30 Ocak 2010 Cumartesi
özlem nedir ki...özlemek nedir...bir damla hasret bir bardak su mu susuzluguna dökülen...büyük bir sel mi özlem...
Özlem bence ne bir seye duyulan hasret nede ulu bir arzulayis. O bence içten içe aglayis yada senden ayri yasayis...susuzluktan kuruyan dudaklara düsen gözyaşlarında ıslanan yagmur duaları belkide...suya duyulan güçsüz titreyisler...titreyen gozlerde ıslanan yalnızlık...özlem nedir...yokluguna duyulan kin mi ofke mi...yoksa yalnızlıgına atmak ıstedigin bir tokat mı kendi yüzümüzde kızaran...bilinmez...özlem nedir ki...özlemek nedir...bir damla hasret bir bardak su mu susuzluguna dökülen...büyük bir sel mi özlem...
özlem...dagda düşen ilk karların temiz bembeyaz çarşaf kokusu gibi...anlatılamayan...tarifsiz kalan...kokusu bir şişeye esir edilip satılamayan...parfümsüz bir gülüşe takılı kalmış bir düş belkide...
Yüregimde , sokakta en sevdigi oyun seksek olan tek bacaklı bir çocuk büyütüyorum...
Yüregimde , sokakta en sevdigi oyun seksek olan tek bacaklı bir çocuk büyütüyorum...ve tüm hayatı en sevdigi oyun gibi seksek adımlarında yürünen...gözlerimde bitmeyen bir oyunun perdesini çekiyorum ve FIN yazıyor ıslanan tüm gülüşlerimde...Yüregimde , sokakta en sevdigi oyun seksek olan tek bacaklı bir çocuk büyütüyorum...ve tüm hayatı en sevdigi oyun gibi seksek adımlarında yürüyerek yaşlanan...düşlerimde topallayan ıslak bir yagmuru kurutuyorum , ıslak hayallerimi soba üstü demir tel kirpiklerime asıyorum...is kokulu sözler yuvarlıyorum agzımda ; su avuntusu masallar hayal ediyorum dilimde ,dilimden pişip kulagıma düşen...ıslak hayallerimi kirpiklerime asıyorum...mandalı umutlanan gözyaşlarım...
bir bardaklık çay muhabbetinden kaşıgıma düşenler...
Seni herşeyden korur mu sandın o demirden zırhın...
Seni herşeyden korur mu sandın o demirden zırhın...
gözlerinin kınından çektigin keskin kılıc yarası gözyasların...
Seni herşeyden korur mu sandın o demirden zırhın...
Ardına korkularla hapsoldugun duvarların...
Seni herşeyden korur mu sandın o demirden zırhın...
Pişman yalnızlıkların taştan kalesi fırtınaların...
Seni herşeyden korur mu sandın o demirden zırhın...
Hırçın dalgalarda kıyılarına vuran bir alev denizi kaçak ruhun...
Seni herşeyden korur mu sandın o demirden zırhın...
Keskin ateşlerin açtıgı derin yaraları sarar mı mesela o zırhın ...
Seni herşeyden korur mu sandın o demirden zırhın...
Koyma titreyen üzgün bakışlarını masaya...
Bu bir savaş...koyma kendini düşman yalnızlıklara...
Teslim olma sakın içindekı pişmanlıklara...
Kızma...
Kızıp kacınılmaz savasların meydanlarından korkularına siperler kazma...
Kacma...
Saklanma...
ölümü zırh diye giy üzerine...
kıpkırmızı bir elbise gibi giy cesur kanını tenine...
Bir alevin kıvılcımını kolye diye tak boynuna...
Ve çırılçıplak ellerinle sarılıp gir bu savasın koynuna...
Topragın bile yakıldıgı cam oldugu kırıldıgı bu dunyada ,
Bir avuç topraktan gelene kök salıp aglama...
Kırılma...
Seni herşeyden korur mu sandın o demirden zırhın...
Kulakların sagırlastıgı bir savaşın tamda ortasında ,
Bagırma...
Yorulursun...
Yorgun duser vurulursun...
Düştügün topraktır,camdan bir tabuta düser unutulursun...
Sessizligine sarıl bir battaniyemişcesine..
Seni herşeyden korur mu sandın o demirden zırhın...
Bir zırhın arkasına sıgınan saklanan yuregimizdeki agır yük korkular...
Ve bunun üşüyen bir adamın giydigi paltodan ne farkı var...
Dunyada insana sıcaklık veren bir giysi olmadıgı gibi
seven sarılan bir tenden başka ,
Seni düştügün ölümden elini uzatıp kurtaracak bir zırhta yoktur maalesef
Hepi topu hepsi bır yürek dibi kadar yakınında belki...
Seni herşeyden korur mu sandın o demirden zırhın...
Korudu mu seni mesela aşkın ten yakan mızragından,
özlemlerin sıcak hançer ucu satırlarından...
Adaletin kılıcından...
Seni herşeyden korur mu sandın o demirden zırhın...
Koruduysa eger seni bu savaslar boyu o kadar keskın kılıçtan,
tenini yakan oklardan ,
zırhın altında durmadan kanayan bu kalbindeki dinmeyen kan kaybeden sıcak yara neden peki o zaman...
Savasma...
Soyun teninden zırhını , gülüşlerinden kırgın yaşları...
Soyun yuregine bastıgın tüm kırık taşları
tüm kırgın yaşları duslerinden durma haydi...
15 Ocak 2010 Cuma
daktilosu sen bir roman var kafamda...
daktilosu sen bir roman var kafamda...
zihnimden dilime yuvarlanan
ve bir gülümsemeye sarılıp parmaklarımın ucuna düşen...
daktilosu sen bir roman var kafamda...
parmak uçlarımda nasırlı bir yorgunluk ,
gözlerimde gök gürültülü romatizmalı agrıların yagmurları birde...
adımlarımda ıslanan sızılar eşliginde
tuşlarla elele dolaşıyorum her harfinde bu romanın...
daktilosu sen bir roman var kafamda...
biten her kagıttan sonra
önünde durdugum kagıtsızlıgımın içinde ,
buruşuk kagıtlarımın dagınık mezarlıgı çöpüme bakıp
ah keşkeli kırışan dualarımı açıp düzeltmem niye...
daktilosu sen bir roman var kafamda...
her harfteki sesine aşık adam ben...
nereye kaçtı tüm mutlu uykular acaba...
Nefrete sevgiden daha çok güveniyorum dedi şeytan...
Nefrete sevgiden daha çok güveniyorum dedi şeytan; çünkü nefretin sahtesi olmaz...dedi ve yanıldı şeytan...aldandıgını yanıldıgını bıle bıle yanıldı...
halbuki kaç korkak haykıramadıgı için içindeki büyük aşkı , gerçek olmayan nefreti yalan bir maske gibi takmıştı yüzüne sevdigine karşı oysaki ...
bunu en iyi şeytan biliyordu...kainattaki en sevdigi OLANI yalan bir nefreti yüzüne giyerek terketmemiş miydi istemeye istemeye...
işte bu sebepten vicdanını uyuşturan sözler sarfedip yutmaya çalıştı hep ; kalbindeki beynindeki acıları avutması için içinde...yalan yatıştırıcılar haplar gibi sarılacak güçsüz kuru dallar aradı avunmalar için...
ve Nefrete sevgiden daha çok güveniyorum dedi şeytan; çünkü nefretin sahtesi olmaz...dedi ve yanıldı şeytan...aldandıgını yanıldıgını bıle bıle yanıldı...bir yalanı kendi kendine uydurup , ona sarılıp uyudu şeytan, üşüdügü yangınların içinde yalan rüyalara sarılıp uyuyakaldı şeytan sonra...kendi uydurdugu yalan bir masalı örtüp üzerine, korkmuş küçük bir çocuk misali kapadı titreyen göz kapaklarını ateşe...
12 Ocak 2010 Salı
selam duası...
saat gelir düşer akşam geceden...kapanır kapılar...
saat gelir düşer güneş günden...
saat gelir düşer akşam geceden...
kapanır kapılar...
çözülür eller düşer yerlere...
üşür omuzlar , düşer gururdan mahmuzlar...
gözler gam , bir üst katın suntası dam olur yalnızlıga düşene...
çatına gök gürültüsü hıçkırıklar
aglayan yagmur damlaları gibi düşer gözyaşları şıp şıp ...
şemsiyesiz yakalanırsın çatısız evinde her kedere...
korkar çarşafının altına kaçarsın
yetmez kulaklarını kapatır kendi dizlerine sarılırsın...
saat gelir düşer güneş günden...
saat gelir düşer akşam geceden...
kapanır kapılar...
saniyeler düşer agızlara leblebi gibi peşi sıra...
kurur bogazda koskoca deniz , kurur agızda sözler
yutkunamazsın...
istesende artık zamanı sayamazsın...
saat gelir düşer güneş günden...
saat gelir düşer akşam geceden...
kapanır kapılar...
an gelir diz çöker tüm korkular yeni korkulara...
an olur kollarına agır gelir bir pamuk şeker lokması ,
düşersin soguk betonun yetim sarılışına yerde...
uzanır tavanı gökyüzün yaparsın...
her nedense hep yagmur bulutudur gökyüzün...
her nedense yosun tutar senin bulutlarının grisi tepende...
her seferinde yatagına savaşı kaybedip dönersin...
saat gelir düşer güneş günden...
saat gelir düşer akşam geceden...
kapanır kapılar...
tel örgüden kazaklar çoraplar dökersin...
her yaşına mendil diye gözlerinde
duvarında sararan bir fotografı öpersin...
titreyen korkak bacaklarında yüreginden dualar çizersin her akşama...
tüm insanlardan kaçtıgın gibi aynadaki senden bile
dört nala içinin derinlerine koşarsın...
saat gelir düşer güneş günden...
saat gelir düşer akşam geceden...
kapanır kapılar...
ansız aramalarda yastık altına sakladıgın tüm aglamaların yakalanır bazı...
hıçkırıklarına ceza soguk betonu çıplak ayak yatarsın...
üşüyen ayakların sana yaşıyosun diye fısıldar durmadan...
mektubu acılar , pulu sızılar ,zarfı çıglıklar yapıp saklarsın...
saat gelir düşer güneş günden...
saat gelir düşer akşam geceden...
kapanır kapılar...
sırtını dönüp yarına, gece boyu geçmişe kaçarsın...
saat gelir düşer güneş günden...
saat gelir düşer akşam geceden...
kapanır kapılar...
her gecesi aynı bir odanın saatinde tik takları uyku masalın sayarsın...
agla agla çorbana tuzlarını gözlerinden koyarsın...
dört duvar bir odanın en karanlık en kuytu köşesine hapsedip kendini
nefesinin son damlasına kadar aglarsın...
yorgun düşüp aglamalardan kendini esir uykulara baglarsın...
saat gelir düşer güneş günden...
saat gelir düşer akşam geceden...
kapanır kapılar...
gögüs kafesine esir yüregin küçücük bir serçe olup
vurur durur kafesine gögsünün durmadan...
demirden kafesine uçar uçar çarparsın...
çıkarın beni buradan diye bagırır kanında özgürlük...
yere düşüp kanlarının sıcagına uzanıp
betonda yoldugun tüylerini sayarsın...
sıyırdıgın parmaklarında aglaya aglaya utanıp kopan tüylerini toplarsın...
nede olsa onlarsız uçamazsın...
saat gelir düşer güneş günden...
saat gelir düşer akşam geceden...
kapanır kapılar...
söner ışıklar ,kararır mumlar sana sormadan gecede...
saat gelir düşer güneş günden...
saat gelir düşer akşam geceden...
kapanır kapılar...
kapanan herşeye inat
gözlerine indirdigin kepenkler ardında sabaha kadar uyuyamazsın...
saat gelir düşer güneş günden...
saat gelir düşer akşam geceden...
kapanır kapılar...
düşer vakit beton yerlere
sen takvimden düşen günleri sayfalardan toplar
yerine nakışlayıp baglarsın...
sanki geçmemişler gibi avunur aglarsın...
saat gelir düşer güneş günden...
saat gelir düşer akşam geceden...
kapanır kapılar...
düşer gözlerden bir bir takvim yaprakları gibi
iyi kötü tüm güzel anılar...
11 Ocak 2010 Pazartesi
kendi isimlerimi uydurdum bile...
from A to Z = f-AtZ
MADE in My minD
déclencheur
Time Line Terapy
www.aşkımköftem.com
bunlar şimdilik benim birkaç farklı sektör üzerine düşünüp hayal kurdugum markalarım, isimlerim...belki henüz toy umut dolu bir genç girişimcilik düşüncesi diye degerlendirilebilir belkide bomboş bir hayal kimbilir...bakıcaz ve görücez artık...başarılar dilerim kendime...gökyüzüne dogru diktigim bu merdiven bakalım bizi nerelere çıkarıcak; belkide düşüp tencereyi kıracagız...haydi hayırlısı ortak...
ve gün gelecek ölecegim...
ve gün gelecek ölecegim...
yandıgım alev alev bir tutuşmanın kısacık yaşamında külleşecegim...
yanıp yanıp tükenmişligimin biten küllerinden tekrar bitecegim...
ve gün gelecek ölecegim...
fikirsizligimden fikirler açacagım bedenimin karıştıgı topraklardan...
tüm düzensizligimden bir düzen oyunu üfleyecegim üzerimde uçuşan kelebeklere...
ve gün gelecek ölecegim...
geceleri üzerimde gezinen ateş böceklerine gülecegim...
ve gün gelecek ölecegim...
son nefesimden bir öncekinde
seni üfleyecegim...
ve gün gelecek ölecegim...
tüm tik taklar duracak kulaklarımda
ve susacak tüm güp güpler yüregimde...
rüyamda iki sayısını görecegim...
ikiden düşüp dogdugum sıfıra dönecegim...
ve gün gelecek ölecegim...
tüm yapmak istediklerimden ,
olmak istediklerimden , olmaya çabaladıklarımdan
çok çok uzaklarda gömülecegim...
ve gün gelecek ölecegim...
seni sarıp üzerime yükselecegim...
karlı bir yolda sessiz ve soguk götürülecegim...
ve gün gelecek ölecegim...
kefeni sen bir ölümü üzerime dikip gidecegim...
Victoria döneminden bir aşk mektubu...
thomas carlyle,jane welsh'e uygun degildi...welsh genç,güzel ve zengindi;carlyle ise fakir,asabi,zeki ve iyi bir kocanın sahip olması gereken özelliklerden fazlasıyla uzaktı.welsh'in annesi bu evlilige karşı çıktı.çift yıllarca mektuplaştı.jane de mükemmel bir çevirmendi ve carlyle şöhretinin zirvesindeyken bile ,onun eserlerine hayranlık duydugunu belirtiyordu.sonunda jane,bu fakir adamın karısı olmaya karar verdi.servetini annesine bırakıp onunla evlendi.hayatları bir mutluluk ve sefalet fırtınasıydı;dönemin londrası'nın entelektüel hayatının merkezi olan chelsea'deki evleri,manevi anlamda pek çok lüksü barındırsa da maddesel anlamda çok yoksuldu...
Thomas Carlyle'dan Jane Welsh'e yazılan mektup ...1823
Sevgili Jane'im ,
bugünün gelmesini öyle özlemle bekledim ki...mektubun karşılamak için beni bekliyordu.ne karşılama ama!mektubu arka arkaya defalarca okudum ve o kadar içine girdim ki,bir an kendimi Potosi madenindekiler gibi hissettim.ne kadar içten,ne kadar asilbir şey bu,Jane'im!yapaylık yok,pespayelik yok;duyguları ta kalbinin derinliklerinden çıkıp geldigi için bu kadar sıcak ve korkusuz!her şey kendisi gibi sıcak ve samimi,düşünmeden güvenilecek bir dost gibi.sık sık kendime şunu soruyorum:bütün bunlar bir rüya mı ,degil mi?bu dünyada gördügüm en büyüleyici insan da beni mi seviyor?hayır!bu bir rüya olmadıgı için Tanrı'ya şükrediyorum,Jane de beni seviyor!O da beni seviyor!bütün Ölümsüz Güçler adına yemin ediyorum ki,burada ya da öbür dünyada bizi bekleyen bütün kötülüklere karşı o benim olacak bende onun.daha mantıklı oldugum anlarda bencil,hatta bazen deli oldugumu düşünüyorum.yazık ki,kaderim iç karartıcı,riskli ve belirsiz;Tanrı'nın en güzel sözcüklerinden biriyle şereflendirecegim kişi buna hazır mı?..eger dünyanın en bilgili hükümdarı olsaydım,keşke olsaydım-bunu düşünmek bile boşuna.hiçbir şey olmadıgımı biliyorum.hiçbir zaman olamayacagımı da biliyorum.bildigim tek şey,senin bir erkegin kalbine hükmedebilecek en hoş,en neşeli,en coşkulu,çekici,kaprisli,etkileyici,dokunaklı,iyi kalpli,yarı melek-yarı şeytan kadın oldugun;seni seviyorum,sevmek zorundayım,varlıgımın son gününe kadar,başımıza ne gelirse gelsin seni sevecegim.ikimiz de dogru şekilde davranırsak,binlerce ölümlü içindeki en mutlu kişiler oluruz.onun için birbirimize baglanalım(cesaretin varsa)-sonsuza dek!..beni bu kadar mutlu ettigin için sen daha çok mutlu olucaksın...Tanrı seni kutsasın kalbimin sahibi!
9 ocak...gece ve gündüz terazimde degişiyor tüm dengeler...
9 ocak ...
gece ve gündüz terazimde degişiyor tüm dengeler...
gece uzayıp gidiyor gündüzü ezip gözlerimde...
gözlerimde yas kokan isli tarif edilemez bir mutlulugun keder çiçegi açıyor ...
üşüdügüm tek günü bir yılın işte geldi düşüyor adımlarım önüne...
bir titreme alıyor ellerimden sayfaları dilimden satırları...
bugu yapmaz gözlerimin görüş mesafesi santimlere düşüyor ,
suçunu bilen suçlusu yaşlar utanıp düşüyor tek tek dolan gözlerimden...
gözlerimde göz yaşlarının ıslak üşüyen kalabalıgı...
9 Ocak 2010 Cumartesi
kütükten adam...
kütükten bir adamım...
pinokyonun büyümüş yalnızlıgı...
yalanlara kayıtsız kalan burnu...
aralıkta uzayan geceler...
kütük bir adamım...
budanamaz kederler açıyorum dallarımdan sana...
kütük bir adamım...
elini tuttugumda gerçek bir insan olacagıma inanıyorum ,
çocuktan bir masala güveniyorum...
seni bilinçaltımın halı altına süpürüyorum her gece...
şşşşt ses çıkarma lütfen ,
dinle beni tüm susuşlarımdan...
göm beni sessizliginin cesur saklanışlarına...
çünkü ben sessizlikte hüküm sürüyorum...
sen dolu hayaller kuruyorum sabahlara , saatimin alarmı yanında...
kütük bir adamım...
çok korkuyorum...
kütük bir adamım ben...
kör kütük seni seviyorum...
4 Ocak 2010 Pazartesi
elimde küçük kurumuş bir suluboyanın yer yer çatlak renkleri...
elimde küçük kurumuş bir suluboyanın yer yer çatlak renkleri...
susuz bir kırmızı ,,,
suya hasret bir mavi...
kendini kurumalara teslim etmiş ölümü bekleyen bir sarı...
elimde küçük kurumuş bir suluboyanın yer yer çatlak renkleri...
dökülüyorum ter ter...
su dolu bulanık bardagım...
renklerimin suyu...
ve ben aglayışlarımı biriktiriyorum orada ,
gözyaşları büyütüyorum camdan barajlarım ardında...
ıslanıyor gözlerimde yeşil...
hasretinde sarı...
elimde küçük kurumuş bir suluboyanın yer yer çatlak renkleri...
kuruyan dudaklarından seni boyuyorum duvarlarıma...
rüyalarım tualim...
radyo zamanlar hayal etmek istiyorum içimde...
dünyanın bütün kanallarını çeken bir tavuskuşu açsın kanatlarını çatımda...çanak anten zamanlarımda... dünyayı dinlemek istiyorum sagır kulaklarımda...dünyayı izlemek istiyorum görmeyen gözlerimde...radyo zamanlar hayal etmek istiyorum içimde...
ne zaman hayvanat bahçesine gittiysek eger, kocaman uydu antenlerine çanak antenlere benzetmişimdir hep tavuskuşlarını kanatlarını kuyruklarını açtıkları zaman...bilmemki niye...
bana dünyanın bütün kanallarını çeken bir tavuskuşu verir misin ALLAHIM ?
lütfen ...
rumuz : amin ...
yarın sabahlar büyütüyorum kucagımda...
yarın sabahlar büyütüyorum kucagımda ...
gecenin karanlıgına mayalı ekmek hamurları yuvarlıyorum mısralarda...
gözyaşları düşürüp ıslatıyorum un ufak olan tüm sözlerimi ,
geçmişin bez çuvalından topluyorum avuç avuç geride kalan sonbaharları...
yarın sabahlar büyütüyorum kucagımda ...
sessizligimde sallıyorum satırlarımın bebegini...
gözüme uyku girmiyor hiçbir gecede...
uyku tüm agırlıgıyla göz kapaklarımda pusu kuruyor ...
göz kapaklarımda diz çöken ihanetlerin çıtırtıları kırılıyor...
yarın sabahlar büyütüyorum kucagımda ...
ellerimde eller
gözümde gözler ıslatıyorum...
üzerlerine bir desen örtüp bekliyorum ...
kırılmaya kurulmuş yer yer çatlamış susuz köy ekmekleri yumuşatıyorum yüregimde...
bahçeye bakan pencereden davet ediyorum akşam rüzgarını soframa...
kibarca reddediyor beni
ve suyun kenarındaki ceviz agacıyla sevişmeye başlıyorlar
su kanalında gökyüzünün yıldızlı gece elbisesi giymiş tablosu titriyor usul usul...
mumu bir balkona asılı duran gaz lambası bu sevişmenin...
gaz lambasının keçesinde titredikçe alev
cevizin dalları dahada sarılıyor rüzgarına...
yarın sabahlar büyütüyorum kucagımda ...
dünü , bugünü giydirip okula yolluyorum
tüm eski mektupları beslenme kutusuna saklıyorum...
sulugumda gözlerinin taze keder kokusu , gözlerinin taze toplanmış suyu...
ve yarın sabahlar büyütüyorum kucagımda ...
ayagımda yorgun gözyaşlarını uyutuyorum...
aglamaların hıçkırıkları , rüyalara giriş bileti esneyişler pış pışlıyorum sırtımdan...
yarın sabahlar büyütüyorum kucagımda ...
seni ne zaman görsem anlıyorum...
divane olmuşum devşiriyorum yüregimden tüm heyecandan hızlı atışları ,yalandan
sakin olgun kalp çarpıntılarına senin yanında...
yarın sabahlar büyütüyorum kucagımda ...
geçmişin yapraklarını toplayıp kurutuyorum ambarlarda çatılarda...
geçmişi demliyorum kuruyan sararan mektupların buharından...
yarın sabahlar büyütüyorum kucagımda ...
sensiz büyütmeye ugraştıgım seni özleyen yarınıma
sen kokulu anne çayları demliyorum...
süt kokan dişlerden tüm yalnızlıkları fırçalamaya çalışıyorum...
yarın sabahlar büyütüyorum kucagımda ...
ne zaman rüyalarımda savaş uçaklarına binsem
tüm uçan balonları patlatıyorum gökyüzünde ...
yarın sabahlar büyütüyorum kucagımda ...
sırtıma kocaman bir fotografını kundak edip baglıyorum...
ayagımda mektuplarını sallayıp satırlarına ninniler uyduruyorum...
satırlarınla beraber bende uyuyorum...
sen dolan rüyalar uçuşuyorlar gökyüzümde...
gözlerimde uçan balonlar dans ediyorlar...
hava alanım uçan balon mezarlıgı...
dünüme sımsıkı sarılıp
bugünümün saçlarını tarayıp
yarın sabahlar büyütüyorum kucagımda ...
çaresiz yaşlar dökülüyor olgunlaşıp gözlerimin zeytin agaçlarından...
sensiz zamanlarımı nadasa bırakıyorum...
yüregimde bir zeytinligin nadastaki ölü yılı...
bugünümü dilek agacıma baglayıp
yarın sabahlar büyütüyorum kucagımda ...
3 Ocak 2010 Pazar
ah ah balık olmak...
alnımda birkaç damla heyecan çırpınıyor ,
dilimde denizinden koparılan bir balıgın yaşam çabası sözler zıplıyor...
agzımda bir oltanın ignesinden kalan aşktan sızı...
bir kova deniz suyu...
taze tutulmak istenen acıların yalan okyanusu...
yüzünde bogazdan kalan hatıraların tuzlanan kokusu...
ve gözlerde yalan yüzmelerin son süzülüşü...
alnımda birkaç damla heyecan çırpınıyor ,
dilimde denizinden koparılan bir balıgın yaşam çabası sözler zıplıyor...
yoruluyorum çırpınan sözlerimde bitkin düşüp...
bırakıyorum tüm tutunmaları yaşama sarılmaya çalıştıgım...
seni düşünüyorum...
ve ters dönüp bırakıyorum kendimi ölümün tuzlu deniz kokulu kollarına...
tüm balıklar öldügü zaman yüzdükleri derinliklerden yükselip suyun üzerine çıkıp suyun üzerine düşüp ölürler...ne güzel...ölünce yükselip ters dönmek herşeyden habersiz gökyüzünü seyre dalıp uyumak...gitmek buralardan...sudan çıkmak...susuz kalıp havayla bogulmak...
ah ah balık olmak...
yarın sabahlar büyütüyorum kucagımda...
1 Ocak 2010 Cuma
yalnız kalemin yırtık filesinde yıllardır hasretle bekledigimiz BİR GOL...
yalnız kalemin yırtık filesinde yıllardır hasretle bekledigimiz BİR GOL var...ama sorunda şu ortada gol yok...hayatla yaptıgım vasat maçın golsüz berabere dakikalarından yazıyorum size...
yalnızlıga terkedilen yapayalnız yaşlı bir kalenin yırtık fileli umutları esiyor kalbimin toprak sahası üzerinden...
ve tüm goller kaçıyor gözlerimden...
ne bir izleyen var bunu
nede bir bilip gizleyen...
tüm heyecanlara açlık derecesinde hasret , kurumuş bir susuzlugun çatlamış dudakları kıvamında özlemli bu hayat maçımızda bir heyecan olsun diye sırf ;
inan bana sevdigim bizim yiyecegimiz bir gole bile hasretiz biz hep...
doksan artı üç çaresizliklerden yazıyorum bunu sizlere...
yapayalnız yedek kulübesinin hayal kırıklıklarından topluyorum satırlarımın demlenilesi otlarını size...
direkten dönen bir topun hayalinde heyecanlar düşlüyorum sana...
naftalin kokulu yazlıklar kafesi...
dünyamın sekizinci harikasını özlüyorum....
bu dünyada ölmeden önce mutlaka görülmesi gereken yerler , harikalar var biliyorum...ve dünyanın yedi harikası arasında ben senide saklıyorum...her birini gezerken tek tek bu dünyanın yedi harikasının yedisininde bir kenarına senin ismini yazıcagıma kazıyacagıma yemin ediyorum sessizce içimden...dünyanın bütün harikalarının senden bir parça taşıması gerektigine inanıyorum çocukça...ve ben hiç büyümek istemiyorum... bu çocukça aşkın dönmeyen dünyası içinde çocukça yaşlanmayı diliyorum...
herşey bir masalın nakaratı degil mi zaten çocuk kulaklarımızda...
herşey bir masalın uykulu yorgun sonu degil mi...
kullandıgım en etkili uyku hapıdır ,
güzel bir günün sonunda dinledigim yarım yamalak eksik bir masal kulagımda...
ve dünyanın yedi harikası arasında ben senide saklıyorum...
bir atkı sar yüzüme, kapansın tüm sözlerin açık kapısı agzım bu sıcacık örtü ile...
soguk kış günlerimde, kara kuru yalnızlıklar bahçemde düşlerim boynuma atkıdır...saklanırım ardına düşlerimin...saklambaç kaçışlarım hep atkımın ardınadır benim...ne zaman üşüse gözlerim titrese bakışlarım ,sararım boynuma daha bi sıkı atkımı ...çekilirim bir kaplumbaganın kabuguna çekilişi gibi atkımın yüzümü saran kolları arkasına...hayallerimin yünden sıcacık kollarını sararım boynuma ve yüzüme,sanki atkım bana sarılıyormuş gibi...sımsıkı sarılan düşler bahçesinde huzurla kapanır gözlerim...
ne zaman atkımla yüzüm sarılsa birbirine birbirini uzun süredir görmemiş özlemiş iki aşık gibi ; avuçlarda bir sıcaklık , gözlerde sulu bir hıçkırık ,sözlerde titrek cümleler kalbinde eriyen üşümüş bir huzur karşılar beni...
böyle zamanlarda utanırım biraz...ve bu utanmışlıgın sessizligini örterim yüzüme...yüzümden kaçar düşlerime saklanırım...
ne zaman tüm konuşmalardan kaçmak istese insan , konuşmalar takip eder arkasından onu...böyle zamanlarda bir atkı sar yüzüme sen, kapansın tüm sözlerin açık kapısı agzım,bu sıcacık örtü ile olur mu...beni atkımdan okşa atkımın ardından sev ...
ve herşeyi bir tarafa bırakıp , usul bir sıcaklık ile uzanırım yürüdügüm karlı yol kenarlarına böyle soguk zamanlarımda...tuz bulamadıgı için her adımı gözyaşı ile açılmış adımlar demlerim yüregimin köy ocagından , beynimin süslü ocagını kapatıp...geride herşeyi bırakıp ,yüregimin ocagından sana tütüp uzanan alevlerin hayalin ile öpüştügü saatler harlarım üfleye üfleye tüm ateşlere...
sürgünüm senden...
sürgünüm ellerinden...
sözlerinin sıcaklıgından...
müebbet bir sensizlige zincirlediler beni derim sokak lambasının dost ışıgına...
şu an bir ölümü üzerime giymeyi , ölmeyi ve bir sonra ki alacagım nefesten mahrum kalmayı o kadar isterdim ki...
vasiyetim sen...
vaziyetim ben...
atkılar ardına saklanan ve orada onu kimsenin bulamayacagına inanan bir saklambaç çocugu büyütüyorum içimde...penceresi gözlerim , radyosu sözlerim bir ev veriyorum ona...umarım seversin evini çocuk...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)