31 Aralık 2009 Perşembe
Cuore...
Cuore...
çocuktu kalbim ...
küçücük...
ufalda cebime gir diyen bakışların gölgesine saklanıp girdim cebine...
çocuktu kalbim...
küçücük...
gördüm seni...
sakladım...
büyüdü küçücük kalbim seninle dolup...
çocuktu kalbim...
küçücük...
çocuk kalbimde saklayıp sevdim seni...
çocuktu kalbim...
küçücük...
çocuk kalbimde aşk bildim seni...
23 Aralık 2009 Çarşamba
sensizligim , sen dolu günlere aldanıyor yine...
aldanırım...
bir bardak sıcacık sütün sıcaklıgında ısınıp uykulara aldanırım...
sen kokan rüyalar görecegime inanıp tüm gölgelere uzanır ,
sana aldanırım...
aldanırım......
tüm aldatışlardan kaçıp saklanıp sadakatin huzur kokusuna aldanırım...
sen kokan avuçlarının sıcaklıgına başımı dayayıp yastıgımı aldatırım...
başımı okşadıgını düşünüp sana pişman hislerimde sana aldanırım...
aldanırım...
düş bahçelerimde yürürken mandalin agaçlarının kokusunu yolum sayar,
sana rastlayabilecegime inandıgım umutlarca kandırılırım...
limon agaçlarının gölgesine hayallerimi baglar
hayallerimde dogmamış oglumu sallar
o tadı tarifsiz yüzüme ışıyan mutluluk ile
süt kokan yanaklar ile sallanırım...
ama yinede sana aldanırım...
aldanırım...
ne zaman içim üşüse yokluguna dalar uzaklaşırım...
bulutların üzerinde bir yayla sabahına kurulu dügünümüze inanıp ,
bir masala seninle inanır ve sana aldanırım...
bir tulum dolusu nefesi üfleyip içimden ,
yayla sogugundan sana koşup , öpüşmelere dudaklarında uyanırım...
erken uyandıgım sabahlarda
uyandırmadan seni sessizce izleyip seni izlemelerde sana aldanırım...
nefes alışlarını dinleyip nefessiz sana aldanırım...
rüyalarını dinleyip sayıklayışlarından sana aldanırım...
uyudugun anlarda uyanıklıgımdan utanıp sana aldanırım...
saçlarının arasına saklanıp saklambaçlarımda
saçlarının kokusunda uyuyup sana aldanırım...
kimseler bulamaz beni
çünkü rüyalarımdayım...
seni özleyip her dakikamda ,
tüm aldanmalardan kaçıp saklanıp sana koşup
ne yapsamda ben yine sana aldanırım...
18 Aralık 2009 Cuma
günlerden dün...
bırakıp giden kediler diyarı...
mışlayan bir masalın inandıgım yalanlarını yakıyor bu gece sobam...
yüregimde alevler çıtırdıyor...
adı sanı belli olmayan bir şehir yüzüyor , kendini gemi zannedip gözlerimde ...
gözlerim dalga dalga bugün , kafamda soguk bir fırtına sevda...
günlerden dün...
dünlerden soguk ama güzel bir gün...
adı sanı belli olmayan bir şehir yüzüyor kendini gemi zannedip gözlerimde ...
tıngırdayan eksik telleriyle bir gitar şiir yazıyor kulagımın çekmecesinde...
Alzheimer bir radyom var yaşlı bir olgunlugu yüzünden silmeye çalışan
birazda üşütmüş bogazı şiş sesi kısık sessizden ve derinden...
ne çalıyorsa kısık ve güzel
aklında tüm sesleri agaca kurulu bir salıncak gibi bir gidip bir gelen ,
yüzümüze çarpan sallanışından kalan bir esintisi her seferinde bize hediye...
adı sanı belli olmayan bir şehir yüzüyor kendini gemi zannedip gözlerimde ...
gözlerim dalga dalga bugün , kafamda soguk bir fırtına sevda...
günlerden dün...
dünlerden karlı ama güzel bir gün...
kurşun kalemler kırıyorum yastıgımda günün mahkemesinde her gece...
tüm yarınlarımı suçlu bulup idamlara yolluyorum...
izinsiz ölümler besliyorum kanunlarıma aykırı hıçkırıklarımda...
adı sanı belli olmayan bir şehir yüzüyor kendini gemi zannedip gözlerimde ...
gözlerim dalga dalga bugün , kafamda soguk bir fırtına sevda...
günlerden dün...
dünlerden telaşlı ama güzel bir gün...
sayfalar uçuşuyor gözlerimden , satırlar yüregimden damlıyor tek tek...
seni okurken sensizlikten korkmaya başlıyorum ilk defa...
ardımızda evliyalar sırtımızı okşuyor...
dualar kulaklarımıza cesareti fısıldıyor...
ilk defa üşüyorum...
atkım sen ol istiyorum o an...
sana sarılıp ardına kaçmak istiyorum...
utanıyorum yüzümde kızaran itiraflardan...
acemice laf degiştirmeye çalışıyorum...
tüm sözler dilime dolanıyor sanki ayagıma dolanır gibi
ve sana düşüyorum tekrar ve tekrar...
kaçıp sana saklanmak istiyorum...
gitmek istemiyor ayaklarım...
adı sanı belli olmayan bir şehir yüzüyor kendini gemi zannedip gözlerimde ...
gözlerim dalga dalga bugün , kafamda soguk bir fırtına sevda...
günlerden dün...
dünlerden karlı ama güzel bir gün...
terleyen bir üşüyüşü dudaklarımdan koparıp yanagına baglıyorum ,
ve yanagını her gülümseyişinde dilek agacım sayıyorum...
tüm sözleri dilimden yırtıp dudaklarımda tutuyorum...
ne zaman gülsen bir dilek tutup yanagına baglıyorum...
hep gül diye ben sana kurban edip yaşlarımı dualarımla aglıyorum...
adı sanı belli olmayan bir şehir yüzüyor kendini gemi zannedip gözlerimde ...
gözlerim dalga dalga bugün , kafamda soguk bir fırtına sevda...
günlerden dün...
dünlerden sessiz ama güzel bir gün...
rüyalarımda yine sekiz metrelik teknemde seni örüyorum...
şiir sürülerinde mısralar yakalamak için denizime seni serpiyorum...
ama o kadar güzeldi ki gülüşün ...
ama o kadar güzeldi ki gülüşün
kelepçeler çözüldü gözlerimden ,
düştü tüm yaşlar özgür aglamaların mutluluguyla ıslanıp...
gözden yagmurlar yüzümden kahkahalar uçuştu
dallardan çıplak bir soguk , bakışlarımdan karlar kaçıştı...
ama o kadar güzeldi ki gülüşün
kelepçeler çözüldü gözlerimden ,
kalbimde bir sancı gülüştü
midemde bir heyecandı sevinç...
utanıp kaçtım gözlerime baktıgın tüm fotograflarından...
yinede saklanamadım...
yakalandım hep tüm geriye dönüşlere...
ama o kadar güzeldi ki gülüşün
kelepçeler çözüldü gözlerimden ,
hapisti dilim agzımın prangasında
demir parmaklıkları sözlerim arkasında...
müebbet bir sessizlik kapladı kalbimi ,
durmadan konuşan dilimin ardında...
ama o kadar güzeldi ki gülüşün
kelepçeler çözüldü gözlerimden ,
eridi tüm buz düşlerim ...
çözüldü donmuş ellerim
süzüldü yaşlardan gözlerim
yüregimin soguk kutbunda mevsimler karıştı düşler sevişti durmadan
ve bütün sıcaklıklar tutuştu içimde bilmedigim bir yerlerde...
neye kızdıgımı bilmeden kızgınım hep sana nedense ben...
ama o kadar güzeldi ki gülüşün
kelepçeler çözüldü gözlerimden ,
bakışlarımda yaşlar umutlarımdan maviler
eski fotograflarda renksiz gülümseyişler hep agladı sana...
gitmemeye yemin ettigim mezarların üzerine uzanıyorum gözyaşlarım ile şimdi...
ve çiçekler bırakıyorum tüm eski güzel günlere...
16 Aralık 2009 Çarşamba
saçlarının rengini geceden çalanım...
ey benim dagınık esen rüzgarım...
saçlarının rengini geceden çalanım...
savruluşlara şiirler yazanım...
her gece bir dere kenarı...
suyun şırıltısı baş yastıgı...
buz gibi tertemiz rüyalarım...
ey benim dagınık esen rüzgarım...
saçlarının rengini geceden çalanım...
kururum bir denize ulaşıp içimi dökemeden diyen korkularım...
bir gece yarısı...
yaprakların bitmeyen hışırtısı...
agacın rüzgara yazdıgı o en bilindik şarkısı...
akorsuz dolunayın hatasız ışıltısı...
kulagımda yarin akıp gülümseyen şırıltılı fısıltısı...
bir gece yarısı...
ey benim dagınık rüzgarım...
saçlarının rengini geceden çalanım...
izinsiz gözlerimden yaşlarımı alanım...
en tarifsiz tarif edilemez anlarım...
ey benim dagınık rüzgarım...
saçlarının rengini geceden çalanım...
tırnagımda toprak mısralarım...
agzıma mühür satırlarım...
tüm susup kalışlarım...
ey benim dagınık rüzgarım...
saçlarının rengini geceden çalanım...
yırtık sayfalardan kanatlar uçuran...
rüzgarına istedigi gibi sarılamayan...
dönüşlerinde yarım sitemleri çeviren...
her gece kurup diktigi hayalleri dogan güneşle kızıp deviren...
yaralı bir rüzgargülü takılı yüregimin balkonunda...
işte bu yüzden...hayat hayattır...
ve üçgen degil , dörtgen degil ,yamuk degildir madeni paralar nedense ; sadece bu dünyaya ait oldugunu anlatmak istercesine bir daire şeklinde düşer elimize bozuk paralar...dünyanın iki boyutlu sahte imzalarıdır sanki ellerimizde bozuk paralar...biz görmedikçe , önemsemedikçe ve unuttukça ; ceplerimizde toplanıp daha çok ses çıkarırlar hatırlatmak için görevlerini sanki...bagırıp haykıran biz buradayız diyen kalabalıklar gibi...hayat bir madenden yada gözlerimizdeki büyük sayıların kagıtlara basılmasından ibaret degildir...hayat kafamızın içinde tüm bu yanlışlardan arındıgımızda yaşayıp hissettiklerimizden ibarettir...
bir makinaya bozuk para atıp metro için jeton alabilirsin , yada kutu kola fakat bana bugün hayatım için anlamlı unutulmaz güzel bir gün ver sayın makina diyemezsin...
işte bu yüzden hayat hayattır ...ulaşılabilen herşeye daha uzak...içine dolan nefese ,kalbine ,ruhuna ve gözlerinin önü burnunun ucuna yakın...yolsuz... haritasız...tarifsiz...jetonsuz,biletsiz,parasız kolayca ulaşılabilen fakat nedense hep ulaşılamayacagını düşündügümüz...hep aradıgımız ama zaten başımızda duran gözlügümüz gibi...hep avuçlarımızın sıcaklıgında bizi bekleyen...
işte bu yüzden hayat hayattır ...
hayat nedir ...pi sayısı ...oran orantı...
gözyaşlarına bindirip yüzünde ögüt beni...
gözlerinden aşagıya düşür beni
bakışlarının nehrine karıştır ölen tüm sözlerimi...
gözlerinden aşagıya düşür beni
adımlarının altında ezilen topraga gömüp taşır beni...
bakışlarının alev ocagında dagla beni
dilinden düşenler ile tutuşturup yak , beni kaplayan şu teni...
su toplasın tüm susuz umutlarım gökte mavi bulutlarım...
gözlerinden aşagıya düşür beni
bakışlarından yanaklarına agır agır it beni...
sevgisiz kalmasın gübresiz kalsada eksik açtıgın tüm papatya yaprakların...
baharın güneşsiz üşümesin hiç...
gözlerinden aşagıya düşür beni
tüm kederlerine sürüp gözyaşlarından süz beni...
damla damla akıt yüreginden beni
mum gibi yakıp tüm odaya kokumla dagıt beni...
yalınayak çıktıgım yayan gidemedigim bu yolda
tüm aglayışlarına inat
küçük bir bebegin yanagını koklayıp
o koku ile mutlulugu düşleyip
gözyaşlarına bindirip yüzünde ögüt beni...
13 Aralık 2009 Pazar
sana batmak istiyorum sevgili...
sana batmak istiyorum sevgili...
bırak karışsın satırlar mektuplar gözlerine dalıp giderken gözlerim...
bırak kagıtlar karışsın ellerimde usul usul aşkına...
elimdeki tüm kupalara adını yazayım gizlice...
sırf kalpler uçuşuyor diye tüm kupalarda ,
kırmızıdan yangınlara işleyeyim ismini sessizden tüm kenarlara...
dagıtayım elimdekileri tek tek sonra masaya...
tek tek açılsın ellerimizdekiler avuçlarımızdan gözlerimize...
ve en son sen aç elindekileri gözlerinde şaşkın gülümseyişin ile karşılayıp bizleri...
topla tüm kagıtları sonra bir demet yapıp ellerinde...
elinde adını kazıdıgım tüm kupalar ile açıp elini yüregime...
koz kupa bakışlarına dalıp hayaller kurayım ben ,
gözlerimde uçuşan tüm kalpler ile heyecanla sana...
gözlerime döküp gözlerini
durma haykır ve çiz beni sevgili...
çiz beni tüm sihirli düşlerin ile elinden gözlerine...
tüm kaybedişlerimi sana kurban vereyim...
ve ben tutmayan hesaplarımdan düşüp ,
sana batayım sevgili...
seni kazanmak ugruna bütün elimdekilerden vazgeçeyim...
seni kazanmak ugruna tüm kazanmaları terkedeyim...
seni kazanmak ugruna tüm kaybedişleri su diye içeyim...
denizi sen bir oyunda ben ,
sana batmak istiyorum sevgili ...
kupalara kazıyorum adını... yüregimden söküp her harfiyle sana adıyorum yagan yagmurlardan birikmiş okyanus dolusu bu aşkı...
batak masasının kalbi delik sandalından...
batan geminin mısralarından...
11 Aralık 2009 Cuma
durma tut elimi...yak canımı haydi...
durma tut elimi ...yak canımı haydi ...
kaçıp giden bir bakışı sal rüzgara uçurtma gibi uçur yanıbaşımdan uzaklara...
kaç tüm herşeyden benide unutup arkanda...
kapan dört duvarlar arkasına...
durma tut elimi ...yak canımı haydi ...
yüzünü çevir gözlerimden uzak tuzaklara ...
kapan durmadan günlerce yagan yagmurlar arkasına ...
durma tut elimi ... yak canımı haydi ...
suçla beni tüm suçsuz masumluguma mahkum edip ...
sessizligimi adımlarıma pranga edip ...
durma tut elimi ... yak canımı haydi ...
bak bakışlarımın tam içine ve oku tüm yazanları gözlerimden
yalanların silindigi o yeşil dürüst şehirden
bir bilet al bin yüregime durma...
sık sıcacık avuçlarımı sessizden...
konuşmana gerek yok tut elimi yeter
konuşur ardımızda kalan tüm seneler o an sessizden gözlerimizden ...
durma tut elimi ... yak canımı haydi ...
bir bilet al bin yüregime ...
biletin üstü silik ...
dönüşü yok bir gidiş ...
gidişi kocaman bir dönüş ...
durma tut elimi ...yak canımı haydi ...
tüm duygusal ölümleri fısıldayıp kulagıma üfle gözlerime ...
ama dön bana gerisin geriye ...
9 Aralık 2009 Çarşamba
ve kış gelir ...
ve kış gelir...
varoşlar duman kokar ...
herseyi bir kenara bırakıp herkesten habersiz ...
kışı koklamayı seviyorum varoş sokakların sarhoş adımlarının yavaşlıgında...
varoşlar duman kokar ...
herşeyi bir kenara bırakıp tam ortasından yürürsün korkulan yolları ,
sagına yalnızlıgını soluna omuzlarındaki piramit taşı tüm sorunları bırakıp
tamda ortasından yürürsün herşeyi ...
cesurca sanılan korkmak nedir bilmeyen bir cahillikle ,
yürürsün herşeyi tamda ortasından ...
varoşlar duman kokar ...
sen o dumanı koklarken sobalar ekmek ısıtıp çay demler sessizce büyüyenlere ...
varoşlar duman kokar sobalar kahvaltı hazırlarken sıcacık sizlere...
ve kış gelir ...
susar baharın sonu kapatıp gözlerini ...
ve koynuna bir aşkın sıcacık kolları dolar
gökyüzünden buzdan yıldız taneleri gibi kar yagar ...
tüm üşümelerinden utanır
üşüyemezsin ...
kalbinde seni büyüten sobanın ateşi yanar ...
ve kış gelir ...
ansızın aşk düşer gökyüzünden burnuna bir kar tanesinin sihrine saklanıp...
sıcacık teninde mısralar erir satırlar süzülür
sayfalar aşagılara düşer ...
ve kış gelir ...
tıpkı ansızın senin çıkıp geldigin gibi ...
ve kış gelir ...
ansızın senin eriyip gittigin gibi ...
3 Aralık 2009 Perşembe
ben ruhu severim , bedeni degil ...
ruhu severim , bedeni degil ...
bir çam ormanında çam kokulu yürüyüşleri katık ederken yoluma , ve etraftaki tüm gözler en güzel çam agacı hangisi diye bakınıp ararken tüm çamların dalga geçtigi çirkin küçük bir ardıç agacına vurulup aşık olabilirim...
ruhu severim , bedeni degil ...
gözlerimi kapatıp izlerim seni , daha iyi görebilmek için seni ve gözlerimi kapatıp dinlerim seni ,daha iyi duyabilmek dinleyebilmek için ...gözlerim kapalı tanırsam eger seni gerçekten tanıyabilirim seni...işte o zaman gerçekten tanışabilirim seninle...tüm önyargılardan ve saklanan tüm düşüncelerden uzakta gözlerim tamamen kapalıyken çırılçıplak kalabilirim karşında...korkak...çekingen...cam kadar açık ve dürüst...
ruhu severim , bedeni degil ...
bu yüzden yürüyüşünden daha mühimdir süzülüşün gözlerimde...sözlerin ile özlerimde...
ruhu severim , bedeni degil ...
sevişmene degil sevişine baglıdır sevmelerim ...
ruhu severim , bedeni degil ...
seni dudaklarından degil , dudaklarından dökülenlerden boyar çizerim ...
ruhu severim , bedeni degil ...
sevişmeler boyunca gözlerine uzanır ruhumu ruhuna , bedenimi karanlıklara teslim ederim ...
ruhu severim , bedeni degil ...
gözleriyle konuşan nice dilsizler , sözleriyle bakışan nice körler görüp özür dilerim ...
* fotograftaki kalp agacının köklerinde sag tarafta gezinen küçük salyangoza teşekkür ederim ...
uyanma sakın ne olur ...
uyanma sakın ne olur , ürkütme tüm çaresizligimi başucunda ...
uyanma sakın ne olur , izleyeyim seni masumluguna en teslim halin ile birazcık daha ...
uyanma sakın ne olur , okşayayım saçlarını usulca ve koklayayım gecenin sessizligini saçlarından...
uyanma sakın ne olur , rüyalarını tarayayım gecenin karanlıgını giymiş saçlarında...
uyanma sakın ne olur , korkup kaçayım güneş dogmadan sen uyanmadan , yanıbaşından ayrılmadıgım geceyi terkedip ...
uyanma sakın ne olur , sensizlige isteksiz koşayım yeni dogan günün sessizliginin içinden geçip...
uyanma sakın ne olur , uyuyuşunu zihnime kazıyayım rüyalarıma mayalayayım...
her gece seni rüyalarım yapayım ...
uyanma sakın ne olur , seni biraz daha seyredebilmek için seni durmadan pış pışlayayım...
uyanma sakın ne olur , nefeslerimi nefesine adayayım...
uyanma sakın ne olur , bir dakikada olsa başucunda seni uyuyayım...
1 Aralık 2009 Salı
ve itiraf edilemeyen sevgiler vardır ceplerinin en derinlerine sakladıgın...
ve itiraf edilemeyen sevgiler vardır ceplerinin en derinlerine sakladıgın...kendinden bile saklamaya ugraştıgın...herkesten gizlidir sence cebinin en derinlerine gömüldügü için ellerin tarafından...ne kadar saklamaya ugraşırsan ugraş , dahada derinlere itmeye ugraşırsan ugraş sen , beyninde yanıp sönen bir ışık gibidir aslında..kulagında sadece senin duyabildigin durmadan çalan bir alarm yada siren belki..hep en öndedir o aslında , hep en üstte hep en yukarısında suyun...onu gömemezsin derinlere...denize bir balonu bir deniz topunu batırmaya çalışmak gibidir bu durum...yırtınırsın ugraşırsın tüm gücün ile itersin suyun daha derinlerine dogru fakat bıraktıgın an daha büyük bir güçle zıplar çıkar gökyüzüne koşarak suyun üzerine...beynin batıramaz onu ne kadar büyük bir deniz yada okyanus olursa olsun sana göre...
ne kadar saklamaya ugraşırsan ugraş sende bilirsin durmadan düşünecegini onu ...durmadan sesini kulagında duyacagını , yoldan geçen herhangi birini ona benzetecegini ikide bir...
ve itiraf edemedigin sevgiler vardır ceplerinin en derinlerine saklamaya gömmeye ugraştıgın...itiraf edemedigin tutkular , itiraf edilemeyen aşklar yakar içini en saglıklı hissettigin bir günde bile ...tanımlayamazsın neresi yanıyor içinde...hangi organın yüzünden böyle kıvranıyorsun ve huzursuzsun anlayamazsın bir türlü...bir bebegin kendi başına çıkaramayıp kıvrandıgı bir gaz agrısı kadar açık ve basit birşeydir oysaki bu durum...sırtını biri okşasın diye kıvranır durursun dosta düşmana seslenip konuşmak isteyip...aslında ne istedigini çok iyi bilirsin , kime ihtiyacın oldugunu yada neye ihtiyacın oldugunu fakat kendine bile söyleyemezsin bunu...
ama içten içe sende bilirsin...kendine bile itiraf edemez bilincinin altlarına derinlerine batırırsın hayatının en büyük gemisini bile korkuyla...hergün hayranlıkla andıgın izledigin titanigine dev buzlar dev engeller uydurur gönderirsin beyninin okyanusunda bilinçaltında batsın ve dipsiz derinlere düşsün saklansın diye bu gerçek...
ve itiraf edilemeyen sevgiler vardır ceplerinin en derinlerine sakladıgın...gömmeye ugraşıp başaramadıgın...bu yüzden ölsende ne bir ceset olabilirsin nede yaşadıgın anlarda bir mezar görevlisi...iki tarafındada başaramazsın hiçbirşey bu çizginin...
sen o çizginin tam üzerinde kararsız bakışlı , bir o tarafa bir bu tarafa bakıp o taraflara ait yarım hayaller kuran ruhsuz bir bedene dönüşür ve kalırsın...ruhun istedigin hayalleri , bedeninde yaşamaya mecbur oldugu bomboş olduguna inandıgın önündeki yaşamı yaşar ... hergün aynı yagar senin için yagmur bu andan sonra...hergün aynı havayı solursun...hergün aynı çayı içersin...hergün aynı mutsuzlugu aynı şikayetleri kusar agzına fakat saklayıp tekrar yutarsın... ve merak etme seni zaten farketmeyen insanlardan saklayabilmişsindir başarıyla tüm saklamak istediklerini...
arada sırada birkaç istisna insan bulunur sakladıklarını farkedebilen...peki sence ne olur saklamaya ugraştıklarını farkeden birini görüp farkettiginde ;
1.farkeden tüm farkettiklerini susar ve saklar senden farketmemiş gibi yaparak farketmeyenlere katılır standart rolüyle ... ?
2.farkedildigin için korkar ve dehşete kapılırsın ve hep farkedenden kaçarsın kaçmaya ugraşırsın onun oldugu heryerden ; tüm sakladıklarını biri farketti diye ... ? ( aslında gerçekten istedigimiz bu degil mi ? tüm sakladıklarımızı farkedebilen , tüm saklamaya ugraştıklarımızı haykırıp itiraf edip rahatlayacagımız bizi iyi anlayan biri ...?)
3.hiçbirşey umrumda degil aman saldım çayıra mevlam kayıra tavrına bürünürsünüz...halbuki ne çayıra birşey salabilirsiniz nede mevlam sizi kayırır...buda sizin yalan rolünüzdür kendi sahnenizde kendinize oynadıgınız...buda bir kaçıştır aslında...
üç şıklı bir seçenek sorusu bu ve her şık dogru cevap olabilir...hangisi dogru diye arama telaşı ve çabası olmadan kendi dogrunuzu seçip açıklamaya çalışmak , o sorunun en iyi ve en dogru cevabını vermektir aslında...keyfinize bakın...
hiçbirzaman tam bir karanlıga gömülmeyiz aslında...
kapının bir çizgi kadar aralık oldugu karanlık bir odada , o aralıktan içeri giren meraklı bir ışık süzmesinin varla yok aydınlıgına teşekkür ederek yazardın mektuplarını ... aslında hiçbirzaman tam bir karanlıga gömülmezdi gecelerimiz , odalarımız ve uykularımız ... ışıgı kapatıp karanlıkta kaldıgımız odamızda sakince beklersek birkaç dakika , odamızı farketmeye görmeye başlardık tekrar karanlık ayrıntılarda demirleyen sakinligimiz ile ...
hiçbirzaman tam bir karanlıga gömülmezdik aslında ...
karanlıkta yazardın mektuplarını , uyudugunu zanneden nefeslerin uzagında küçük bir odada...yinede güzel yazardın karanlıkta kagıtlara sözlerini ; hiçbir zaman begenmedigin o karanlık mektupların yazılarını begenip okşardım ben oysaki...
söylemezdim onların güzel mi yoksa güzel degil mi olduklarını asla sana ...sorardın ...ben dilim tutuklu bir hayranlıga teslim olmuş suskun bakakalırken yazdıklarına, sen begendi mi begenmedi mi kargaşasında onlarca kombinasyon yazardın kafandan yüzüne ...begenmedi...hmmm begenmedi ama gülümsüyo begendim yalanını söylemek zorunda hissediyo kendini...begendi ama vasat buldu olumlu birşeyler söyleyecek ama tam olarak inanmadıgı cümleler sarfederken adım atamayan bir bebek gibi düşer durur tüm sözleri.böyle devam ederdin kafanda kurmaya kurulmalara...vesaire vesaire... gülümserdim tüm sessizligime sımsıkı sarılıp...
karanlıkta yazardın mektuplarını , uyudugunu zanneden nefeslerin uzagında küçük bir odada ; hiçbir zaman tam bir karanlıga gömülmedigimizi unutarak aslında ...
ben o karanlık mektupların ışıgında büyüdüm ...ben o karanlık devrik yamuk yumuk zannettigin satırların aydınlattıgı dümdüz yoldan yürüyerek büyüdüm sevgili...
begenip begenmedigimi bilmedigin o mektuplara hayran büyüdüm ben sevgili ...
ve hergün bir başka ölümü begenip giyiyorum üzerime bugün son diye...
güneşi söndürüyorum
dünyaları öldürüyorum tüm rüyalarımda bundan gayrı...
karanlıgı örtünsün tüm gündüzlerim artık...
gizlensin güneşsiz karanlıklara tüm suretsizligim
utanan tüm korkusuzlugumu soyunarak...
güneşi söndürüyorum
dünyaları öldürüyorum tüm rüyalarımda bundan gayrı...
tüm sızlanışların kabugunu soyuyorum ,
vitamini neresinde düşünmeden gömüyorum topraklarına tenimin...
içimde bir bag bozumu demliyorum...
gözlerimde bir çig sabahı süzüyorum düşlerimden...
görebildigim herşeye biraz ıslaklık ve bugu üflüyorum gözlerimden...
güneşi söndürüyorum
dünyaları öldürüyorum tüm rüyalarımda bundan gayrı...
sönmüş güneşimin altına seriyorum yinede
kurusunlar diye tüm agladıgım yastıkları yalnız gecelerden soyup çıkartıp...
derin bir nefes üflüyorum sonsuzluguna tüm bu sonların
ve hergün bir başka ölümü begenip giyiniyorum üzerime bugün son diye...
tutarsız tutarlılıgımın ampulünden ...
patlayıp kopan sıcak telin üzerinden ...
sımsıcak karanlıga gömülen incecik camın son nefesinden yazıyorum size ...
karanlıkta yazmaya devam eden bir kalemin şikayetsiz memnun sessizliginden ...
27 Kasım 2009 Cuma
iStANbuL ...
İstanbul
Edmondo De Amicis
Edmondo De Amicis
Borges’in romanındaki Lombardiyalı Droctfult’un fethetmeye geldiği şey karşısında büyülenip önünde diz çöktüğü; Hz. Muhammed’in fethini gerçekleştirecek komutana övgülerini belirttiği; Fatih Sultan Mehmet’in fethetmeden önceki iki gün boyunca hiç uyumadığı; pek çok şair, yazar ve sanatçının ilk karşılaştıklarında kekeleyip konuşamadıkları; yüzlerce farklı kültürün bin yıllar boyunca kendi içinde harmanlanıp bir renk cümbüşü haline getirdiği; tarihin her döneminden muhteşem yapıları ve eserleri ile dünyanın sayılı birkaç şehri arasında yer alan İSTANBUL’u, 1870’li yıllarda varır varmaz gördüğü manzara karşısında büyülenen Edmondo De Amicis’in öve öve bitiremediği kalemi ve estetik hayranı gözüyle, şehrin görkemini ve burada Amicis’in geçirdiği her anı geçmişe yapılan bir yolculukmuş gibi büyülenerek yaşayın.
Edmondo de Amicis, 1846 senesinde, İtalya’nın Liguria bölgesinde, Imperia yakınındaki, Oneglia’da dünyaya gelmiştir. Çok seyahat etmiş, başka yerlerin yanı sıra, İspanya, Hollanda, İngiltere, Fas ve Türkiye seyahatlerine dair ciltleri dolduracak seyahat günlükleri kaleme almıştır.
Edmondo de Amicis, 1846 senesinde, İtalya’nın Liguria bölgesinde, Imperia yakınındaki, Oneglia’da dünyaya gelmiştir. Çok seyahat etmiş, başka yerlerin yanı sıra, İspanya, Hollanda, İngiltere, Fas ve Türkiye seyahatlerine dair ciltleri dolduracak seyahat günlükleri kaleme almıştır.
Vita Militaire (Orduda Yaşam-1868), Novelle (Öyküler-1872), Konstantinapol (İstanbul-1877) eserlerinin sahibidir. En ünlü eseri, 1886 senesinde yayınlandığında büyük yankı uyandıran, duygusal bir çocuk kitabı olan Çocuk Kalbi (Cuore)’dir. 1908 senesinde Bordighera’da hayata veda etmiştir.
De Amicis, aynı zamanda, İstanbul’a dair çok etkileyici bir günce olan ve benim de İstanbul’u ilk ziyaretimde yanımda bulundurduğum İstanbul kitabından da anlaşılacağı üzere çok yetenekli bir gazetecidir.
-Umberto Eco
bu kitabı okumaya başladım...sizinde denemenizi ve tadına bakmanızı isterim dogrusu sevgili dostlarım...
25 Kasım 2009 Çarşamba
ve hergün aynı rüyaya uyuyorum...
nereye baksam aynı kız...
nereye baksam seni seviyorum...
tükenen mumların bilinen kaderine kürekler çekiyorum her gece...
yandıgı an donacak sıcaklıklar demliyorum eriyen mumlarımdan...
nereye baksam aynı kız...
nereye baksam seni seviyorum...
yazılası satırlar kovalıyorum körebelerimde...
gözlerime tüm inkarlarımı baglıyorum kimseleri görmeyeyim diye...
nereye baksam aynı kız...
nereye baksam seni seviyorum...
her hapşırmamda bir sessizlik kaplıyo içimi ve beni tanımayan bir kalabalık birde...
çok yaşamayı dilemiyorum aslında bir çok yaşa duymayı beklerken tanınmadıgım kalabalıklardan...
git gide kayboluyorum büyüdügüm sokaklarda bile...
nereye baksam aynı kız...
nereye baksam seni seviyorum...
kim ne sorsa bu devirde bana , kimsenin sorusu beklemiyor hiç verilen cevapları...
susuyorum tüm cevaplarımı işte bu yüzden sana...
ve hergün aynı rüyaya uyuyorum...
nereye baksam aynı kız...
nereye baksam seni seviyorum...
bakışını bakışıma dayayıp...
yalnızlıga saplanan...
naber istanbul...kalmadı kimse yanımda...ne bir dost ne bir düşman kimseler kalmadı yanımda...yapayalnız bir yalnızlıgın ortasında kalakaldım öylece...bomboş bir okyanusun anlamsız maviligi içinde küreksiz bir sandalım yalnızlıga saplanan...kimsesiz bir masal kaldım sayfaları yırtılmış yarım bir kitap sanki...
23 Kasım 2009 Pazartesi
sevgili istanbul her yanımız sis...
sis
domuz gribi...
sis
yeni ay...
sis
açılımlar...
saçılımlar...
sis
aynı tas aynı hayat ( hiçbirşey degişmiyo bu yaşamda... )
sis
soguklar , maçlar , diziler , çaylar , kahveler , sıcacık çorbalar, dostlar , hatıralar ...
sis
önümüzü göremiyoruz bir türlü...bir sis kapladı ki sorma her yanımızı istanbul...ne zaman dagılıp gidicek acaba herşey bilmiyorum...cahil bekleyişlerdeyiz...bilmiyoruz...bekliyoruz...hadi hayırlısı sevgili istanbul...yine elele ...yine beraberiz ...
düştüm : çaresiz gökyüzüne bakış ...
düştüm...
gerçek olamadım bir türlü...
düştüm...
dengemi bulamadım kuramadım bir türlü...
düştüm...
ellerimden beni tutup yakalamanı bekleyen düşler kurdum gecelere...düştüm...dizlerimde yara kabuklarıyla acıyan adımlar attım sana dogru yürüyen...düştüm...yere uzanıp bakakaldım gökyüzüne , gülümseyen aptal bir mutlulugun suratını giyip yüzüme...düştüm...hergece zihnimden rüyalarıma esen tutkularımın esiri kaldım düşlerimde...rüyalarda seviştim durmadan seninle sabahlara kadar üç beş saniyeler içinde...düştüm...kararan bir gecenin rengini gözlerin saydım...ışıl ışıl yıldızları gözlerinin ışıgı yaptım düşlerimde...düştüm...kararan kara gözlerinden bakışlarının narin dallarına tırmanırken yüreginin dibine düştüm...kalbimi kırdım...
düştüm...
gözlerinde ışıldayan küçük bir çocugun düşüydüm aslında
düşen süt dişlerinin eksik gülümseyişinde...
yalan diş perilerine inanan heyecanlı yastık altı bekleyişlerinde...
düştüm...
düşen tüm kar tanelerinin pencere önü krema görünüşlerine...
ne zaman kar yagsa heryerine bu şehrin
evlerin çatıları pencere kenarları kenarlarından taşar kremaları sanki...
bu şehir pasta olup çıkar gözlerimde inanki...
afiyet olsun sevgili...
rumuz : ekmek kırıntısı ...
eksik gülüşüne sarılan...
acıyan ellerimin kanayan sıcaklıgından akıp gidiyorum sana...kanayan içimin soguk terlerinden dökülüp anlatıyorum sana tüm masallarımı...diz kapaklarımı çakıl taşlarına , avuçlarımı taş parçası sızılara emanet bırakıyorum ne zaman düşsem yüzüstü yerlere...yanıyor ellerimin içleri...kanıyor çocuk cesaretsizligim içimde bir yerlere kaçıp...
ayakta duramayan genç dengesizligimin cesur hayallerini ıslattılar gözlerimde...hızlanan kalp atışlarımı heyecandan yanan avuçlarımda kuruttular yine...kuruttular gözlerimde ıslanıp suladıgım tüm hayallerimi...
ve ben ayaklarının altına yol olmak pahasına düştüm tüm hayallerimden ellerine...bir eldiveni giymek kadar kolaydı , bir çorabı çıkarmak kadar üşenilirdi bir sonraki günün sorumlulukları ve silmeye ugraşmaktansa sayfaları yırtmak kadar basitti tüm seçimler kafalarımızda...
ve ben ayaklarının altına yol olmak pahasına düştüm tüm hayallerimden ellerine...eksik gülüşüne sarılan bir hıçkırıgım şimdi seni gördügüm herhangi bir günün akşamına uyuyan...
düştüm...
hep bir düş olarak kaldım dürüst gözlerinde...
titrek yüreginde...
düştüm...
ceplerinden yerlere , sözlerinden rüzgarlara...
sana uzanan eller büyüttüm mahkum avuçlarımın utangaç telleri arasından sana uzanan...
hep bir düş olarak kaldım dürüst gözlerinde...
düştüm...
ellerinden kayıp ıslak yagmur kaldırımlara...
şimdi tüm haksızlıkları postalıyorum ilk geldikleri zarflarına koyup gözlerimden uzaklara...
mesela pek girmedigim bir diger odasına evin...
atıyorum mektup mektup tüm sızıları içimden...
pulu pişmanlıklar , adresi sen uzaklar demliyorum aklımdaki zamanlarımızdan bize...
düştüm...
derin yükseklerden bulutlu derinliklere düştüm hep gözlerinde...
düşle beni sensiz ,
durma devam et düşündügün tüm alevleriyle meşalelerin gölgesine saklamaya beni...
düşle bizi bensiz...
düştüm...
kiremit çatılardan bir sokak arası taş basamaklarına düştüm gözlerinde...
bir kibrit çakıp yak kükürt kokan kış akşamlarının hatrına ardımdan karanlıgıma...
umut kokan umutsuzluklar ışıldayıp dursun ardım sıra her adımımda...
uzun ince bir yolun koluna girmiş caddede ateş böcekleri yanıp sönüyormuş gibi
umutsuzluga çakılan umut kıymıkları ışıldasın o yolda...
biz adına kibritler yanıyor diyelim...
penceresinde bir çocuk sihir desin sokak karanlıgında gördüklerine...
hep bir düş olarak kaldım dürüst gözlerinde...
düştüm...
ölen bir balık gibi akvaryumun kumla süslü derinlerinden suyun üstüne düştüm gözlerinde...
kibritler...
umut çubukları masallarımın...
umut çubukları bilinçaltımın...
tutuşsun tüm korkularım bir kibrit kutusu kenarına sürtünüp bir anda...
üşüsün uyuyan tüm üşümelerim içimdeki titreyişlerimin rüzgarlarına tutunup...
uyansın içimdeki tüm soguklar buz gibi bir ocak sabahına...
dokuz dogursun ocak o soguk sabahına uyanıp...
hep bir düş olarak kaldım dürüst gözlerinde...
düştüm...
bakışlarının hizasından diz çökmüş ayaklarımda ayaklarının önüne düştüm gözlerinde...
tekrar bakışlarının hizasına düşürdüm tüm sakladıklarımı işte...
hep bir düş olarak kaldım dürüst gözlerinde...
düştüm...
diz kapaklarımın kanayan sıcaklıgından tüm çocukluguma düştüm gözlerinde...
öldürdüm tüm eski benleri içimden...
sen kazandın...
öldürdüm tüm eski benleri içimden...
tüm eski günleri döktüm böbreklerimden acılarla süzüp...
öldürdüm tüm eski benleri içimden...
sorma neden...
öldürdüm tüm eski benleri içimden...
kan revan yaşlı bakışlarımı kesip attım dipsiz taş kuyulara zindan düşüşlere...
sen kazandın...
tüm eski benleri öldürdüm içimden...
içimden kan ırmakları döktüm gözlerimin deniz derinligine...
öldürdüm tüm eski benleri içimden...
kan kırmızı pazartesiler uyandım kayıp sabahların yalnızlıgına sımsıkı sarılıp...
sen kazandın...
tüm eski benleri öldürdüm içimden...
katiliyim tüm dürüst hislerimin artık
kalbim kaç kalibre atar acaba şimdi bilmiyorum...
soyunuyorum tüm silahsızlıgımı gözlerimden...
bakışlarıma cepheler kazıyorum tabur tabur dökülen aglayışlarımdan...
sen kazandın...
öldürdüm tüm eski benleri içimden...
vicdanımın ebedi mahkumuyum kemik parmaklıklar ardında şimdi...
gögüs kafesimin agrılarında yalnız atmaya mahkum kaldı kalbim...
müebbet yaşamayı ceza kestiler kurşundan aşk kalemimi kırıp...
sen kazandın...
öldürdüm tüm eski benleri içimden...
katiliyim tüm sevdalı bakışların deniz kenarı kaldırımlarında bu kentin...
katiliyim tüm aşık sözlerimin
aşık mısralarımın artık...
sen kazandın...
tüm kaybedişleri silahımda unutup bastım dilimin tetigine...
sen kazandın...
öldürdüm tüm eski benleri içimden...
4 Kasım 2009 Çarşamba
bütün gün titredin içimde...
düşer gider tutamazsın gibi...
kayar gider gözden dolup dolup kayıp gidenler gibi...
dökülür gider yakalayamazsın gibi...
düşer gider farkedemezsin...
düşer gider tutamazsın gibi...
yuvasından düşen uçmayı bilmeyen yavru kuş gibi...
tenine çakılıp kalmış gibi...
tutunamazsın ve...
düşer gider tutamazsın gibi...
gözyaşlarını durduramazsın gibi...
öksürdüm bugün seni cigerlerimden...
bütün gün titredin içimde...
3 Kasım 2009 Salı
bindim gidiyorum...
bindim gidiyorum...
onbinlere dogru yol alıyorum sessizden usuldan...
bindim gidiyorum...
arkamdan çekiliyorum durmadan...
gerime sallanışlar döküyorum avuçlarımdan akıp giden...
dökülen yagmurların tersine adım atıyorum...
bindim gidiyorum...
kafamı bugulu pencerelerin omzuna koyuyorum...
bindim gidiyorum...
durakları unutup kayboluyorum
bu kentin yabancı bakışları ile turisti oluyorum...
bindim gidiyorum...
tüm yüzler ardımdan geliyor...
yüzler dökülüyor gözlerimden...
bindim gidiyorum...
bir bir dökülüyorum göklerimden...
çatılardan damlıyor çatlak kaldırımlardan birikiyorum...
bindim gidiyorum...
ardımdan kimse el sallamıyor...
bindim gidiyorum...
tüm sallanışlarımdan düşüp
salıncagımdan üşüyorum...
tıka basa dolu bir minibüste neden yapayalnızdır tüm bakışlar düşünüyorum...
ALLAH rahmet eylesin bir umudun daha yanıp gitti bu dünyadan...başın sagolsun kibritçi kız ...
27 Ekim 2009 Salı
mutluca seni kıskanıyorum...
ne yaptıgını bilmedigim günlerden bir tanesi daha yırtılıp düşüyor takvimden işte...
kimbilir neredesin şimdi...nerelerdesin...neler yapıyosun...
uzaktan uzagından üşümek sensiz senden habersiz...
ne kadar sıcak olsada ısınamamak bir türlü...
ne yaptıgını bilmedigim günlerden bir tanesi daha yırtılıp gidiyor takvimden işte...
hep seni merak ediyorum ...seni düşünüyorum...
beni düşünmedigini bile bile seni düşünüyorum...
öksüz umutlarım yetim tebessümlerim var bir yerlerde gizledigim...
kurumaya sakladıgım yapraklarıma arkadaş , mektupların var bir yerlerde saklı tuttugum...
çıkarmadıgım...çıkarmaya korktugum...
ne yaptıgını bilmedigim günlerden bir tanesi daha yırtılıp düşüyor takvimden işte...
gizlice yeni bir fotografını arıyorum ordan burdan...
bir gülümseyişini görüyorum ...içten...yorgun...yaşlanmış...mutlu...
yas dolu bir cenazenin en güzel gülüşünü izliyorum sanki senden...
beni gömüyosun anlıyorum...
mutluca seni kıskanıyorum...
20 Ekim 2009 Salı
kara kuru yalnızlıklar kafesi ...
kara kuru yalnızlıklarımdan hatıraların ardına kaçıp saklanıyorum...
düşlerim boynuma atkıdır böyle üşüdügüm zamanlarında sensizligimin...
daha sıkı sarılır sarmalarım düşlerine...
sararım boynuma hayallerimin yünden kollarını daha bir sıkı...
yüzümden kaçarım böyle zamanlarda hep...
aynalardan koşar pencerelerden yansıyan yalnızlıklarımın tersine koşarım...
yüzümden kaçar saklanırım...
düşlerime kapanırım...
terleyen bir sıcaklık ile uzanırım koşup yoruldugum ıslak yol kenarlarına...
şu an aldıgım nefesten mahrum kalmayı o kadar çok isterdimki...
üzülüyorum...
ekilen tüm başarılarım topraklarımdan başarısızlıklar olarak boy verdiler ...
don yedi topraklarım...
hasatsızım ...
çaresizim...
soguk kimsesiz bir meydanın valsiyim şimdi...
üşümüş acıkmış adımlarımın titreyen dansıyım...
sürüldüm harman yerimden ...
müebbet nadasımın idamıyım şimdi...
dua odası ...
tüm filizlenişlerimde acı bir tat var...
agzımda dilimde hoşnutsuz bir his yüzüme vuruyor ...
bir laneti lanetlediler üzerime sanki...
ALLAHIM tüm beddualardan soyunmama yardım et lütfen...
izin ver kurtulmama ALLAHIM...
aşk nereye saklandı acaba bulamıyorum bir türlü ...???
bitmeyen saklambaçtan sıkıntılı isyanlar...
amin ...
bag bozumu ...
gözlerinde geziyorum ...
mevsimlerden bag bozumu ...
yapraklar uçuşuyor yerlerden rüzgarların sırtına binip
koşuşturuyolar dört nala sokaklardaki süzülüşlere dogru...
sararıyor bakışlarım...
yaşlanıyoruz burnumuzdan düşen her kum tanesi nefes ile ömürden
cigerler kum saatimizden dolup boşalan zaman sanki...
yaşadıklarımız sayılıyor bizden habersiz biz ile...
gözlerinde geziyorum...
mevsimlerden bag bozumu...
topluyorum kara üzüm gözlerini bakışlarının bagından...
ıslak öpüşlerime ıslatıp çıkarıyorum güzel gözlerini...
seriyorum yüregimin güneşi altına...
düşüyor saplarından tüm çarpışları çırpınışları ile mis kokan yüregin...
gözlerinde geziyorum...
mevsimlerden bag bozumu...
uzanıyorum bakışlarının sıcacık topraklı bagına...
gökyüzü ne kadarda güzel görünüyor bakışlarına uzandıgımda
avuçlarının zemininden dünya ne kadarda güzel ve özel...
mucizelere inanıyorum...
çünkü seni seviyorum...
hissedilenlerin çıglıkları...
ma ...
man ...
mant ...
mantı ...
mantı-k ...
mantık ...
tüm şikayetler , tabular , insan kafasından gelme kurallar ve yasaklar ...nedense hep hissedilenler , duygular mantık denen hala anlamını çözemedigim kavram ile bir terazinin iki farklı tarafı gibi uzak ve ters orantılıdır...o zaman mantık birazda mutsuzluk ve buna ragmen dayanmak durumlarınıda içerir bünyesinde...ve bu iyi birşey olamaz ...mantık ...kafam çok karışık bu durumla ilgili...mantık...nedense bana bukalemun gibi gelir hep...her duruma göre renk degiştirip adapte olabilen sözler ile mantıklı kabul edilebilir her durum...yanlış olmayan şeyler yanlış kabul edilebilir mesela birkaç degişken açıklama ve zorlama dayatmalar ile birlikte...saçmalık...yazık...çok yazık ...kafalardaki tabuların yasakların korkuların türlü yalanlar ile zorla yapılması gerektigine inanılan düşünceler dayatmalar ve yalan sözlerle bunların dogru olduguna inandırılma ugraşı...buna mantık dediler insanogulları...yaşayarak ögrendik hepimiz bunları...duydukça gözlerimden yere tükürdüm durdum isyanlarımı...mantık ...saçmalık ...kimse duymuyor mu içinin karanlık odalarından birine hapsedip görmezden gelmeye çalıştıgı hissettiklerinin , gerçeklerinin çıglıklarını ...kulaklarımızı gözlerimizi kapatmaya çalışmak işe yaramaz o çıglıklardan kaçmaya kurtulmaya malesef...mantık ve hissedilenler...biri esir olmadan digeri kazanamaz asla aralarındaki savaşı...şimdi sen mantıklısın ,mantıklı bir seçim yaptın ve mantıgınla daha mutlu yaşadıgına inanıyosun polyanna mutluluklar saçıp etrafa...ya yüregine kapattıgın zincirledigin hislerin ...ya hissedilenlerin çıglıkları ...
mantık ...
tek kelime ile saçmalık ...tek kelime ile hislere vurulan bir prangadır...
peki ya esaret mantıklı mıdır ... ???
13 Ekim 2009 Salı
bir çocuk odasının yalnızlık defterinden ...
yorumsuz kaldık sevgili günlük...kimse yazmıyor artık bize...hatıra defterlerinden çalınma birkaç yalan söz kopya mısralar bile yok yazılarımız arkasında...terketmiş bizi herkes...yalnız kalmışız bu karanlık kentinde bu blogun bu şehrin...tüm satırlarımız terkedilmiş ve hiçbir mısra bunun farkında degil galiba...sizsiz olmuyor ... dönün artık tüm sizler...oyuncaksız kalmış bir çocuk odasıyım sizler olmadan...tüm çocuklar kaçıyor yani benden ...sizsi z anlamsızım ...
duvarlarıma dokunan ellerimden duvara terleyen sözlerim...
* bu şehirde üşümek seni özlemektir tüm kalabalıklar arasından asla gelmeyecegini bile bile oturup seni gözlemektir gelmeyecegin yollardan sevgilim...gözledikçe gözlerim oturdukça yüregim daha çok üşür sevgilim...ve ben seni özleyişime daha çok düşerim...
* bir varsın bir yoksun bir masal başlangıcı gibisin dogrusu ...
* attıgınız her imza farklıdır hepsi aynı gibi görünsede ...anlar farklıdır...düşlenenler farklıdır...istediklerin farklıdır ...kimse bilmesede aynı günlerin farklı imzalı saniyelerini yaşıyoruz biz hergün...
imza : amuda kalkarak uyuyan bir yarasa düz mü durur yani diye merak eden yavru yarasa...ve neresiyle tutunur o zaman tavana...
hiçbir yazı borcum degil , hiçbir yazı borcun degil ...
hiçbir yazı borcum degil , hiçbir yazı borcun degil...
sadece hayal ettiklerini öde bana...
düşelim göz göze heryerden
yüksekligi önemli degil düştügümüz yerlerin ; seninle olsun yeter bana...
ellerini ver bana sorma bişey ne olur
sorgusuz sualsiz al yüregimi ellerine tekrar...
idam et tüm sözlerimi çok kan kaybedilen üşüyüşlerin altında...
uyuyakalarak tüm yaşama
rüya gibi ölelim sarılarak sevda taşına...
adına mezar taşın desinler
ve biz gülümseyelim öldügümüz yerden onlara...
hiçbir yazı borcum degil , hiçbir yazı borcun degil...
sadece düşlediklerini öde bana...
sevelim körü körüne birbirimizi yeniden
arkamızdan çocuklar koşsun arabalar arkasından koşan köy destanları gibi...
korkusuzlugumuzu yenelim beraberce
ve korkalım titreye titreye aglayarak birbirimizi kaybetmekten tekrar tekrar...
sarılalım daha bir sıkı aldıgımız her nefeste açılan boşluklara inat karışalım ruhundan ruhuma...
hiçbir yazı borcum degil , hiçbir yazı borcun degil ...
sadece kederlerini öde bana...
bir yalnızlık demleniyor gözlerimin sobası bakışlarımın bugu bugu yanışı üzerine...
dalgalanıyor duvarlarım sıcacık gölgelerin tırmanışlarında...
çık dön ne olur
gel yeniden yüregime...
kamp kur avuçlarıma sıcaklıgının çadırına uyuyuşlar işleyip...
nakışlar baglasın gözlerin gözlerime ...
beni tekrar ör ıslak tütün gözlerinin aglamaktan kuruyan rengine baglayıp...
hiçbir yazı borcum degil , hiçbir yazı borcun degil ...
sadece yoklugunu öde bana...
güzel yapragı sen bir agacın altından gökyüzüne bakan bir gözün yalnızlıgıyım ben bitanem...
gökte ay yerde ben yanıyorum bu sessiz yalnızlıklara sarılan gecelerde...
ve tüm yıldızlar yalnız gittikleri yerlerde...
bir hasreti yanıyor yaşamlarının sonuna dek tüm yıldızlar...
benim gözlerimde tüm gökyüzüm tüm yıldızlarım
seni özlüyorlar...
hiçbir yazı borcum degil , hiçbir yazı borcun degil ...
bana sadece sensizligini öde bu aşkın aşkım ...
hapşırdım...
10 Ekim 2009 Cumartesi
pokh gibi bir gün daha koktu işte bugün...
bir seli agladım...
9 Ekim 2009 Cuma
seni yüregime döküyorum...
tüm yaşlarımı bir zarfa döküyorum
kalemsiz pulsuz mektuplar kapatıyorum
yolu sen
sonu sen sözler yuvarlıyorum dilimin ekmek ocagında...
tüm yaşlarımı bir zarfa döküyorum
diviti bakışlarımın keskin pası , mürekkebi iç çekişlerim
saman kagıtlar çözüyorum tozlu çekmecelerden derip...
tüm yaşlarımı bir zarfa döküyorum
her aglayışımın sonunu mühürlüyorum kapanan zarflarımla.
boş bir akvaryuma atıyorum her zarfı
akvaryumlar dolduruyorum
biriktirdigim kurumuş yaşlarımdan süzülen...
tüm yaşlarımı bir zarfa döküyorum...
her zarfı farklı bir son mısra ile üfleyip nefesimle kapatıyorum...
pulu hep aynı
kagıtlardan seni seviyorumlar kesiyorum gözlerine...
tüm yaşlarımı bir zarfa döküyorum
sulanan çiçegi olmayan saksılara akan su gibi...
suluyorum boş mezarları yüregimden...
tüm yaşlarımı bir zarfa döküyorum...
sana giden yollar örüyorum tek tek taşlardan...
hiç bitmeyecekmiş gibi uzayan yollara...
tüm yaşlarımı bir zarfa döküyorum...
martıların ayaklarına baglıyorum tüm aglayışları
belki duyarsın çıglıklarında beni diye...
tüm yaşlarımı bir zarfa döküyorum
bomboş kagıtlarla dolu aglama duvarlarından bir çin seddi örüyorum yüregime...
tüm yaşlarımı döküyorum...
kapanan zarflar kuruyan gözlerimi haber veriyor...
tüm yaşlarımı bir zarfa döküyorum
beni bu zarflardan giydirsinler son günümde
kefenim gözyaşlarımdan sarılsın bedenime...
dikişsiz yaşlar sarsın tüm günahlarımı...
tüm yaşlarımı bir zarfa döküyorum...
seni kokunu döktügüm bir çaydanlıktan demleyip bardagıma...
çayımın dumanı kokun...
bardagımın sıcagı tenin...
her yudum sen bir sevdayı demliyorum ocagımın közü üstüne...
tüm yaşlarımı bir zarfa döküyorum...
seni yüregime...
* teşekkürler figen ...
7 Ekim 2009 Çarşamba
45 dakika 26 saniye...
ben bir çatının altına saklanayım saklanabildigim kadar...
ben bir çatının altına saklanayım saklanabildigim kadar ...
girip altına bir ahşap çatı saçagının...
heryer yagmur olsun...
ıslak bir akşam koksun bakışlarımıza...
uzanan ellerime damla damla düş parmaklarımdan süzülüp sende...
burnumda ıslanan topragın kokusunu sık parfümün diye üzerine...
ben gelip saçlarından günü koklayayım...
ben bir çatının altına saklanayım saklanabildigim kadar...
nefeslerim üşüsün içimden yüregime dek...
kanıma odunlar atılıp yakılsın ısınsın dudaklarımız diye...
odunu saçlarının dallarından topladıgım mısralar olsun...
ben bir çatının altına saklanayım saklanabildigim kadar...
birinden kaçsam digerine yakalansam yagan damlaların ...
sırılsıklam suskunluga demlensem dursam seni beklerken...
seni bekledigimi bilmesende hiç...
of ooof...
of çekip alev alsam yagmurlar altında alev alev başımda dumanlar sana dökülsem...
ben bir çatının altına saklanayım saklanabildigim kadar...
tüm yagmurlardan kaçıp otursam yanıbaşına...
hiç otobüsüne binmeyecegim bir durakta sırf sen yanı diye
saatlerce asla gelmeyecek bir otobüsü beklesem...
ben bir çatının altına saklanayım saklanabildigim kadar...
sende rastgele oraya sıgınmış prensesi serçelerin...
ıslak kanatlarımıza bakıp
uçamayacagımızı geçirsek ikimizde beş karış havada aşık aklımızdan...
ben bir çatının altına saklanayım saklanabildigim kadar...
sen elimi tut ıslak yüregine yüregimi göm derinlere inebildigin kadar...
bombalar yagdır üzerime kara gözlüm...
bombalar yagdır üzerime kara gözlüm...
şemsiyemi açamadan saganak bombalara yakalanıp
ıslanayım nazlı sözlerinin her harfi ile...
şıp şıp damlasın saçlarımdan bakışlarıma kalbinin atışları...
bombalar yagdır üzerime kara gözlüm...
bir naylon poşete sarılayım çaresiz kaçarken
başıma çatı uçuşuma paraşüt olsun diye...
her yeri arasın askerlerin misali o düşman bakışların
yüregime saklı korkmuş mülteci heyecanlarımı...
bombalar yagdır üzerime kara gözlüm...
patlasın dört bir yanım
kan revan uçuşsun tüm organlarım gökyüzüne
tüm yagan kanlarımın yagmuru altında
sen yüregimi tut sadece olur mu...
çünkü sahibi sen bir yürege kiradır her saniyem tüm atışları ile...
bombalar yagdır üzerime kara gözlüm...
yagan bombalardan kaçarken titreyerek heyecanla
seni gördügümüz andır
aldıgımız her nefese şükürler baglayıp güldügümüz...
bombalar yagdır üzerime kara gözlüm...
gökyüzünden süzülen kum taneleri gibi toz olayım dökülüp ellerine...
30 Eylül 2009 Çarşamba
karnımda bir agrıdır agrı dagı...
karnımda bir agrıdır agrı dagı...
eteklerinin altına saklandıkça heyecanla terleyip üşüdügüm utangaç bir kadın...
ne zaman sordularsa bana adın ne diye
dahada suskunlugun içine düşer bakışlarım iyiden iyiye...
karnımda bir agrıdır agrı dagı...
tüm heyecanlarımı kalbimden yuvarlayıp karnımda eriten...
eteginde kar bir kadını çıplak ayaklı bir sokakta yürüten...
yüregimde bir agrıdır agrı dagı ...
gündüzü sana geceyi bana uzattılar sevgili ...
düşünceler düşünce ...
önce düşünceler düşer yerlere herşeyden önce...
yıgılır kalır hayat ayaklarının önünde öylece...
düşünceler düşünce
kolu kırılır bir çocugun agaçtan düşmüşcesine...
oturup aglıyor tüm mektuplar hayata küsmüşcesine...
avuçlarına üfler tüm hatıraları sanki üşümüşcesine...
ve önce düşünceler düşer yerlere herşeyden önce...
düşünceler düşünce
toplanır agaçta kalanlar yerdekiler ile birlikte...
şiir sallamaktır birazda ...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)