22 Ağustos 2025 Cuma

Minuet

 
Yılanlar kaçıyor sevgilim.
Çayı çalıyorlar topraktan,
Ve toprağı merhumlardan.
Kırıyorlar notaları piyanolardan,
Ve ağaçlar yanıyor duyamadığımız çığlıklarca sevgilim,
Düşler kararıyor,
Tüm şifalar kaynayıp uçuyor kazanlardan.
Yağmurlar göç ediyor leylekler gibi buralardan.
Kurtlar kaçıyor sevgilim masallardan.
Kuşları çalıyorlar dallarından,
Ve güzelim düşleri o dudaklardan...
Söküyorlar en güzel yaşlarını gencecik güzelim o gözlerden...
Ve ruhlar ağlıyor duyamadığımız çığlıklarca sevgilim,
Kanıyor kırmızı gülleri o en kahraman kabirlerin dahi şimdi mezarlarda...


16.01 kalbi genç katil intikamlar avlıyor Canan'ın gözlerinden tüm o merhametsiz hainleri...zaman akıyor kumlardan,zamanı geliyor yeminle ezelden mühürlü tüm intikamların...

ve bir fil elmamı yedi dalımdan

 
Beynin,aşkın gerçek bahçesi sevgilim,
Kalp onun herşeyi yazdığı göğsündeki yatağının altında saklı gizli defteri...
Düşün,
Çünkü bu herşeye yeterdi.
Neyi istersen ek zihninin bereketli toprağına sen,
Ve tanrın sulasın hepsini dudaklarından yağan dualarınla...
Neye inanırsan o filiz verir teninde,duvarında...
Ey kadim bahçesi aşkın yüzünde penceresi gözlerinin...
Sen ek yeter ki,
Yeşerir şifa kanayan tüm yaralarına,
Dudaklarının merhem suyu değsin yeter o sıcak kırmızılarına...
Piyanosunda kulaklarımda yine franz,
Ve aydınlatıyor onun feneri elimde tüm geceyi ve bilinmez o karanlıkları...
Feneri bir piyanonun notaları kainatın bence,
Albert da aynısını söylemiş hatta...
Beynin,aşkın gerçek bahçesi sevgilim,
Kalp onun herşeyi yazdığı göğsündeki yatağının altında saklı gizli defteri...
Hatırlar mısın...neyse boşver.

Düşün,
Çünkü bu herşeye yeterdi...


15.42 bu kainatta sençekimi diye birşey vardı sevgilim,yine de onu hissetseler bile benden başka kimse bulamadı...kafama bir ağaçtan sen düştün bugün,ve bir fil elmamı yedi dalımdan...

21 Ağustos 2025 Perşembe

Ehemmiyetin,kurşun kaleminde sabahın

 
Ehemmiyetin saçların değil bilesin,
sal özgürlüğüne hepsini,teslim et rüzgarın tokatlarına saçının denizden dalgalarını.
Alabora olalım unutup sandalı mandalı ve bu soğumuş ocağında şu zalim dünyayı.
Boğulsun sevdasızlık üşüyen sular ile kaşıklarımızda sevgilim.
Bırak saçlarını koşsunlar özgürce heryere.
Bırak hepsini saçılsın yüzüne gözüne,
İnandıramazsın beni,
Sen bu değilsin...
Ehemmiyetin kor dudakların değil bilesin,
Sal uykusuna lavlarını,aksın sarp dudaklarının kayasından dudaklarıma yana yana,yaka yaka geçtiği heryere içimde,
Kurduna yem olsun avın olmak isteyen kalbim.
Ehemmiyetin fistanının rengi değil bilesin,
Kurşun kaleminde sabahın,
Kelimelerinde bana gidip gelen kamyonlar uçuşurdu mektubundan evimizde akşamları.
Kamyonlar seni bana taşırdı hasret yollarda hergün,
Sen bilmezdin...
Seni düşün düşün uyuyamazdım,
Değerdi,
Olsun,
Benden aldığın geceler sende kalsın istemem,
Artık senin onlar,bilmelisin.
Değişmiş yüzündeki evler,
Zaman değil dem vurduğum hayır üzgünüm,
Ama artık bu semt başkadır.
Ehemmiyetin sevişmemiz sevişmememiz değildir bilesin,
Sihir,dudaklarından süzüp yüzüme bakıp döktüklerindedir...
Sihrin mührümdür işlemeli ceviz kapımda,
Aç deseler açılmaz binbir derde kilit anahtarsız bir yerdedir şu saklı yüreğim ve sonra...


23.37 fin.

çilingiri gelmeyen akşamların kapı önü sevişmeleri ısıtıyordu üşüyen avuçlarımızı acımasız kışlardan sarıp saklayıp...

İstirahatgahıdır gözlerin gözlerimin

 
İstirahatgahıdır gözlerinde sessizlik gözlerimin.
Dinlenilesi yaz akşamları ve bülbül aryaları.
Çimenlerin hışırtıları sıvazlıyor sırtımı uzandığım yeşilden.
Savaşmaktan yorulmuş bir şövalye ruhum,
Kapısını çalıyor senin taş kuleleri ile denizdeki kalenin.
Doğduğum eve açılıyor tüm solucan deliklerim,
Kar kıyamet ışık yılları mesafeler yok inan düşümde.
İstirahatgahıdır gözlerinde sessizlik gözlerimin.
Öcü alınmamış hesaplar dolu kurşun kalemim ile not aldığım o eski defterlerim...
Kağıt kırışır,
Mürekkep dökülür,
Ve dağılır kader gözlerimde.
Yorulur zaman bileklerimizde.
Tam da bu ıssız şehirde adı ankara,
Bir istanbulsun masum çocuk kafamda...
Kaçıp gelsem de sana bilirim,ardımdan su dökmüş o memleketi özlerim...
İstirahatgahıdır gözlerinde sessizlik gözlerimin.
Yeşil kurur kızıl olur zaman,
Adı güz olur aşkın,üşür çıplak ağaçlar sıcak nefesinden bize üflediğin anlar olmaz ise eğer.
Keder damlar sıra sıra bozuk bir musluk gibi,
Dert bin olur göl olur içimize bir yudum su ağzımızda.
İstirahatgahıdır gözlerinde sessizlik gözlerimin.
Savaşlar bombalar ve durmadan gürleyen şu ışıklı gökler,
Umrumda değil o sensiz cennetler ya cehennemler,
Aklım fikrim sen,aklımda sen,savaşırken,
Ve ben,
Özlerim deliler gibi ne zaman aklıma düşsen...


23.08 çoktan gömülmüş etim toprağa,düşmüş kızıl çamdan ok ok yapraklar üstüme,ve solmuş üzerime tanrının örttüğü o lapa lapa yağan beyaz nevresim bile...

Oyuncağı kelebekler yazdan

 
Rahmi arnavut kaldırımları eniğin.
Suyu yağmur.
Aşı kuru ekmek öpüp koyulan duvar üstlerinden.
Oyuncağı kelebekler yazdan,
Okulu bir çocuk parkı belki kumda oynayan beş yaşında öğretmenlerden.
Rahmi arnavut kaldırımları eniğin.
Rüyaları hep annesi tüm öksüz yiğitlerin.
Savaşmak zaruri mi peki,
Yaşamak için midir savaşmak yoksa
Savaşmak için midir yaşamak,hiç bilmezim.
Böceklerin yaşamak kanunu sanki bu,
Ama bir böcek değilim...
Üzgünüm adına franz,tüm insanlık adına senden çok özür dilerim.
Rahmi arnavut kaldırımları eniğin.
Mevsim ağustos,
Ve üzgünüm affet karınca,
Ama ben şarkımı söylemeliyim...


10.51 asal gözyaşları yüzümde nehir,ve akıyor yanaklarımdan bugünün elini tutup şu kadim zaman...

Bembeyaz bir denize,Yusufun kuyusuna düştüm daha dördümde

 
Akrepite edilirdi huzurum.
Çocukluğum su dökerdi yarınlarıma,bilirdim,
Susardım,geleceğin günün hatrına bugüne.
Yaşım sekizdi,
Emekliydim çocukluğun hafifliğinden,
hissederdim...
Akrepite edilirdi huzurum.
Çocukluğum su verirdi sessizliklerde dövdüğüm boyumdan büyük kılıcıma...
İzlerdim,sana anlatacağım günlerin hatrına.
Yusufun kuyusuna düştüm daha dördümde,
Bembeyaz bir denize düştüm boğuldum öldüm de,
Yeniden doğdum geldim sana...
Akrepite edilirdi huzurum.
Çocukluğum su içerdi bugünden,anlatmak için yarınlarıma.
Namerde söver çatarım da hala,
Dostluk elimde et ve tırnak...
Aşk zehirden derdiğim tek şifam kavrulan yanan yüreğimde...


09.55 aşk,katliam ve tercihler üçgeninin iç açıları toplamı.Şekli ne olursa olsun üçgenlerin,iç açıları toplamı aynı daima yaşamanın...

20 Ağustos 2025 Çarşamba

Üç kırık buğday

 
Kafesi altın tüm yalancıların.
Seni senden çalıyor yaşamanın hırsızları bilesin.
Sakalar susar belki haklısın,
Ama cesur serçeler vurur ölür demirlere kendini...
Plastiklere hapsetmişler özgürlüğü,suyu,
Nefes alamaz ise neye çare,ölür kanı huyu.
Atlar koşar durmadan toros boyu,
Kanını yıka da gel ey günahtan doğan,ey ademin oğlu....
Kafesi altın tüm yalancıların.
Tutarlar seni kış vakti sıcacık bir el ile,
Kar boran sararıp solar düşer dalından da yine,
Gün gelir kar kıyamet hasret olur gözlerine,
Kapatırlar mutluluğunu parlayan betonlar ardına,
Üç kırık buğday için susar bekler seherin tüm güzel şiirleri...
Kafesi altın tüm yalancıların.
Bülbül bekler de ölene dek öte öte hapsini,
Gül kurur ızdırabın susuzluğunda düşer toprak olur...


10.48 düşüne sapan çeken hainler tutar beni,tanrım şiir olur rüyalarıma başımı okşar öper beni...

19 Ağustos 2025 Salı

Tanrının yeşiline

 
Beli bükük dilimde adımları titreyen ihtiyar cümlelerim vardı,çocukluğumu dizinde sallayan.
Ve kırılmıştı tüm bardakların mutfağında senin,
cam kırığı bakışlarında yükselmiş parmak uçlarımda yürümeye çalışıyordum sana doğru,
Kesilen adımlarımdan yazıyordum kanlı mısraları ve sana oysa,
Bir adımım,diğerinin ustası idi,
Tıpkı bir kedi gibi.
Canımı yakan kırık cam parçaları değildi...
Beli bükük dilimde adımları titreyen ihtiyar cümlelerim vardı,çocukluğumu dizinde sallayan.
Ve eşşeklere biniyordu gerçek gülüşüm yüzümün saklı cennetinde,
Neden saklanırdı ki cennet bir oyun gibi bizden sanki,
Peynir,fare ?
Acı öldürmezdi bilirdim,
Ve ruh yok olamazdı asla...
Nereye gidiyorsun o zaman söyle bana,
Peşine düşeyim,
Bir cehennemi yanalım yakalım ve geri dönelim,
Bir cenneti ekelim uzanalım yada tanrının yeşiline seninle...


09.32 tanrının frekansında titrerken kalbim,iyileşen kimdi içimde ?

Yiğitler versin goncalar

 
Bana cesareti sula göğsünün balkonunda sevgilim,
Yiğitler versin goncalar doğurup saksısında aşk,
Bir karınca bir fil yada bir güvercin farketmez kor yüreğiyle geldiyse taş kalenin kapısına,
Ayakları geri kaçan korkak aslanlar kaçışsın savaşın eski kafesinde bugünün kırık kapısından,
Azad edeyim titreyen ruhları avuçlarımdan,
Bin korkak olacağına yanımda yangınlarına karşı yaşamanın,
On ateş karınca yeter gökleri bile almamıza...
Sal içimizdeki tüm korkakları boşver hepsini sevgilim,
Kalan köz yeter tüm yaşamayı ellerimizden çalıp almak isteyen hainleri yakmaya,
Bırak hepsini,
Biz ateşi boğan ateşi olalım toprak ananın dualarından doğup savaşa savaşa yükselip göklerde şanlı ölelim...


09.11 cesur karıncalar korkak aslanları güdüyor gözlerimde...zaman ekmek kırıntısı ile kandırılan aç aslanların zamanı...

Kapital,olmuş sanki bir ejderha

 
Karşımda devden dev bir bina,
Kapital,olmuş sanki bir ejderha,
Ben zırhımı giyiyorum koştura koştura.
Unutmuşum hatta acemilikten bikaç parça üzerimden.
Duvarda paslı bir kılıç dedemden miras şimdi yanımda,kının bağrında,
Ve kor mu kor içimde yüz gemi batıran durmaz bir fırtına...
Dalından düşmemiş boynu kırık bir gül,
Ve yerde yatıyor cesur mu cesur gözleri kapanmış bir bülbül,
Burnumda seherin yapraklarının kokusu doğuyor,
İki dağ ile bakışıyorum yiğitlikte yanyana sıra sıra...
Karşımda devden dev bir bina,
Kapital,olmuş sanki bir ejderha,
Yüreğimden gerip genç ıslak yayımı,
Kalbine saplıyorum zehri öpmüş şiirin ok ucunu,
Dertler olmuş sıra sıra,
Ve sırtımda bu dertli dünya,
Duramam bir an bile,
Çözülür dizlerim,uçar bir rüzgarın ile içimdeki tüm güçler,
Issız tüm şehir sensizliği bırak hayalinsiz bile,
Şehir dediğin,dur durak yok bir koşturmaca,
Ve dedim ya sırtımda bu dertli dünya,
Çöker kalırım boynu kırık gül yüzünde sonra,
uzanıp güçsüz dibine yanıbaşına...


08.30 Her yaranın merhemi başka başka.
           Her beden sarılır öper kendini,
           Her yara dokunmasan da örter kendi kapısını.
           Her ölüm inan bana her nefes kadar kendine özel...

Yapay zeka aşklar kıraathanesi

 
Yapay zeka aşklar kıraathanesi.
Bilmezler dudağının kumsalına uzanıp başımı dayadığımda kokusuna nefesinin,
dalgaların sesleri misali döküldüğünü kulağıma nefeslerinin,
Bilmezler,neler hissettiğimi asla,
Arka arkaya yaşamadan hissetmeden sıralayabilir en afilli en ipekten cümleleri önüne  bir makina eminim ki,
şüphem yok buna.
Ama plastik kalır her dokunuş içimizde.
Yaşandığını bilebilmek ihtimali hızlandırır çünkü göğsümüzdeki küçük odasında bir tek şu mahkum kalplerimizi...
Toplumsal hafızandan öpüyorum seni;
Fakat seni sen yapan etinin ruhuna değerken içerisine sinen ruhunun kokusu ve düşleridir bilmelisin.
Yapay zeka aşklar kıraathanesi.
Bilmezler dudağının kumsalına uzanıp başımı dayadığımda kokusuna nefesinin,
dalgaların sesleri misali döküldüğünü kulağıma nefeslerinin,
Bilmezler,neler hissettiğimi asla,
Kazanılası her savaşımı bıraktım ardımda,
Bıraktım elimden tılsımlı okunmuş kılıcımı da...
Bıraktım korkmayı ellerimden.
Büyümek veya aynı kalmak aynı,
Bir önemi yok kafalarınızdaki anlamsız zaferlerin toprağına hain mezarlarda...


20.17 güneşe yüzünü dönmek isteyen çiçeklerin gecesiydim ağlayan gözlerinde...

18 Ağustos 2025 Pazartesi

uğruna katledilen sineklerin ah'ı

 
Tozlu seslerin arasına saklanmış topallayarak yürüyen yaralı bir arı var ruhumun dalında...
Kanadı kırık düşler zamanı mevsim göçmen kuşların takvim yaprağında.
Büyü güçlen uç kutsalında yaşamanın,
Peygamberim,kırık kanatlı hazır olmayan küçük bir kuş bir ağacın dalına düşüp tutunmuş...
Bir sapan taşı kıyametim,
Dağılıp paramparça karıştığım toprağım,
şu ağacımdan iki karış yukarıda gömüldüğüm kabrim bu eşsiz mavi göğüm,
tanrıdan hediye üzerimde beyaz tüyden gömleğim kanlar içinde...
Gecede saklanbaç sizin savaşlarınız ey yalancılar,
Su tabancası kullanan sessiz hainlerisiniz en güzel böceklerin bile güzel yaz akşamlarında.
Depremler ve yalancılar,
Sallıyor yeri göğü yürekleri,
Kafamızda bizden büyük ağrılar,
Ve bizi kandıran zehri şifa rengarenk ağrıkesici ellerimizde bu yalancı karton kutular.
Zaman doğrular zamanı yine,
Zaman aşklar için ölmenin vakti güçsüz bileklerinde kutsal altından bir zamanın...


09.04 uğruna katledilen sineklerin ah'ı...

tanrının alnından öptüğü maviden

 
Asansör korkutmuştu aslında gözlerimden taa içlerime girip beni,
Yine de tırmandım dönüp sırtımı o yüksek göğü.
Ben yükselirken dört nala gökleri,
Düşen bir meleği gördüm kırık kanadı ile bu kutsanmış,tanrının alnından öptüğü maviden...


10.22 içime çöktü içimin şehri...ilk defa korktum.

Günahların süzgecinde bir tülbent

 
Selam içimde beni görmeyen,görünmeyen dev duvarlarım,
Merhaba bıçaklanan kovanım,
Usul usul bal damlayan kan kaybedişlerim.
Üşüyen titreyen başaramadığım hayallerim.
Selam yalnızlığım,doymayan canavarım göğsümün içinde.
Düştü kollarım yere,
Tüm savunmalar düştü üzerimden,
Soyundum hepsini işe yaramaz cesaretlerimin.
Kaldım yapayalnız yaşamanın yüzünün karşısında,
Medusanın dudaklarında koklarken yüzünü,
Baktım taa gözlerinin derinlerine,
Bir heykele dönsün istedim bakışlarında yalnızlık.
Günahların yıkandığı masum bir köy çeşmesinde,
Akıyor çamuru tüm sevişmelerin,
Karışıyor çakılların arasından kutsal yerin ruhuna yavaşça.
Yavaşla lütfen ey kalbim,
Çıkart ayakkabını korka korka yürüyelim bu çayırları seninle,
En yavaşından,
Bir kaplumbağa geçsin mutlu olsun bizi.
Günahların süzgecinde bir tülbent boynundan tek çekip alabildiğim,
Kokunun sindiği bir iksir beni cennete uçurup vurup deviren,
Süzmek için teninden yüze yüze şu arsız şehvetimi...
Selam içimde beni görmeyen,görünmeyen dev duvarlarım,
Merhaba bıçaklanan kovanım,
Usul usul bal damlayan kan kaybedişlerim.
Dudaklarım yalnızım diyemeyecek kadar yalnız,
Hiç duymadım esen bir yel sesi,bir rüzgar bile...
Ey güzeller güzeli güzel bakışlı kedi,
Ey çirkin sesli detone bülbül,
Güllerin arasına kıvrılsın tüm kabirleri sevmenin..
Sesi miras kulaklarımdan yarına sıcak kırmızısı akan kanayan o güzel dünün...


10.05 nasılsın iyi misin ey kendim.

17 Ağustos 2025 Pazar

ve düşünü kozaladı derviş ruhum

 
Et etten koptu işte.
Sesin kanadı,yüreğin kurudu,duydum,
tıpkı benim gibi.
Güneş döndü sırtını küstü doğmadı bize o gün,
gitti ağladı bulutların ardındaki odasında günboyu belkide.
Hiç ayrılmadık seninle,
Bilmiyorduk ayrılmayı,çocuktuk.
Hiç bırakmamıştık ki sevdiğimiz eli daha önce.
Sözlerimiz bin yıllık ömürlü zeytin fidanı,
Dalları kurudu ama,
Kalbi kaldı toprağın taa içinde...
Et etten koptu işte.
Sesin kanadı,yüreğin kurudu,duydum,
tıpkı benim gibi.
Kim kabahatli kim kabahatsiz bilemedim hiç.
Et etten koptu işte.
Sesin kanadı,yüreğin kurudu,duydum,
tıpkı benim gibi.
Yakası birleşemeyen bir şehrin yaka iğnesi gibi parlıyordu gözlerin...
Uzandım öptüm gözlerini,
Ve içtim gözlerinden tüm yaşlarını kalbinin.
Sana kurak sesler kaldı ağlamalardan sadece,
Yağmurları kaçtı göklerinden nefesinin...
Et etten koptu işte.
Sesin kanadı,yüreğin kurudu,duydum,
tıpkı benim gibi.
Bu kalbimdeki süslü hançeri sevmelerinin,
Çekiçle çakıyorsun hançerin ucunu içime durmadan...
Durmadan ağlıyoruz yeşilin üzerinden severken gökteki mavileri...
Kırmızı biber reçeli şaşkınlıklarım,
Uzağıma koşan uğur böcekleri,
Adım onüç,
Adım anahtarı kırılan bir kilit dağın en tepesinde...
Et etten koptu işte.
Sesin kanadı,yüreğin kurudu,duydum,
tıpkı benim gibi.
Değmez kıyamete ağlamaya sevgilim,
Ve cennetin kapısını çalıp kaçan muzur çocuklarıyız biz tanrının...


00.14 ve düşünü kozaladı derviş ruhum.

15 Ağustos 2025 Cuma

demlenmiş şikayetler kutusu

 
.ikilesi yarınlar yamalı yelkeniydi içindeki umutların.
Çok ama çok büyük bir soğuk geldi düştü kalbimize.
Soldu çiçekleri,kurudu tüm meyveleri keder ağacımın.
Melankolik hayta kusmalar saati duvarda zaman,
Cebimde elele tutuşmayı bekleyen birbirine yakışan kelimeler,
Ceninde anne denizinden içilen nefesleri yaşamanın.
Bir kedi,bir şiir ve bir revolver.
Kapısı üzerinde dışarıda bırakılmış bir anahtar,
Adı yuva ellerinin içinin,
Adı nefes seninle her öpüşmenin dudağıma miras bıraktığı o güzel tadı...
.ikilesi yarınlar yamalı yelkeniydi içindeki umutların.
İki dağı vardı balkonunda senin şehrinin,
İki cehennemim vardı benim,
Hangisi bir türlü seçemediğim...
.ikilesi yarınlar yamalı yelkeniydi içindeki umutların.
Haydi çay koy ocağa sevgilim,
Bir bardak doldur lütfen,ama önce kendine,
Herşeye yeniden başlayalım...


16.55 demlenmiş şikayetler kutusu.

* hangi harfi istersen onu yaz senin uğruna boş bıraktığım yerlere...

14 Ağustos 2025 Perşembe

sarı denizinde eserken serin rüzgarı ile o beklenen kıyamet

 
Her gece uzun mu bu kadar tanrım,
Yoksa koparıp ardımdaki kanatları ittiniz mi beni cennetinizden,
Düşmek bu mu ey tanrım huzurdan,
Öyle derin bir üzüntüdeyim ki kanlı kanatlarım kabul etmiş bu haketmediğim sonu sanki,
Çırpmıyorlar bir kez bile ardımda kendini...
Her gece uzun mu bu kadar tanrım,
Keskin altın bıçağını dayamış tenime sanki bir tanrıça,
Kesmeden ustaca geziniyor bıçağın ucu ile tenimde zamansız bir zaman.
Kaşınıyor tüm endişeler korkular tenimde uçuşup duran halden anlamaz bir yaz sineği gibi,
Ve altın bir bıçak kesercesine kaşıyor şefkat ile yüzümü...
Kıpırdayamıyorum,
Göz kapılarımda dahi durmuş zaman sanki...
Korkudan mı yoksa sevilmenin huzurundan mı bilmiyorum.
Her gece uzun mu bu kadar tanrım,
Yoksa şafakta ölümünü bekleyen genç kahramanı mıyım bir vatanın ben sadece...
Ey aşk,
Varsa bir ölümsüzlük iksirin söyledikleri gibi cebinde,
Durma iç onu hemen ve uzat dudaklarının bardağında bana...
Ey aşk,
Yeşillen dalga dalga bir fırtına misali dev yangınların ardından serin kızıl sabahında deli mavi bir göğün altında,
İlk sevişmelerimiz gibi çıtırdasın dalında yeşil filizleri güllerin...


08.49 yaşamak,özgürlük ve güvercinler kadar...bir buğdayın gözünden,sarı denizinde eserken serin rüzgarı ile o beklenen kıyamet...

13 Ağustos 2025 Çarşamba

Kanımı içen sülüğe izin veriyorum

 
Kanımı içen sülüğe izin veriyorum.
Alsın alabildiğini benden,
Önemi yok,
Tenimden alacaklıyım da zaten.
Bir başka bakıyorum bu doğan güne bugün,
Yoksa kayıp gidiyor muyum tanrımın kollarından,
Söylesene Canan'ım ben kaç canlıyım ?
Bu kaçıncı ölüm içimde açıp solan.
Ölüyorum bir bir,hergün durmadan.
Alıştığım kıyametler başımı okşuyor şimdi.
Kanımı içen sülüğe izin veriyorum.
Alsın alabildiğini benden.
Ve tükürdüm istemeden en güzel nefesimi bu sabah,
ciğerimden esirgedim o ihtiyacım olan huzuru,
Serin rüzgarları başımda yakalayıp astım yağlı bir urgan ile belki...
Kanımı içen sülüğe izin veriyorum.
Alsın alabildiğini benden,
Çeksin kanımdaki tüm siyahı içimdeki bu kırmızı uslanmaz denizden...


08.48 ve kısa kestiğim pantolonlar kadar tozluydu bakışlarımda hatıran...

Bağla dudaklarını dudaklarımın iskelesine

 
Kızgın kumlar,
Çıplak ayaklı çocuk nefesler var gözlerimde.
Çöl denizi bir suskunluğu giydim yüzüme tenime,yürüyorum...
İnandığım her şey sararmış solmuş,
kurumuş gözlerimde bahar.
Yanaş dudaklarımın çorak limanına,
Bağla dudaklarını dudaklarımın iskelesine.
Gözlerin gözlerimi ateşe tutsun,
Göklerin yağsın şimşek şimşek gözlerime.
Etrafımızda uçuşan binlerce karahindiba tohumu sökülsün süzülmelerinden kopup,
yerlere dökülüp gömülsün ıslak toprağa tüm gerçekleşmemişlerimiz...
Yağmurdan savaşamasın yüreklerimiz.
Deniz kudursun,
Sen bir ninni söyle sessizliginin içinden dilime,
Uyusun tüm söylemek istediklerim dilimin üzerinde öylece,
Hayat dursun,
Yaşamak uyusun başımızın içinde.
Dudağını dudağıma mühürle kızgın mum ile,
Dudağını selimize sürükle,
Dik dilini dudağını tükenmez öpüşmelerimizin derisine,
Yamyamı ol dudaklarımın,
Besle kutsal göğsünün altında atan kana susamış etten vampir kalbini,
Bana yüreğini der getir taa derinlerinden.
Kabuğunu beraber kıralım sustuğun tüm incilerinin...
Yamyamı ol dudaklarımın,
Isır tüm sabırları dilimden damağımdan vurup dantel işlemeli güzeller güzeli bıçağını...
Sök al beni yapayalnız cam mavi inimden denizimden,içimin derinlerinden...
Yamyamı ol dudaklarımın,
Çek içine ruhumu nefeslerinden güçlü tek bir darbe gibi,
İç beni,
Tadım çiviler çaksın ıstırapların hazzı bir his ile damağındaki ıslak geceye...


10.52 sevişiyor gönüller,sussalar dahi sabaha dek.

12 Ağustos 2025 Salı

yaprakların şafağına saklanıp

 
Üşüyor çayım unutulmuş gibi bir kitabın arasında,
Tir tir titriyor sabah ağustostan kaçıp bir ağacın dallarının ardında yaprakların şafağına saklanıp...
Üç telli bir bülbül söylüyor türkülerden aryamı,
Kulağıma ney'ini üflüyor inancım,
Ölemiyorum,ölemiyorum tanrım.
Bir rüya ile doğuyorsun sonra içime,
Ve balinalar yüzüyor göç eden turnalar misali usul usul süzülüp mavi göklerimde...
Şaşırmıyorum hiç neden bilmem,
Uzanıp cennetin yeşil çayırlarına,
Tanrının tablosuna bakarken uyuyakalıyorum yeniden rüyamda unutup asla hatırlamayacağımı bildiğim o yeni rüyalarıma...
Kışın sonu yeşildir,
Yazı sarıdır ekmekten hayallerin.
Senin baharın kırmızı,
Bizimki güzdür kabirde duadır.
Keçiler zıplar yunusları gibi yaylanın dağların,
Koyunlar yüzer usul usul yürüyüp sanki yemyeşil denizinde çayırlarda hatıraların...
Bu kaybolduğum uçsuzluk,denizden büyük çimenler heryer,
Binmişim yaşamak için bir ağacın elimi tutan ıslak dalına bu yaşamak denizinde,
bana kıyısına sığınacağım gözlerinin toprağı bir şehir gerek...


09.21 düş kovanı.aşk arısı.kederin kara yangın balı.

cellat bir rüzgar esmese bile açık pencereden

 
Kıvrılsın dilin dudağın bir kedi gibi yüzümün dibine,
Kokunu duyabileyim gözlerimi yumduğumda dahi odada,
Ilık elleriyle cellat bir rüzgar esmese bile açık pencereden...
Dilinin altında gömüler var senin sevgilim,
Dişinde kanlı bir nefret ısırılmış bekliyor sahibini,
Korksam da uzatıyorum elimi,
bir ısırılmanın pahasına birkaç damla kanımdan ödüyorum diyetimi,
keza dedim ya asla paylaşamam seni...
Sövüyorum virgülüne noktasına,
Dilin kanunlarına köylü cahil bir çocuk gibi.
Göğsüm bir ocak gibi yanıp tutuşuyor kızıl çam dalları bir yangının is kokusu ile sevgilim,
Yüreğim kırk derece yanıyor ateşlerde,
Dudağında erit buzları ve öp beni alnımdan boynumdan,
Unutayım tenimdeki cehennemleri bir kaç dakika olsa bile,
Bana cennetin serinliğini üfle dut kokulu nefeslerinden lütfen sevgilim...
Beli kırılsın tüm yalan doğruların,
Tüm beyaz yalanların,
terlemiş duvarlarımda üşüyen tenimde bütün tozlu dünlerimizin...
Buzdan dudakların dökülsün ateşime yangınıma,
Değsin ruhunun eli çok hızla uçan bir balıkçılın sırtından ateş dalgalarından kaçar misali denizlerin yüzünden yüreğime...
Öp dökül içime kadim bir camın sürahisi gibi düşüp kırıl paramparça ol ellerimde,
Kanayalım beraber için için ve elele...
Düşüp parça parça tüm kırıklarımızdan,
kırgınlıklarımızdan,
dönüşelim yeniden seninle toprağa...
Bir zeytinin kalbi karşılasın bizi toprağın altındaki ilk adımlarımızda sonra,
Bir sürgün verelim sonra göğe yeşilden yaprak yaprak patlayan lavlardan bir dağ gibi,
Zeytin versin gözlerin,
Yağında ışıldasın serin tuzlu dudakların denizler misali,
Ve seninle bırakıp herşeyleri ama her şeyleri,
elele bin yıl yaşayalım...


08.50 ateş toprağı yakarken cayır cayır,
camdan kalpleri ışıldayarak kararıp ağlıyordu tüm gerçekten sevenlerin...ve kor küller ışıldayıp ara ara gri tozların göğünden yıldızlar gibi,mısralar yazıyordu gözlerimize...

dantel misali kibarca ezilmiş yerdeki her güzel adımının

 
Mutfağın sessizliğinde.
Duymuyorum sesini.
Dünden kalan bir bardağın kenarında çamurdan ayak izlerin kalmış ılık dudaklarından miras.
Kurumuş sözlerin dökülmüş bir bir bardağın dallarından dibine sanki.
Mutfağın sessizliğinde.
Duymuyorum sesini.
Alaturka çalıyor uzaklardan bir diyarda.
Kimsesiz kalmış yurdum,
Öksüz ey güzel halkım...
Yetim yurduyum çorak toprağımın.
Büyütüyorum tüm sızılı mektuplarımı ve azılı intikamlarımı.
Korkmam ölümden,
Yetmez de bana o tabibin matarası asla,kinlenirim,
Koşarım şehadetin şerbet çeşmesine dur duraksız,
Gülüşü bereket kokan anaların ellerinin içindedir cennetim ve sen kokar.
Soysuzlar çetesi hain bir yağmur susmuş kalmış yangınlarıma.
Yarası olan anlarmış demiş şair,
Öyle değilmiş be ustam,
Yarası olanlar yakmış heryeri ve herkesi,
Sabır ile saka postuna çıkamamış derdi olan demek ki.
Kabuğunu kaldırmış toprak,
Ve kanamış tarih damla damla çıplak adımlarımıza diken diken batıp.
Üç dua susmuş dönmüş sırtını,
Üç mermi almış tüm öcümüzü zalimlerin vicdansız ellerinden.
Mutfağın sessizliğinde.
Duymuyorum sesini.
Uyurken öpmüşsün beni rüyamda,
Dudağımda kokusu kalmış dudağının,
Anlamam sanmışsın,
Avcısıyım o karaca gözlerinin,
ve topraktaki o narin,dantel misali kibarca ezilmiş yerdeki her güzel adımının...


09.36 bağrıma taş basan cura ezgilerine yaslıyorum başımı son nefesimde rüzgarın saçlarımı okşadığı kabrimin tümseğinde...

11 Ağustos 2025 Pazartesi

kahverengi kıyametler atlası

 
Tek derdin hemen sızmak mı içime.
Dehlizlerim,kuytularım,derinlerim,
Bir yeraltı şehri ruhum,
Beynim bir karanlıklar sarayı.
Bir mum yanıyor en tepedeki kulede,
Güneşim sayıyorum tüten her sessiz kelimeni yüzüne çıplak ayakları ile kıyamayıp basamayan sevdalı gözlerimde...
Tek derdin hemen sızmak mı içime.
Ben içimde sana teslim etmeyi düşünürken bu şehrin anahtarını,
Sen bir köstebek gibi kazıyorsun beni taş çatlasın üç karış derinime.
Etme.
Tek derdin hemen sızmak mı içime.
On altın para tozlanmış kalmış bir kenarda,
Peşine düşmüş de insanlar,
Susmuş tüm şehir,
Alıp gitsinler diye sadece,
Dokunmasınlar asla şehrime...
Tek derdin hemen sızmak mı içime.
Gezdirseydim sana önce bu karanlıklardaki düşlerimi...
Elele tutuşup uyusaydık bir mum alevi gölgesinde yüzümüzü ısıtırken o bir damla ateşin yağlı idam ipi,
Kapatıp usulca gözlerimizi bu sonsuz geceye...
Tek derdin hemen sızmak mı içime.
Sıcacık bir çayı yudumlasaydık aynı kırık bardaktan karanlık tarlalarda sohbet ile önce.
Kazma kürek ve insan.
Kıyametim yazılıdır zaten,
Topraktan kahverengi göklerimiz yıkılacaktır üzerimize bir gün,
Doğru kazmayı unutmuş bilmeyen şu konuşan vicdansız karıncalardan...
Tek derdin hemen sızmak mı içime.
Doğumumu,kıyametimi,şu fani sonumu dinlemeyecek misin dudaklarımdan içip soğuk suyumu peki...


08.33 kahverengi kıyametler atlası.

denizler kadar çay olsa kaç yazar

 
Yokluk.
O kadar kimsesiz ki buralar,
Şehirden tohumlu,üzerimizde açan dert yapraklarımız sarmaşıklarımız kuruyup düştü üzerimizden.
Yokluğun içinden daha da yokluğa doğru yürüyorum şimdi...
yokluğun derinlerine damladım sanki usul usul düşüyorum daha da uzaklarına...
Yokluk.
Kuru dallarda doğan kuşların hepsi hemen büyümek ve uçmak için yuvadan uzaklara yeminliler ve hırslılar sanki,
Gözlerinde aynı ateşin alevi tütüyor ne yana baksam.
Tüm gözler bir yangın gibi büyüyor içimde hangisine biraz daha uzun baksam...
Yokluk.
Teslim olanlar,kabul etmişler baştan herşeyi ve solgun bir yaprak gibi kasabanın rüzgarına vermiş kendini,sallanıyorlar bir mısırın başındaki püsküller gibi akşamlarda...
Günebakanlar gibi boynu bükük bakışlarında akşamları ama hepsinin...
Yokluk.
Kuru bir ağaç gibi kasımdan sanki memleket,
Herkes dalında oturmuş nisanı bekliyor bir umut inatla.
Üşümüş bakışları var herkesin,
Sokulmuşlar iyice birbirlerine,başka nedeni de yok,sırf bu sebep...
Sorgulasa asla durmaz durduğunun yanında,biliyor bunu,
Ama duruyor,sorgulamıyor asla.
Yokluk.
Ruhu kurak çorak ölü sarı bozkırlar.
Ağustos böceklerinin cırıltısı,
saydam kanatlı pegasusların sesi kulaklarımda heryerde.
Sıkıntılar okluyor binlercesi ile gökleri karartarak gözlerimi.
Yokluk.
Ruhsuz sesiniz ile soğuk analizleriniz boyamıyor karanlıkları artık,meşaleler yakmıyor karanlık yollara,
Salt okuyabilmek yardım edemez bizlere,
Yazmalı gezegenin göğsüne yaka yaka şimşekten kılıçlar ile masumların kanununu.
Eski kaldırımlardan bir yolda karşılaşıyoruz seninle,
Bir cura sesi çalıyor gönlümden kulağımın içine,
Gönlüm yusufu gönlünün,
Düşüyor taa ama taa içine...
Ardından bakamıyorum bile,
Kilit vuruluyor sanki boynuma,
Dönemiyorum ardından uzaktaki sırtına dahi,
Neden utandın ey beş metre kanatlı kartal yüreğim,
Ey kükreyen aslan,
Ne oldu kırıldı kolun kanadın ?
Ne oldu kanadı düştü aslandan dişin ?
Ah aah,
Aşk mı değil mi bu,
Belki bir sevda,bildim.
Aşk olsa bu kadar acıtmazdı eminim,
Sevda olsa hiç duramaz mıydım,
Hangisi hangisiydi unuttum...
Yokluk.
O kadar kimsesiz ki buralar,
Şehirden tohumlu,üzerimizde açan dert yapraklarımız sarmaşıklarımız kuruyup düştü üzerimizden.
Yokluğun içinden daha da yokluğa doğru yürüyorum şimdi...
yokluğun derinlerine damladım sanki usul usul düşüyorum daha da uzaklarına...
Tamdım,tamdan fazlaydım ne oldu,
Ne zaman eksildim ki ben,
Eksik kaldım ardından...
Yokluk.
Bin ekmek,gemi dolusu peynir ve denizler kadar çay olsa kaç yazar,
En sevdiğim olsa dalında kiraz,
Kapandı dilim dudağım,
Unuttum acıkmayı susamayı,
Ne oldu bana ey tanrım,
Konuş benimle lütfen,
Konuşsam seninle delisi miyim peki tüm bu bilmezden gelen giden karıncaların,
Söylesen duysam peygamberi miyim ki aşkın ?
Hayır,hayır ve,biliyorum.
Suskunluğun çatırdayan sandal ağacından esiyor huzurun bana sonra.
Çekiyorum içime içime seni,
Uzanıyorum bahardan sakin suyuna kenarına,
Kapanıyor gözlerim,
Okşuyorsun rüzgardan ellerinle başımı da sonra,
En güzel uykumu uyuyorum günler günler sonra.
Seni seviyorum,
Bir çocuğum,
Bilmediğim bir yola bir kuyuya düşmüşüm,
Çömelmişim bekliyorum.
Tüm korkular sararmış solmuş dökülmüş içimde yürek ağacımdan,
Bir ben kalmışım bu kıştan dalında sevmenin,
Bir ben kalmışım senden gayrıma.
Yokluk.
O kadar kimsesiz ki buralar,
Seni seviyorum...


08.01 sabahın söküğünü dikebilmek için açtım güneşin şafağını kızıl gökte.seni bekledim bu kızılda bir de,belki sevişiriz diye...

7 Ağustos 2025 Perşembe

dalından koparmadan içtim kanını güneş gibi bir limonun

 
- Tek bir şey söyle bana,sonra çekip gideyim yaşamaktan.

- demlikte dün akşamdan kalan ıslak çayı kokluyorum her sabahımda.burnuma esip değen birkaç tutam defne yaprağı kokusu sonra yüzümde buz dağları gibi kırılıp gülen.biliyor musun,elimi yüzümü yıkarken boynumu da ıslatıyorum ben,neden bilmem.kuşları ağaçları dinliyorum her sabah kimseler uyanmamışken daha;sessizlik henüz kimselerin olmamışken...
Sıkıldın mı,bilmem.kurşun bir kalem ile okuyorum hala kitapları ve sayfaları koklamayı seviyorum hala eski kitap aralarından.ekmek kırıntılarını topluyorum hala masalardan.karıncasıyım yaşamanın ve arısı sakız damlayan çam kokusu çayırların.örtbas ettim tüm yazmaları içimden.yakasına yapıştım ver hakkımı diye tüm uykusuzlukların.dalından koparmadan sıktım içtim kanını güneş gibi bir limonun.annesi emzirsin de geri döner kanından canından geriye belki diye onu dalında bıraktım.vampiriyim tüm meyve ağaçların yeşillerinde aşkın ve içimdeki tüm taze umutların.dudaklarından çalıyorum kanını aşkın.kabrim son durağım,yol daha uzun belki ama bilmiyorum,sıkıldım sizin otobüslerinizden artık,indim sadece yürüyorum.
Bir söz istemişsin benden,bir bilet kesmemi istemişsin çekip gitmene.yapamam üzgünüm.garlardan yürüyerek kaçan emeklisiyim çünkü tüm beklemelerin...
Bir söz söyle,çekip gideyim yaşamaktan ? Demişsin.
Tut elimi beni durdur demek mi bu dudaklarının acımasız lisanında,
Can yaktı yine.
Hayat basit.
Hayat tatlı.
Gitme.
Boşver ısır gitsin sadece...
Ama gitme.


08.37 biraz sen biraz ben gibi monodialoglar kürsüsü.bir arı kondu biraz önce ağaç sanıp kurşun kalemime...

varoluşsal asal sancılarım vardı nefeslerime asılı tohumlarınca tanrımın

 
Kendini alıştır yalan döngülere.
Uydur sana ihtiyacı olduğunu hissettiğin rutinlerini mutlaka.
Hayatta kalamazsın yoksa kendince asla.
Kordan yeni doğup çıkmış keskin bıçağı çıplak ellerinde tutmak zordur çünkü,
Korkutur çok insanı,
Şayet o korkuyu sana kimin öğrettiğini düşünüp bulmadıysan eğer şimdiye kadar.
Oku,
Korkma,
Diye başladı başlar her şey...
Bırak kessin tüm tozlu gerçekler yorgun ellerimizi artık,
Ve yaksın her kesilen yarayı avuçlarımızda bir sevda gibi,
İzi kalsın,asla unutmayalım...


11.46 varoluşsal asal sancılarım vardı nefeslerime asılı tohumlarınca tanrımın...

Öpüp yeşil yapraktan ellerini bir asmanın

 
İkimde itildim yusufun kuyusuna,
Ölümle ilk öpüşmemdi,
Unutmuyorum,
Ve senin insanına o günden bu yana hiç güvenmiyorum ey mavi gezegen bilmelisin,
sadece söylemiyorum...
Tanrının kovduklarından bir şey beklemek gerçi ne kadar doğru inan bilmiyorum.
Yazsam mı ağlasam mı bilemedim,
Hangisi daha çok utandıracak seçemiyorum,
O yüzden geceye kalır yazmak ve ağlamak belki,
Yada şafağına eve geri dönen güneşlerin...
Korkum yok ölümden,
Bikaç tane düşmüyor zaten hisseme,
Yalnız bir ölümü var kırmızı kadife kesesinde zaten herkesin.
Fazlasından korkmaya ne gerek hergün hergün.
Tüm şeyhleri öldürdüm kafamda,ölü bedenleri plastik kutulardan cennetlerinde elimde...
Siz tanrının sineklerine bile yol gösteremezsiniz,
Çünkü onlar bilerek doğar zaten tüm emirlerini.
Kaderi doğaya yazdı tanrı,
Yaprağa,toprağa ve kanadına bir böceğin,
Senin uç demene ihtiyacı yok kimsenin...
Yalanların çaputlarına sarılır sarmalanır utanan ruhlarınız,çalışılmış utanmaz yüzlerinizin gölgesinde...
Benim rüyam bana kalsın ey yalancı,
Senin yalanların sana,
Ben yağmur dilendim göklerden yalnızca...
İki bacaklı yalancılar sizi,
Bir ricam olacak ise bile kanadı olmalı o meleklerin,
Bir bülbülün duasını dinleyip saygıyla,
Öpüp yeşil yapraktan ellerini bir asmanın,
Aman dileyip,
Amin diyeceğim yüzüme bulutlardan düşecek yağacağını zaten bildiğim tüm o güzel umutlara...
Sizi umut istilacıları,
Canlıydı ve mis gibi kokuyordu hala eserken rüzgar ölü bir kız çocuğunun dalga dalga saçlarında son gülüşü,
Ve siz susup izlediniz sadece.
Yüreksiz et yığınları,
Sizi umut istilacıları,
Sizi yalancı ucuz korkaklar,
Neredesiniz hani kılıçlanırken sırtından seherde her gün adalet.
Dilleriniz,kesilip tek tek cehennemin arnavut kaldırımlarını tüm günahkarların ayakları altına döşeyecektir...
Şimdi yandık yandık ve yandık,
Yanacak yüreklerimizde bir tohum tanesi yer kalmadı,
Kül olduk döküldük belki kapısına toprağının ey tanrım,
Düştüğümüz yerde alev alev yeniden filiz verip o küllerden,
Bir yangın,bir kıyamet olup günah günah tek tek toplayıp zulmü,rengini zifirden bile sileceksin...


11.18 elinde bir dalı tutup güzel fiyakalı sözler söyleyince mucizeler uçuşmazdı sevgilim,ben de isterdim ama üzgünüm...kılıcı olmalı bir sihirbazın adaletin o mermerden yanmaz heykeli gibi...

6 Ağustos 2025 Çarşamba

Kafamın içinde heryere çiviler çaktım


Kaçıyorum bir şeyden ama neyden bilmeden,
Yüze kadar da sayamadım daha ama,
çoktan kaybettim kendimi,
Akşam oldu çok zaman geçti,
Hala bulamıyorum kendimi...
Birileri bağırıyor adımı uzaklardan duyuyorum,
gecenin karanlığının gölgesinde çömelmiş kalmışım.
Kafamın içinde heryere çiviler çaktım,
Sıkıştım,
Kıpırdayamıyorum,
Annemin huzurlu karnında gibi...
Kaçıyorum bir şeyden ama neyden bilmeden,
Yüze kadar da sayamadım daha ama,
çoktan kaybettim kendimi,
Akşam oldu çok zaman geçti...
Bir karanlığın kolları altında,
Evsizim ve öksüz...
Akşam karanlığında bir vaha buldum küçük ışıklı ve loş,
Bir çocuk parkına sığınıyorum.
Ağaçtan banklara değil bir kaydırağın tepesinde plastikten bir çatıya sokuluyorum.
Korkularıma şarkılar söylüyorum konuşsunlar benimle diye,
Çünkü sustular mı daha çok korkuyorum.
Cesurları taklit ediyorum sonra rüyalarımda.
Bir hasta çocuğum,bir yusufum,
itilmiş sırtımın intikamıyım hayattan asık yüzümde,
Kızma o yüzden bana.
İçimde bin ses var,seninle konuşurken dahi,
Sana ışıldayan gözlerime bir anlık bir kızgınlık düştüğünde sana göre nedensiz,
Sanma ki sana,
İçimdeki canavarla inan kılıçlar vuruyorum.
Affet,
Seni seviyorum.
Kaçıyorum bir şeyden ama neyden bilmeden,
Yüze kadar da sayamadım daha ama,
çoktan kaybettim kendimi,
Akşam oldu çok zaman geçti.
Şanslar boyu kavakları eğen esen yellere inat,
Bilsem de altılar,olmasa da sekizler gelecek gözlerinin meydanlarından bana,
Ellerimdeki zarlar yapışmış sanki,
Atsam da düşmüyor benden yaşamak.
Meşk olamadık,
Aşk kaldık seninle...
Bi çocuk dedi "iyiymişim ben",
Oysa sadece seviyorum dedim dudaklarımı açmadan...



09.05 bir çocuk gülümsedi bana.Tanrı okşadı saçlarımı,uzanıp alnımdan öptü sonra sanki...
ben de insanım,hem de sadece...


*Nilgün Marmara anısına.

Balinalar yüzüyordu rüyamda gökteki yağmurlarında gecenin

 
Balinalar yüzüyordu rüyamda gökteki yağmurlarında gecenin.
Ay yolunu aydınlatıyordu kabuğunu kıran kaplumbağaların.
Kurak topraktan saklanmış suları bulup sobeliyordu duvarına insan.
Kabuslar görüyorsun sanki,
Kapalı gözlerinin ardındaki inlemelerin esiyor yüzüme.
Elini tutmak için uzanıyorum ellerine,
Uyanıyorum gecenin karanlığına,
Yapayalnızlığın ortasına...
Bir başıma,bir kainatın sıcak karnında henüz doğmamış bir kaderim nefeslerini sudan içip alan...
Balinalar yüzüyordu rüyamda gökteki yağmurlarında gecenin.
Ay yolunu aydınlatıyordu kabuğunu kıran kaplumbağaların.
Sen beni çöpe atmıştın.
Ben seni yerden aldım,üç kere öptüm ve alnıma yazdım sevgilim,
Ve her gün yeniden yeniden okudum,
Ezberledim seni,
En iyi okuyuşu buldum ve bile bile gömdüm unuttum.
Kimseler bulmasın seni istedim.
Balinalar yüzüyordu rüyamda gökteki yağmurlarında gecenin.
Ay yolunu aydınlatıyordu kabuğunu kıran kaplumbağaların.
Göğe çıkan nefeslerinde etrafa uçuşan mavi okyanusların,
Nefes alan bir balinanın sırtındaki mabedinden bir nefesine atladım ve bulutlara dek tırmandım,
Seni böyle hatırladım aradım ve buldum her gece düşlerimde.
Her rüyanın sonunda döndün bana yüzünü ve gülümsedin,
Ve böyle doğdu kıyameti her rüyanın,
Sonra uyandı ölüm başka bir bahçesine hergün ama hergün kainatın...


15.45 mezar taşım sırtımı dayadığım bir köy evi kapısıydı ağaçlardan...ve hiçbir şey yazmıyordu üzerinde bir rakamdan başka, mavi bir onüçtü kabrim...

Son sözünü söyle ey madonna

 
-İkinci Sahne-

- Son sözünü söyle ey madonna !

- tut ellerimi güneşsiz gecelerin karanlıklarında,
Pili biter ellerimin sıcağınsız,ışığınsız biliyorum...çağırmamı bekleme,seslenemem biliyorsun...lütfen sessizden gel sen,yürü bana doğru sen, sorma istiyor muyum diye hem de hiç,sakın...dokunsan yeter bana,kapatırım gözlerimi ve sevişiriz saatlerce misali kulağıma esen birkaç dalga sesinde,ellerimi tuttuğun o birkaç saniye,sesinde seninle...

- (gözleri kapanır uzunca zaman adamın dağlanmışcasına kederin kor kızgın demirden kızıl ucu ile...)

Hangi suskunluk verir bana seni bilmiyorum yada hangi çığlık tutar yumruklar içimdeki aşkı,adaleti...bildiğin bir şey varsa söyle lütfen şimdi bana,fısılda kulağıma kimseler duymasın istersen;bildiğim bir şey varsa,seni seviyorum...
Hangi ölüm şifasıysa bu sevmenin,bu aşkın sar lütfen durma hemen bu durmadan kanayan yüreğime...


12.53 gönlümün çorba kaynayan köylü ocağında...

duyulmayan duaları yaprakların

 
Mecnunun'um,
Yürüyorum kumunu ateşten,
Çıplak ayak serabını arayan bulanık gözlerim.
Susuz aç bitap habersizim,
Umrumda değil yokluk,
İçimde seni düşünmenin saadeti gölgesindeyim.
Mecnunun'um,
Kumlara vurdun beni,
Yürüyorum kumunu ateşten,
Kumlara vurdular beni,
Esirgeme benden bari su yüzünün hayalini.
Mecnunun'um,
Kumlara vurdular beni,
Yetmezmiş gibi benzinle suladılar korlar fırlattılar.
Adım yandı,
Adımlarım yandı,
Yine de demedim adını,
Yakamasınlar seni,beni yakan ateşleriyle rüzgarlara verip ellerini...
Mecnunun'um,
Gerdim çarmıha kendimi,
Çiviledim çekiçle vura vura kanasa da dilimi,
Sessizlik bir azap,
Çığlıklarıma sardım gözlerinin rengi battaniyemi,
Duyulmasın diye,
Uyanmasın güzel tanrım bir ben için...
Mecnunun'um,
Öl desen ölemem,
Seni göremem bir daha diye.
Haram çünkü bana sensizlik...


12.34 duyulmayan duaları yaprakların...

Kum kussun her nefeste

 
Geçilmez çölü uçuşan kumlarında soğuk yüreğinin,
Taşlar kırılıyor bir bir sanki kimse dokunmadan  buzdan gecesinde gözlerinin.
Beni sabahın güneşinde döv,sonra kumuna ver sevgilim,
Su bulamasın bedeviler gözlerimizden akanlardan gayrı geriye.
Dolsun nefesim ciğerlerim seninle,
Kum kussun her nefeste sana sevdalı şu kendini kahraman zanneden arsız yangın yüreğim.
Gözlerinin şiirindeyim,dinliyorum seni,
Kimse duyamıyor hiçbir şey,mutluyum,
tek lambası sönük bir sokağın gözlerinde usulca kararan akşamındayım...
Ana dilinde bıçakla beni sevgilim,
Elimde kendini kılıç zanneden demirimi eritsin içinden fışkıran lavlar gibi sözlerin.
Çaresiz kalıp gözlerim ıslak,güleyim sana doğru esen bir yel ile,
Ve usul usul ayakların altına eriyeyim...
Son kalan gözlerim olsun sana...
Yetim mısraların,çakma baba dostları var kafasında.
Kedilerin tanrıçası da geliyor işte elinde ıslak bir mamayla.
Köpekler gardiyanı çadırdaki sessiz sadakatin,
Ve bağırıyor çığlık çığlık tüm aldatmalar yalanlarını masum yüzlü sessizden şu maviden griye düşen göğe...
Geçilmez çölü uçuşan kumlarında soğuk yüreğinin,
Taşlar kırılıyor bir bir sanki kimse dokunmadan  buzdan gecesinde gözlerinin.
Her notasına basabilmeli dilinin bir şair koparırcasına ısırganlarını bir incelikle içindeki her kederin...
Sana şiirler okumak istiyorum sen uyurken,
Sana rüyalar yazmak istiyorum gecenden huzurundan uyandırıp çalıp seni...
Öpmek istiyorum beyaz bir kağıda yazılı yüzünden gözünden seni.
Haydi durma topa tut beni,
Kız öfkelen saldır yak yık eskiyen yarım yamalak surlarımı içimden.
Yağmala içimin şehrini,
Çal anahtarını ruhumun.
Sonra uzan göğsümün şehir meydanına herşeyi başarmanın huzurlu hissiyle,
Soyun terinden kanından,
Ve uyu,
sana yazılı sevdamın,fısıltılardan ibaret,
o saçını okşayan nefeslerimden eğirdiğim masum ninnisi ile...
Ortasında her yeri yanmış,herkesi ölmüş bir kadim şehrin,
Çırılçıplak ve elele,
Uyu benimle...


09.55 bugün yağmurlu gözlerim,çıkmayacağım içimden.uyurum belki gerçeklere yine.dalgalı gözlerimdeki deniz.ıslak toprak kokuyor saçlarım.yağmurdaki çimenlerin kokusu nefeslerim.dudaklarımda ağını atıyor bir sandal kadar yürekli bir balıkçı ecelin serin sabahına sonra.seni çekiyorum sökük şiirlerin ağından da...denizin kızı gibi doğuyorsun sabahın güneşine,lacivert denizin düşüne...öpüyorsun beni bir sandalın denize işveli eğilen sol yanından;kaçıp gidiyorsun sonra kelebek bile tutamayan o elimdeki ağımdan...

4 Ağustos 2025 Pazartesi

Vegan aslan

 
Ruhsuz yalnızlıklar.
Dipsiz mahzen kuyular.
Kim kimi yakalasa yiyen yamyam zamanları şu paslı nefeslerin.
Yamyam zamanlar...
Avuçlarımda yakaladığım uçuşan kükreyişlerim var.
Tanrının sinekleri uçuşuyor işte yine etrafımızda.
Kaşınıyor tenimizde o dokunulmuş sevişmeler.
Ve kabarcıkları patlıyor bir bir burnumuzda yüzümüzde,
Elimde çocukluğum,elimde bir Ankara gazozu üşüyor.
Kesiyor beni kollarımdan kafamdan ağzının suyu akan avcı karanlıklar.
Başımı duvarına asıyor ve şimdi şu acımasız zaman.
Ruhsuz dudaklar.
Dipsiz mahzen,uçuşan polenler ve sahipsiz kimsesiz öpüşmeler.
Tanrının duaları örtüsünü örtüyor ölümlerin üzerine üşümeyelim diye.
Ve zaman üç çocuklu bir anne,
Dün ve bugün hep kavga ediyor,
Yarın annesinin karnında usul usul uyuyor.
Kim kimi yakalasa yiyen yamyam zamanları şu paslı nefeslerin.
Yamyam zamanlar...
Avuçlarımda yakaladığım uçuşan kükreyişlerim var.
Vegan aslanıyım sevdanın,açlıktan öldüğüm gözlerinde...


09.48 ilk nefes.sonsuzluk.Ve ölüm ılık dizlerinde.

Balinalar dolusu

 
Gerçek ne idi bilmiyorum.
Bir kadın yürüyor içime,
geçiyor içimden ruhumun zirvesine.
Yeşilden bir camın üzerine soğuk terler döker misali doğup damlıyor sıcağa,
buzdan çıkmış karlı cehennemlerin gözyaşları süzülmüş donmuş güzel yüzünde...
Kederlerinin tohumlarını topluyorum gülüşlerinin saklı çizgilerinden...
Dilime koyuyorum tane tane hüzünlerini,
Kapatıyorum gözlerimi herşeye ve sonra,
Tüm dünlerinin tatları düşüyor sırasıyla taa damağımdan burnumun sancağı düşmüş direğine dek tek tek.
Ben de bi ağlayıp bi gülüyorum senin anılarınla.
Bir ömürlük rüyayı görüyorum sadece bir dakikanda.
Görgüsüz zamanın göreceliliği bana hiç sormadan belkide.
Gerçek ne idi bilmiyorum.
Bir kadın yürüyor içime,
Tüm yılanlar çoktan kaçmış korumaları gereken yerlerden,
Bi başıma,zehirlerin yanında oturuyorum...
Son gardiyanıyım tüm günahların...
Ve zamanı geldi,
dünya düşüyor dalından artık sevgilim...
Bir son ne kadar güzel olabilirse o kadar güzel savaşmalıyız seninle şimdi,
O kadar güzel sevişmeliyiz tüm yalancı tanrılara inat...
Eminim bulutlardan koltuklarında ve ellerinde patlamış mısır izliyorlardır hepsi bizi...
Gerçek ne idi bilmiyorum.
Bir kadın yürüyor içime,
İzleri silinmiş kumsalımda güneşin ilk ışıklarının,
Adımlıyor çıplak ayaklarının izini bırakıp pürüzsüz kumlarına huzurumun...
Heryerde yeşiller salınıyor.
Bir yeşili yok buraların,yüzlercesi hergün bambaşka yeniden yeniden boyanıyor.
Burnuma tokatlar atıyor sanki rüzgar,
Bir taraf tuz mavisi bir deniz diğeri su kenarından esen yel ile taze yeşil defneler kokuyor...
Gerçek ne idi bilmiyorum.
Bir kadın yürüyor içime,
Kimseye sorduğu yok çalınan nefeslerimin diyetini...
Bir deniz kaplumbağası idim ruhumun sahilinde yumurtasının kabuğunu kırmaya çalışan,
Uğraşıp uğraşıp başaramayan bir türlü çıkmayı kumların üzerine.
Geç kaldım diğerlerine,
Geç kaldım sebepsiz korunmadığım tüm ölümlere.
Martılar,kediler,köpekler ve siyahtan da siyah parlayan o kuzgunlar,
Hepsi yemek için sıralanmış bekliyorlardı belki beni,
Bir şapkanın altından bakıp merhaba dedin ve aldın eline beni sen hiç bilmesen de,
Ve kurtardın beni henüz adını bile bilmediğim tüm o soğuk ölümlerden...
Teşekkür ederim sana şimdi bir yaz günü ve lacivert derin mi derin bir okyanustan...
İyi miyim,
Bilmiyorum inan.
İyi olacak mıyım,
Bilmiyorum.
Deniz anaları uçuşuyor şimdi etrafımda yüzlercesi hem de,
Şimdi yemek zamanı,gitmeliyim üzgünüm,
Sana tüm kalbimle selamlar sevgiler dilerim...

Avuçlarının kıymetini asla unutmayan küçük yavru bir kaplumbağa yüzüyor şimdi okyanusumdan senin kıyılarına rüyalarımda...
Balinalar dolusu hatıralarım var üstelik sihirli işlemeli kabuğumda,anlatmalıyım mutlaka sana...

Rozet kadar bir kaplumbağa sıkışmış kalmış bir yumurtanın kabuğuna...

İyi geceler sevgilim,Allah rahatlık versin.

Gel soyun kendini üzerinden,bırak ardında tüm sorularını evetleri hayırları ve yüzelim geceyi rüyaların kanatlarınca saatlerce...


09.03 fiN.

2 Ağustos 2025 Cumartesi

tavasında turuncusuna güneşler kırıyordu

 
Başka başka sabahlar doğuyor günüme.
Seçemiyorum hangisi benim.
Dört lastik beyaz atlar kütüphanesi şimdilerde yaşamak,
Sesli mi sesli iki sayfayı dahi okuyup bitirebilmek için...
Başka başka sabahlar doğuyor günüme.
Seçemiyorum hangisi benim.
Dağ taş ağlar gibi deresiyle suyuyla gözlerimin önüne,
Burnuma vuruyor üzgün bir suyun en güzel otunun kokusu sabahın dördünde yada beşinde,
gerçekte zaman kaçın kaçı inan bilmiyorum.
Kabuğum çatlayıp kırılıyor sonra usul usul yüzümde,
Ve yeniden doğuyorum ben ama bu sefer gönlümce...
Başka başka sabahlar doğuyor günüme.
Seçemiyorum hangisi benim.
Sarıdan bir çocuk konuşuyor suyundan yeni çıkmışcasına çekicini bile yemeden keskince,
Kesiyor kağıtları dahi kısıp gözlerini şiirlerince.
Dağlar ki iki yiğit kardeş bana,
Esiyor ılık rüzgardan eli sıvazlıyor sarılıp sırtımda beni.
Hapşuruyor ağaç gölgesine bağlı bir inek rüyamda sonra,
Ve "çok yaşa" diyor bir ilkokul sınıfı dolusu çocuk sesi misali umutla etrafında uçuşan tüm sinekler...
Başka başka sabahlar doğuyor günüme.
Seçemiyorum hangisi benim.
Belki su kamışları belki mor çiçek takmış başına bir devedikeni kadar şenim,
Kimbilir,
Belki güneşli bir ağustos sabahı gökten yüzüme düşen bir damla suyu alır gözlerime,
Davetin sayar,
kapatıp gözlerimi ardıma,giderim...


08.27 kararsız sabahlar acıktırırken ruhunu yersiz,o tavasında turuncusuna güneşler kırıyordu kafasında kaç kişi olacağını unutup teker teker...tavada altı yumurta gibi soğudu kalbi hiç yenmeden...

sevdalarda ararken günü

 
Yaşım dokuz,
Bir köy yeri ruhum,ataş almış eli heryeri,
Kaçmadım,
Durdum bekledim ölümü tanış olmak için.
Yaşım otuz,
Bir panayırın var saçlarından esen kokunda senin,
Bir koca dağdır etim,bozdan kırılmaz bir taş elimde kaderim,
Bir ömürlük nefes tutmuşum içimde yanmaya hazır,
Bir baktın ki bana,tutuştum kıyamete dek unutup çırayı çamı...
Yanan taşa döndüm dur duraksız...
Yaşım ondokuz,
Bir bozkır kasımı ruhum,ölümünü arıyor gözüm kulağım,
Bir bozlak ki nakışlı hançerini sokuyor gözlerime baka baka sol yanımdan ebediyetime.
Bozlak ağladı,
Ben titredim.
İnan ki senden sonra,ben bir daha hiç böyle güzel ölmedim...
Yaşım yirmi,
Kabrimin taşını,düşürüp nefeslerimi ciğerimden usul usul nota nota ben işledim.
Rüzgarlar sildi tozunu taşımın her akşam da,
Ben Hakk'ın elini sırtımda işte böyle hissettim.
Kaderi mıhlamış taşa toprağa yaprağa Allah da,
Ben her gece uykusuz yatağımı böyle belledim.
Yaşım kırk,
İki dağ ile bakışıyorum serinde şimdi,
Sevsem kaç yanar sevmesem kaç,
Boşverdim harı ataşı nefeslerimden sulamayı,
Boğuyorum kalbimde küllerinden cız cız yıldızlar gibi ışıldayıp duran şu eşsiz sevdanı...
Yaşım otuzbeş,
Ölmeyi unutmuşum,
Yolun sonuna yatmış uyumuşum...
Yarısını tamını bilmem hiç,
Hakk'ın tartısında hesapsızım...
Yaşım yok daha,
Anamın karnında tüysüz kuşum.
Ağlasam yanacak ciğerim,
Sevsem biliyorum küldür şu kuş kadar yüreğim...
Yaşım asır,
Bilmem sorsan kaçım.
Ruhum tuzdan bir kayanın dibi,iki yaprak kokusu bir kekik dalı,
Azrailim,bembeyaz tüyleri rüzgarda söğüt yaprakları misali dalgalanan bir tekenin dili dudağı olsun,
Ve bir bülbül okusun sela'mı çayırlarına dağların...


09.57 dağlar,ağaçlar ve rüzgarların şarkılar söylediği sevdalarda ararken günü...