15 Mayıs 2010 Cumartesi

ضحكت جيل ...


ضحكت جيل

gülden mi geliyor yüzündeki güzel akşamüstü...
kırmızısı tutku mu demek utanan yanaklarının,
bir utanışın hızlanan kalbindeki
boyun büken heyecanı mı yoksa...

gülden mi esiyor yüzündeki güzel şafak rüzgarı...
saçlarının kokusuna takılan balıklar misali,
tüm hatıralar sanki...
burnumda gül hafızası bir huzur can buluyor seninle...
ve gül yaprakları gibi kadife dokunuşlarda
düşen tüm takvim yaprakları...
adı sonbahar bir gün düşüyor sararıp takvimden bugün...
ey adı gülden gelen...
bu zalimlik neden...
oysaki o kadar tatlı ki elinden içilen zehir
dilimden senin için akan bu nehir...
kanayan ellerime sürdüğün merhemdir dikenlerin bile...
henüz açmamış bir gül gibi bak tekrar yüzüme
ve aç yavaşça gülümsemeni bakıp gözlerime
sabah güneşi ile...
sanki beklediğin kırmızı şafağın güneşiymişim gibi
aç bana yapraklarını yeter...

gülden mi geliyor yüzümde kınını arayan
keskin bir kılıcın ucu gibi nazikçe dokunan
sıcak saçlarının kokusu...
gülüşünde mi dövdün yoksa
saçlarının çelik ışıltısını...
siyahını geceden
ve ışıltısını aydan mı çaldın söyle...
ne kadarda keskin güzelliğin
parlaklığın aldatan kısacık süresince...

neslini kutsamalı senin ALLAH...
bembeyaz gülleri taklit etmeye çalışıyor
zavallı bir zambak...
kalbi kırmızı bir gül
ve yüzünün önünde bir türlü aşamadığım
siyah bir tül fikrin...
ey ömür eriten,
yakıp tuzlarda yürek saran...
ne kadar yakıyor merhemin ruhumu...

neslini kutsamalı senin ALLAH...
gülden gelen adımlarında
yüreğimden gökyüzüne yükselen...

gülden mi geliyor parmak uçlarının tendeki asil tadı...
çıkıntılarına sakladığın mucize nereden girip
ruhumu teslim alıyor söyle bana ,
nedir tendeki soğuk alev bu sihrin adı...

Hiç yorum yok: