30 Aralık 2024 Pazartesi

Mezarlıkta mı uyudun sen dün gece ?

 
Rüyalarım hangi dilde bilmiyorum inan.
Rüyalarımda sevişiyoruz seninle her gece ama,durmaksızın...
Kıyamet günü karşılaşmışız da seninle sanki,
Yaşamanın bizden çaldığı,bize borçlu olduğu her anı pençelerimizi geçirip nefeslerimizden söküyormuşuz gibi öpüşüyoruz mesela,
Yumuşacık ipek bir mendil ile kuruyan kanımızı silmeye çalışıyormuş gibi dokunuyoruz dudaklarımızdan tenimize,
Isırmak isterken aynı anda üstelik,
karınca adımları misali usul usul.
Bilmem ki neden...
Gözlerimiz;
yolların bomboş olduğu ve herkesin küçük kuşlar gibi saçak altlarına kaçıp saklandığı bir yağmurun ıslaklığını giymiş üstüne sanki.
Birer şişe suyuz seninle belki,
Bir avuç buğday geçen ağustostan kalma kilerde belkide.
Tükeniyoruz sevgilim.
Kabul etmese de paslanan etimiz,meşale misali yanan alev alev zihinlerimiz bunu,
Tükeniyoruz sevgilim,
Usul usul azalıyoruz her şeyimizden.
En rahatsız edici olanı yani bunu yaşamanın,
Yavaş yavaş ölüyoruz...
Rüyalarım hangi dilde bilmiyorum inan.
Rüyalarımda sevişiyoruz seninle her gece ama,durmaksızın...
Bir sezen şarkısını demliyor kireçli demliğim ateşte.
Bardağı çatlıyor sevdanın.
Islanıyor halı,her yere şiir dökülüyor...
Sen beni bu kez de kötü italyancan ile bıçaklıyorsun.
Rüyalarım hangi dilde bilmiyorum inan.
Rüyalarımda sevişiyoruz seninle her gece ama,durmaksızın...
Bir doktorun yağlı kırbacı şaklıyor kulaklarımda sonra,
Esir kinler akşamı bir yol üstü tiyatrosu sanki her karşılaşmamız,
Sırtımda bakışlarının beni bırakan dayanılmaz yarası,
Gözlerimin denizinde batık bir şehir mukaddes hatıraların,
her gece dalıp yürüdüğüm o aynı sokaklarında vazgeçilemez şu eşsiz kahrın,
Gözlerimde sevdan...
Damda kuruttuğum mayhoş düşlerimi çiğneyip dayanıyorum,yokluğunun kuraklığından bana miras açlığıma...
Rüyalarım hangi dilde bilmiyorum inan.
Rüyalarımda sevişiyoruz seninle her gece ama,durmaksızın...
Ben saçının kırık ucu,
Sen kutup gündüzü düşlerimin güneyinde.
Batmayan güneşler ülkesi bir soğuk sonra ellerin,
üşümüşsün,
Mezarlıkta mı uyudun sen dün gece ?
Ve ben ucu kesik eldivenler katlıyorum hala sana mektup mektup sadece...


22.27 
azgın ağlamalar atlası yalnızlığın günlüğünde,
ve düşler gülüşlerine yağıyor bu soysuz hasretlerin kardan,soğuk çöllerinde...
hangi kum,bıçak olmaz ki bu hain yaranın lav demi sıcak kanı altında söyle...

29 Aralık 2024 Pazar

Tükürüyor zamanı,sözünü tutmayan her saat bileğinde

 
Çivi,tahta ve kan...
İsa'nın tuzlu kan yaşları tam da şu hain zaman.
Şeref yoksunu çingene vakti.
Ve ekmeksizlik açlığın çöllerinde,
Sattırır eski paslı çivisini isa'nın ızdıraplarının...
Hain azizler zamanı gözlerin,akşam güneşinin rengi cebinde hayallerin...
Çivi,tahta ve kan...
Tükürüyor zamanı sözünü tutmayan her saat bileğinde...
Yalanlar yakıyor dilinde tanrı,ısınabilmek için göğün soğuklarında...
Köleler ısınıyor sönmüş küllerin yanıbaşında gece yarılarının...
Çivi,tahta ve kan...
Çakılıyor tüm sevdalar bileklerinden ağaçların kollarına,
Kanlar suluyor günahların köklerini...
Vücutlar yanıyor acılardan,ateş düşüyor çığlıklardan sanki...
Uyuşuyor tertemiz çocuk ruhlarımız acılarımızdan tutuşup.
Çivi,tahta ve kan...
Bir yangın ve bir orman zamanı bu yaşadığımız an,
Karıncalar su taşıyor ateşe,filler kaçarken başka başka diyarlara...
Ve hain,derman maskesiyle dans eden tüm o yalancı ilaçlar...
Çivi,tahta ve kan...
Ve kan kaybediyor akrebin nefesinde yelkovan...


20.51 nokta.

Arıların saklambacı

 
Arıların saklambacı,
Ve vızıldayan ayçiçekleri düşümüzde.
Tüm kanunlarını çiğneyip dünyanın,
Yükseliyor sarı kazağı ile balın böceği göğümüzde...
Gözlerimin kapılarını taşıyamıyorum sırtımda artık nedense.
Kapanıyor ışıklar bir bir göklerde,sönüyor mumlar tek tek evlerde.
Arıların saklambacı,
Ve vızıldayan ayçiçekleri düşümüzde.
Simsiyah bir at koşuyor dört nala rüyamda,
adı Sakarya.
Ve kanı alev almış bir karıncanın,
tutmuş sökmüş bir ağacı yanarken köklerinden.
Sen;güzel tanrıçam,öpüyorum ipek tülden ruhunu kaçırıp seni düşlerin cennetinden...
Arıların saklambacı,
Ve vızıldayan ayçiçekleri düşümüzde.
Ömrün sonbaharı sararıyor saçlarımda.
Gözlerim kasım olmuş yağıyor durmaksızın şu karanlık akşamından...
Arıların saklambacı,
Ve vızıldayan ayçiçekleri düşümüzde.
Kimi sevse gönül,veysel misali körü körüne,
Gökte bulutlar hançer oldu,
Ve şimşekler yandı söndü durmadan sırtımızda.
Arıların saklambacı,
Ve vızıldayan ayçiçekleri düşümüzde.
Nasılsın iyi misin sevgilim.
Duydum,çok uzun zaman beklemişsin durduğun yerde.
Ve özür dilerim,
Yıllar sonra olsa da,
Sobe...


19.56 uçmayı öğrenememiş kuşlar var omuzlarımın öğrenci yurdunda,ve uçmayı bırakmış terketmiş üzüntüleri var yüzümün...istenmeyen bir bebek gibi,cami avlusuna bırakılmış bir duayım,sıcacık bir dudağın beşiğinde...

16 Aralık 2024 Pazartesi

Düştüğün her kuyu yusufcuklar ateşi oysa ki

 
Gitme kardeş,
Seni bağrına basmayacak,yetim bırakacak bir şehre teslim olma sakın buralardan kaçıp...
Kaçtığın her şey içinde üstelik.
Uzağına düştüğün sensin sadece,
Seni kanatan o hançeri tutan,senin kendi elin zaten her seferinde yine de...
Kendinde kanattığın yaralar,aradığın sevilmeler çabası aslında.
Kolunda kestikleri tüm o güzel çocukların,
yaşadığını hissetmeyi istemeleri sadece,
Acılardan ve kederlerden bir denizin içinde,
Ha boğuldu ha boğulacak gibi hissederken,
Bir çığlık,atılan her kesik ruhuna,
cesur,küçük bir çocukça.
Gitme kardeş,
Seni;ağlarken gözlerinden akan yağmurlarla  öpüp,yüzünü göz yaşları ile yıkamayacak dudaklara açma sakın kapılarını.
Düştüğün her kuyu yusufcuklar ateşi oysa ki.
Kanadığın her yara,öptüğün yaraların mühürlü kabuğu sayfalarca...
Gitme kardeş,
Seni,dudaklarına sürülü zehri ile bile iyileştirmeye çabalamayan her tabibden koşa koşa kaç lütfen...


00.53 kalmalar ve kaçmalar üzerine...Gitmeler ve sönmeler üstüne...

Pasaklı şiir

 
Her yer darmadağın.
İçim bombok.
Sifonu bozuk hayallerimin.
Çekip gitmez kırgın anlarım.
Kitabımın arasında saklayıp unuttuklarım.
Her yer darmadağın.
Toplayanı yok gizli çekmecemin.
Kapşonu küçük artık o sevdiğim solmuş kazağın.
Düşmez kopup kendi kendine,
Eskiyen takvim yapraklarım.
Son bahar değil o sararan gözlerimiz ardında.
Her yer darmadağın.
İçim bombok.
Sifonu basılı kalmış akşamlarımın,
Suyu durmaz gözlerimin.
A dört şiirler durağı avcumun kütüphanesi,
Ressamlar şarap uykusunda ceplerimin.
Her yer darmadağın.
İçim bombok.
Ne kadar yıkasam da geçmiyor sanki kokusu mısraların.
Burnuma açıyor kan kokusu o çocuk çiçeklerin.
Her yer darmadağın.
İçim bombok.
Kimse dokunmuyor oyun parkımdaki kumlara.
Kediler çişini yapmış o eski hatıralara...
Bir küçük kızın kalbi kırılmış,
Bir kadın ağlamış o beyaz siyah dünlere...
Her yer darmadağın.
İçim bombok.
Çölden esiyor o en güzel çiçeğin kokusu parfüm diye geceye...
Salçalı bir bulgur pilavı pişiriyor çocuğun teki,
Siyah gazoz ve turşulu,burun gıdıklayan günlere.
Her yer darmadağın.
İçim bombok.
Tüm kitapları yakıyor insan,içimdeki ağaçlar gibi.
Ve tepemizde uçuşan şu binlerce küller yıkıyor tüm günahları.


00.37 Çiş,siyah gazoz ve kül üstüne...

10 Aralık 2024 Salı

Yük çözüyorum göğümden

 
Yük çözüyorum göğümden.
Veda döküyorum hayat ağacımdan sonbaharımı boyayıp.
Tüm gerçekleri döküyorum dağımdan, sevdiklerimin yangın ertesi simsiyah eteklerine.
Yük çözüyorum göğümden.
Yüz yüze geliyorum geçmişteki her pişman an ile...
İtiraflar döküyorum utanmadan sıkılmadan.
İçimdeki gerçeklerimi dikip yakıyorum dualarımı ede ede,kafamda seninle.
Yük çözüyorum göğümden.
Ayaklarım topraktan kesiliyor,kopuyorum bastığım yerimden.
Yükseliyorum istemeden,yerden göğe doğru  düşüyorum o mavi cehenneme.
Yük çözüyorum göğümden.
Geçmişin mektuplarını döküyorum gözlerimden.
Asla olmayacağımı düşünüyordum oysa,
Çok pişmanım,hem de çok neden bilmiyorum.
Yük çözüyorum göğümden.
Çekiliyor içim ruhum uzayına aşkın,
Gezegenden nefessiz fezasına olası tüm cehennemlerin...
Yük çözüyorum göğümden.
Kalbimin kıyameti nasılsın,iyi misin.
Kızıl cehennemim.
Alev rengim,
Kor rengi,köz gözlü ahtapotum nasılsın,
Üşüyen şiirlerim,
Aynı sınıflardan farklı zamanlarda geçtiğim,nasılsın...
Yük çözüyorum göğümden.
Düş çözüyorum elinden,
Dua dikiyorum gözlerinin toprağına.
Yük çözüyorum göğümden.
Senden kopup kan döküp sana yükseliyorum dantenin cennetinden de düşüp...


23.29 tükürülen çiğnenmiş yeminler...kurutulmuş balkona asılı,üstüne acı sürülmüş şiirler...

7 Aralık 2024 Cumartesi

i had a dream

 
Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
Hepimiz bir kıyameti giymişiz üzerimize kafalarımızda,
konuşmuyoruz bunu asla ama,
Kaç maymundu o yalancılar diye soramıyoruz da...
Suspus herkes ve her şey.
Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
Sapanıyla her kuşu vurabilen usta bir asker mi,
Yoksa hiç pençesi olmasa da,savaşmaya koşturan ceylanlar mı.
Klozet kapağı kalkanı,tuvalet fırçası gürzü olan şövalyeler diyarı şimdi zaman.
Bokunu bile temizleyemeyenlerin savaşı mı olacak dördüncü dünya savaşı yoksa,
Üçüncüden geriye bir şey kalırsa tabi eğer.
Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
Düz yürüyemiyorum on üçümden beri bu beyaz kağıttan yollarda,
Hep devriğim,jonh'un gazap üzümlerinden bu yana.
Neden inan onu da bilmiyorum.
İçime beni eken,içime yazmayı eken sulayan bir kadının ağacıyım sadece ben...
Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
Sokağını süpürmeye devam eden adam mı yoksa,hiç bir şey değişmeyecek karınca için zaten diyen,
Sözleri alev alan ve tüm karın ağrılarını konuşan biri mi,ağlayan,bize kırgın ve kızgın gezegenin.
Peki kim buğday ekecek kaldırımlara her gün kuşlar için buz gibi bir savaşta...
Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
Piramit işçisi öğretmenler hangi taşın altında ve hangi zirveye ulaştıklarında ölecekler,
Şiirler eli kanlı mektuplara mı ebrulanıp gönderilecekler sevdiklerimize.
Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
Karınca da biliyor bir son olduğunu merak etme,
Ama elindeki kırıntıyı fırlatmıyor hiç bir yere,
En iyi bildiği işine sımsıkı tutunuyor anteninde titreyen duası ile...
Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
İyi bildiğim tek bir şey var;
Biz kazanacağız,
Üç defa yandıysak,yeniden yeşili filizlenip açacağız,
On defa öldüysek,yeniden ateş alacak külünden hücrelerimiz ölmüş soğuk bedenlerimizde,
Yüz defa parçalandıysak harp yerinde,yüz zeytinde tekrar can bulacağız toprağın kutsal rahminde,
Bin defa vazgeçtiysek kafamızda her şeyden,bin defa daha geri dönüp kazanacağız merak etme,
Milyon defa söz verdiysek kazanmaya yine de,tutacağız sözümüzü o ilk seferdeki gibi,kimseye tersini söyletme olur mu bizi izlediğin o mavi göklerde...
Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
Hangi karınca uçuyormuş,hangisi devasa bir dilim ekmeği kaldırabiliyormuş bilmiyorum inan...
Bildiğim bir şey var,
Buralar,bu topraklar bizim,
Buğdaylar bizim,
Kırıntılar bizim,
Yer bizim,toprağın altında yüzlerce yıldır ala boyalı yuvamız bizim,
O tertemiz yavrular bizim,
Dünler bizim,bugün yanan bugünler bizim,
Yarınlar bizim,
Düşler bizim,aşlar bizim,o kadim savaşlar bizim,
Yüzümüzdeki kana karışan,o ılık doğan sonra üşüyen yaşlar bizim,
Tüm unuttuklarımız bizim,
Tüm unutmadıklarımız bizim.
Kazandıklarımız bizim,
Tüm kaybettiklerimiz bizim...
Üçüncüsü de bizim,
Hiç yorulma denemekten,amacım seni vazgeçirmek değil inan,
Ama on üçüncü de bizim...

Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
Bir defa sevdiysek,asla bırakmayacak olan o güçlü bilek,alevlerin denizini yakıp içimizdeki rüzgar ile dalgalandıran o yürek bizim...

Kim daha cesur bilmiyorum bugün.
Ama kim kazanır,kim kazanacak çok iyi biliyorum,
İnan bana...


10.03 savaş üzerine yazılanlar,çizilenler var.Belini kırmaya çalışanlar çok taze umutların, izliyorum.Bir nefes,bir dua ile ataş alır tüm o soğumuş gri küller biliyorum...

Kadim vatan şairlerine saygıyla...Rahat uyuyun siz.Kılıçların keskinligi,mermilerin sıcaklığı geçemedi hala yazılanların kudretini...Hiçbir şey değişmedi dünden yani,merak etmeyin siz,her şey aynı...

4 Aralık 2024 Çarşamba

İçimin hayalet ağrısı

 
İçimin hayalet ağrısı.
Kanıma usul usul düştün karıştın ilk başta.
Etime filiz açtın ilk baharın rüzgarına binip uçuşup.
Kemiklerime sızdın ince ince,içinde sessiz yürüyen bir dert misali.
Karıştın nefeslerime,
kardın kendini ruhuma vurup vurup,eleğe yüzlerce kez düşen buğday tozu gibi.
İçimin hayalet ağrısı.
Yokluğunun hemen bir sonraki gün ertesi,
Sabahın beşi,bilemedin beş buçuk zamanı,
Sessiz ve soğuk mevsime inat her şey,
Bir önceki günün tüm izleri yazmış olanların mektubunu kumlara...
Tüm yaşanılan;şans eseri mi,sanat eseri mi bilemiyorum.
Ruhumun fantom ağrısı.
Kalbim iki yüz metrekare,bir artı bir ama yinede,
Zaten neden böldü ki duvarlarla yaşamını parça parça insan,
İki yüzlü belkide...
İçimin hayalet ağrısı.
Düş yapbozumun eksik parçası.
Belki küçük parçam,belki de bütünümün yarısı...
Ruhumdaki dert şehrimin hama dolabı,naure çarkı.
Damarlarım ki,inleyen ağlayan dert taşıyıcıları kainatımın.
İçimin sıcak kırmızı suyu.
Kan denizlerimin kalyonu.
İçimin hayalet ağrısı.
Kuzey denizlerim.
Dert hamurunu beraber karmayı öğrenemeyen aşıklar şehri.
Dört eli var en kirlisinden aslında bu aşk denen yangın bedenin.
Ve herkes yanmaya razı,ses çıkarmadan...
İçimin hayalet ağrısı.
Birim,
Sekizim,
Dünüm.
Deli gömleğim...
Boğulduğum buz okyanusum,atlantisim,
kanbur balinam...
İçimin hayalet ağrısı.
Yokluğun,matematiğin sıfırı...
İçimde ise,bir ağaç misali büyüyen eksilerin çınarı...
İçimin hayalet ağrısı.
Sonsuzum.
Kim kopardı,kim kesti aldı,
Kim koptu bilmiyorum.
Uyanmak istemediğim bir yerinde uyandım o en güzel gecemin.
Dualar ile sevdaya rüyalandım.
Bir ermiş dinledi beni.
Sustu ve hiç konuşmadı...
İçimin hayalet ağrısı.
Manasızlığımın yıldız tozu,
Tüm manalarımın tanrıçası.
Karbon göz yaşlarım.
Düşsüzlüğümün çatı katı,
Sevgi çölü.
Bilinçli hatalarım.
İçimin hayalet ağrısı.
Nefeslerimin yanar dağı.
Dildeki en büyük hatam,yazım yanlışım,
Sallanan dişim...
Barut yanığım,
İs kokum,bembeyaz gömleğimde kömür tozum,
İçimin hayalet ağrısı.
Sızlayan kıymığım,
Dilimde açmadan kuruyan küfürlerim.
Sallanan saldalyem.
Ağlamalarımın peygamber mağarası,
Çekildiğim sukunetim,
Kulağımdaki ilk vahiy,tanrımın ılık fısıltısı...
İçimin hayalet ağrısı.
Sonsuzluk çölüm,
çölde kuruyan,umman yağmurlarda boğulan gülüm...
Tanrımın güneşin ardına saklanan,görünmeyen tatlı gülümseyişi...
İçimin hayalet ağrısı.
Karşısına geçip izlediğim,musalladaki soğuk bedenim...
Tüm günahları kor ve kül yakan cehennemden sıcak tenim.
İçimin hayalet ağrısı.
Fırtınalar cennetim,
Dertli dolab'ım, *
Söylesene sevgilim,
Nasılsın iyi misin...?


10.34 çıplak ağaçlar mezarlığı.Üryan bir aralık tutuyor üşüyen elimi.çatılarda kediler donuyor, tanrının yaşayan fotoğrafı olmak için...küçük sıcacık serçeler uçuyor içime sevgilim,tüm soğuklara ve tüm ölümlere inat...


* " Benim adım dertli dolap " Yunus Emre

2 Aralık 2024 Pazartesi

Tavşan kaçmalar sokağı ve sıcak ekmek şafağı

 
- Sesiniz; ne kadar da hiç konuşmadan,sessizlikle sulanıp beklemiş bir sabaha karşının,ilk çıkan sıcak ekmeği gibi güzel kokuyor kulağımızda,nasıl da gevrek ve çıtırdıyor çekinerek dokunduğumuzda istemeden,yıkanmamış sokaktan gelen gözlerimiz ile gülüşünüze...

- Sesim ?

- Evet,sesiniz...Merhem olduğunu hiç bilmeden, bugüne dek geçmemiş yaralarımızın sızısını nasıl da alıyor yumuşacık dokunuşu ile kaçmaya çalışsak bile...

- Şaşırdım bir anda üzgünüm.Sizinle,sanki acelemiz varmış,farklı yerlere koşarken bir an çarpışmışız da,bir kitap yere düşmüş ve güzel sözler dökülmüş yerlere gibi hissettim bir an kendimi...Dökülenleri düzgünce toplamaya çalışırken tekrarladığınızı düşündüğüm,sarfettiğiniz o güzel cümleler ile büyülendi ve sustu dilim sanki...Bağışlayın tekrar lütfen...

(Adam sustu uzun uzun dalan gözleriyle bu sefer;gözleri ıslandı,biraz daha dolduğunda ise, bu aralık akşamında şehirden ışıklarını çaldı bakışlarının içine karşısındaki kişi için sanki.Konuşacak gibi oldu uzatıp başını biraz,ama konuşmadı.Suskunluğuna,üşüdüğü bir akşamdaki anne örgüsü bir yün atkı gibi daha da sımsıkı sarıldı.)

- Sesiniz neden terketti bizi ? Sizi üzdü mü söylediklerim ? Bunu istememiştim inanın.Kusura bakmayın ne olur.

(ağlayan bir çocuğun başını okşar gibi gülümsedi parlayan gözleri ile kadın.)

(Tanrı ile yüzyıllardır oynadığı saklanbacında çok iyi saklanmış,asla yakalanmamış,başarısına rağmen üzgün olan adam,ıslak gözlerini silmek ister gibi gülümsedi,dökülsün gözlerine dolan yaşlar diye.Soldaki döküldü düştü yanağına,kaşındı biraz hatta,ama kaşımadı.Sağdaki dökülemedi kaldı gözlerinin kucağında.)

- Sesim ? Sesim,düşlerinizin yelkeni; sadece rüzgarını bekliyordu sessizce.Bu şans eseri karşılaşmalardan yüzlercesi yağıyor yüzümüze her gün ama yalnız bir gezegenden yazıp,belki bazen gecede korkularımızdan kaçmak için kendimize yüksek sesle söylediğimiz; ve bazen yalnız olmadığımıza inanmaya ihtiyacımız olduğu için uzaya bağırdığımız kendi yazdığımız şarkımıza hiç devam niteliğinde bir cevap gelmemişti sadece,üstelik bu kadar güzel,hatta eski halinden de güzel olmamıştı hiç.Suskunluğum,şaşkınlığımın everesti, siz de bağışlayın  beni lütfen.Tanıştığıma memnun oldum kitap seven eşsiz güzellikteki bu değerli yalnızlığınızla...


06.58 Küçük prens,bir cemal süreya kitabı buldu o eski sokakta...

avuçlarındaki cennetimden çıplak ayak yürüyüp

 
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Ekşidir bakışları kuytularımın,keser bilmeyeni boğazından keskinliği.
Kuru nane dökmüş tanrım göğünden gözlerime.
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Kıl keçi bir posttur kıyamete dökülen sürahisi ruhumun...
Ve ağı yırtık zihnimdeki kır örümceğinin.
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Senden bana bir miras sızı,açtı göğsümün kış bahçesinde.
Gömdüm yürek kafesimden ceviz sandukama, açsın onu zaman bir asır sonra belki diye...
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Terimi,dağların rüzgarı sıcak eli ile siler yüzümden.
Kekik kokar yılda bir gülüşlerim bahar gelen çocuk ruhumda.
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Bir yörük çadır kurmaz dağlarda izlerken yıldızları.
Uyur toprağın sıcacık göğsünde aşık olduğu kadının imanına uzanıp en güzel rüyasına dalıp gitmiş gibi...
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Bin çeşit aş'a ihtiyacımız yok asla inan sevgilim,
Islanmış kuru bir ekmek,ekşi bir ayran yeter tıka basa doymamıza,
O güzel dağların eteğinde elele isek eğer...
Memleket olur o zaman sevdamız...
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Bir gelincik kanayıp açar o vakit,sol yanımın sana sevdalı yemyeşil çayırında.
Tavşan kanı sıcak düşlerim.
Ve ben eski bir çanakta her gece,
kulağımdaki ağaca kazılı dilinden göğüme, özlediğim sözlerini demler içerim...
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Bir bağlama yaş alır,kurur ve çatlar,son nefesini verir duvardaki yatağında...
Şiirsizlik kuraklığı kalbimin...
Toprağı çatlar düşlerimin.
Yağmuru sen bir susuz buğday tarlası çocuk ruhum,
Duası gülüşün,ağrılı umutlarımın...
Seni yüzbinlerce kelebek ömrü zaman kadar bekledim...
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Onlarcası konuşuyor sohbet sohbet içimde her gece inan,
Ve konusu sensin her gece dinleyip sustuğumun...
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Köpürür tüm kızmalarım,
Haykırırım içimde kırılan tüm kemikler ile ağrılarımı,
göklerin kükrediği yağmurlu geceler ile örtüp üzerini...
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Sarı bir saman kağıttı sana tek mektubum,
Kara bir sevdaya döndü zihnimin memleketinde içine sakladığım eski bir zarf ve aman diyen o gaddar zaman.
Bir yayık ayranı sallanır durur içimin dağlarında.
Bir avuç kuru toprak misali belimdeki bezde saklı peynirim,
Ekmeğin kokusu yeter düşümde annemin elini öpmeye,yememe gerek bile yok...
Belimde asla çalmadığım bir deliği eksik,ham bir kaval,paslı bir altı patlar sonra...
Seni unuturum sanma sakın,
gözlerimin ardında beni hep bekleyen çocukluğumun o düşlerden eğirdiğim köyünde,
Ocaktan kulağıma yola çıkan bir akşam ateşi çıtırtısı yeter,
Alev alan,saçını çam sakızı ile taramış bir çam kozalağının burnuma esen o ruhu okşayan kokusu,
avuçlarındaki cennetimden çıplak ayak yürüyüp,kapadığım gözlerimin ardında miracıma çıkmama yeter...


05.38 Bir hançer dağ oldu.Dağ,bir aslan buldu büyüttü.Aslan,savaşına yaraşır en keskin kılıcını doğurdu mabedinde dövüp aylarca.Ve çocuğu çalıp,adını yörük koydu Tanrı...

1 Aralık 2024 Pazar

İçimin normandiya çıkartması

 
" Demirden balinalara binmiştik,hava buz gibiydi,kış rüzgarı dövüyordu titreyen cılız gençliğimizi ama ellerim terliyordu,ensemden sıcacık bir ter damlası ara sıra kutuptaki bir buz kıran gemisi misali sırtımdaki soğuğu kıra kıra süzülüyordu sırtımdan aşağı üşüyen arkamda...Demirden balinanın metal ağzı açıldığında ilk sıradaki çocuklar pili biten oyuncaklar gibi sessizce yığıldılar ayakta durmaya çalıştıkları yerden,ayaklarının bastığı yere...Hiç bu kadar sessiz bir ölüm,bir cehennem hayal etmemiştim kabuslarımda...İlk iki sıra yığıldı buğday çuvalları misali önümüze.Etten kızıl siperlere dayanıp saklandık üzerimizde yüzlerce sivrisinek sesi misali vızıldayan sokmadan geçen mermilerden...Bu sesi duymak ve korkuyla saklanıp beklemek daha acı vericiydi inan...Isırsın biri beni yakalayıp lütfen ve bitsin bu korku ateşiyle yandığımız alevsiz cehennem dediğine eminim ben de dahil tüm yanımdakilerin...Dudakları kapanmıştı bir daha açılmamak üzere günlerce ama gözleri haykırıyordu çığlık çığlığa bunu yine de... içimde çok savaşa girmiştim senin önüne gelene kadar inan...ama bana bunu sorduğun zaman,ilk savaşımı hatırladım neden bilmiyorum kemiklerime kadar,üşüdüm,bir titreme bile geldi hatta içime nedense yıllar sonra olmasına rağmen o anda..."

                            ********


- beni neden öpmedin o gün,söyledin ama neden durdun,korktun mu ? 

- Seni kimse benim öpeceğim gibi öpemez sevgilim.Senin dudaklarında,ışıldayan eşsiz yıldız tozlarından örülmüş ruhunun huzuruna çıkarken kimse çocukluğunun ellerinden tutamayacak gözlerindeki anıları ile çünkü...

Seni kimse benim öpeceğim gibi öpemez sevgilim.Başını okşayamaz kimse,gözlerini dolduran hayallerini başardığın anlardaki çocukluğunun...Çünkü izlemediler benim izlediğim gibi seni...

Seni kimse benim öpeceğim gibi öpemez sevgilim.Kokusunu alamaz kimse vincent'in selvili çayır'ı misali ipekten gelişi güzel savrulup esen saçlarının,uzağından da olsa benim gibi...Saçlarının kokusu,gözlerimi kapadığım anda alemlere uçtuğum astral seyahatim benim; bir kaç saniye kadar ömürlü tırtıl düşüm...
Ezeli ve ebedi...Hatta belki de yalnızca edebi...Değişmez asla yine de ve ama...

Seni kimse benim öpeceğim gibi öpemez sevgilim.Ellerini tutmanın hayalinde yüzerken düşlerimin evliya gemisi,bir adım kala okyanus gözlerinden dudaklarının ılık iskelesine adım atmama,ellerim terler kendimden öte,düşlerim sararır bir günde öylece sonbaharın aylarını hiçe sayıp,ruhuma kırağı düşer,yüreğimin köyüne çığ düşer yollarım kapanır,mevsimlerim sarhoş olur düşer yere yağmurlar kusup...Şimşekler misket oynar göğümde.Misketler çarpışır bazı,gök gürültüleri ile...Dünya düşer dibine yüzdüğü karanlık denizin...Kutuplar yanar,Afrika üşür sevgilim...Gezegen kanar...Yüzemez olur okyanusların tozlu kitabı balinalar...Yıkılır Babil uykusunda,ve kimse kılını kıpırdatmaz...Her şairin beklediği o kıyamet düşer kırılır kutsal duvarında çakıldığı yerden...Mezarında tohum kırar,çiçek açar ama belki tüm o ünlü ressamlar...Denizler yanar sevgilim,denizler yanar...Kül olur ay ışığı bile,üzerimize yağar bir gece şiir olup tüm hayal ettiklerimiz belki...Romantik bir şövalye bizim içimizdeki sevgilim;kılıcından kan ve şiir damlar bozuk bir musluktan akan durdurulamaz su taneleri misali o kızıl toprağa...Bir kan gölüne uzanır uyuruz belki,tüm yorgunluklarımızı toplayıp sırtımıza o vakit belki biz de...

Seni kimse benim öpeceğim gibi öpemez sevgilim.Tutuşursa elele sıcak dudaklarımız,birkaç fani ömrü boyunca kalırım oranda,dolaşırım her çakıl tanesini dudaklarının görünmez kanyonlarında yıllarca...Uyuşur yaşamak dudaklarımızın ocağında...Erimiş kor demirden denizler doğurur ateşimiz bizden uzaktaki cehennemlere...Gözlerini açar toprağın altında kabrin,yaşamaya geri döner gelecekteki ölümün bile sevgilim...

Seni kimse benim öpeceğim gibi öpemez sevgilim.O gün,içimizdeki tüm kainatlar yaşamaya devam edebilsinler diye durdum inan sevgilim...Affet beni...


09.47 Kutbun kıyametinde ateş yanmaz sevgilim,kozmonotlar yanarak ölmeyecekler inan bana o soğuk göğünde tanrının.Nefesini tutmuş,nefes almıyor içinde yüzdüğümüz o soğuk deniz,şu tepemizdeki feza...Herkes kendi cehennemini doğurup büyütüyor kucağında...Herkesin kıyameti kendi elindeki fırçanın ucundan damlıyor yere...Neyi nasıl boyamak istersen öyle salla ellerini sevgilim,öyle yaşa ve öyle kapat gözlerini o bahsedilen son öğlene...

İçimin normandiya çıkartması.

27 Kasım 2024 Çarşamba

toplama kampı sevdalar atlası

 
Tepede küp şekli yalancı bir güneş,soluk ışığını tükürüyor yüzümüze.
Aynada yaralı,esen ihtiyar beyaz tülden perdeler.
Mevsim kasım.
Taze koyulan çayın sıcacık bulutlardan,şiirden dumanı yol gösteriyor bize.
Biz susuyoruz.
Radyoda kısık bir ses,tütün yanığı çıtırtılar var kulağımızın çekmecesinde ve sıvazlıyor yüreğimizden tutup sırtımızı...
Turşu suyu var eski bir cam bardak kadar,gözlerimiz açık düşdüğümüz düşümüzde o günkü...
Paylaşıyoruz bir simiti,
Ve kardeş payı değil hiçbir şey,
Bir sevda bölüyor her lokmamızı dudaklarımızdan çalıp bizim için sanki.
Bir somun doyurmazdı oysa,
Şimdi bir lokma gevrek dönüyor saatlerdir ağzımızda...
Mevsim sabah.
Ceketini giymiş tüm yağmurlar,sımsıkı sarılmış her damla ince boğazlı kazağına,
Üşümüş belli,kitabının arasında çadırını kurmuş o güzel yüzlü bütün çingene şiirler...
Mevsim köle pazarı çıplak ağaçlar vakti.
Saat gözlerinin mahmur kepenklerini açtığı vakitler.
Cebimizde beraberken muhtemelen yemeyi unutacağımız ögle yemeğimiz saklı.
Çobanıyız;
aşk mektuplarının,şiirlerin,kartpostalların...
Önümüzde uçsuz bucaksız yemyeşil yürü yürü bitmez bir yaşamak çayırı...
Güdüyoruz yanardağ yüreklerimizi,
Yaşımız,ilk uçuşu sıcak ülkelerine sevmenin,o genç kırlangıçların...
Kapının önünde savaşlar var.
Susamış,bomba düşüp yarısı yıkılmış evlerin balkonunda tüm o tozlu güzel çiçekler...
Tuz kalmamış.
Tüm yanıklar,yaralar öksüz tenimizde.
Ekmeksiz düşler artık,sıcak kokusu kalsa yalnız bari.
Bütün yazmalar aç kaç zamandır.
Mevsim kar,yağmur,kıyamet vakti ömrün.
Oturmuşuz seninle sıcak bir çay haneye sığınıp en kuytu masasında öğlenin.
Yalandan bir bardak söylemişiz içmeyi sevmesek de dudaklarımızı ısıtmak için sadece.
Sıcak dudaklarımız kapalı,sohbeti kesmişiz,uzayın sessizliği gözlerim gözlerine dayalı,
ısıtıyormuş üşüyen ellerimizi dudaklarımızdan dökülen ılık nefeslerimizin şelalesi .
Burnum sıcak boynuna gömülmüş bahanesiyle üşüyüp ,
cennetin beni kandıran kokusunda şiirini yazıyor sıcacık,
kalbi olup tıp tıp atan yaşayan kabir taşıma,o güzel,ince boynuna...
Bir dağ yanıyor içimizde,
bir yanardağ döküyor yüreğindekileri haykırıp her şeyi,cehennemden yakıp içini sonra.
Çay bardağında ısıtıp dövdüğüm dudağımdan içiyorum beni yakıp kül eden lavını,öleceğimi bilsem de yine de...
Dudağının ateş denizinde yüzerken gözlerine dalıp yanıp kül oluyorum...

Kalbini benimle yıka sevgilim,
Yada ardımdan kalan kadar ile.
Keza bu yangını,bu yanan kararan sevdayı yalnız bu ateşin külü temizler...


12.37 toplama kampı sevdalar atlası.


25 Kasım 2024 Pazartesi

Göynümün taştan kuytusunda bir gedik

 
Göynümün taştan kuytusunda bir gedik.
Bir çaput,bir anahtar,bir de sesin var.
Eski mavi bir tahta kapı,itsen açılırım.
Camı yok taş duvar içimin pencereleri,
Akşam rüzgarının ılık eli dolaşır üşüyen teninde,sana büyük gelen basma elbisenin altından...
Ve ne zaman kaçırsan benden o sıcacık gülüşünü dönüp yüzünü,
Yürek evim fırtınam,bir cereyan olur eser şiirden yüzüm o eski duvarda sonra...
Göynümün taştan kuytusunda bir gedik.
Bir çaput,bir anahtar,bir de sesin var.
Gece gündüz duru yok bir su sesi mektubun koynumda,
Uzanmışım yüzümde güller ile,kabrim diye satırlarının yalağına...
Ruhum yörük bir oğlak içimin dağlarında.
Gözlerim pervanesi ateşten gözlerinin peşinde,saçlarının yıldızsız gecesinde...


23.25 toprağın altında o yalnızlığın kabrinde sen düşüncesinde,yazacak yer yok sevgilim;satırlar mısralar yetim duasız kabirler diyarı...Kefeni kağıt,sen düşlerimin,kefene yazıyorum son çiğlerimi...sana tek mirasım yazdıklarım.Ve bir güneşin doğuşunda yüzüne düşsün buzdan sağılmış çiğ tanelerimin o son zarfı sevgilim...

ejderhalar sizin olsun

 
- ejderhalar sizin olsun,filler deryalar balinalar...
Koşanları,uçanları atların sizin olsun,aslanı kaplanı bu dünyanın...unutulmamak adına büyümeye ihtiyacı yok ruhumun,dev öldürmeme,timsahı yememe,gergedanın sihirli boynuzunu kırmaya neden yok,beyaz bir belugayı kırmızıya boyamama buzdan denizinde gerek yok...bir karınca olayım yeter,bir arı gibi uçup çayırları,çiçeklerin savrulan saçlarını okşayan rüzgar olayım yeter...

- amin.


23.01 ruhun karınca duası.

Kutbun yıldızını koparmış almışım gökteki dalından

 
Kutbun yıldızını koparmış almışım gökteki dalından,
koymuşum,yanmış kül olmuş sonra da üşümüş koynuma.
Atlasım,üzerimde bir dağın ağırlığı pamuk yorgan.
Taşıyorum,kapatmışım gözlerimin kapılarını,çökmüşüm hemen ardına içimdeki tüm kapıların karanlık gecede.
Düşün olmuş rüzgar boran ateşten tende.
Kaybetmek de güzel bu savaşı gözlerinin önünde diye,
göğü uzanıp öpen yekpare kaya kalende...
Kutbun yıldızını koparmış almışım gökteki dalından,
Sarmışım mendilime uğruna,silip o sana yazdığım en güzel mektubumu...
Yaş kaç diye sorsan unutsan beni,
Ondokuz bilemedin yirmi asırlardır...
Vurulduğum yerde kalmışım sanırım,
An kaybından ölmeme son bir kaç saniye kala,
Çağırmışım sanki seni yeniden, son bir kez daha görebilmek için sanki hayalini en derin hatıramdan çalıp;
" Ve sana da günaydın sevgilim. "
Sen gündüze rağmen görünen ay gibi bir mucize,
Ben yorgun güneşi sistemin...
Kutbun yıldızını koparmış almışım gökteki dalından,
Saçlarına takıyorum aydınlansın güzel yüzün diye bir mum alevi okşar gibi tütsün sonsuz çehrende,uçsuz bucaksız sevda uzayında yaşamak denen bu nefessiz ve ölüm soğuğu evrenin...
Kutbun yıldızını koparmış almışım gökteki dalından,
Zehrini çalıyorum tanrının,mora çalan dudaklarından usulca,tadına vara vara,
Sana biçilen tüm ölümleri çalıyorum üzerinden çıkarıp sen yarı ölüme düşmüş sessizce uyurken...
Beni affet sevgilim.
Kaderinin kutsal kadehinden sana ikram,zehrini içiyorum çöl gecesi teninden...
Kutbun yıldızını koparmış almışım gökteki dalından,
Kan kaybediyor karanlık gökler aslında,yıldız kayıyor zannederken çocuk ruhlardaki güzel gözler...
Seni seviyorum...


22.17 tanrının oltasında ışıl ışıl yıldızlar gibi tüm iğneler ve yem'e ihtiyacı yok kendini feda eden hiç bir ölümlünün bu küçük gölünde yaşamanın,bu düştüğümüz rengarenk ama karanlık arafın...

23 Kasım 2024 Cumartesi

ışığı büker kırık bir cam,ve güneşi büker kırgın bir şiir

 
- tez unuttun mu beni ?

- canını yakmak için yalan söylemem sana.bir cadı süpürgesi kapı eşiğimde.ve pili bitmiş düşsüzlüğümüzün.sihri kalmamış şu öğleden sonraların.gizli çatlak bir bardak ardıç ağacımın kovuğunda.bir anahtar o eski kilimin altında.devrilen gözlerinde tadı acı bir şiir şu kasım akşamları.canını yakmak için yalan söylemem sana.bir ter damlası sonra ensemden aşağı.ürperten bir üşüme şu küçük rüzgarın sırtıma mirası.ışığı büker kırık bir cam,ve güneşi büker kırgın bir şiir.canını yakmak için yalan söylemem sana.o caminin sessiz avlusundaki her güvercinin kanat seslerini,gagalarından bir an için tutamayıp yere düşürdükleri her buğday tanesinin ayrı ayrı çıkardığı sesleri hatırlıyorum evet.canını yakmak için yalan söylemem sana.


04.07 alacakaranlık dayamış eski kör paslı bıçağını sabahın boynuna...ay korkmuş,deniz çekilmiş saklanmış.

Beni kabir etmiş Yaradan

 
Cenneti yanıma ekmişler.
Beni toprak etmiş Yaradan,
Yıkamış yüzümü düşümü yağmuru ile.
Cenneti yanıma koymuşlar.
Kokusunu derman sürmüşler yarama.
Sıcacık küçücük ayaklarını dayamış bana,
İglo kalbim ısınmış cennetin güzel sobası ile.
Cenneti yanıma yatırmışlar.
Beni beşik etmiş Yaradan,
Sallamış korkumu kabusumu ninnisi ile.
Cenneti koynuma gömmüşler.
Beni kabir etmiş Yaradan,
Sulamış saçlarını çiçekler misali duaları ile.
Cenneti nefesime sarmışlar.
Beni kovan etmiş Yaradan,
Bal eylemiş içime güzel kokusunu burnumdan vızıldayarak giren binlerce hediye nefesleri ile...


23.24 yanımda bir cennetin vaadi uyuyordu,ve ben ölmeden henüz onu kokluyordum her aldığım nefeste...Yaradanın yüzüne tek pamuk ipliğinden köprümdün,yüzümde esen ılık rüzgarından eğirdiğin her güzel nefes ile sen...

Bin şükür,bir teşekkür ile...

kararır akşam olur ellerin

 
Bir binayı örtemezsin sevgilim,
Bir duvarı güneşinden saklayamazsın.
Alıkoyamazsın yaşayacaklarından nefesini.
Kimse tutmamalı çayırda bayılana kadar koşmak isteyen o yavru köpeği.
Zincire vurulmamalı bir de,
zaten göğsündeki evinde esarete mahkum edilmiş o şair yüreğin...
Bir nefesi tutamazsın zorla ruhunun elinden,
Dursun diye bedenin ruhun,
vicdanına beton çivileri çakamazlar sevgilim.
Kuşlara bir avuç buğday döküp,kafeslere kapatamazsın,
Uçmalarını çalamazlar rüyaların...
Bir ağacı kesemezsin mesela denizi görmeni engelliyo diye.
Deniz için biraz yürümelisin belki,sen eğmelisin başını biraz pencerenden belkide...
Bir düşü yarıda öldürüp kaçamazsın uykulardan öylece,
Görmelisin belkide o rüyanın hepsini...
Cevizi dalında yeşilinden kolay koparamazsın,kararır akşam olur ellerin,
Geçmez karası,yıkayamazsın...
Sevenleri ayıramazsın,
Şeytanla bir masaya oturamazsın.


22.59 her bakan görür mü düş ? Okuyan anlar,tanır mı sevdayı kağıtta ? Seven yaşar mı umursamadan hiç bir şeyi ? Kalbi olan nefessiz yaşayamaz da,aşksız yaşar mı ? Kalem yazar da,anlayan anlar mı ? 

21 Kasım 2024 Perşembe

gece,yıldızların ışığını üfleyip söndürdü gökte

 
- aptalsın sen.
- haklısın.
- savaşmayacak mısın yani,tüm kazanmaların senin olduğu belli bu savaşta dahi ?
- hayır.savaşmanın bir kazananı yoktur sevgilim...seni kanlı bir mücadelenin maddesel ödülü olarak kazanmak istemiyorum asla evet.sana verdiğim değer bundan binlerce kez daha fazla...daha kutsal,bunu bil lütfen.
- aptalsın sen.
- haklısın.
- öldür beni lütfen sevgilim.
- ve kor kılıç onu keskinleştiren suyunu bıçakladı...istemem şifa yada derman...bana yalnızca sen bir ölüm gerek...


02.17 gece,yıldızların ışığını üfleyip söndürdü gökte...ay karanlığı öptü...tan şafak ile sevişti...Biz izledik,ve sustuk...

Bir enik düştü ağaçta yuvasından

 
Bir enik düştü ağaçta yuvasından,
Bir kuş miyavladı sobanın kenarından,
Bir kedi havladı bağından,
Bir karınca uçtu bal dolu kovanından,
Bir zürafa su içti çay bardağından,
Bir hasta kustu şifa denen ilacından,
Bir aslan kaçıp kurtardı canını o acımasız ceylandan,
Bir rüya çaldı salt gerçeği yaşanan gününden,
Bir eşek bindi inmedi o kadar yüke rağmen insanın sırtından,
Bir arı kapı kapı dolaştı vazgeçmedi ekmek kırıntısından,
Bir aşık yalan söyledi,tutmadı sevdiğinin sıcacık elinden...


02.03 keramet fizikte değil,histe...

seven,seveni bıçaklasın ?

 
Kılıcını soktu kalbime dünler,
Kanadı yarınlar...
İlk başta üşümedim ama,
Titredi dişlerim az biraz sonra...
Gözlerim yağdı gök olup yüzüme,
Sel aldı düşlerim...
Kılıcını soktu kalbime dünler,
Kan kaybetti anlar.
Taş değmedi hayinlerin yolunda başıma,
Bir gül değdi,kanadı tüm bugünler...
Kılıcını soktu kalbime dünler,
Kanadı yüzünü avcuma alışlarım,
Önümde kan revan beyaz göynek sayfalarım,
Üşüdü satırlarım...
Kılıcını soktu kalbime dünler,
Ve çevirdi keskin demiri içimde saçından esen o eşsiz rüzgar...
Canım hiç acı...
Canım çok acıdı...


01.53 seven,seveni bıçaklasın ?

kalemi bıçak açtı,gülü güneş

 
Kalbim taş imiş.
Paramparça gecede güçsüz düşüp,dağılmış.
Soğuk buz gibi.
Sen bir inanıp yaslasan başını,
Yumuşacık yastık imiş.
Kalbim taş imiş.
Un ufak çöl akşamı ay ışığının dudağında.
Bir şiir düşer göğün dilinden.
Sen bir sevip okusan şiirimi,
Bir deli olurmuş ermiş yırtıp söküp kozasını.
Kalbim taş imiş.
Kum olmuş gecede denize.
Bir yaş düşer cennetten yanağıma.
Sen bir içsen ruhumu tenimden.
Bir gafil cennet olur ateşlerinden doğup cehennemin.
Kalbim taş imiş.
Sevdayı yazmışlar kazıyıp.


01.37 kalemi bıçak açtı,gülü güneş...

18 Kasım 2024 Pazartesi

Ve Harry'nin oğlunun adı Albus Severus idi

 
Binlerce yıl sonra,kırdım inadımı.
Harry'nin hikayesini izledim.
Bu kadar zaman beklediğime pişmanım şimdi elbette.
Kesinlikle okunması gerekenlerden bu arada.
Ne kadar da aptalım.
Bu kadar geç kalmamalıydım bu sihirli hikayeye.
Çok derinden etkiledi beni,sarstı.

Ve Harry'nin oğlunun adı Albus Severus idi.
Hava parçalı bulutlu dedi haberler,
Bir sağanak hali vardı oysa bende...
Yanıldık yine herhalde.


00.54 bir film izledim eskilerden.

17 Kasım 2024 Pazar

ve gökteki cennetine yürüyor sanki o sessiz merdiven

 

Bir basamaklar yolu bitmez tükenmez,geceler boyu başımda,
geçilmez çölün kumu anlamsız o büyük savaşlarca...
Yüreğin Sina,
Ve kıskanır seni her Sahra.
On üç gün yandım güneş ile kavrulup dünya cehenneminde de,
Dayandım günlerce gecelerce tüm kazanmaların sürgününde,
Ve bir dakikada düştü şehrim,sancağım sen ile.
Ölür ateş yiyen aslanlar bile susuzluktan daha savaşmadan oysa gözlerinin surları önünde...
Otuz dokuz adım bir sonsuzluk önümde,
Binbir yeminden örülü beton kabirler,
tutulamayan sözlerin mevsimi ardımız ve sonra.
Dilinde bir,içinde bin tanrı çiğneyen yalancılar büyütmüşsün ey koca şehir...
Üzülme,
Utanma sen.
Al kanımı çalıp sinemden izinsiz,
mürekkep etmiş yazmışım yeminimi kör gençliğimi feda edip kağıdına ruhunun,
Ay'ın ışığını süzmüşüm denizden,zarfını katlamış suda melekler,
Dudaklarının dut kokusunu mührüm sayıp katık etmişim,sevdam sevdan ile erimiş,damlamış ve kapanmış...
Yemin vermişim bir kutsal kabirden düşlerime...
Otuz dokuz adım bir sonsuzluk önümde,
Göğe dikmiş başını bir aslanınki gibi,
ve gökteki cennetine yürüyor sanki o sessiz merdiven...
Hangi kükremesinde gördüm seni,
Hangi dişinde öptüm seni o aslanın bilmem...
Hangi hisar hançerini sapladı sırtıma,
Hangi rüya büyüdü kabus oldu gecelerime bilmem.
Otuz dokuz adım bir sonsuzluk önümde,
Kansız ölümler atlası bir çöl sonra sinemde,
Bir zaman yolcusudur,kum saatimin kumunu Sina'dan topladım avcuma...
Beş günde geçebildim yanağının çölünü,
Dudakların o eşsiz geçilmez Sahra...
Denizler içilmez öldürürdü,
Çeşmeler akmazdı artık,kurudu.
Gül düşmüş bir kez daha gül üstüne...
Bir yudum su içmişsin az önce,
Ben susuzum,kurumuşum,
Sen ise tam o sırada bana,
dudaklarının bağında bir salkım üzümsün...


02.34 üç kulhu,bir elham.

sineğin ahı

 
- Bir güncük olsa dahi kaçar mıydın benimle başka bir diyara,başka bir zamana,olmadı başka bir gezegene ? Gelir miydin benimle ?

- bir kaç saat ömür olsam,bir su kenarına doğsam,gölün aylak sineği olup sana uçsam,bir kurbağanın bıçaktan azrail dilinden son anda kaçsam,tek odalı kalbime kıymık bir tahta çaksa vampir bir rüzgar,yine de sana teslim ederdim avcumdaki o bir saatlik boş ve anlamsız ömrümü inan...


23.46 sineğin ahı.

14 Kasım 2024 Perşembe

Nasılsın kum saatim ?

 
- Nasılsın kum saatim ? Akıyor mu zaman beyninden kalbine doğru,yoksa takıldı mı sonsuz kumları gözlerinin çölünden dökülen... ? 

- Elmasını bulamamış bir kurdum ben.O yaprak senin bu elma benim,geziyorum ömrümün ayaksız uçsuz bucaksız yollarında sevgilim...Ömrün dalı kırık,böğrümün göğünden rüzgarlar ile sallanan çocuk düşlerimde...yolsuzluk,koyuyormuş insana...


22.34 bir kuşun gagasına uzatmışım boynumu;
sıcak cesaretimin giyotini,ıslak bulut gözlerinin altından doğan o güzel gülüşün...

Budist midir sence inekler,kesilmeyen tanrıları şükredilen otların

 
Bir ülke olsam gözlerinde.
Öyle altın heykellerden,musluklardan uzak ama,
Cennetin hayalini taklit etmeye çalışan bahçelerden uzak...
Güçlü kuvvetli ve kadim surlarıyla bir dağ üzerinde göğe uzanan bir kale olmaktan uzak.
Bir ülke olsam gözlerinde.
Bizim olan...
Başkalarının fethetmek için rüyalarında dahi savaştıklarından uzak ama,
Onlardan biri değil asla...
Bomboş bir çayır,yeşili alı moru çalmış olan mutlu aşk dolu yüzüne.
Sur'u yok,çiti yok,ucu bucağı sınırı yok ufuktan başka...
Vizesiz,duvarsız,tellersiz ve kimsesiz...
Pasaportun gülüşün olsa sadece mesela,
Kuzular karar verse kim girebilir kim giremez o yalnız cennetimize.
Alabildiğine bomboş otlar ülkesi.
Saçlarının rüzgarlı mis kokulu uzayı.
Ve kainatlarca uçuşan şiir tozu galaksiler.
Bir ülke olsam gözlerinde.
Ve o ülke hep gözlerine ait kalsa gözlerimde...
Budist midir sence inekler,kesilmeyen tanrıları şükredilen otların...
Ve o tanrılar piyano mu dinler,arp mı ? 
Ne dersin ?
Bir ülke olsam gözlerinde.
Sen gözlerini kapattığında sönse sonra tüm şehrimin ışıkları...
Gece olsa sonra,gündüzler soyunsa usulca.
Ay arp olsa yıldızlara.
Sevişsek ateş böceklerinden kaçıp saklanıp.
Bir ülke olsam gözlerinde.
Düşlediklerin inancım olsa...


18.37 bir aşk,bir şiir,bir dua...

6 Kasım 2024 Çarşamba

Çiğner gibi bir tütün yaprağını kanıma

 
sinemde bir kesik.
Çiğner gibi bir tütün yaprağını kanıma,
Cura sesini basıyorum yarama...
Çiçekleri izliyorum yapraklarının dudaklarından,
Senin dudaklarını özlüyorum...
Susamış dudaklarına su sürüyorum parmak uçlarımdan.
Can buluyor yaprakların,
yeşil yeniden doğuyor gözlerime bakan gözlerinden...
Çocukluğumdan beri huzurun omzuna başımı dayayıp yazıyorum kağıdıma.
Huzur benim balım,
Kara kovan,anamın avuçlarının içindeki sıcaklık.
Bir çay kaşığı yeter şifa diye,
yemesem de yeter kokusu kurşun kalemimin dermansız derdine...
Teneke bir tas ile içiyorum çayımı,
cırcır böceğinin kulağımdaki o tabib nefesi ilahisi...
Sinemde bir kesik.
Çiğner gibi bir tütün yaprağını kanıma,
Kulağımın çekmecesinden alıp bir cümlelik sesini,basıyorum yarama...
Kabuk bağlayan kim,kabuğun koruduğu ne inan bilmiyorum...
İki oksijen elele tutuşmuşlar,sımsıkı,
öyle sıkı ki bir olmuşlar aleme,nefes olmuşlar sevdaya...
Kaşınıyor kalbim.
Kopartıyorum kabuğunu yürek sandığımın her seferinde,
Kutsal mektupları atıyorum zihnimden her gün binlerce kez,tekrar ve tekrar,
Ama ellerim beni dinlemiyor asla bu emirde...
Uzanıp çöpten mezarından alıyorum kağıda düşmüş dünleri yeniden ve yeniden...
O bir batı yalanı sevgilim,
Geri dönüşümü yok dünlerin bugünlere...
Dün,dünde güzel...
bugün,onu hatırlamak,okşadığın yara izi tenimizde...
Sinemde bir kesik.
Çiğner gibi bir tütün yaprağını kanıma,
Elimde çocukluğundan kalan mutlu bir bakışının fotoğrafı saklı,o bakışını basıyorum yarama...
Bir karınca alemi içim,yürüyorum yürüyorum hiç durmadan,
adımlarımın sahibi sıcak ekmeğinden bir parça koparıyor sonra.
Ve bu ateşsiz cehenneminde yaşamanın,
ekmek kırıntılarımın tapınağısın sen...
Esaretim sana yürüyor sadece her gününde,
yüreği kocaman,boynu hafifçe bükük önüne...
Sinemde bir kesik.
Çiğner gibi bir tütün yaprağını kanıma,
Çiğnediğin ekmeği çalıyorum,
dudağımı dayayıp güzel dudaklarının kapısına,
dudağının kenarından izinsizce koparıp,
ıslak ekmeğini basıyorum yarama.
Öpüyorum dudağının meşe kapısını usulca,kokluyorum yüzünün asma kokulu yeşil duvarını öperken seni o sırada...
Hırsız bir karınca siyah tenimde ruhum,
Ve ırkçı tüm karıncayiyenler kanımca...
Sinemde bir kesik.
Çiğner gibi bir tütün yaprağını kanıma,
Denizden çıkan tenini demleyip odun ateşi bir güneş ile,
deriyorum teninden sırf bana özel o şifa tuzunu, sonra basıyorum yarama...


21.09 tuz,yara ve kabuk üzerine...iyileşemeyen yaralar var insanın ruhunda tıpkı ağaçlarınki gibi ve ağacın kabukları var;neden ise...?

5 Kasım 2024 Salı

simetrik düşler sabahı

 
Öyle bir uyu ki,tüm rüyalar soyunsun düşsün kabrine sanki kafandan...
Tüm korkular solsun aklının umman çayırlarında aç kalıp...
Kırılsın içinde doğduğun,bu yaşına geldiğin o kafes.
Uçmak zorunda kal istemesen de.
Acılar çiviler çaksın kollarına,çarmıha gersin içinde savaşmak seni,yükselirken kanatlarında tüm damarların,
Onları hiç kullanmadığın için göklerde gerçekten,
Ve çeksin seni tekrar yere tüm gücüyle,zor yükselebildiğin bir kaç adımlık o güzel cennetten.
Öyle bir uyu ki,tüm rüyalar soyunsun düşsün kabrine sanki kafandan...
Bir şeyden kaçmak korkaklıktı gözünüzde,
Her şeyden kaçmak ise büyük cesaret...
Şaşırmadım hiç,
Üzüldüm hatta.
İnsanın en büyük paradoksu yada kendine yalanı da buydu bence...
Öyle bir uyu ki,tüm rüyalar soyunsun düşsün kabrine sanki kafandan...
Dur duraksız yaşamında dur bir kere gerçekten ve uyuyup arın kendinden...
İyi geceler,
Allah rahatlık versin,ey dünya.


12.21 simetrik düşler sabahı,kanlı savaşlar akşamı ve çay demlenmiş bir gece sanki gülümseyen yüzün gözlerimde...


4 Kasım 2024 Pazartesi

bir bardak çayım sinende

 
Av değilim.
Avcı değilim.
Toplamadım hiç ve toplamam da hiç bir şeyi,
Bu yüzden hafifim.
Buğday değilim.
Su değilim.
Bu aleme gelme nedenim doymak değil.
Bu aleme düşme nedenim doyurmak değil,
Belliyim.
Yaşam çayırında ceylan değilim.
Ceylanın kokusunun yolunda kurt değilim.
Sorsan çakal suçlu daima.
Kuşlar en masumu bu dünyada,
Ağaca ve tırtıla sormazsan tabi eğer...
Düşünsene belkide böceklerin adolf'udur şarkı söyleyen o bülbüller...
Masum değilim.
Düş değilim.
Düşman değilim.
Et değilim.
Kan değilim.
Tüm değilim.
Mandalina ağacının yeşil yaprağını çiğnesem,
Düşer mi aynı onun tadı dilime sence...
An değilim.
Araf değilim.
Rüya değilim.
Can değilim.
Toprak değilim.

Hiç değilim...

09.36 bir bahçedeyim.Tozlu bir bardağım ağacın koynuna emanet.Taze bir kaç yaprağım ağacımın dalından koparıldığım.Kuru dalların yandığı üç taş bir ocağım yerde.Kaynamış eski yaşlı bir demlik, ve suyuyum derenin yavrusunda soğuğun...bir bahçedeyim.bir bardak çayım sinende,tüm doyurma telaşından uzak bir yerde...

Sadece ve sade'ce.. .

2 Kasım 2024 Cumartesi

Saniyeler kırıldı,ufalandı

 
Kimi hızlanmalıyım daha diyor geçmek için bir diğerini,
Kimi yavaşlamam lazım,hastalanacağım demiş endişe ile belkide...
Ben durmak istiyorum oysa,öylece kalakalmak yavaş yada hızlı olmadan asla.Sadece durmak...
Ezelden hastayım,korkum yok...
Ben durdum Tanrım,düştüm kendimden gayrı,sana aidim...

08.41 günahlarımın yağını döktüler,bir ateşe attılar,adına cehennem dediler yangınımın.Tutuştum,yandım,eridim.
Buharlaştım göğüne eriştim.Tanrımın elinin sıcak düşüne kavuştum.Şefkatine cennet adını verdiler.Adına bulut dediler.Saniyeler kırıldı,ufalandı...Saniyenin bir kırıntısı kadar dayanamadım,doldum ağırlaştım.
Öyle mutluydum ki taşıyamadım ruhumu,düştüm düştüm bitmez yolundan göğün,yağdım da değdim toprağa aş oldum.Adıma yağmur dediler...

30 Ekim 2024 Çarşamba

varoluşsal korku kapanları ve Fin


- yaşamak ne sence ? Ölmek zor değil mi insan için peki ?

 -Ölmek kalanlar olduğunda zor.Yoksa basit gözlerini kapatmak ve uyumak sonsuza.Zaten her gün provasını yapıyoruz yüz binlerce defa gözlerimizi kapatıp açıp.Öyle olmadığını düşünsek de hazırız buna ezelden daima.Kabul etmesi zor sadece,biliyorum.

Gereksiz ağırlıklarımız var üzerimizde daima.Asla azalamıyoruz.Değdiğimiz her anı üzerimizde taşıyoruz,sadece dokunup geçip gidemiyoruz öylece.Ağırlaşıyor ruhumuzun kalbi,sırtı ve elleri gitgide...İnsanlar var bir de...Aslında hep insanlar var,sadece ve sadece...Bizi her gün defalarca kez kıran,üzen,sinirlendiren insanları mum gibi dikiyoruz beynimizin kalbimizin içine...Yakıyoruz içimizde onları...Ne yaparlarsa yapsınlar asla izin vermiyoruz tepelerindeki ipin sönmesine.Her rüzgardan,her esintiden koruyoruz onları,karanlık ve üşümek pahasına,kendi nefeslerimizden bile...Damla damla erimeye mahkumlar biliyoruz farkındayız ama asla bunu seslendirmiyoruz...Korkuyoruz...

Ölmek bu yüzden zor.Gerisi çok kolay,her saniye kapattığın gözünü sonsuza kadar kapatıp bir daha açmamak.Yaşamak ne,ölmek ne aslında tam da bu hikayede anlaşılıyor ki;o kadar çok cevabı var ki insan idraki yetmiyor ve diyorsun ki kendi kendine,cevapsız bir soru bu.Ceplerin cevap dolu aslında ama bir tanesini bile çıkartıp yazmak istemiyorsun ömür kağıdına;okumak yada okunsun istemiyorsun.Boş kalsın her şey demek ve hafiflemek...Zaman,kum taneleri gibi yapışıyor üzerimize saniyeleriyle sanki,ağırlaşıyoruz yavaş yavaş ve bunu uzun süre sonraki bir noktaya kadar da farketmiyoruz hiç.İnsanoğlu olarak bizim en büyük hezeyanımız bu kanımca...Zamanı,üzerimizde taşıyoruz taa ki adım atamayacak kadar ağır hale gelene dek...


12.27 varoluşsal korku kapanları ve Fin.

Dün sekiz idim,Bugün onüç

 
Dün sekiz idim.
Bugün onüç.
Hayaller beyaz çarşaf dikiyor uykumu terzisi ömrümün.
Marsın tozu dökülmüş kum saatime,
Merkürün damlaları yağmış yüzüme,
Notaları buzdan kulağımdaki savaş şarkısının.
Dün sekiz idim.
Bugün onüç.
Dizlerim kan revan,ruhumun evi yıkık dökük.
Düşlerim dünden sökük,yeniden yeniden dün ile yamalı hep.
Kaç gezegen kıyametini yanacak ki anlayacağız,
Karıncanın derdi kırıntı değil,buğday tanesi,ekmek değil sadece...
Yalnızca nesli yarının.
Dün sekiz idim.
Bugün onüç.
Ruhum Avşar elinde dövüldü,tuzlu denizde soğudu demirim,doğdu açıldı gözüm...
Ey Dadaloğlu sana selam durulur.
Yarın bir kavga kurulur,
Nice yiğit dikilir ateş olup ateşin karşısına,
Kimi düşer toprak olur,
kimi kalır ayakta ağaç olur göğüne o korkulan,aslı cennet mahşerin...
Dün sekiz idim.
Bugün onüç.
Elma umrumda değil inan ey Tanrım,
avcundan o suyu içmek tek umduğum...
Avuçlarının kokusu aksın nefeslerime tutunup içime.
Suyun yüzümü yıksın yıkasın ruhumun karanlığını yakıp aydınlatıp.
Ruhumun acıktığı yalnız bu sadece.
Dün sekiz idim.
Bugün onüç.
Yerler gök olsun,gökler yer olsun,
Güneş bir tokat vursun,dünya ters dönsün.
Denizler yağsın üzerimize,yağmur olsun okyanuslar...
Kıyametin düşeceği toprak kalmasın hiç tenimizde.
Kabirler gökte süzülsün.
Dualar kuş olup uçsun konacak dal bulamayıp etrafta.
Elbet öper sevgilinin sıcak dudağı uzanıp üşüyen dudağımı o soğuk arafta.
Dün sekiz idim.
Bugün onüç.
Büyüdü tükendi rüzgarınla eğilip dirilip buğday ruhum,
Bir bu tarafta,bir o tarafta...


11.43 her şey kılıç ve büyü aslında.Kesilmekten,kanamaktan asla korkmaz da insan,ödü patlar bir fısıltı kadar sözden ve yazıdan...Sadece kılıç ve büyü yaşamak oysa...

* Şans ve şanssızlık ikileminden çok daha kadim bir şey hayat...

28 Ekim 2024 Pazartesi

İçimde bir yerdesin biliyorum

 
İçimde bir yerdesin biliyorum.
Hep biliyordum sekizimden beri.
Adem ne yaptı,viking ne düşündü bilmem,
Bal ülkesi neye inandı,nasıl inandı köy insanı düşünmem inan.
Sorgulamam.
İçimde bir yerdesin biliyorum.
Korkuya düşünce sana sarılan tüm o korkak ruhlar umrumda değil inan.
İnan.
İçimde bir yerdesin biliyorum.
Kurallar,kanunlar ve korkutulan çaresiz çocuk tüm o büyüyememiş ruhlar umrumda değil inan,
Çitlere inanmam,özgürüm senin sonsuz umman yeşil çayırlarında yere uzanıp ben.
Bilirim istese atlar her koyun bir yolunu bulup,
o ölü ağaç kemiği,göğü daima görebildiği hapishanesinden.
Zihnim çiğnemiş koparmış boynundaki o çivili tasmayı çoktan,beni koruduğu o kurttan.
Korkmuyorum hiç,
Ne kaybetmekten ne kazanmaktan çoktan...
Adil savaşırım ben,boynum açık olsun en az kurdunki kadar...
İçimde bir yerdesin biliyorum.
Sana çok ihtiyacım var şu an,
Tut elimden lütfen,
Savur beni gerekirse ateşlerin içinden o huzurlu cennetine düşlerinin.
İçimde bir yerdesin biliyorum.
Karanlığım.
Yapayalnızım.
Sana ihtiyacım var,
Tut elimden...


11.14 barbar conan filmini izledim çocukken.hep çok zor hayatı olan esir bir çocuk büyüdü filmde.Bir an geldi sonra,kötülerle savaşırken birsürü taş sütunlarla dolu eski bir tapınağa sığındı saklandı.Sıkıştı ruhu ve bedeni.Her zamanki gibi kötüler çok kötüydü.Sayıları taş çatlasın onbeş yirmi idi.Çok büyük bir savaş da değildi yani.İki iyi adam saklanmıştı tanrının taşları ardına.Savaş başladığında koşarken atlar,o kocaman adam,o kimsesiz korkan çocuk tanrıya seslendi kendince o sahnede.Çok derin bir andı,sahneydi bana göre.bilmem niye.


Conan: Crom,sana daha önce hiç dua etmedim.Dilim varmıyor.Hiç kimse,sen bile,iyi adamlar mı yoksa kötü adamlar mı olduğumuzu hatırlamayacak.Neden savaştığımızı veya neden öldüğümüzü.Önemli olan tek şey,ikisinin birçok kişiye karşı durması.Önemli olan bu.Cesaretin hoşuna gidiyor,Crom...O yüzden bana bir istekte bulun.Varsan eğer,bana intikamımı ver!Ve eğer dinlemezsen,o zaman seninle beraber her şey CEHENNEM olsun!


" Tanrılardan korkar mısın,Conan ? "

" Onların gölgelerine bile basmam " diye cevapladı Barbar.


Teşekkür ederim Robert Ervin Howard.

26 Ekim 2024 Cumartesi

Akşam ezanı elini tutuyor çocukluğumun

 
Akşam ezanı elini tutuyor çocukluğumun.
Kavaklar türkü yarışması düzenlemiş bülbüllere.
Rüzgarlar pişiriyor akşamın çorbasını mutfakta.
Bir kedi havada uçuşan kelebeği,düşleri kovalıyor.
Akşam ezanı elini tutuyor çocukluğumun.
Koyun yapamaz bu okulda,
Tekeler zıp zıp sekip elinde imtihan eve dönüyor.
Sacda sıcak lavaş burnum madenine girmiş açlığımı içimin ciğerinden söküyor.
Gücüm bitik,iki çekiçte göğsüm çöküyor...
Akşam ezanı elini tutuyor çocukluğumun.
Bir güvercin atmacaya tutuluyor sinekte,
Bir yılan kavağın köprüsünden göğe koşuyor.
Akşam ezanı elini tutuyor çocukluğumun.
Tan,sur borusunu üflemiş beni göğsümden vurup içimden izinsiz nefeslerimi söküyor...


01.32 üç iki bir sıfır...

Plastik çiçekler

 
- Gaddar mıydın sen sence ? Gaddar mısın hala ?

- Plastik çiçekler de solar sevgilim...



01.09 etin sonbaharı.

Dal kırık

 
Kırık dal.
Yere düşmüş köz yürek.
Sen dersin Gelindere,ben demişim Gilindere.
Dağlar boz bir bıçak,mavi göğün boynuna dayamış Ya Rab,
Beyaz gömlekten bulutları tehdit ediyor,tertemiz yağmur ruhundan hal sorup.
Kırık dal.
Yere düşmüş al yürek.
Sen dersin köy ve tezek,ben demişim gönlümde memleket.
Bir güvercini kucaklıyorum zeytinde,dalında şu sonsuz ömrün.
Kırık dal.
Yere düşmüş sal yürek.
Kuzeyin kutbu erimiş akıyor suyundan,
Bir bakışınla tutuştu kuş oldu bu virane,yandı suyundan tüyüne...
Kırık dal.
Yere düşmüş kör yürek.
Tutmuş topraktan yontup mis kokulu sazını,
Bir veysel doğmuş atlamış,yuvası sırtında hançer bir yardan...
Kırık dal.
Yere düşmüş can yürek.
Taş çatlamış.
Düşü sıvamış kırlangıçlar...
Sen dersin Irmak,ben demişim Dırnak.
Kırık dal.
Yere düşmüş sessizden bir yürek.
Silinmiş mektuplardan kurşun kalem o harfler.
Kabirsiz gömülü yeminler,
Bedensiz gömülen tüm o sevdadan filiz hayaller...
Dal kırık.
Can çırpınıyor yerde kuş,
Sevdasından taş yemiş tüm o masum yürekler...


00.57 gece,tüm üşümelerin üzerini örterken.

23 Ekim 2024 Çarşamba

yüzümde bana okuduğun duaların sıcak meltemi dolanıyor

 
- Silinmiyor yaşadıklarımız asla.yok olup gitmiyor hiçbir şey.Biz hatırlamasak da kazılı aslında içimizde hepsi bir şekilde.Gömüp unutuyoruz meşe palamudu gibi güzel,acı her şeyi içimizdeki toprağa.Tarihin şapşal unutkan sincaplarıyız biz.Bir vakit sonra farkında bile olmadan aslında kendi diktiğimiz ağacına tırmanıp yuva yapıyoruz o kocaman yeşil hatıraların...

- Akşam olmuş,gözlerimi kapatıyorum sonra.Beş yada altı oluyorum kapadığım gözlerimin ardında.Nenem sarılmış yer yatağında bana.Ilık nefesi bir deniz oluyor önce,yüzümde bana okuduğu duaların sıcak meltemi dolanıyor.Alçalan yükselen dalgalar gibi dualarının sesi bir gidip bir geliyor çocuk alnımın kumsalında.Saçlarımı okşuyor uykuya daldı dalacak şimdi sandığım çocuk içime huzur eken nefesleri...Ancak şimdi anlıyorum...
Seni seviyorum...

23.01 yavru bir mor güveyim köy akşamı çocuk düşlerimde...

Ayın ruhu çıktı işte bedeninden

 
Ayın ruhu çıktı işte bedeninden.
Tırnakları kan revan paramparça yıldızların.
Denizler özlüyor gökte onun ruhunu,
Dokunamasa da asla suyun tenine eli.
Piyano dinliyor güvercinler dallarından akşamın.
Ayın ruhu çıktı işte bedeninden.
Rahmete kavuştu gece,nefesini yıldızlarını terkedip ciğerinden...
Fezada buz gibi bir kabir yalnızlık,
Toprağın kolları daha da sıcacık,
hamuruna ellerininin kokusu sinmiş yeni doğmuş bir somun ekmekten...
Ayın ruhu çıktı işte bedeninden.
Sularım çekildi içimden,
Okyanuslarım çöl şimdi sanki ezelden.
Medcezirim,elime uzanan ellerin ahşap bir tabureden...
Ayın ruhu çıktı işte bedeninden.
Yaşlar ve yağmurlar.
Yelkensiz rüzgar,yönünü kaybetmiş dudaklarında tüm o ezberlenmiş dualar...
Ayın ruhu çıktı işte bedeninden.
Söylemiştim üstelik Ay'a iyi bak diye sana.
Sırtını dönüp zifiri sessiz bir yere yürüyorsun şimdi ev diye sen...
Ayın ruhu çıktı işte bedeninden.
Ve Güneş tutuldu bir kabrin öğlen gölgesi düşlerinden...


21.16 yalnız mavi bir gezegen,kaderinin kaldırımını diziyor yürüdüğü yola kutsal yörüngesinden... 

22 Ekim 2024 Salı

bir peygamber karınca yürüyor göğün çölüne korkusuzca

 
İncecik bir ipin üzerinde yürüyoruz.
Çok yüksek.
Bir adım atmak dahi çok çok zor.
Aşağıya bakma çocuk diyor kitaplar,okullar.
Dursak bir dert,durmasak bin.
Ve rüzgar tanrımız değil.
Geldiğimiz bir uçurum,gittiğimiz başka bir uçurum en yeşilinden...
Adı cennet tüm ölümlerin...
Kimse peygamberi değil dildeki kehanetlerin.
İncecik bir ipin üzerinde yürüyoruz.
Çok yüksek.
Hepimiz korku içindeyiz yürüdüğümüz gökte.
Sonra bir karınca yürüyüp geçiyor yanımızdan hızlıca ipin yüzünde bu umman yolu.
Şaşırıyor ruhlarımız titreyerek,
Gülüyor bir çocuk hevesle,
Ne kadar da kolaymış meğer diyen bir rüzgar fısıldayıp esiyor kulaklarımızdan...
Ve karınca bize çok çok uzak görünen o cennete ulaşıp ayak basıyor kafamızdaki tüm uçurumlara...


12.13 karıncanın adımları...fillerin dünyasında bir peygamber karınca yürüyor göğün çölüne korkusuzca...filler susuzluktan korkuyor hala, adım atmaktan vazgeçip kumlara...

Atlar gözlük takmaz sevgilim

 
- Sence aynı mı artık her şey günlerin kum tanesi gibi önümüze düşen tanesinde ? Boş mu yaşamak geçmişte doğmadık yani diye ?

- gökler şiiri seviyor diye mi güzel kuşların uçması umman mavilerde sence.Bütün kuşlar aynı mı uçuyor gökte.her şey bir bakış açısı aslında sevgilim.sana çıkart at gözlüklerini demeyeceğim,çünkü atlar gözlük takmaz asla...bunu yapan insanlar onlara...


11.37 nefeslerinin başını okşa sevgilim,eğil kulaklarına ve seni seviyorum diye fısılda her birine,sarılıp uğurla sonra içindeki derinlere...

yere oturalım

 
Tüm yükseklere oturma,göklere çıkma savaşlarının bomboş olduğunu biliyordu;etrafta oturabileceğimiz bir çok güzel yer olmasına rağmen bana yere oturalım dedi.evet veya hayır beklemiyordu zaten,sessizliğimle kibarca kabul edip kalbinden gelen davetini,tereddütsüz oturdum.Bilgeliği,bir meyvenin olgunluğu gibi ağacında güneşe ve zamana ihtiyaç duyarak büyümemişti.Bilge iken de çocuktu;çocuk iken de hep bilgeliğin baharatının taze kokusu üzerindeydi.Diğerlerinin anlayabilmesi için sadece,insanın elinin değmesi,kurutulması ve ufalanması gerekmişti.İnsanın cahilliğinden uzak her canlı,her ruh görüyordu bunu hep zaten.Köpeğim,kedi,dostlarım,tanrının sessizlik yemini etmiş bütün şahitleri,sokağın tüm çocukları görüyordu daima ruhunu.Kimsenin kehanetlerinde yazan beklediği kişi değildi üstelik.Ruhunu tüm atomlarından,karbondan,etinden sıyırıp bir damla saf suya dönüşmüştü yalnızca.Ve kimse o bir damla suyu içmenin peşinde değildi asla inan,dudaklarına değse o bir damla suyun üzerinden esen serinlik yeterdi tüm ömür herkese gibiydi bakışları...


10.08 bir romana başladım sanki...

21 Ekim 2024 Pazartesi

Güneşten çekiyorum mürekkebini divitin

 
Güneşten çekiyorum mürekkebini divitin.
Kederi mevsimden deriyorum,
Düşü gölgesinden yüzünün.
Tutuştu artık ellerim,
Kalemi tutamıyorum.
Yanıyor geceler,yanıyor sabahlar ardı sıra.
Sorgusuz sualsiz bir mezat bu yaşamak dediğin.
Sevda dediğin bir saniyelik cennet,o kocaman bir günün sıcacık lezzetli kırıntısı belkide.
Güneşten çekiyorum mürekkebini divitin.
Aşkı avuçlarının içinden topluyorum,tam içinden koklayıp.
Yazmak da kusmak kadar kutsal bir tabip, zehirlenen ruhumuza tek derman tüm çabasında.
Güz yağıyor gözlerinden.
Bir ekim harmanı susuşun...mektuplar ve sevdalar doğuyor tanında kasımın.
Kışı takıyorsun saçlarına,rüzgarlardan kaçırıp yüzünün şanlı sancağını.
Güneşten çekiyorum mürekkebini divitin.
Kızgın bir kırmızı uzanıp turuncuyu penceresinden söküyor ve dudağına uzanıyor annesinin karnı diye kabri toprağına yatıp yanağının.
Güneşten çekiyorum mürekkebini divitin.
Çörek otu bırakıyorum sıcacık gevrek cümlelerinin sonuna nokta diye.
Ve ben kurumaya yüz tutmuş unutulmuş bir zeytinim aşkın toprak tabağında.
Güneşten çekiyorum mürekkebini divitin.
Yüzün kızarıp lezzetleniyor güneşin öptüğü yerden,
dudağının kenarında ekip büyüttüğüm o devden de dev yeşil hayat ağacımda.
Güneşten çekiyorum mürekkebini divitin,
Ve kokusunu senden o güzelliği yazılamaz cennetinin...


21.39 fin.

20 Ekim 2024 Pazar

tanrısını arayan çocuklarıydık soğuk umman çayırlarında bu gezegenin


- hasta bir çocuk olmanın,daha doğrusu sürekli böyle hissettirilmenin esaretinde büyümenin sendeki duygu durum halini hatırlıyor musun ? 

- Şamanı ölmüş ve tanrısını arayan çocuklarıydık soğuk umman çayırlarında bu gezegenin...baktığın zaman hiç bir şey eksik değildi yaşamak için aslında.ama içimizde bedenlerimizden büyük bir eksiklik nefes almaya ve büyümeye başlamıştı sanki.ve ama nefeslerimizin her adımını acıtan ve yoran bir pranga vurulmuştu sanki genzimize.zifiri karanlığa düşmüştü ruhlarımız,bir kırıntı ışık arıyordu gözlerimiz,ruhumuz deliler gibi.ve o ışığın bir yardım mumundan mı yoksa bir tüfeğin ucundan mı geldiğinin bir önemi yoktu galiba bizler için o zamanlarda...o kadar korkmuştuk işte...


11.37 düşmanı kesen kılıcı tutan elin,kaleme düşen gönlün hiç mi günahı yok diye sordu bir masum...haklıydı kendi için.haklı buldum üstelik.ama yine de sızladı tüm yara izlerim, yıllar yaşında olanlar dahi üstelik...günahları soyunup giriyorum senin sonsuz ölümsüzlük denizine şimdi.üryanım ama üryan kalmak zor,ağır geliyor çıplak bedenim dahi bana.bedenimi de soyunsun istiyorum bir karınca kırıntısı kadar ışıktan ruhum...