11 Ağustos 2025 Pazartesi

denizler kadar çay olsa kaç yazar

 
Yokluk.
O kadar kimsesiz ki buralar,
Şehirden tohumlu,üzerimizde açan dert yapraklarımız sarmaşıklarımız kuruyup düştü üzerimizden.
Yokluğun içinden daha da yokluğa doğru yürüyorum şimdi...
yokluğun derinlerine damladım sanki usul usul düşüyorum daha da uzaklarına...
Yokluk.
Kuru dallarda doğan kuşların hepsi hemen büyümek ve uçmak için yuvadan uzaklara yeminliler ve hırslılar sanki,
Gözlerinde aynı ateşin alevi tütüyor ne yana baksam.
Tüm gözler bir yangın gibi büyüyor içimde hangisine biraz daha uzun baksam...
Yokluk.
Teslim olanlar,kabul etmişler baştan herşeyi ve solgun bir yaprak gibi kasabanın rüzgarına vermiş kendini,sallanıyorlar bir mısırın başındaki püsküller gibi akşamlarda...
Günebakanlar gibi boynu bükük bakışlarında akşamları ama hepsinin...
Yokluk.
Kuru bir ağaç gibi kasımdan sanki memleket,
Herkes dalında oturmuş nisanı bekliyor bir umut inatla.
Üşümüş bakışları var herkesin,
Sokulmuşlar iyice birbirlerine,başka nedeni de yok,sırf bu sebep...
Sorgulasa asla durmaz durduğunun yanında,biliyor bunu,
Ama duruyor,sorgulamıyor asla.
Yokluk.
Ruhu kurak çorak ölü sarı bozkırlar.
Ağustos böceklerinin cırıltısı,
saydam kanatlı pegasusların sesi kulaklarımda heryerde.
Sıkıntılar okluyor binlercesi ile gökleri karartarak gözlerimi.
Yokluk.
Ruhsuz sesiniz ile soğuk analizleriniz boyamıyor karanlıkları artık,meşaleler yakmıyor karanlık yollara,
Salt okuyabilmek yardım edemez bizlere,
Yazmalı gezegenin göğsüne yaka yaka şimşekten kılıçlar ile masumların kanununu.
Eski kaldırımlardan bir yolda karşılaşıyoruz seninle,
Bir cura sesi çalıyor gönlümden kulağımın içine,
Gönlüm yusufu gönlünün,
Düşüyor taa ama taa içine...
Ardından bakamıyorum bile,
Kilit vuruluyor sanki boynuma,
Dönemiyorum ardından uzaktaki sırtına dahi,
Neden utandın ey beş metre kanatlı kartal yüreğim,
Ey kükreyen aslan,
Ne oldu kırıldı kolun kanadın ?
Ne oldu kanadı düştü aslandan dişin ?
Ah aah,
Aşk mı değil mi bu,
Belki bir sevda,bildim.
Aşk olsa bu kadar acıtmazdı eminim,
Sevda olsa hiç duramaz mıydım,
Hangisi hangisiydi unuttum...
Yokluk.
O kadar kimsesiz ki buralar,
Şehirden tohumlu,üzerimizde açan dert yapraklarımız sarmaşıklarımız kuruyup düştü üzerimizden.
Yokluğun içinden daha da yokluğa doğru yürüyorum şimdi...
yokluğun derinlerine damladım sanki usul usul düşüyorum daha da uzaklarına...
Tamdım,tamdan fazlaydım ne oldu,
Ne zaman eksildim ki ben,
Eksik kaldım ardından...
Yokluk.
Bin ekmek,gemi dolusu peynir ve denizler kadar çay olsa kaç yazar,
En sevdiğim olsa dalında kiraz,
Kapandı dilim dudağım,
Unuttum acıkmayı susamayı,
Ne oldu bana ey tanrım,
Konuş benimle lütfen,
Konuşsam seninle delisi miyim peki tüm bu bilmezden gelen giden karıncaların,
Söylesen duysam peygamberi miyim ki aşkın ?
Hayır,hayır ve,biliyorum.
Suskunluğun çatırdayan sandal ağacından esiyor huzurun bana sonra.
Çekiyorum içime içime seni,
Uzanıyorum bahardan sakin suyuna kenarına,
Kapanıyor gözlerim,
Okşuyorsun rüzgardan ellerinle başımı da sonra,
En güzel uykumu uyuyorum günler günler sonra.
Seni seviyorum,
Bir çocuğum,
Bilmediğim bir yola bir kuyuya düşmüşüm,
Çömelmişim bekliyorum.
Tüm korkular sararmış solmuş dökülmüş içimde yürek ağacımdan,
Bir ben kalmışım bu kıştan dalında sevmenin,
Bir ben kalmışım senden gayrıma.
Yokluk.
O kadar kimsesiz ki buralar,
Seni seviyorum...


08.01 sabahın söküğünü dikebilmek için açtım güneşin şafağını kızıl gökte.seni bekledim bu kızılda bir de,belki sevişiriz diye...

Hiç yorum yok: