm yürümelerin...sel aldı gezegeni sonra.denizler yağmur oldu.ve nuhun gemisine sadece bir karınca binebildi nedense sonra.ekmek dolu mezarlarda öldü tüm toplum,boğuldu ayrılıklar,boğuldu tüm başarılar,boğuldu bütün işçi yalnızlıklar...

*Madem her şey bu kadar doğru ve güzel ise,neden binlerce asker büyütür tüm zaferler ve yenilgiler...