30 Eylül 2008 Salı

AVUÇLARIMDA ACILARIMIN KOZASI ...


AVUÇLARIMDA ACILARIMIN KOZASI


Aralıktır belki…pencerendesindir nedensiz… Hani bir anda kar yağmaya başlar ya…işte tam öyle bir şey.Hani bambaşkadır ya yağan her bir kar tanesi ve gözlerimizde hepsi aynı beyazdır ya eriyen kaybolan…İşte bizlerde öyleyiz.Hepimiz başka başkayız…Her birimiz bambaşkayız…Bilmeyen gözlerde aynı eriyen beyazız…Ama aslında hepimiz tane tane yağıyoruz,bambaşka süzülüyoruz gökyüzünden, bambaşka yerlere düşüyoruz ve bambaşka eriyoruz…Her birimiz tekiz aslında, her birimiz başka başkayız izlenilmeyi bekleyen düşüşlerimizde…Hani her bir kar tanesi kendine özgüdür ya tıpkı parmak izleri gibi…Her birimiz tek bir kar tanesi gibiyiz yağıyoruz üzerinize.Bambaşkayız aslında hepimiz ayrı ayrı... ama tattıklarımızın tadı çok benzer birbirlerine…



Değişir sözler,değişir gözler,değişir düşünceler fakat duyduğumuz hislerin,tattığımız acıların tatları aynıdır.Her birimiz yaşadıklarımızı konuşurken ağzımızdaki tatların ne kadarda aynı olduğunu hissedip şaşırdık önce belkide ve sırf bu aynı tatları yaşayan insanlar olarak sarıldık birbirimize…


Aynı tadı paylaştığımız dostlarımız,çok mutsuzum diye başlayan kaç konuşmaya liman olmuştur fırtınalı günlerinde bu yaşamın…Herkesin bir başlangıç hikayesi vardır hep anlatılan ve hep dinlenilen…Zordur…Zor günlerdir onlar…Hepimiz aynı acı tadı duymuşuzdur o başlangıçlarda ve acı, damak zevkimize lezzet katan bir tat olmamıştır bu zamanlarımızda eminim ki…


başlangıçlarımız birbirine benzer sanki...


Uyumadan henüz,saatimin alarmı kurulmuştu bir gece öncesinde …Çalmadan uyandım aniden buz gibi bir sabahın sisli şafak vaktiydi sanki…Anlamsız bir beyazlık kaplamıştı her yeri…İçinde,beyazın her yeri saran huzurundan duyduğum korkum vardı olmaması gerekirken…Her yer pişman bir beyazlıktı saflıgından uzak sanki ama içimde korkunun bulutları,içimde gök gürültüsü ağlayışlar yankılandı…sonbaharımla tanışmamdı…Kimse memnun görünmüyordu…Bende memnun oldum diyemedim.Adım güz dedi..Elimi uzatmaya korktum…Çok küçüktüm…Yaşım kaç olursa olsun,dokuz yada on dokuz…Çok küçüktüm…Elimi uzatmaya korktum…İşte bu yüzden korkunuzun tadını bilirim…Ağzımda korkunuzun tadının aynısı durur çünkü ...



Anlatmak istesen anlatamazsın…Acını saklamak istersin saklayamazsın…Uyanman gereken saatten çok önce uyandığın soğuk,buz gibi bir sabahın sisli şafağıdır sararan yapraklarınla tanışman…Hiçbir yeri göremezsin,donup kalırsın…Gözlerin korkunun ve şaşkınlığın ışıklarını yakmıştır kimse bana çarpmasın diye ve sen kalakalmışsındır öyle…Sevdiklerinin gözyaşlarıyla sularsın o günlerde gülüşlerinin mezarlarını…Gülüşlerin ölmüşlerdir sanki o günlerde…Ve sen o mezarın başında ağlayan yakınlarının gözyaşlarında sularsın çiçeklerini…Anlamsız kalırsın…Ne yapacağın uçup gitmiştir sanki aklından…Tüm kuşlar güneye uçmuşlardır çoktan sıcaklara ama sen orada kalmışsındır sanki tamda soğukların ortasında…Tek başına…En çokta ben yalnızdım diye düşünürsün…En çokta sen yalnızsındır o günlerde…


insanlar sürekli yeni yeni şeyler anlatırlar,başka başka seyler öğretmeye göstermeye çalışırlar çabalarlar...


…Bir bayram arifesidir sanki…çevrendeki insanlar renk renk kazaklar,elbiseler giymeni isteyen akrabalar gibidirler o zamanlar;halbuki hiçbiri,sevdiğin istediğin renkler değildir ve senin aklın günler öncesinden almayı düşledigin ve yatağının baş ucundaki rüyalarından ayırmadığın o basit kazaktadır.Çünkü o senin hayallerindir…Karşı koymak istersin,koyamazsın…Giyersin…Her ne isteniyorsa giyersin ses çıkarmadan,ses çıkarmak istersin çıkaramazsın…Ağzına kadar dolmuş bir bardak gibisindir o an;kim ne söylese ne anlatsa hep fazla gelir,bardağın kenarından akan fazla damlalar gibi akar gözyaşların gözlerinden…Ağlarsın…Ağla ağla,ağlamalar tükenir bazen; ağlayamazsın…Ağlayamadığın noktaya gelirsin yüzlerce defa…Gözyaşlarının kuraklığında, çölün soğukluğunu ve acıyan, donan susuzluğunu yaşar yüzün…Gülüşlerinin mezarlarından ufak gülümsemeler çıkar ara ara,çiçek çiçek biraz zaman geçince…Gülümsersin ufak ufak,tomurcuk tomurcuk…Gülmeye acıkmış yüzünde tatlı bir kahvaltıdır sanki o gülüşler…O çiçekleri sulayan büyüten sevdiklerinin gözyaşlarıdır bilirsin…Zordur günler…Alışırsın ama…dayanmaya çalışmaya alışırsın ...beceremesende...


ilk kırgınlıkların ilk acıların çok zor gelir sana.Kokulu silgisini koklamaya kıyamayan, avuçlarına saklayan birinci sınıf çocuğu gibi saklarsın tenini yüregini tüm acılardan ...



Alışırsın ama…Eve döndüğün ilk günler,akvaryumunda boğulan bir balık gibi yabancılaşırsın kendi sularına,yaşamına…Bildiğin kaldırımlarda turist bakışlar uçurursun seni tanıyan duvarlara…Ama alışırsın…bogulur bogulur tekrar uyanırsın sanki...zevksizce alınan ilk nefesler gibi , yaşamak istemiyormuşsun gibi yaşarsın yaşamın kıyısında...ama alışırsın...



Her gününde başka etkileri sonuçları vardır sen yaşarken yaşamının acılarının…Her gününde başka bir yağmuru, başka bir güneşini yaşarsın… Zorlanırsın…Başından son gününe dek bu gününün, devam eden ve edecek her gününde zorlanırsın ama gülersinde…Yarım kalırsın bazen…Yalnız kalırsın bazen, omuz olursun bazen bir diğerine, önemli hissedersin kendini, değerini anlarsın bazen…Durmazsın asla…Düşersin,düşersin,düşersin… Ama yerde kalmazsın…her zaman kalkarsın ve devam edersin…Kapkaranlık, hiç tanımadığın bir odada daha adım atmaya korkarken,yürümek zorunda oluşundur yaşamak…Devam etmek…Sen gözlerin görüyorken kör kalırsın o odada ilk girdiğin anda…düşersin,yaralanırsın, kırılırsın, incinirsin,korkarsın aslında ama o korkak adımlarında, o hayal kırıklığı düşüşlerinde karanlık odanı tanımaya başlarsın ve gün gelir odaya yeni gelene yolu anlatırsın, düşeceği yeri gösterir uyarırsın…Odaya girdiğinde kör olan sen, artık o odada çok hızla koşabiliyorsundur ve başka bir yeniye rehber olabiliyorsundur…Olgunlaşıyorsundur zaman geçtikçe.Şimdi daha güçlüsündür,daha lezzetlisindir.Her şeyi anlamakta daha başarılısındır.Piknikte mangalda et pişirmek kadar basittir her şey.Etler alevlerin üzerinde değil,alevlerin ardından kalan kızgın közlerin üzerinde pişerler…İlk başlarda yaşadığın sıcak acılar artık birçok bilgiyi pişirip sunabildiğin sıcak kor közlere dönüşmüşlerdir...Olgunluk yavaş yavaş pişirip, yavaşca soğumaktır,uzun uzun ısıtabilmek ve sıcacık kalabilmektir…Bu yüzden önemlidir…İşte bu yüzden aynı tat var hepimizin ağzında.Aynı tat var kanayan avuçlarımızda..Bu yüzden tanırız biliriz birbirimizi, hislerimizi…



yaşamın, günlerin ve her nefesin metamorfozundur aslında ; metamorfozdur…Doğru tanırsan kendini; doğru dinlersen yolu,kendini önemsiz bir tırtılken bir kelebek olmuş hayran bakışlar altında uçarken bulabilirsin…Birçok kelebek toplanıp uçuyorken biz,hayran bakışlarla izlerken insanlar bizi işte o zaman öyle bir zaman gelir ki bir günlük ömür uzun bitmeyen bir düş olur ve tüm insanlar o bir günlük ömrünüze hayran olur…


acıların aşkın yaşamın aslında bir metamorfozdur…Ne yapacağına sen karar verirsin…İster tırtıl olarak durur ölürsün;ister dinlersin ,hissedersin, istersin, yaşarsın ve bize katılırsın kelebek olursun hayran bakışlarla süslersin kanatlarını…Bir savaşız biz…Gözlerinizde, pencereden bakıp aynı beyazı yağıyor diye görüyorken kar diye siz,hepimiz bambaşkayız ama aşkın ta kendisiyiz biz…



* anlamsız düşüncelerimin ve kurşun kalemimden dökülen manasız cümlelerimin savaşından...bilmeliyiz ; savaşların bir galibi bir kazananı yoktur hiçbirzaman ...



Hiç yorum yok: