30 Ekim 2010 Cumartesi

boynu bükük ölümleri takardı boynuna muska diye...


boynu bükük ölümleri takardı boynuna muska diye...
belki biraz ölürüm için,
koklardı mezardan avuçladığı topraktan...

sorarım sana ey tenimden kıvranıp tutuşan günah,
nasıl tem/izlenirsinki su dudaklı yağmurların okşayışından...
boynu bükük ölümleri takardı boynuna muska diye...
ve tadına doyulmaz sol yanının kokusunu,
içmişlerdi yüreklerine onu dinlemeden...
sütünün tadı cennet...

boynu bükük ölümleri takardı boynuna muska diye...
uçar gidersindi belki,
belki sırt üstü yazarsındı gülüşünden sağdığın ilk şiiri ,
tavanından çalıp ilk mısrasını...
ve gazete sayfalarından kaplanan iki ortalı defterindi sanki,
o bin çiçek kokan dert balı
gözlerin...
oraya yazardın herşeyini ilk...

ben,gazetenin sayfalarını okur gibi yapmalara saklanır,
seni izlerdim defterinden...
korkak bir çocuğun sığındığı küçük bir köşebaşı gibi...
şiirlerimde çömelen titreyişlerimi sallardım...
sırtımda yalan tesellilerin,kış güneşi yalan sıcacık elleri...

ve ocak yağdı üzerimize lapa lapa...
şubat eridi saçımızdaki kardan ısınıp...

oysa sen hiç görmedin beni...
en güzel halimi seyrediyorsun yani...
güzel kalmama izin ver gözlerinin ardında...
arda boylarında yürüyelim elele kimseler görmesin...
biz bile görmeyelim birbirimizi...
uzak diyarlarda zifiri karanlığa saklanmış bir köy gecesi gibi,
ellerimizin sıcaklığından başka birşey görmesin gözlerimiz..
sonu başında yazılı sevdaların demircisi avuçlarımda,
derin hançerlerin yarıkları uzanıyor şimdi...
ve ben çekici tutamayan ellerimi avutuyorum dizlerimde...
kanlı ellerimi tuzlu okyanus suyuyla yıkıyorlar...
şimdi söyle haydi durma,
hangi tuz yakar ki içimdeki karanlık mahzeni...
kırık şişelerin üzerinde edilen tüm yeminleri...
dudaklarından esen hoşça kal rüzgarını...

yelkensiz yakalandığım elvedan...
hoşnutsuz rotaların ahşap sandalına denizden gam çeken adam...
ben...
bibaşına uy/uyan adam...
tek bir çiçeğin harman balı dudağımdan akan...
aynı ateşe tutuşan ceviz kokusu,
dudağımın üzerini sinsice okşayan zaman...
doktorun adı zaman...
doktorumun adı gam...
ilacıma küsüm yıllardan bu yana...
bakışım dağa sinmiş,sevdasına eşkıya...
insana küsmüşüm ben...
insanı sevmeye çabalayan sen...
yıllardır ışıksız uyumuş gözlerime mum tutan bir el...
ışıksız yaşanır mı diyen...
denize düşen yılanını yiyen ben...
elvedaları sevmeyen...
çakalın hoşu mu olurmuş hem...
balının kokusuna vurulduğumuz,
hoş çakal diyen bir çekip giden...

*susamazdım ben zaten...
dilimi kesip gittim işte bu yüzden...
ruhumu suskunluğa gömüşüm,
onu duymak istemememden...

29 Ekim 2010 Cuma

şemsiyemi sana uzatıyorum...


şemsiyemi sana uzatıyorum...
yağmurları ıslanmayı seçiyorum...
küçükken görmüştüm ip cambazlarını...
aradıkları dengeyi ellerindeki şemsiye taşıyordu...
şemsiyemi sana uzatıyorum...
merak etme
soyunan çıplak iplerine bakmadan,
gözlerimi kapatarak uzatacağım sana şemsiyeni...
şemsiyemi sana uzatıyorum...
çıplak tellerde yürürken sen,
hani hayin bir yağmur aniden yağar ya diye...

Öz Yaşlarım...


saçlarımı tarayan yağmurlar...
ıslak öpüşlerin sıcak rüyaları...
yere düşüp kırılan el örgüsü veda'n...
elveda'n...
içime düşen şubatlar...
avuçlarımda sakladığım nemli ağrı...
yüzümü okşayan soğuklar...
gökten başımıza yağan tüm kar'dan yıldızlar...
arası açık ayrılıklar .. .
dudaklarımı öpen sıcak yabancı çay bardağı...
kulağıma düşen çığ...elvedaları üfleyen nefeslerin...
tenime düşen lav damlaları öz yaşların...
kulağıma düşen ateş hiç kırıkların...
elveda'n...
ruhunu ruhumdan yüzdüğün gün...
yüreğinden sürgün yollara düştüğüm gün...
kalbimde tuz basılı memleket hasreti,
gözlerin...
düşlerimin, bulutlara değen dağ rengi gözlerin...
insan yürümez karlı yollar evi tenim...
kar tenimde yüreğime düşen ayak izlerin...
aya bakan aya izlerin...
yak izlerin...
elveda'n...
ve yanıyor öz yaşlarım.. .

25 Ekim 2010 Pazartesi

Kırmızı pazartesiler...


Kırmızı pazartesiler doğurdu bana,
eli yüzü kan içten gülüşü ile uzattı ellerinde
pazar ertesilerini usulca...
Kırmızı pazartesiler doğurdu bana,
içine erimiş kor ateş rengi demirler döker gibi
çığlık çığlığa...
elleri hiç bu kadar teslim sıkmamıştı ellerimi...
Kırmızı pazartesiler doğurdu bana,
ellerimde kan kokulu ,göz yaşlarıyla sıcaklaşan
bir mutluluk ağladı...
yüreği buruşuk buruşuk ve yumuşacıktı...
küçücük mısraları şiir kokardı...
Kırmızı pazartesiler doğurdu bana,
ve salı terketti beni
ve nefeslerini...

24 Ekim 2010 Pazar

değişilmezlerden üçü beşi...


1.drama köprüsü'nü ruhi su ustadan dinlemek...'' soğuktur suları bre hasan bir tas içilmez...''
2.ocak ayında oda penceresini sonuna kadar açmak,gözlerini yummak,memleketinde üşümek gibisi yazmak...
3.ardından odaya girenlerin deli misin sorusuna delicesine gülümsemek...
4.gece herkesler uyurken sessiz adımlarda balkona oturmak,her gece yapayalnız sokakta ezana kadar dert voltası atan tanımadığın adamı izlemek...her gece bunu yapıyor mu merak etmek...her gece orada mı yine diye pencere önünde su içmek...on metrede dönüp dönüp yürüyen adama üzülmek...saatler sonra yorulup kaldırıma oturup başını ellerinin arasına aldığında,başı önüne düştüğünde ,onunla gözlerinden süzülmek...derdini eşelemeden derdini izlemek...sırtına yalan okşamaları sürmeden uzaktaki pencereden ağlamak...(yaz kış her gece evet,dostlarımla yaz gecesi oturuşlarında sabaha kadar izleyip merak ettiğimiz adam.)
5.akşamların serinliğinde şehrin ışıklarını izlemek...
6.otobüs duraklarında uzun uzun oturup beklemek...yaşamın dışına çıkıp yaşamı izlemek...gideceğim yere gitmemek,ertelemeleri de ertelemek...
7.kırık kenarlı bardakları su içip,çatlak duvarları dokunup sevmek...
8.en sevdiğin sayıyı sevmek...içinde soyadını gizlemek...
9.sessizliği dinlemek...
10.gözlerini açıp kapayıp fotoğraflar çekmek saniyelik ömürleriyle, ardından gülümsemek...onları esir etmeyip zihninden salıp özgür bırakmak...
11.çiçek satan yaşlı çingene yüzleri uzak bakışlar ile okşamak,yüz çizgilerine senden başka kimsenin duyamayacağı mısralar dizmek...
12.yürümek...yürümek...yürümek...yorulup, yorgunluğunu unutana kadar adımlamak şehri...her sokağı taşıyla toprağıyla insanıyla koklamak...
13.şanssızlığın şansına inanmak...


*tanımadığın kahvelerde çay içen mısralara farklı renkler,tatlar katan çay sohbetlerinde gördüğü tanımadığı yüzlere sohbetlere bayram sabahını gülümseyen adam olmak...ellerini ceket yaptığın bir çay bardağında,soba önü çocukluğuna açık gözlerin ile uyumak...ah aahh...

23 Ekim 2010 Cumartesi

ağladığımda gülsüzlüğümü...


Benden başka kimse anlamaz;yürürken durduğumu...
her suskunluğu aslında yuttuğumu...
göremediklerimi kağıtlara kustuğumu anlamaz kimse...
Benden başka kimse anlamaz;yürürken durduğumu...
sürünürken uçtuğumu...
kör bıçaklar ile küstüğümü bilmez kimse...
suskun yangınların küllerine sevda mektupları çizdiğimi görmez kimse...
üşüyen ellerin sızısını karla ovduğumu anlamaz kimse...
Benden başka kimse anlamaz;yürürken durduğumu...
ağladığımda gülsüzlüğümü...
duasız mezarlara dualar ördüğümü duymaz kimse...
suskunluğun susuzluk kadar dudakları çöl kumu olup yaktığını,
dudak ardında büyüyen mısralara toprak toprak çatlaklar ektiğini bilmez kimse...
Benden başka kimse anlamaz;yürürken durduğumu...
yaşarken mezarlara uzanıp doğduğumu...
bardaklarda yağmurları biriktirdiğimi...
damla damla hatıraları içtiğimi anlamaz kimse...
Benden başka kimse anlamaz;yürürken durduğumu...
yağmurlar altında güneşe sevda yaktığımı bilmez kimse...
ıslandıkça tutuştuğumu anlamaz kimse...
sözlerin aslında dudaklarında tutuştuğunu duymazlar...
Benden başka kimse anlamaz;yürürken durduğumu...
seher yelini üşümesin için sabahlarıma örttüğümü.
yaralarımda satırlar sakladığımı,
bu yüzden merhemlere kaçak düştüğümü...
mektupları yine duymak için tekrar tekrar yaralarımı kabuklarından eştiğimi anlamaz kimse.
Benden başka kimse anlamaz;yürürken durduğumu...
ağlarken yaş altından güldüğümü...
uyurken hayalinle gezdiğimi bilmez kimse...
gecelere boyun büktüğümü duymaz kimse...
yüreğimi cami'm,sessizliği mihrap saydığımı...
kanımı hatıralarda üşüme diye yanıma aldığımı...
anlamaz kimse...
Benden başka kimse anlamaz;yürürken durduğumu...
senden uzaklaşan her adımda kalbimi söküp söküp attığımı...
ruhumu bedenimden yüzüp ruhuna örttüğümü görmez kimse...
hançer yaralarından seni topladığımı bilmez HİÇBİR TABİB...
sol yanım yangın ardı toprak...
sevda bitmez gayrı asır...
suskun dudaklarımı bir kırlangıç kaşır...
bilmez kimse...
Benden başka kimse anlamaz;yürürken durduğumu...
nefeslerimden uçurumlara düştüğümü,
alnıma kınalar yaktığımı görmez kimse...
atkımda koktuğunu,
burnumda hala tüttüğünü bilmez kimse...
yardan yarıya düştüğümü anlamaz kimse...
Benden başka kimse anlamaz;yürürken durduğumu...
evin önü hayal bahçesidir bilmezler...

*Benden başka kimse anlamaz;yürürken durduğumu...
teşekkürler üryan cümleler...

zamanın gerçek gölgesi:01.32

kasım yapraklarından bir kazak ör bana sonra...


kahverengi ile sevişen yeşiller giyerim tenime,yağmurlu günlerde...
ve haki yeşil bakışlar dökerim güz'ün gölgesine usul usul...
siyahı yüreğime giyerim,
kaçkarın kar rengini saçıma dökerim,her yılın keder mevsiminde...
perçem perçem soyunurum soğuğuna...
al kanımı al kanıma boyarım tenimde yüzünün soğuğuyla sonra...
düşümü gelin rengi boyarım rüyalarıma...
kurşun yeşil yapraklar açarım kağıtlara,
mektubumu iplik iplik halıma yazarım...
rengi sen ilmekler boyar satırlarımı...


kahverengi ile sevişen yeşiller giyerim tenime,yağmurlu günlerde...
ve haki yeşil bakışlar dökerim güz'ün gölgesine usul usul...
suskunluğumu sözlerinle boyarım...
körlüğümün gökkuşağı rengi kulağıma gülüşünden damlayan sesin.
rengi sen renksizliğimin...
avuçlarım,al yanaklı kan yanaklı çocuğudur ellerimin...
alı giyer sevda sıcağında çocuklarım,
kızarır yanakları...


kahverengi ile sevişen yeşiller giyerim tenime,yağmurlu günlerde...
ve haki yeşil bakışlar dökerim güz'ün gölgesine usul usul...
kazağım kış rengi,
atkım düş rengidir benim...
saçım harman günü,
suskunluğum,buzun suyu öpen dudaklarının üşümüş mavisidir benim...
yüzümü,yüzüne boyadım sevgilim...
düşümü düşlerine...


kahverengi ile sevişen yeşiller giyerim tenime,yağmurlu günlerde...
ve haki yeşil bakışlar dökerim güz'ün gölgesine usul usul...
içimde mezar çiçeklerinin ağlayan renkleri örtülü...
dalgınlığım,lavanta rengi adımlarına...
adımlarının ardında kalan,kül rengi bir adam...
adımların su yeşili gözlerimde...
kar fırtınası ocakların can kırmızı ,
masum tavşanın sessiz çığlıklarına saklı sıcacık kanı,
çay kokulu çay rengi ağzımı örten çaput...
ve sıcacık dudaklarının rengi ölüm sandalım, tabut...


kahverengi ile sevişen yeşiller giyerim tenime,yağmurlu günlerde...
ve haki yeşil bakışlar dökerim güz'ün gölgesine usul usul...
ben soyunurum sonra...
sen beni dudaklarından damlayan bir damla suyun rengine boya.
kasım yapraklarından bir kazak ör bana sonra,
biraz daha üşüyebilmem için...
bana şansı doku parmak uçlarından olur mu...

kazağımın rengi sen...



*göğsümü umudun rengi örtüyor sevdiğim,umudun rengi çarpıp kaplıyor yüreğimi lakin tüm renkler,sensizlikte ziyadesiyle beyhudeler sevgilim...

ve canım acıyordu...


C/anım acıyor...
sızlamalara el açıyor avuçlarım...
elimin ayasına bakan çatlaklarıma uzanıyor yüzüm...
bağlara düşüyor ayaklarımdan sökülüp yere düşen ayak izlerim.
yollar büyüyor gözlerimde...
yollar düşüyor dizlerime...
canım acıyor...
yas bakışlarıma beyaz çaputlar yalan düğümler ile bağlanıyor.
düşlerim düşüyor mavilerden siyahlara uzanan,
üzgün bir fahişenin yüzünde ağlıyor gülüşmeler...
susuz susuyorum sana...
kuruyan yalanlar öldürüyorum toprağımda...
toprağım ölü sarı otlar diyarı...
canım acıyor...
içimin rüzgarlarından damla damla ağırlaşan,
tenimin altı sıcak ırmağım,
kalbimdeki solgun okyanusun tatlı suyu,
içimi dolaşan ırmağım,
alevlerle elele yanan, üşüyen elleriyle
solgun ekim yaprağı rengi, yangın yeri kanım...
canım acıyor...
canım acı...yor
kalbime örttüğüm siyah örtüye nakışlanan sızılı sabır...
solgun keten zamanlar,lavanta keseleri...
mor yolların türküsü gülüşünün kokusu...
anım acı...
ve canım acı...yor

bekleyişime paslı zincir pulumdu satırların...
verem öksürüşlerimin kan damlalarıydı yanağımdan süzülen hüzün.
canım acı...
kanım acı...
yağmur düşüyordu tende sızılarıma,
ıslanmasın diye ceketimin altında sarıldığım şemsiyemdi yokluğun...
teninde yağmuru kuruladığım eski mendilimdi,ıssız duman buharlı soluğum.
bıçaklar esiyordu...
rüzgarlar kesiyordu...
ve canım acıyordu...

14 Ekim 2010 Perşembe

dikenli telle çevrilmiş bakışlarımda


dikenli telle çevrilmiş bakışlarımda,
tuzak zamanlar büyütüyordum...
beşiği gözlerindi bebekliğimin oysa...
eğer sorduğun buysa...
sallana sallana büyüdüm...
şöyle pat diye başlayıp
şak diye biten kısacık şiirler yazmak istedim hep...
beceremedim...
bakışlarımda ne zaman plastik top patlasa,
olgunluğum güldü yüzümde,
ve çocukluğum ağladı içimde hep,
ama hep...

pat dedi düştü ilk mısra kağıda hınzırca,
tutamadı ardından geleni de hiçkimse...
üçüncü ikinciyi kıskanıp geldi belkide,
ama kalem virgül'ü unutamadı...
ve şak diye kapandı hapiste dört duvarın ışıkları...
kimse kimseyi sorgulayamadı...
şak diye kapandı mahkum gözlerin sonra, uyumayan göz kapaklarıydı sadece oysa...

yere eğik bakışlarımda bir cam kenarı türküsü dumanlanıyor...


biletim koridor...
kolumdan yakalar bir rüzgar şimdi...
bekleyelim biraz,
cam kenarındaki iner hem birazdan belki...
cam'a teslim yüzünden akar yalnızlık çiğ'e dönüşüp sanki.
biletim koridor...
evet,hani şu fedakar olan adam rolü,
üşümemek için üzerime giydiğim balıkçı kazağım gibi,
üzerime giydiğim...
biletim koridor...
evet ama korkmayın karşıdaki bayan,
umrumda değilsiniz inanki...
gelen geçen bekçiliği değil gözlerimin fukara işi...
yalandan okumadığım bir kitap sayfası açıp önüme,
hapsederim gözlerimi oraya,siz rahat edin diye.
merak etmeyin...
kim yanımdaki mi,
cam kenarındaki masum bakışlar kimin mi,
konuşmadık hiç,bilmiyorum, tanımaz yani beni,
zaten iner birazdan kendisi...
o,yolu izleyenlerin efendisi...
biletim koridor...
dar yollu bir yolculuk bu yol aldığımız...
bir pencere kenarı satmışlar yol manzarası yalanıyla belki...
yalnızlığını izlemek kadar tatmak asıl,
cam kenarındakinin hedefi...
biletim koridor...
acaba uyusam birkaç rüya kadar kısacık sıcacık düşlere,
çıkmak ister mi cam kenarındaki berduş düşüşlü
ayakları karıncalanan sarhoş adımlara,
gecenin yapayalnız istasyonlarında zavallı amaçsız yürüyüşlere...
biletim koridor evet...
kandırmış meğer beni bileti satan adam...
üstelik yanımdaki bayan...
belki o da bana kızgındır şu an...
doğruya bu adamda nereden çıktı şimdi ya...
hay ALLAH değil mi...
biletim koridor...
yüzüm sürgün...
yüreğim üşümekten uykulu...
ellerim nemli bir buharın yalnızlığını demliyor avuçlarımda...
biletim koridor...
gözlerim yağmur bulutu...
bakışlarım zehir damlıyor...
adımlarım aynı sızıyı anıyor...
biletim koridor...
yere eğik bakışlarımda bir cam kenarı türküsü dumanlanıyor...
sözüm düşüyor...
özüm,avcuma hançer yarası...
dilim susuyor...
gülüşüm, eriyen kırgın buz yüzümde,
avcuma tuz basıyor...


ne zaman gülsem tuz'a kan damlar...
gülüşüme siyah peçem,yüzün hayali...
düşüme düş...
rüyama ıslak odun sabrı gülümseyişin...
oooffff ki ne ooffff...
yaralar sevdiğim...
tuza yangın bağırtılar pişiren,
senden harman yangınlar bu yaralar...
yaralar beni...
selam yok sabah yok...
kaçıp gidersin...
yüreğime veba düşer kaçtığın her adımında benden...
susarım o vakit...
yüreğime kapanır çürürüm...
yaralarım yanar o an...
kansız kederler sızlar ete kemiğe düşman...
yaralar beni...
başım öne düşer ardından o vakit...
gökte güneş susar,ışık ölür,renkler kusar
karalar beni...

12 Ekim 2010 Salı

senden uzağa atılan her adımın defteri...


senden uzağa atılan her adımın defteri ;
idi zavallı Yüzüm...
bakışlarım, yırtmaya uğraşıp başaramadığım sayfalar gibi.
sayfasında kan misali dağılan kurşun kalem izleri.
yer yer yırtık hatıraların uçuştuğu,pencereleri açık
sobalı evlerin kömür kokulu kış dumanı dolan,
cereyan yapan serin düşlerim...
duvarlarımda yapayalnız hayallerim...

senden uzağa atılan her adımın defteri ;
idi geçen zaman...
güz'e inat düşen,kalbi sıcak teni soğuk kar taneleri.
kum saatine esir edilen kumlar misali,
kızgın düşen kar taneleri...
sana eriyen,
bana üşüyen,
sessizliğe donan kar taneleri...

senden uzağa atılan her adımın defteri ;
idi gecelere sessizce bırakılan çığlıklardan kozalar...
peki, gece kelebekleri de bir gün mü yaşarlar yaşamı...
hangi ağlamalar kozalanacaktı acaba,
kanatlanacak gülümseyişlerin yaprağına saklanıp bir köşede.
sessizce acı çekecekti beden ama çıt çıkmayacaktı yinede tenden.
peki değişim anında kalbide değişebiliyor muydu kabuğu kırılan tırtılın.
kimbilir...

senden uzağa atılan her adımın defteri ;
tek tek işleniyordu gecelerden günlere...
sanki bomboş rüzgarlar gibi bembeyaz bir örtü gibi,
sanki köprülerce dinmeyen ağzına kadar dolu bir şehir gibi
taşıyordu defterlerden adımlar gibi...
defterler yetmiyordu kaç ortalı ömürleri olursa olsun.
dolup düşüyorlardı sandıktan mezarlarına günleri gelince,
sessizlikten biraz fazlasında,
ufak hışırdamalar ile gömülüyorlardı işlenmiş örtüler içinde...

senden uzağa atılan her adımın defteri ;
idi yüreğimden söküp söküp kağıda diktiğim keder lokmaları...
sözsüz bir sessizliğin tarihiydi gözlerimde zaman...
ve takvimde yağmurdan kar'a dönüşen kelebek nefesiydi her an.

senden uzağa atılan her adımın defteri ;
kurşun'lu kalemlerin yavuklusuydu sayfaların nefesi...
silgiden kaçamak yaşayan yuvasız korkuların,
kalemin ucuna düşemediği anlarıydı kulağında çınlayan o sesi...


senden uzağa atılan her adımın defteri ;
yaz yaz bitmezdi hiç hisleri...
bir bilsen her gece içimde ne mumlar sönüyor...
ve ardından,
karanlığa bekçi bekliyorum geceleri.

zamanı : 13.21
gökyüzü : kararan bir gri'ye gebe yüreği.
yağmurları : bir varmış bir yokmuş.
sesi : titrek ve cesur.
adımları : demirlemiş duruyor öylece bir kıyıda.
sözleri : göçük altında.
gözleri : adımlarıyla elele yürüyor.

8 Ekim 2010 Cuma

adını ayrılık koydular kızımın...


pencere önü yalnız bakışlı adam,
ne yapıyorsun cam pencereler önünde öyle...
gök yüzüne hapis yağmurlara mı teslim ediyorsun
yoksa yine solgun yüzünü.

boş verme bu sefer,vazgeç boşver'lerden son bir kez haydi,
ne olursun...
cebindeki zaten saklı hüznü,avuçlarının içine al cebinde,
zaten sakladıklarını, tekrar sarıp sarmala,
elin cebinde avuçlarının arasına göm acılarını...
son duasız,ıslanmadan gözlerin,
adımla aynı çatlakların süslediği kaldırımlarını.

pencere önü yalnız bakışlı adam,
ne yapıyorsun cam pencereler önünde öyle...
gök yüzüne hapis yağmurlara mı teslim ediyorsun
yoksa yine solgun yüzünü.
kelepçeli bakışlarındaki soğuk kızaran sızılarına merhem diye,
kapat öpüşürmüşcesine sarılan yumruklarını...
ba(kış)ların sızı senin...
zanlısı soğuklar mı ki bu cinayetlerin...
mezarı,gün boyu bomboş yapayalnız otobüs durakları...
kim dua ederki zaten öldüğünde,
mezarlıklarda dualarını satanlara...
kim...

pencere önü yalnız bakışlı adam,
ne yapıyorsun cam pencereler önünde öyle...
gök yüzüne hapis yağmurlara mı teslim ediyorsun
yoksa yine solgun yüzünü.
boşverme bırak yağsın herşey yüzüne...
üzerin sırılsıklam kovulmak pahasına sat tüm söylenmezleri cebinden.
kopar seni koruduğuna inandığın muska bakışları üzerinden...
herkesin deri üçgenleri zırhlandırıyor mu yüreğini...


pencere önü yalnız bakışlı adam,
ne yapıyorsun cam pencereler önünde öyle...
gök yüzüne hapis yağmurlara mı teslim ediyorsun
yoksa yine solgun yüzünü.
bırak serbest kalsın herkesin evine kaçtığı yağmur sokaklarda bari,
o çaresiz yüzün...

'' anlatsam bizim köye yol olur anlattıklarım '' değil bu,
ne sussamda, ne kadar sussamda
yolu yoktur benim köyümün hala...
yolsuz kerpiç evlere,kimselerin bilmediği yollardan yürümektir
ev hasretinin adı bizim yüreğimizde...

ve hani sordunya,
ben ölen çiçeklere de mezarları başında okurum tüm dualarımı...
unuttun mu yoksa,
hani sardınya,
yarısını kırıp kurşun kaleminin,
bana ikinci tenefüsü beslenme saati olan yıllarından
bir elmanı uzatıp düşlerini...

ve sevgili,
cuma sela'larını yelkeni yapan güvercinlerin,
rotası olmaz böyle sağanak ağlayan günlerde...
bir pencereye köşesinde dayanıp
bakışları yalnız bir adamın sol yanına dayayıp beklerler,
yarın görecekleri arkadaşlarını...

buğdayları mısralar olan kuşların,
yolları sarı'ya kaçan hüzün bulutudur hem...
sarısı ölüm yolların solgun duasıdır zaten,
sonbaharın kirpiğinde kalan bir damla nem...

sorsan ben
sormasan nem bu mevsim sevgili...
sorsam sen
sormasam dem bir koku bu hasret burnumuzda,
yüreğim semaverin kömür kokusundan sargılı ruhuma...
sorsan en,
bir en yok içimde...
O en hep ama hep göklerde çocuk kalbimde...
giyotini sevda kokan bir ölümün çocuğunu doğurdu gözlerim,
adını ayrılık koydular kızımın...

yolunu köpüklü dalgaların yıkadığı adımlar bunlar...
köprüsü yıkık içimin...

2 Ekim 2010 Cumartesi

Sana Bağlı Yürek Kılıcım Hala...


Sana Bağlı Yürek Kılıcım Hala...
Sana Kesik Sevdalı Başım Avuçlarına DÜŞmek Niyetine.
Sana Vurgun Yüzen Kağıdımda Akan Tüm Mürekkep Sebepler.

Sana Bağlı Yürek Kılıcım Hala...
Kılıcımın Yatağı Kınını Mektuplarından İşlediğim.
Saplantı Hançerler Yurdu Yüzümden Düşenler.
Keskinliğimi Yokluğunun Taşında Dövdüğüm.

duvarımda seni düşleyen bir ben yanıyor...


can yanıyor sevgili can yanıyor...
canım yanıyor...
her gece duvarıma dayadığım çaresiz başımda,
bitmeyen acılar kanıyor.
can yanıyor sevgili can yanıyor...
duvarımda seni düşleyen bir ben yanıyor...
başın başıma dayanmış hayal kapısı gecelerdeki tek hayalim sen.
ve ellerim hala döneceksin sanıyor,
avuçlarımı senin için sıcak tutuyor...

sevdiğim nasılda özlemişim seni...


sevdiğim nasılda özlemişim seni...
aklım gitti benden uzak yepyeni bir karene.
bir fotoğraf suretine bıraktım,
sekiz canımı yine...
dokuzuncuyu sana sakladım küçücük ellerimde...
sevdiğim nasılda özlemişim seni...
tutamadım yüreğim yağmurlarını yine bağışla ne olur.
sevdiğim senden uzaklar ne kadar keder ne kadar çöl meğer.
kapında kıymık olaydım,
ellerinin sıcağına dokunabilmek varsa yeniden eğer.
seni seviyorum mum alevim...
sönen alevin sihirle kalkan dumanı olaydım,
alev teninden soğuyup yükselmek varsa tekrar eğer.
sevdiğim nasılda özlemişim seni...
seni seviyorum buz gibi esen üşümüş mor dudaklı mezarlık rüzgarım...
üşüyen dudaklarına feda,yanan birkaç değersiz ıslak odun olaydım
zavallı dudaklarımdan dudaklarına değip tutuşan...
sevdiğim nasılda özlemişim seni...

sana düşüyorum yine...


sana düşüyorum yine bir gece gibi bu gece yeniden.
sana dönüşüyorum sanki kozamı arayan çirkinliğimde.
sana düşüyorum yine...
hala ne kadar güzelsin inanamıyorum,
kışımı alev alev yakıyor yüzünün fotoğrafı hala,
inanamıyorum...
sana düşüyorum yine...
fotoğrafa saklanan bakışlarına yakalanıyorum,
kalbim saf küçük bir balık belki.
sana düşüyorum yine...
sana dönüşüyorum karınca adımlarında mini mini...
nasılda özlemişim seni,
sana düşüyorum yine bu gece...
ve hala yalnız seni düşlüyorum...