24 Ocak 2011 Pazartesi

bıçağın yüzünden okunan...


sesinin soyunduğu adam kadar bıçak sür yüzüme,
kör olsun, teninin kenarlarından keskinliğine dokunan,
bıçaktaki buğulu yüzün...
belkide bıçağa üflüyorsun sen yüzünü kimbilir...
kimin nefesi çizebilir ki yüzünü sen kadar duman,
çeliğin tenine kim giydirebilir bu kadar masum seni sus haydi bana.
kimse kesemesin şiiri teninden,
yüzemesinler seni öyle koyu mavi gibi derinden...

sesinin soyunduğu adam kadar bıçak sür yüzüme,
kör olsun, teninin kenarlarından keskinliğine dokunan,
bıçaktaki buğulu yüzün...
ölüm biletini kesilen ellerinin arasında sıkıp,
öpüp yırtan adam...
ve garda ayaklarını uzatıp oturan küçük bir çocuktu zaman,
bekleyişi tasavvuf...ve gidişi haram...
ölümüm,avuçlarımca öldürüldü bir mektubun sararan hatırasında benim.
pulu haram düşünceler yalandı oysa kaç defalarca cebimden...
posta kutusu zaman mı yaralarımızın peki söyle bana ... ?

sesinin soyunduğu adam kadar bıçak sür yüzüme,
kör olsun, teninin kenarlarından keskinliğine dokunan,
bıçaktaki buğulu yüzün...
ölemeyiz...
çünkü yaşamak,sürgünümüz bizim...
ve her nefesimiz şiiri bu sürgünün...
hasret ki ne hayret,cennetimiz bizim...


* herşey,mutfakta eski bir çekmeceden yüzüme bakan bir bıçağın yüzünden...
bir bıçağın yüzünden okundu herşey...
ve bir kesiğin yüzünden yazıldı tenimden damlayan
sıcağından soğuyan o iki damlacık zaman.

Hiç yorum yok: