24 Haziran 2010 Perşembe

gamzende geceye saklanan şehir...


gülüşünde buram buram dumanın kokusuydu
gamzende geceye saklanan şehir...
yanan boğazında akan buz gibi bir deniz...
ve yüreğinden dökülen ateşin alev dalgalarıydı
sanki ayak iziniz...
nefesinden dökülen şelalenin esintisiydi
kokusuna doyulmaz sesiniz...
hırpani düşlerimde mısralarımın yürüdüğü can köprüsüydü
saçınızdan bana armağan esip düşen tek teliniz...
gardiyanımın elinde gökyüzümde parlayan güneşti sanki
bana ölümü bile sevdiren ,
yaşamın soğuk sonu, sözlerimin baltası keskin eliniz...
ipek kadar yumuşak ve haram sayılan kefenimdi sanki
dokunduğum narin teniniz...
al canımı diye insanı yalvartan,
ala kırmızıyı öğreten,
kana rengini yeniden boyatan,
yanağınızdaki utanan güneşin kollarına uzanan kirazdan renginiz...
sorarım var mı ki şu basit dünyada denginiz...
sorarım kelimelerden hecelere kadar size,
susarım denizde geceye diye tüten muma cevap
gözlerinizde yanan alevden ışığa...
denizde geceye diye tüten mumda ısınırım,
aldığınız nefeslerin rüzgarlarında üşüyen tenimde mutluca...
ve avuçlarıma siz kokulu bir şiir üflerim,
geceden eşsiz bir koku çalıp...
ve avuçlarıma siz kokulu bir şiir üflerim
yüreğimde ısınan kor nefeslerimden yakıp...
ve mısralar dökerim sıcacık su gibi demir demir
boğazdan sulara...
soğuturum satır satır şiirimi denizinden bu şehrin...
mumunu gözlerinizin ışıltısından tutuşturabilirim ancak,
yokluğunuzdan kararan bu kör bahtın...
söyleyin bana lütfen,
şehzadesi olabilir miyim
saçlarınızdan esen çiçek kokulu tellerinden
örülmüş bu eşsiz tahtın...

Hiç yorum yok: