30 Eylül 2009 Çarşamba

karnımda bir agrıdır agrı dagı...


karnımda bir agrıdır agrı dagı...

eteklerinin altına saklandıkça heyecanla terleyip üşüdügüm utangaç bir kadın...

ne zaman sordularsa bana adın ne diye

dahada suskunlugun içine düşer bakışlarım iyiden iyiye...

karnımda bir agrıdır agrı dagı...

tüm heyecanlarımı kalbimden yuvarlayıp karnımda eriten...

eteginde kar bir kadını çıplak ayaklı bir sokakta yürüten...
yüregimde bir agrıdır agrı dagı ...

merak etme yol bu ...


yol bu elbet gider bir yere

dokunur belki bagrı yanık bir köyün tuzlanmış yalnız sızılı tenine ...

gündüzü sana geceyi bana uzattılar sevgili ...


bir elma gibi ikiye kestiler günü

ikiye böldüler herşeyi ...

ve gündüzü sana

geceyi bana verdiler

aynı kederli tadı sen gündüzde ben gecede

tadalım diye...
sen gündüzü ben geceyi yürüyorum aynı ömrün her farklı gününde sevgili...

düşünceler düşünce ...


önce düşünceler düşer yerlere herşeyden önce...

yıgılır kalır hayat ayaklarının önünde öylece...

düşünceler düşünce

kolu kırılır bir çocugun agaçtan düşmüşcesine...

oturup aglıyor tüm mektuplar hayata küsmüşcesine...

avuçlarına üfler tüm hatıraları sanki üşümüşcesine...

ve önce düşünceler düşer yerlere herşeyden önce...

düşünceler düşünce

toplanır agaçta kalanlar yerdekiler ile birlikte...

şiir sallamaktır birazda ...


şiir sallamaktır birazda...

şiir sallamaktır zaten...

uykusundan bir kabus görüp uyanan bir bebegi

pışpışlayıp uyusun diye

sessizce ve bıkmadan usanmadan sallamak beşiklerce...

şiir sallamaktır birazda...

süt kokan düşleri ayagına bir ip ile baglamak ...

yüregimin hasat duası...



toprakla güneşin ahbaplıgında büyüse tüm filizlerim ,

ve şeytana bulaşmasa hiç zifiri sessizligim...

senden emekliyim tüm hayallerime...



dargın avuçlarım yanaklarına ,

kireçlenmiş kollarım saramıyorum seni

omzundaki benini unutmuş gözlerim

yüregim durmuş

emeklin olmuşum...

29 Eylül 2009 Salı

çok yaşa ...



kocaman gündüz olmuş
yine perdelerimi çalmışlar...
odam gökyüzüne soyunmuş
elbiselerim utanmışlar...
utanan bir şair her hapşırdıgında mendilinde bir şiir kalır...

25 Eylül 2009 Cuma

sss ...


insan burnunu karıştırırken burnundan nefes almaya çalışırsa eger , nereye gider o yapışkan yeşil renkteki süper kahraman taytı ile burnumuzun örümcek adamı içimizde acaba ... ?

- midemize ... oh afiyet olsuna mı ?
- cigerimize...vay be ne nefesti cigerimi hissettime mi ?
-beynimize ...eyvah düşüncelerime sümükhler kaçtıya mı ?
-genzimize ...hep söyleriz ama neresi burası ya hiç bilmeme mi ?
- hepsi igrenç sus be adama mı kaçar bu cevap sizce ...

SSS...2009 sümükh seçme sınavından...
çocukça saçmalıklar kumbaramdan bir soru yazıyorum sana...rica etsem çözer misin bunu bana ...

banktaki tek yaprak ...


heeey banktaki tek yaprak söyler misin bana
kimler unuttu seni acaba orada ...
düşerken canın yandı mı acıdı mı bir yerlerin peki havada...
heeeeeyy banktaki tek yaprak söyler misin bana
kopmak mı koparılmak mı daha çok yakar canını üzer seni burada ... ?
heryer sonbahar huzurumun meraklı gezmelerinden yazıyorum sana...
banktaki tek yapraga yazdıklarımı okursun umarım orada...

dilek agacımdan bir bez parçası baglıyorum size...


çaresiz pişmanlıklara uzak , malesefsiz pişmanlıklar diliyorum herkese...
dilek agacımdan bir bez parçası baglıyorum size...
tüm dilekleri benim küllerimden dogan...

mektup atılamaz yerlerin mektupları ...


mektup atılamaz yerlerin mektupları yüzlerinde yazılıdır insanların...

gözlerinde silik kalem izleri ...

ve kagıda dökülen yaşların ,

kurudugu zaman mürekkebi dagıtan bir kargaşası vardır bakışlarında herzaman...

çünkü mektup atılamaz yerlerin yazarları yazdıklarının dagılmasını istemezler asla...

tek bir yere postalanır çünkü tüm yazılanlar...

sevilenin gizli posta kutusuna...

gecelerde yazılan ve gözkapakları ile kapanan zarflarda

pul yoktur pul pul dökülen umutsuzluklarda...

mektup atılamaz yerlerin mektupları yüzlerinde yazılıdır insanların...

ne kadar zaman geçip degişsede tüm yüzler

degişmez hiçbirzaman ,

hep aynı kalır birbirini sevenlerin gözlerindeki mühürler...

24 Eylül 2009 Perşembe

inandıgı masallar kadar yaşar insan ...

bir uçurumu yürüyorum gözlerinde...
bir uçurum düşüp gidiyor gözlerimden...

uzaklaşıyorum buralardan...

düşüşümün rüzgarı kucaklıyor beni sıcacık ...

kulagıma masallar okuyup üflüyor birisi ...

ve insan inandıgı masallar kadar yaşıyor ...
ben ...
ölüyorum ...

23 Eylül 2009 Çarşamba

bir bardak şiir doldurabilir misiniz lütfen...evet soguk olsun...


şiir sudur ...düştügü yerin içinde şekillenir...şiir sudur...susuzluklarını siler dudaklarından...şiir sudur...ekmege döküldügünde yemezsin ama topraga dökülmeden de ekmek yiyemezsin...bunu bilmezsin...şiir sudur...temizlenir içinde uyursun...şiir sudur...uçup gider yok olursun...bir yagmurla düşüp tekrardan yolunu bulursun...şiir sudur...nereye döktügüne baglı olarak her şekli alabilir sözlerinde...şiir sudur...iç haydi durma afiyet olsun...

hayatım benim ...


1.su bardaklarına koyarım çayımı hep , arada sırada fincanda içerim...

2.sıcacık çaya bir sobaymış gibi davranırım,elimi yakınlaştırırım sararım mesela ısıtmak için elimi...diger elimle yazmaya devam ederim...çay ılıklaşıncaya dek bir yudum bile içmem bardagımdan...bazen dalıp gittigimden kaynaklanır bu bazende dilim yandıgından ...

3.yeni sımsıcak bir bardak çayın üzerinden tüten o bir dakikalık sıcak dumanı izlemeyi severim birşeyler karalıyorken ,yazıyorken...

4.içimdeki ateşlere odun atan bir parçayı , tekrara alıp yüzlerce defa dinlerim yazarken bazen...kaç defa dinledigimi asla farketmeden ve şarkı çalmaya devam ettigi halde bazen şarkıyı hiç duymadan yazarım saatlerce...

5.arada yazmaya ara verip dururum bazen ve çok alakasız bişeylerle meşgul olup ilgilenebilirim...

6.kendimi hiçbirzaman zeki bulmadım bulamadım bundan sonrada bulacagımı zannetmem...

7.sanırım ben aptallık ile delilik arasındaki çizgide yürüyen bir sarhoşum , bazen delilik tarafına düşüp , bazen aptallık tarafında tekrar ayaga kalkan...

8.kuruyan havlu kokusuna sarılıp o kokuyu koklayarak uyuyakalmaya bayılırım nedendir bilmem hiç...o yüzden bir havlu alıp yastıgımın yanına ,ona dokunarak ve onu koklayarak bebekler gibi uyuyakalırım herşeye...garip ama güzel nedense...seviyorum...

9.yatagımda üç yastık ile uyurum hep...

10.yaz kış farketmez hep soguk suyla banyo yaparım duş alırım...delice yada korkunç acılı görünüyor degil mi...alıştıgınız zaman öyle olmuyo inanın...ve inanılmaz saglıklı bir çılgınlık merak etmeyin...korkmadan deneyin...doktorunuz birşey derse size bütün suçu benim üzerime atın ; bütün suçlamaları kabul ediyorum...

11.eski zamanlardan kalma o zamanların en büyük parası gibiyim , bu zamanda hiçbir degeri olmayan çok degerli bir hatıra kadar degersizim yani...

12.yalnız yaşayan yapayalnız bir papazın aforoz korkusunu anlamam asla...bu korkuyu duymasının altındaki nedenleri maden edinmiş , kara yüzlü yorgun bir madenciyim ben...başımın üzerinde bir mum yakar durmadan kazar dururum bu korkusunu papazın ...

Kulagımda ilhan irem var…


İlhan irem e dair bişeyler…

Kulagımda ilhan irem…


Yel degirmenlerine karşı don kişot muyum …
Uçuyorum durmadan ben pilot muyum…
Veremem veremem veremem veremem , bir kalbim kaldı …
Veremem veremem veremem veremem , onu aşk aldı …
Veremem veremem veremem veremem , adresim saklı …
Veremem veremem veremem veremem , bir gelmediginiz orası kaldı …



Zamanına fazla gelen bir müzisyen ve besteci diye düşünüyorum ben ilhan irem için…mesela bu şarkısının klibinde ve aynı zamanda elbetteki sözlerinde muhteşem bir ironi var herzaman yaptıgı gibi ilhan irem'in…aynı zamanda muhteşem gitar sololar…nebileyim işte yazmak istedim ilhan iremi nedense…ona hep hakettigi degeri veremedi bu dünya ve bizler diye düşündügümdendir belkide…kimbilir…mesela ;


Yemyeşil bir deniz

Senin gözlerin

Ne bir sandal

Ne bir ada

Boğuluyorum


Gözlerinde menevişler

Denizde martılar gibi

Bakışların köpük köpük

Sonsuzluğu anlatır gibi

Bu bakışlar bir gün beni

Öldürecek sevgilim

Bu bakışlar ne zaman beni

Güldürecek sevgilim


Yemyeşlil gökyüzü

Senin gözlerin

Ne bir rüzgar

Ne bir bulut

Ne bir yağmur var

Boğuluyorum

Hepimizin bildigi ilhan irem şarkılarından biridir buda…yemyeşil bir deniz senin gözlerin parçası…Muhteşem resmen …boguldum…


ps : meneviş nedir ?


bir yüzey üzerindeki renk dalgalanmasıdır.cam üzerinde ve metalik yüzeylerde ortaya çıkan alacalı renklerdir.uzun süre toprak altında kalan cam eşyada doğal olarak meydana gelir mesela.

21 Eylül 2009 Pazartesi

ıslak havlumun kuruyan kokusuyum şimdi yastıgımda...


ıslak havlumun kurumuş kokusuyum şimdi yastıgımda...

bebekligimin huzurlu uykusuyum rüyalarımda...

ve mutluyum akıp giden tüm gözyaşlarımda...

ıslak kokulu kaldırım sabahları...


yagmursuz bulutlu bir gecenin

ıslak kokulu kaldırımlarıyla dogan sabahıyım şimdi ben...

annemi seviyorum ...


annemi seviyorum...

çocuklugumun çişini tutamayan sakar hatıraları ıslanır ,

ne zaman bir ufaklık görsem

annesinin elinden tutup yavru bir penguen gibi yürüyen...

ne zaman çocuklugumdan koşup

annemden sonra banyoya girsem ,

minik kıçımda sıcacık bir oturuştur tüm üşüyüyüşlerden uzak

ve ılık bir klozet kapagının üşütmeyen sevgisidir annem...

annemi seviyorum...

saçlarım okşanırken uyumayı birde televizyon karşısında...

en sevdigim taraktır

annemin tüm güzel hatıraları okşayan parmakları saçlarımda...

güzel rüyaları saç diplerimden zihnime eken parmak uçlarında...

annemi seviyorum...

tüm poşet çaylara inat

uzun bir zaman beklenerek usul usul demlenmiş

karanfil kokulu çay bardaklarını cumartesi akşamlarında birde...

seni seviyorum anne...

yaram az oglun , tolga ...

bir yeniköy sahili yürüyorum senden...


bir yeniköy sahili yürüyorum senden...

küçük bir yokuş tırmanıyorum heyecanlı nefes nefese ...

başımın üzerinden bir köpek havlıyor biraz sonra

gözlerine bakıyorum

neye kızmış soruyorum ama anlatmıyor ...

susuyor ...

köpegin patileri yanında yarısı dökülmüş bir su kabı beliriyor

ve arkasından bir köpek daha ...

susuyor konuşmuyor bizimkisi yinede kırgın küs belliki yüreginde bir yerlerde...

bir yeniköy sahili yürüyorum senden ...

çocukluk hatıralarımızda aklımızdan hiç çıkmayan

fakat adını nedense hiç hatırlayamadıgımız

sıradan ama unutulmaz bir dondurmacımız vardır ya hepimizin hani ,

işte o dondurmacının önündeki küçük bir çocuk gibi

onlarca ev begeniyorum senden ,

adımlarımdan gözlerime yelken açan kagıt gemi hayallerimde ...

bir o olsun diyorum

bir şu bir bu

yok yok şuradaki daha iyi ...

tıpkı dondurmacının önündeki

kararsız küçük bir velet gibi ...

bir yeniköy sahili yürüyorum senden ...

kıçım deniz kokan bir bank akşamını oturuyor ,

yorgunluguna sırdaş tablosunda bogazın ...

güneşin pencerelerini gözlerimizde yaktıgı evler var karşıda ,

tıpkı bir lamba gibi...

karşıda göz kırpan evlere gidelim diyoruz yalandan birbirimize ...

üstelik ikimizde inanıyoruz bu yalana...

acaba çay mı içsek yoksa gazoz mu gittigimiz evlerde...

kayboluyorum...

karşı tarafta penceresi bana parlayan bir eve misafir gidiyorum düşümde...

göz kırpan evlerin gölgesine uzanıyorum her düşüşümde...

bir yeniköy sahili yürüyorum senden...

halkı olmayan bir bankanın kayıp yollarını yontuyorum taş kaldırımlardan sanki...

yolunu bulamayan çocuk hala yolsuz geziyor ileride...

ve usul usul batıyor güneşim...

kararıyorum bakışlarımda...

bir yeniköy sahili yürüyorum senden...

tıpkı senin gibi susuyorum...

susuyorum...

deniz suyu tuzlu diye içemiyorum tüm bogazı kana kana...

tadına bakmadan tuz ekip içiyorken oysaki herşeyi ben...

bogazım kuruyor...

susuyorum sessizce...

bir yeniköy sahili yürüyorum senden...

tanıdık yüzler selamlıyor gözlerimi...

kabaran tüylerimi döküyorum kuş gülümseyişlerimde

yürümeye devam ediyorum seni...

bugday kadar küçük adımlarda geçiyorum dökülen güzün yapraklarını...

her ne kadar iyide süpürse belediyeler sizi...

bir yeniköy sahili yürüyorum senden ...

külden bir kedi gibi kaçıp gidiyorsun bal kabagına dönüşen akşamı bırakıp birden

ve camdan bir kitap unutuyorsun merdivenlerinde henüz almadıgım köşkümün...

bir yeniköy sahili yürüyorum senden...

susuyorum...

dilim sırılsıklam...

ama susuyorum sözlerimin kurak sessizliginde...

bir yazarın boynunda atkı yapması gereken tipsizliginde ...

bir yeniköy sahili yürüyorum senden...

dendenler koyuyorum nakaratına bu şarkının ardı sıra ,

tekrar tekrar çalsın istanbulun bu güzel şarkısının aynı yeri durmadan diye...

korosu martılar bu akşamüstünün kulaklarımda...

suya degdi degecek bir kuş uçuyor avuçlarımda...

avuçlarımda bir deniz terliyor heyecanla...

ve ben bir minibüs penceresine yansıyan düşlerimde

geceye dönüşüyorum...

gece oluyorum...

ve yıldızlı bir gece doguyor yüksek dag etegi soguk gözlerimde...

karlı bir karanlıgı yürüyor bakışlarım gözlerimde...

işte bu yüzden hep

üşüyorum tüm gülümseyişlerimde...

bir yeniköy sahili yürüyorum senden...

istanbulu ben , bir şiir akşamı doguyor ardından yüregimde...

tartışıyor güneş akşamüstü ile gökyüzünün kırmızıya boyanan ve kararan bakışlarında...

ve güneş terkediyor akşamüstünü...

bırakıp gidiyor gökyüzünü...

dalıp gidiyorum batan günün güzelligine...

ve ben bir masal demleyip sözlerinden

bir yeniköy sahili yürüyorum senden...

bu aralar fazla hassasım...


bu aralar fazla hassasım...çatlamış bir pencere gibi , sallanan ve dokunsan düşücek fakat çekinip asla dokunamadıgın sallanan bir süt dişi gibiyim sanki...


bu aralar fazla hassasım...kaynayan bir kasenin içindeki fokurdayan , ne zaman buharlaşıp uçup gidecegini bilemeyen bir su damlacıgı gibiyim...sonumu görüp biliyorum fakat zamanı kestiremiyor gibiyim...birazdan buharlaşıp kasenin dibinden yükselecegim kapagına dek kasenin ve orada biri kapagı açıp baktıgında yogunlaşacagım bir damla sıcacık su olup tekrar düşecegim kasenin dibine ve cız edip yok olacagım gözlerinizden sanki...


bu aralar fazla hassasım...minik bir pakete zorla sıkıştırılmış küçük aptal bir çabuk çorba gibiyim...içime sıcacık dökülüp sürekli sıkılmadan karıştırmazsan lapa lapa kalıp hiçbirşey olamayacagım sanki...lapa lapa kalıp aglayacagım sanki...kimseler içmeyecek beni...soguyacagım...tüm sogumalarda yalnızlıga bırakılacagım...


bu aralar fazla hassasım...örtümün altına saklanıp küçük korkmuş bir çocuk gibi kaçıp aglayacagım...tüm aglamalarımdan yorgun düşüp , yastıgıma bir teselli diye sımsıkı sarılıp uykulara kaçacagım...

'' kazanan yalnızdır ...''


paulo coelho'nun bir ekimde yeni bir kitabı çıkıcakmış...'' kazanan yalnızdır '' isimli kitabın fragmanını dagıtıyolardı dnr'da...elime tutuşturuldu kasada...minik hali , minyatür hali kitabın ve içinde kitaptan bir parça yaklaşık on altı minyatür minik sayfa var...zekice bir reklam yapmışlar...can yayınlarını tebrik etmek lazım bu akıllıca reklamları için...girişte yazarın fedon tarzı bir fotografı var,neden hiç anlamam,tıpkı albüm kapagına fotografını koyan bir şarkıcı gibi...bence gereksiz ve yanlış...adamın yaşlı ve yorgun gözleri dikkat çekiyor bu fotografta...gördüm geçirdim mesajı veren bakışları var...okudum bu minik fragman kitapçıgı... hayallerin gerçege dönüştügü sinema ve moda dünyasına girebilenlerin toplandıgı Cannes film festivali'ne götürüyor yazıyor arkasındaki tanıtım yazısında...ilgi çekici cümleler vardı evet bu inkar edilemez fakat yetenekli bir yazarın Cannes film festivalindeki gerçek dünyayı bize tanıtması yada anlatması bana biraz saçmalık gibi koktu...yanlış anlaşılmasın sözlerim lütfen okudugum minyatür minicik on altı sayfadan ve tüm yazılanlardan çok etkilendim ; çok güçlü bir yazar belli ki fakat içimdeki etik hislerin adalet savaşçısı hayalleri bunu çok ama çok magazin edebiyatı olarak gördü , yersiz ve popüler kültür hedefli buldu nedense...yinede mutlaka okuyun diyorum kimbilir hepimizin CANNES film festivalinde neler oluyo bitiyo mutlaka bilmemiz gerektigini düşünüyorum...çok iyi satranç oynayan güçlü bir yarış atı elbette ki hem farklı olucaktır hemde çok dikkat çekicektir fakat onun mutlaka koşması gerekir diye düşünüyorum ben yinede ; satranç oynaması degil ...senin koşmanı izlemek istiyorum ben sevgili yazar satranç oynamanı izlemek degil...tüm begenilerim ve sevgilerim ile sevgili paulo coelho amcama...

tutmadın sözünü peri kız ...


dile benden ne dilersen diyen bir periydin ,

kurşun kalemimi okşadıgımda çıkıveren bir anda...

ölümlerden ölüm begen dedin bir gün bana...

fotografın ellerimde uyuyarak ölmeyi begenip seçtim bende ...

canım hiç yanmayacaktı ama söz vermiştin ...

tutmadın sözünü peri kız ...

canım çok yanıyor hala ...

bir sorum daha var hatta

bu ölüm ne zaman biter acaba ... ?

teknem bir yakamoza demirli şimdi ...

olgun kavunlar diyarı ...


kavun tatlıdır...

ve yumuşacık...

ayrıca çokta suludur...

durmadan aglayan sulugözlü bir afacan gibi...


dün çok tatlıydı gökyüzü...

ve yumuşacıktı rüzgar...

ayrıca çok yagmur yagdı

suluydu sokaklar...


ama haberlerde hava durumunda , hava kavun gibi olucak demedi o kadın.. niye ... ?



çocuk aklımın saçma lego sorularından...

ps : fotografıda çelişkisi olsun bu yazının ...tüm muzur sevgilerim ile ...

ismi olmayan duvarların huzur evinden ...


çatışma odası ... ?


atışma odası ... ?


bakışma odası ...?


elele tutuşma odası ...?


sevişme odası ...?


üç oda bir salon karmaşası ...?


çocugun olmuşcasına isimler koyma çabası neden ...?


odalarınıza isim vermeyin bence , bende isim vermeyeyim hatta ...?


boşverin ...


nerede ne yapacagımıza hislerimiz karar versin ...


isimsiz kahramanlar gibi güçlü ama magrur kalsın odalarımız karşımızda ...


ismi olmayan duvarların huzur evinden ...


yada huzurevinden ...


ps : bazı şiirleri banyoda yazıyorum , kimilerini balkonda , bazı bazı mutfakta , ara sıra yere uzanıyorum o kadar masa arasında halıda ...küvette , pencerede , bir saksının yanında , belki dolapla duvar arasındaki dar boşlukta... yani , mekanlar degil duygular karar veriyor yazan zamanlarıma ...

çalışMA OdaSı ...



evlerde çalışma odası diye bir durum vardır ya hani... girip çalıştıgı, odanın ismini koyanın ...ilginç gelir bana nedense hep bu odanın ismi...evimdeki odalardan birinin ismi çalışMA odası şimdi ; o odada asla çalışmamak gerektigini gösteren bir isim olma anlamında koyulup kullanılan...diger adıyla yan gel yat odası... evin, burada asla çalışma diyen odası yani...

erzurumda bir kuş var ...


Erzurumda bir kuş var…
Uçmayı reddeden bakışlar havalanıyor gözlerinden her akşam…
Sözlerin batıyor her akşam gözlerinden gökyüzüne dogru…
Düşlerim kırılıyor karanlık düşünce avuçlarımın içine…
Erzurumda bir kuş var…
Uçmayı reddeden bakışlar havalanıyor gözlerinden her akşam…
Yürüdügün yollardan adımlarının izlerini topluyorum tek tek her gece…
Yollarından parmaklarının kokusunu arıyorum belki dokunmuşsundur diye
Geçtigin binaların taş duvarlarından…
Yoruluyorum bazı…
Bir merdiven başına oturup nefes alıyorum evinize yakın bir yerinde hayatımın…
Erzurumda bir kuş var…
Uçmayı reddeden bakışlar uçuruyor gözlerinden uçurumlara her akşam…
Yaşamını reddediyor sensiz …
Erzurumda bir kuş var…
Tek eşli bir yaşama kanatlarını yoluyor şimdi tüm uçmalardan vazgeçip…
Erzurumda bir kuş var…
Tüm güzel anıları başa saracak kaç tuş var kumandanda söyler misin bana seçip…

üşüyen tenimde ürperen bir güneş doguyor sıcacık...günaydın tüm titreyişlerim...


üşüyen tenimde ürperen bir bişeyler var...

içimdeki deneyimsiz korkularım yaşlanıyor dokunamadıgım biryerlerde...

üşüyen tenimde ürperen bir boşluk var...

gidişinle farkettigim ansızın...

üşüyen tenimde ürperen bir ihtiyarlık var...

zaman zaman düşüyorum korkusu ile sımsıkı bastonuna sarılan...

üşüyen tenimde ürperen bir ıslaklık var...

tüm sevişmeleri soyunup üzerimden sevişleri gözlerinden demleyen...

üşüyen tenimde ürperen bir pişmanlık var...

soguk gecenin sessiz balkonuna seni hırkan olmadan çıkaran...

sarılışlarımın seni ısıtabilecegini zannetmem zaten merak etme ,

sahip oldugum sıcaklıgı paylaşmak sarılırken sana sadece amacım ...

tüm amaçları kafamdan çıkartıp atıp yalnızca masumluguna sarılmak isteyen

sevgilerim var...

üşüyen tenimde ürperen seni sevmelerim var...

rüzgarlara kendini intihar diye bırakan

uçurtma itirafları aşkların ...

üşüyen tenimde ürperen bir aşk var ...

kalbime soguk terler döktüren ...
üşüyen tenimde ürperen bir güneş doguyor sıcacık...
buz gibi bir şafak...
ve sımsıcak bir güneş zıplıyor tamda ortasına işte...
çatlıyor tüm üşümeler avuçlarımda...
günaydın tüm titreyişlerim...
üşüyen tenimde ürperen bir sarılış var şimdi ...
titreyip kendime sarılan kollarım düşüyorlar işte yerlere...

'' the talking cure ...''

durmalı mıyız sencede ... ?

we are more in love with desire than the desired ...Friedrich Nietzsche

18 Eylül 2009 Cuma

kır aşkım hapis gözyaşlarını esir şişelerden...


kaç zincir tutuyo ellerinden aşkım söyle bana...

kaç pranga vurulu güzel bileklerine anlat lütfen...

kaç el tutar kollarını...

kaç kelepçe yapışmış avuçlarının kokusuna yazar mısın bana...

gözyaşı şişelerine neden hapsederler yaşlarını söyle lütfen...

haydi durma aşkım özgürce agla bana

haydi durma aşkım koş kollarıma

ellerin ellerime

ruhun ruhuma

kavuşana dek tahliye edilsin tüm aglamaların

soguk hapis şişelerden sıcacık yanaklarıma...

gel artık bana...

tüm yaralarımıza teselli aglayışlar merhemleyelim elele seninle...

sıcak bakışlarımızla saralım sızlayan yara izlerimizi seninle...

kır aşkım hapis gözyaşlarını esir şişelerden...

kurtar acılarını aşkı yok sayan tüm esaretlerden...

'' sen çok iyi birisin abi '' dedi bugün bir çocuk ...


bugün yanıma beş yaşlarında tanımadıgım bir çocuk yaklaştı...bana dokundu ve dediki bana '' sen çok iyi birisin abi...'' çok şaşırdım...tatlı gözlerine bakıp '' sagol '' dedim sadece...şaşırmıştım...anlayamamıştım...yukarıya baktım...içimden bir '' teşekkürler '' geçirdim sessiz...gerçekten iyi birimiyim ki ben diye düşündüm durdum gün boyu...hala bir cevap yok ceplerimde...


sagol çocuk...

azad edilen felegin karınca adımlarından...


bir karınca yuvasının kenarına ufalansam ellerinden

ekmek kırıntısı olup dökülsem karınca kalbinin ekmek yollarına...

toplasan beni gönlünün derinliklerine taşısan dursan...

parçalarımdan ufalanıp yuvanda bütün olsam...

sıra sıra sıralansa karıncalar gibi bakışların gözlerime...

ekmek olup ufalansam gözlerim gözlerine...

toplasan yüregine beni kışa ekmek kırıntısı diye...

tüm esir bakışlarının arasından azad ettigin birtanesi kaçsa gözlerime keşke ,

köle karıncalar arasından bir tanesi isyan edip koşsa ellerime...

ekmek olup ufalansam avuçlarına kırıntı kırıntı aglasam kalbinde yuvan gözlerine...

lokma lokma aglasam omzunda...

sel olsam kapılsam gitsem kederime ...

yuvalar yıkılsa

topraklar kaysa düşse

tepeler delinse

gözler kavuşsa keşke...

kırıntı kırıntı dökülsem ellerine...

16 Eylül 2009 Çarşamba

gülüşün...


gülüşün , bir ölüye makyaj yapma çabası ...


gülüşün , yersiz yurtsuz ve kaçamak...


gülüşün , düşsüz hayalsiz ve umutsuz...


gülüşün , huzursuzluguna örtmeye çalıştıgın bir huzur yalanı...


gülüşün , bir yagmurun ısıtmayan yalan güneşi ...

asın beni ölümlere ...


as beni tüm ölümlere gülen bir hoyratlıkla sevgilim ,

kurusun üzerimden tüm acılarım ...

damla damla dökülsün kederler aşagılarıma ,

hafiflesin tüm agır nefeslerimden kurtulup bu eskiyen yaşam ...

as beni tüm ölümlere gülen bir hoyratlıkla sevgilim ...

kurut tüm yaşlarımı vicdanından ışıldayıp ,

yüreginden esip ...

uçurtma avcısı...


hoparlörlerden dügün marşı '' ahesta baro '' yayıldı ; baba'yla Kabil'den ayrıldıgımız gece , Mahipar kontrol noktasındaki rus askerin söyledigi şarkı :
.
.
.
Sabahı kilitleyip anahtarını kuyuya at ,
Usulca git , güzelim ayışıgım , usulca git .
Sabah güneşine dogmayı unuttur ,
Usulca git , güzelim ayışıgım , usulca git .
.
.
.
khaled hosseini '' uçurtma avcısı '' kitabından sayfa 203'ten...
2006,2007 penguin/orange readers's group ödülü sahibi ,uluslararası çok satanlar listesine girip sekiz milyondan fazla satan kitap...okumanız dilegimle...

gülümsedim...biliyordum...


Gülümsedim… biliyordum…süregelen bir aglamanın rüzgarıydı yanagımı geren soguk…
Gülümsedim…biliyordum…kaç dal daha yukarıya adım atsamda düşececegimi hep biliyordum…
Gülümsedim…biliyordum…kimse silmeye gelmeyecek gözlerimden dökülenleri …
Gülümsedim … biliyordum…saniyeler saatlere dönüşemez biliyordum…
Seni görüşler uzamazdı biliyordum…
Gülümsedim…
Gülümsedim…biliyordum…tüm yazdıklarım silinecekti…yazdıklarım atılacaktı biliyordum…
Gülümsedim…biliyordum…ben yangınlara düşecektim…ben yanıp yanıp küllere dönüşecektim biliyordum…
Gülümsedim…biliyordum…kalemsiz uykulu gözlerinde kaybolacagımı ,
O gülümseyişine vurulacagımı , kaçmam gereken bu girdaba ne yapsamda kapılıp gidecegimi , yüreginin dipsiz derinliklerine bogulma pahasına kendimi bırakacagımı en başından beri hep biliyordum…
Gülümsedim…biliyordum…ilk gördügüm sabah seni , bütün gün aklımdan hiç çıkmayacagını , bütün gün hep seni düşünecegimi biliyordum…
Gülümsedim…biliyordum…ateşe yürüdügümü , adımlarımın cayır cayır yanacagını hep biliyordum…acıların sızıların beni durduramayacagını hep biliyordum…
Gülümsedim…biliyordum…hayalperest bir aptal oldugumu ve harika bir rüya gördügümü hep biliyordum ; an gelicek uyanmak istemesemde hiç , birgün uyanmak zorunda kalacagımı hep biliyordum…
Gülümsedim…biliyordum…kalbim tuzla buz olacak kırılacaktı…yaralarım kabuksuz yanacaktı hep biliyordum…
Gülümsedim… biliyordum…güneş batacaktı akşam olup...tüm ışıklar kaçacaktı…heryer karanlıga gömülecekti hep biliyordum…
Gülümsedim…biliyordum…beni tanımayanlar tarafından haksız yere yakılacagımı hep biliyordum…
Neden diye diye yanıp duracagımı hep biliyordum…
Gülümsedim…biliyordum…unutulacagımı asla hatırlanmayacagımı hep biliyordum…
Yıkılıp kalacagımı hep biliyordum…
Gülümsedim biliyordum…
Hiç kimsenin okumadıgı aptal bir yazar olacagımı hep biliyordum…
Ama gülümsedim…biliyordum…
Senin gidecegini…gözlerimin aglamalara düşecegini…kalbimin duracagını…
Hep biliyordum…

sensiz hiçbirzaman yapamayacagımı hep biliyordum...
seni her gördügümde sana hep gülümseyecegimi hep biliyordum...
agladım...
Ama gülümsedim…
Biliyordum…

15 Eylül 2009 Salı

yalnızlık ne kadar acaba ... ?


ne kadar yalnızım bir bilsen usta ...

bir başıma ...

insanlar dinlemiyor hiç ...

böcekler bile konuşmuyor benimle ...

bir kenarda duruyorum bir nokta gibi silik ...

varla yok arası bir gölge gibi ...

bir kenarda duruyorum ama

o kenara ait bile degilim usta ...

siliniyorum ...

ne kadar yalnızım bir bilsen usta ...

korktum ...


tüm sessizlikler yalnız mıdır acaba usta ...

içimi yapayalnız bir sessizlik kapladı ustam ...

korkuyorum ...

bir kuş bir at ...


son bir kez daha yanyana yürüyebilir miyiz seninle ıslak bir sokakta lütfen ...

sen bir kuş kadar hafif ve ben bir at kadar agır yürüyelim beraberce yine ...

kuşat yüregimi sessizce ...

bir kuş bir at ...

haydi durma beni kuşat ...

iki yol ve bir dolunay ...


iki yol ...

arkamdaki tüm kararsızlıklar ...

iki yol ...

tek dolunaya giden iki yol ...

iki yol ...

tek ay ...
bitsin bu yürümeler artık ...

ölmek istiyorum ...

14 Eylül 2009 Pazartesi

yanıyorum...sıcacık mutlu utanıyorum...seni seviyorum ...


atkımı doluyorum boynuma çıplak bedenimde utanan üşüyen hislerim üzerine ...

üşüyorum seni ellerimde ...

siyah beyaz öpüşlerinin sıcaklıgına sarılıyorum boynumda

ve saçlarının esintisinin arkasına gizleniyorum kızaran yüzümde ...

sıcacık mutlu utanıyorum ...

yanıyorum tüm ölümlere balıklama dalıp ...

sıcacık mutlu gülümsüyorum son nefesimde ...

sıcacık mutlu utanıyorum ...

seni seviyorum ...


yangın büyüyor bakışlarımda...ve yanan yaralarımın mezar taşıdır yara kabuklarım sensiz tüm kışlarımda...


alevsiz bir gecenin susuz saatlerini tutuşturup yanıyorum ...

avuçlarımın paslı demir kokusu yalnızlıgında yanıyorum yapayalnız ...

tüm alevsiz kavruluşların sızılarında ıslatıyorum yanıklarımı ...

yanıyorum bilmiyorsunuz...

tutuşuyorum bilmiyorsunuz ...

yaralarımı okşayan bir parmak ucunun hasretinde yanıyorum ve yakıyorum tüm hislerimi ...

inciniyorum ...

yangınlarla örtüp üzerimi ,

kanatıyorum tüm yaralarımın kabuklarını tekrar tekrar ...

sönen her yangını özlüyorum yanık yaraların mezar taşı kabuklarından ...

kanıyorum ...

ve kalbimden geçip ruhumu sulayan her damlasını kanımın saygıyla anıyorum ...

seni yanıyorum bir yagmur ertesi sokagımın sessizliginde ...
aglama ey kadın
üzülme sen sakın
yanışlarım üşüyüşlerimi
ölümlerim hüzünlerimi alır benim ...

gecenin karanlıgı o kadar soguksun ki ,

doluyorum atkımı boynuma sımsıkı çırılçıplak bedenimde ...

yangın devam ediyor utanan çaresiz tenimde ...


yanıyorum ...

sırılsıklam bakışlarımda ...

tenimde sıcacık bir ocagın hayali bir bardak su oluyor üzerime dökülen ...

oh diyorum bir saniye de olsa ...

rahatlıyorum ...

halbuki , üşüyen kıçımda bir umuttur yaktıgım her kibrit çöpü gözlerinin karanlıgına ...

yanıyorum bakışlarında ...

çaresiz yanıyorum ...

bekliyorum çaresiz ...

itfaiye çaresiz girilemeyen dar sokaklarında ruhumun ...

kar çaresiz süzülmeden düşecek kadar agır olamadıgı için ...

yorgun tüm yagmurlar bitap düşmüş gökyüzü ,

ve tüm çareler çaresiz şimdi ...

sokagım başındaki çingenenin köle gülleri dizlerinin üzerine düşmüşler boyun büküp ,

tüm susuz kuruyuşlarına yenilip ...

yagmurlar çaresiz

ıslak sokaklar çaresiz ; kökü kesik bir sevdanın kar etmeyen sulanışında ...

yanıyorum üşüyüşlerimin tam orta yerinde ...

buz gibi kaldırımların yakan hatıralarında yanıyorum ...

avuçlarım su topluyor kuruyan güllere bir avuç su içirebilmek için ...

avuçlarım su topluyor saçlarımın agaran başaklarına dökülebilmek için...

tane tane sararıyorum ...

tane tane dökülüyorum toprak dibime...

dökülüyorum ayaklarım ucuna ;

toplayanı olmayan yalnız dut düşüşlerimde kuruyorum ...

yanıyorum alevsiz gecenin susuz saatlerine dogru ...

yanıyorum...bir yangın başlıyor esir yüregimde...


yanıyorum...

alevleri olmayan bir sıcak kavuruyor tenimde yüregimi ...

içimdeki sızıların kürekleri çekiyor aglayışlarımın sandalını ...

delik yok bu sandalda...

korkun yersiz merak etme ...

batıyoruz sanışın boş bir önerge ...

bileklerine degen sandalda biriken soguk ,

deniz degil aglamaların suyu ...

yanıyorum ...

sırılsıklam kavrulmaların söndürülemeyen yanıklarıyım şimdi ,

su toplayan rotasında avuçlarımın ...

yanıyorum ...

beni rahat bıraksın diye kanımı bir kere olsun emmesine izin veriyorum ,

dişi kırık bir dişi sivrisinege ...

rahat bıraksın beni diye ,

rahatça yazabileyim karanlık odamda diye

haracımı kanımla ödüyorum

bu gecenin karanlıgında rahatsız edilmeden özgürce dolaşabilmek için sayfalarda ...

aglıyorum ...

aglıyorum tüm yangınlarıma yagmur olsun diye ...

sönmüyor kederim kavrulan tenimin kırmızıya degen topraklarında bir türlü ...

devriliyor cümlelerim kalemimin ucunda ...

kalemim sarhoş galiba ...

düz duramıyor mısralar dilimde ...

yanıyorum ...

alevsiz acılar evinde kalbimin ,
kalbim duvarlarımı süslüyor
esaretimin duvarlarına kalbimi yazıyorum ...

yanıyorum kuruyan sızılara gebe ıslak gözlerimde ...

pasaport kontrol ...


rüyalarımda pasaport sorulmaz sevgilim ...
geçişlerine kagıttan sınırlar koyulamaz tenimde ...

vizesi yok mutluluklarının hayallerimde ...

diledigince kalabilirsin gülümseyişlerinde ...

sınırlarım yok ruhumun dikenli tellerinde ...

sana dur diyecek kimse yok sözlerimin havalimanlarında ...

yürüyerek adım adım geçebilirsin tüm sınırlarımı ...

kimseye hesap vermeden gezebilirsin dünyamı gözlerimde ...

rüyalarımda pasaport sorulmaz sevgilim ...

sınırdışı edilemezsin asla yüregimde ...

13 Eylül 2009 Pazar

bir balonun çaresiz savruluşuyum şimdi...


zayıflıyorum ; içine nefesler dolmuş bir siyah balonun açılan agzındayım şimdi ... kaçıyor ellerimden tüm doluluklarım...tüm nefesler kaçıyor ruhumdan koşarak...tutamıyorum...zayıflıyorum ; ruhundan koştururcasına kaçan tüm nefesleri tutamayan siyah bir balonun çaresiz savruluşuyum şimdi...istemedigim yerlere fırlatılıyorum...zayıflıyorum...

10 Eylül 2009 Perşembe

periyodik tablo düşlerimden ...



periyodik tablo düşlerimden ...

bana beş element söyle bu dünyadan

ama onlarsız asla yaşayamayacagımız ...

özümüzde hep olması gereken ...

- ateş

- tutku

- su

- düşler

- ve sen ...

periyodik tablo düşlerimden ...

kumandası gözlerin bir televizyonum ben...


kumandası gözlerin bir televizyonum ben...
gözlerini ayırmadan
izler misin beni de lütfen ...

düşler kurdum gördün mü ?



düşler kurdum gördün mü ?

düşürdüm sanırım kurmaya çalışırken ...

düşler kurdum gördün mü ?

arkamdan yürüdünüz mü hiç acaba

görmüşsünüzdür belki düşürdüysem eger ...

düşler kurdum gördün mü ?

çaldılar belkide bir kalabalıgın yalnızlıgına düşmüşken ben ...

düşler kurdum gördün mü ?

ve ben içten içe çürüyen bir elmanın

farkedilmeyen kederine kararıyorum ...

düşler kurdum gördün mü ?

bir türlü kelebek olamayan düşlerimin gözyaşlarından yazıyorum bunu sana ...

düşler kurdum gördün mü ?

tüm düşündüklerimi çalmışlar ...



bir bekçi köpegi daha almalıyım zihnimin kapıları önüne ...

uyuyakalmış bizimkisi dün gece

ve tüm düşündüklerimi çalmışlar

zaman geçtikçe unutmaya mahkumsun diyen

hırsızlar yine ...

durduramadıgım tek hırsızlar bunlar ...

akrep ve yelkovan ...