4 Eylül 2010 Cumartesi

koşuyor işte herşey sana dört nala...


koşuyor işte herşey sana dört nala...
şimşekler göklere,
yağmurlar yerlere,
başım düşer yastığa...
gözler kapanır kimbilir belkide boşluğa...
ama koşuyor işte herşey sana dört nala...
biçare düşüyor gözlerden dökülenler sandığa...
limon çiçekleri güneşi kıskanıyor gökte,
kır çiçekleri göğü güneşte...
ne kadarda mavimsi yüzüne yansıyan deniz ,
allığı gökyüzün oysaki...
koşuyor işte herşey sana dört nala...
deniz atları uzanıyor uyuyup kumsala...
hepsinde bir yarış,
hipodromu saçlarının gecesi,
belkide bir telaşın endişesi kim bilecek ki...
saçına toka olabilmek için kuruyup,
güneşin kollarına kurban ediyorlar kendilerini,
mavi denizin hırçın atları gençliklerini...
koşuyor işte herşey sana dört nala...
nalsız dalgaların rüzgar kadar hızlı koşucuları onlar...
sessiz bir yarış bu dalgaların arasından koynuna koşan...
oysa kişnemeler ne kadarda oyunbozan...
ama koşuyor işte herşey sana dört nala...
saçlarında sahranın kumlarını döven dört nala bir deniz atı
can veriyor kuruyup...
arabın atı gibi çatlayana kadar koşuyor mısralar ardından,
susuz ve yorgun kalsada durmak istemeyen asla...
bitap ve biçare nefesler son nefes duası oluyor dilinde kağıdın...
kağıt ıslanıyor, dilin çölü susayınca rüzgarı...
avuçlarının ovasına ulaşınca yığılıp kalıyor şiir ellerinde...
şairi ölü cümlelerin yaslı sessizliğidir gecenin karanlığı,
suyu bir ölünün elleri kadar soğuk hayallerin kerpiç köyünde...

Hiç yorum yok: