21 Eylül 2008 Pazar

Le Petit Prince



Eğer insan bir çiçeği seviyorsa ve milyonlarca yıldızın üzerinde bu çiçekten yalnızca bir tanecik varsa, yıldızlara uzaktan bakmak bile bu insani mutlu etmeye yeter. Çünkü insan kendi kendine 'işte benim çiçeğim oralarda bir yerde' diyebilir.


Eğer büyüklere, "Güzel bir ev gördüm, kırmızı tuğlalı: pencerelerinden sardunyalar sarkıyor, damında ise kumrular var," derseniz, nasıl bir evden söz etmekte olduğunuzu bir türlü anlayamazlar. Ne zaman ki onlara, "yüz milyonluk bir ev gördüm," dersiniz, işte o zaman size, "oo, ne kadar güzel bir evmiş!" derler gözlerini koca koca açıp.


Sen de kendi kendini yargılarsın, diye karşılık verdi kral. En zoru da budur. İnsanin kendini yargılaması başkasını yargılamasından daha zordur. İyi yargılamayı başarırsan, gerçek bilge olduğunu kanıtlamış olursun.


İnsanların arasında da yalnız kalır insan.


..Güzelsiniz ama boşsunuz, diye ekledi. Kimse sizin için canını vermez. Buradan geçen herhangi bir yolcu benim gülümün size benzediğini sansa bile, o tek başına topunuzdan önemlidir. Çünkü üstünü fanusla örttüğüm odur, rüzgardan koruduğum odur, kelebek olsunlar diye bıraktığımız birkaç tanenin dışında bütün tırtılları uğruna öldürdüğüm odur. Yakınmasına, böbürlenmesine, hatta susmasına kulak verdiğim odur. Çünkü benim gülümdür o..


Senin oradaki insanlar, dedi Küçük Prens, bir bahçenin içinde binlerce gül yetiştiriyorlar ama yine de aradıklarını bulamıyorlar. Aslında aradıkları tek bir gülde, ya da bir damla suda bulunabilir. Ama kördür gözler. İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçekleri görebilir.


...Bana bakıyordu. Elimde çekiç, parmaklarım yağdan simsiyah olmuş, ona çok çirkin gözüken bir nesnenin üzerine eğilmiş olan bana...


-Tıpkı büyükler gibi konuşuyorsun!
Biraz utandım ama o acımasızca sürdürdü:
-Herşeyi birbirine karıştırıyorsun, karmakarışık ediyorsun.
Gerçekten çok kızmıştı. Altın renkli saçları rüzgarda dalgalanıyordu.
-Gezegenlerden birinde yaşayan kırmızı yüzlü bir adam tanıyorum. Tek çiçek koklamamış, tek bir kez yıldıza bakmamış, kimseyi sevmemiş. Yaşamı boyunca tek yaptığı sey bir takım sayıları toplamak. O da bütün gün kendi kendine aynı şeyleri söylüyor, senin gibi: "Çok önemli işlerim var benim!" Bunları söylerken gururla kabarıyor göğsü. Ama o insan değil ki, mantar!


-Ne?


-Mantar!


Küçük Prens şimdi öfkesinden bembeyazdı.


-Çiçeklerin milyonlarca yıldır dikenleri var. Milyonlarca yıldır koyunlar dikenli çiçekleri de yiyorlar. Peki neden bu çiçeklerin hâlâ dikenleri olsun diye çabalamalarının nedenini anlamaya calışmak önemli işlerden sayılmıyor? Koyunlarla çiçeklerin arasındaki bu savaşs kırmızı yüzlü adamın topladığı rakamlardan daha mı önemsiz? Hele benim gezegenimde, yalnız benimkinde yaşayabilen bir çiçeğimin olduğunu, bunu koyunun bir ısırışta yok edebileceğini düşün. Bu çok mu önemsiz?
Şimdi de yüzü al aldı.


-İnsan bir çiçeği severse, milyonlarca ve milyonlarca yıldızda yalnız tek bir çiçek açarsa, işte o yıldızlara bakarak mutlu olur. Kendi kendine şöyle der: Ama koyun çiçeği yerse bütün yıldızlar kararıverir... Bu da hiç önemli değil öyle mi?


Sözleri hıçkırıklara boğuldu.


Gece olmuştu. Aletlerimi olduğu yere bıraktım. Şu anda çekicin, cıvatanın, susuzluğumun ne önemi vardi? Yıldızlardan, gezegenlerden birinde, benim gezegenim Dünya´da bir Küçük Prens vardı avutulacak. Kollarıma aldim onu ve başını okşadım...

Hiç yorum yok: