28 Şubat 2025 Cuma

nefesinin dut kokulu rüzgarına asıyorum en sevdiğin gömleğimi

 
Karanlığın çölüne düşmüş gözlerim.
Her yer zifiri.
Işığa susamış gözlerim bakamaz şimdi güneşe.
Kurumuş dudaklar gibi gözlerim.
Çatlamış ışıksızlıktan bakışlarım.
Bir damla mum geceleri belkide bizi yaşatan,
Ve kana kana seni içmek isteyen düşlerim,
Kapadığım gözlerimin ardında.
Karanlığın çölüne düşmüş gözlerim.
Her yer zifiri.
Kısıyorum yüreğimi her sabah doğması gereken güneşe.
Sesleri dinliyorum sessizce.
Kalbime sivri ağaçlar sapladılar sanki,
Vampir değilmişim,ölmedim...
Karanlığın çölüne düşmüş gözlerim.
Her yer zifiri.
Yol doğar her sabah,yol ölür de her akşam,
Ayaklarım çarçamur bir sevda yolu mezarlığı,
Yürüyebilene aşkolsun.
Acıyor gözlerim,
Denizin göğü uzanıp öptüğü bir çayırda,
eşsiz kabri sevdanda,
Duasız kalmış kurumuş çiçeklerim...


11.11 üç kulhu bir elham.nefesinin dut kokulu rüzgarına asıyorum en sevdiğin gömleğimi.daha çabuk kuruyor hayallerim.

gözümün suyu,ışığı...
nasılsın iyi misin sevgilim.

26 Şubat 2025 Çarşamba

Sabır taşını kaplumbağalar kemiriyor sevgilim

 
Sabır taşını kaplumbağalar kemiriyor sevgilim.
Benim içimde bir arı kuşu çiçekler ile sevişiyor.
Balını içerken ben yeşil yapraklarının dudaklarından sevgilim,
Umursanmamış zaman gözlerimizden akıp yerlere dökülüyor.
Karıncalar koşuşup telaşla topluyor saniyelere dek her kırıntıyı.
Uğruna dökülen kanlar gibi zamanın kumları sevgilim.
Saçıyorum çölleri uğruna,
Ve kölelerin dediğine göre çok değerliymiş ellerimizden kolayca kayıp yere düşen zaman.


10.37 kısa şiir olur mu.çok güzel olur hem de.beceremem bir türlü ben yıllardır nedense.artık ekmeğim gibi kesiyorum onları çocuk avuçlarına sığabilecek kadar devce...

25 Şubat 2025 Salı

nuhun tufanısın sen balıklardan gönlüme

 
Dizlerinin üzerine düştü dünler.
Güçten düştü kabrine dek yürüdüğün tüm o kutsal erdemler.
Korkular oldu dalında,ağırlaşıp düştü ağacının dibine çoktan.
Kim yese korkusuzluğun filizi açtı içinde.
Dizlerinin üzerine düştü dünler.
Zamanı geçti tüm düşlenen ölümlerin oysa.
Bir kişi ağladı,
Bin kişi söyledi ızdırabın türküsünü.
Soylu küfürler döküldü soysuz dudakların kahkahalarında.
Dizlerinin üzerine düştü dünler.
Başını eğmiş neden bilmem tüm selviler,kavaklar.
Kaybetmekten korkar sadece hala tüm salaklar.
Hain kazanmalar cenneti.
Dürüst yangın mı var sanki.
Sorsan korkar,susar ve yaşarlar.
Dizlerinin üzerine düştü dünler.
Güneşi bıçakladı insan,gün kanadı.
Suçu aya attı.
Ay bi güldü bi ağladı.
Kanadı gök,kanadı bahar yaz.
Dizlerinin üzerine düştü dünler.
Yine de yedi cihan bir olsa teslim olmaz bugünler.
Kan ile ıslanmış saçlara ne gerek altından tarak.
Gel seninle aslında yok dedikleri o gözümüzdeki cennete varak.
Dizlerinin üzerine düştü dünler.
Göç mü eder hiç kış geldi diye memleketinden şanlı tüylü eşsiz sülünler.
Turnası sensin benim gönül diyarımın.
Bir gelir bir gidersin,
Bir varsın bir yoksun içimde.
Sevdan bir kuş belkide,
Sor sevdana serçe kadar cesareti yok mu şu baldan tatlı kışta.
Taş bir kurna avuçlarım,yüzünü sıcacık suyu ile yıkayan.
Bir mermer,bir damar ve akan ılık yaşa.


10.19 sonsuz yağmurlu bir gezegende,nuhun tufanısın sen balıklardan gönlüme.göğe kadar deniz,uzaya kadar okyanus olsa kaç yazar,banane...


neyi istesen duaydı dudakların geceye


- bir cennet,ruhum bıraksın kendini,atlasın bir uçurumdan arıdan kuşa,düşten umuda dönüşsün...
bir kabir,gezsin dolaşsın bir seyyah gibi alemi,istediği yerde uyusun.
Bir cehennem,affetsin tüm günahlarıyla ateş suyu.
Bir memleket istiyorum doğursun,büyütsün,kalbine gömsün beni.
Bir mutluluk istiyorum tutsun sımsıkı bırakmasın sakın ha elimi.
Bir düş ki düşmesin,değmesin yere hiç bir yaşım gözümden.

- ...


10.14.neyi istesen duaydı dudakların geceye.neyi dilesen tanrı incecik göz kapağından öptü seni sen uyurken...

robin hood suçlu mudur

 
Robin hood üzerine.
şu zenginden çalan olmayana dağıtan çocuk.
robin hood suçlu mudur peki ?
Hepimiz biliyoruz kesinlikle suçludur.
Kanuna göre,ahlaki öğretilere göre,tüm inanışlara göre hem de.
Peki onu bize sevdiren,durumunu kafamızda ikileme düşüren detay nedir diye sorsak kendimize.
Olmayanlara dağıtması aldığı her seyi sanırım.
Robin adaletin hem terazisi hem kılıcıdır fakire göre.
Ama kime,kimlere göre ?
Kollektif modern yaşamda sevilmez hatta robin sendromlu yöneticiler günümüz kapitalist gezegeninde.
Adalet nedir sorusu çıkar bu aşamada karşımıza.
Adalet nedir ve kime göre düşünülmüş,hazırlanmıştır.
Robin hood üzerine.
şu zenginden çalan olmayana dağıtan çocuk.
robin hood suçlu mudur peki ?
Olmayan için tanrıdır bile belkide,haklıdır da.
Olan için hırsız.
Varlık paradoksu.
Adaleti savunur kendi tarafına ama sevmez yine de bencil verilmesini kendinden başkasına.
Tiyatrosu güzeldir,güçlüdür eli paralı hükümdarın.
Keşke herkes kendi savaşını savaşıp kazansaydı.
Para nedir,güç nedir,kontrol neden gereklidir sorusu doğar sonra zihnimizde.
Altını parayı buldu,dövdü işledi yazdı çizdi insan.
Bir oyun yazdı kafasında belki bir uzaylı.
Ve attı senaryosunu dünyaya.
Oyuncular seçildi sahneye.
Ve perde açıldı.
Parasını aldı ve sustu insan.
Asıl kendini unutacak kadar sustu hem de.
Robin hood üzerine.
şu zenginden çalan olmayana dağıtan çocuk.
robin hood suçlu mudur peki ?
Kimine göre suçlu.
Kimine göre kahraman.


10.01 yolları değişken ve aşırı hatta bazen ama robinler dolu şimdilerde tüm şehirde.yeşil favela ormanların kanunu sallanır bazen,adı insan adı depremler...robin felsefesi üzerine denemeler.

bir sıcak kestane elimde işte,ısrarla belki diyordu

 
Esareti satmışlar bize bedavaya.
Esarete doğmuşuz.
Alışmış bileklerimiz pranganın soğuğuna,ağırlığına.
Ne zaman ki onu ayakta duymasak korkmuşuz.
En şanlı en güzel bilmem o yarışları,
Tertemiz mis gibi bir kuşmuşuz.
Bu parlayan kafesler,ev çatılı mapuslar aş olmuş,iş olmuş,su olmuş dudaklarımıza,
Hep içeride kalmış,yaşamaktan korkmuşuz.
Esareti satmışlar bize bedavaya.
Esarete doğmuşuz.
Nasıl bir yıkanma bu,daha da çamura düşmüşüz.
Ne zaman biri kapısını açsa bu yaşadığımız kafesin,
Özgürlüğü izlesek dahi bir kapı boyu film gibi saatlerce,
Korkmuş uçmamış,içeride dalımızda kalmışız.
Ya bu kanatlar neden bu kadar güçlü,neden var.
Geceleri belki sormuş belki sormamışız.
Esareti satmışlar bize bedavaya.
Esarete doğmuşuz.
Sıkıntılı zamanlarda zor gelir yaşamak altın kafesli kuşa,
Zor,yaşamak demek zaten kalanlara,
Dokunmaz bu zorluklar kanadı olsa da uçmayana.
İşte tam da bu yüzden sevgilim,
Yaşım yirmi,
Seni; gözlerimi acıtsan da,yüz yıllık karanlığı yırtan bir ışıkmışsın gibi seviyorum.
Ne zaman gözlerimi kapatsam uçuyorum seninle bulutlara değen bir cennetin yükseklerinde.
Oysa kanatlarım kapalı,bir deli gömleği giydirmiş tüm sevdiklerimiz bize sanki.
Hepsi bilinmeyen bir cahilliğin gömleğini senelerdir miras etmiş giyiyor üstelik.
Esareti satmışlar bize bedavaya.
Esarete doğmuşuz.
Karların güneşi yüzünü ısıtmaz sevgilim,
Bunu herkes bilir,
Ama,
Kalbine sıcak bir kestane uzatır umudun ağacından büyümüş yinede.
Altın kafeslerin çocukları beceremezler bu yüzden sevmeyi işte,
Sevmek bir esaret işidir.
Ve sevda prangasını bileklerine takmaz,
Kemiklerine çakar insanın.
Bu acıya dayanmak yürek ister sevgilim,
İşte tam da bu yüzden,
Kimsesizler daima en güzel sever...


08.51 sevmeleri yarıştırıyor kafalarında yine cahiller ordusu.filler kuşları eziyor yine beş para etmez mantığınızda.yazık sana.etme.

- mucizelere inanıyor musun?
- ben inanmadan yapamam.

O akşam sevmeliydin beni.o akşamdan tanımalıydın ruhumu.o kadar çok paslanmış çivi pranga çakılıydı ki kafana,hangisini çekip çıkarsam kalbin göğsünü delecek,ölecektin belki;yaşamanı istedim ne olursa olsun sadece.kafesinin kapısını tuttuğumda delice atan kalbinin sesi korkutuyordu savaş davulları gibi beni bu yüzden.oysa ben savaşlardan korkmam.sanırım kaybetmekten korktum seni.
Bir kaç defa zorladım çok kendimi,açtım da kafesinin kapısını.eğdin başını,kapadın güzel gözlerini.sevda korkağıydık ikimiz de,dokunsan kırılacak kemikleri olan kuşlardı pır pır uçan kalplerimiz göğsümüzün kafesinde.biliyordum aslında.ama bir sıcak kestane elimde işte,ısrarla belki diyordu...

- uç haydi aç kanatlarını çocuk.

- hangi kanatlarımı ? Kanatlarım mı var benim deli misin ? 

- uyuşmuş sırtında sana unutturulan kanatların sevgilim.yoksa arkana asmış tanrı barbarosun yelkeni gibi gürül gürül tüyleriyle boyundan büyük kanadını bembeyaz göklerin...


Uçmadın,farketmedin bile belki kanatlarını hala.O gün o savaşın çığlıklarını susarken gözlerimiz bakarken birbirine,beni yüreğimden bir korkak bıçakladı.hala o yara kanıyor içimde,ve canımı yakıyor içime sızan kan hala...


22 Şubat 2025 Cumartesi

bir elma,bir bıçak ve içimdeki şiirler

 
- gömleğinde bir damla kan vardı ve bileğinde çocukluğundan okşadığım bir yaran.yalnız bu ikisini miras bırak yeter bana...

- ...


Hangi krallık bu senin bende gördüğün bilmiyorum.ben geçmişim huzurun çayırlarında ruhumun kuzularını güdüyorum.bir sessizlik esiyor kaçtığım kar boran evlerden kulağıma.yaylanın şairiyim ancak,o da belki sevgilim,bu bende gördüğün hükümdarlık nereden esip düşüyor güzel gözlerine bilmiyorum.avuçlarımda yokluğun soğuğu,cebimde şiirlerimin tığı bir dut kavalı inan sadece;aradığın sıcak ekmeği yüreğimin ocağında sana pişirebilir miyim diye çaresizce korkuyorum.bir çobanım en hamından,bir miras var mı heybemde sanmıyorum ama sen hangi mirası hayal edip istiyorsan sök al tenimden bedenimden...

( susulan,söylenmemiş olan.)




10.05 kim kimin yarısı bilmeden.bir elma,bir bıçak ve içimdeki şiirler.

İt havladı,kuş ağladı


Zalimin gücü yetmedi,
Eller korktu taşladı.
Kimi yazdı kimi yazmadı.
Güneşe gözünü örttü kimi,
Kula kul oldu kimileri,nefesleri yetmedi.
Zor zamandı,dar zamandı elbet,
Dost düşman karıştı hepsi el oldu.
İt havladı,kuş ağladı.
İnsan mektubunu eğilip yerden almadı.
Kul inandım dedi ama hiç inanmadı.
Zalim yalanını kardı.
Yağmur gibi yağar tüm yalanlar böyle zamanlar.
Arı soktu ama,bal zaten hiç yoktu.
Ateş tutuştu,yaşar mısın diye cana hiç sormadı.
İs sindi,kül doğdu...
ama kül yıkasa da su kenarında günahı,
O günah elden hiç çıkmadı.
Zalim dağın başından suya işedi.
Zalimin gücü yetmedi,
Eller korktu taşladı.
Kimi yazdı kimi yazmadı.
Kanı çekildi masumun,
Emmek istese de kanlı dişler,kan hiç ama hiç o korkan damardan akmadı.
Şimşek çaktı,kayalar dolu oldu düştü,
koca koca balıklar kuma vurdu kendini de,
Gözünü kapadı zalim,helaklarından kaçıp saklanıp,üzerine hiç düşünmedi.
Bir gül kırmızıya boyandı,
Bin düş ağlayıp beyaz gömlekte yıllarca kanadı.
Taş inledi,gök gürledi.
Kul inandım dedi ama hiç inanmadı.
Zalim dudaklarındaki zehri öperken üfledi,
Zaten zehirlenmiş kulu yaşamak ile tehdit etti.
Kederden öldü bülbül altın kafesinde,
kurudu yaprak,kurudu dal da,
Elin yüreği yetmedi, .ötü yemedi.
Yaşı onbeşlerden bile bir şey öğrenemedi.



09.37 zamanın kumları damdan dökülüp akarken.evler yıkılıyor sevgilim,evler yıkılıyor.damı kalmayan akşamları var artık bu şehrin...

21 Şubat 2025 Cuma

Çayım son sıcak nefesini verdi göğsünden odaya

 
Çayım son sıcak nefesini verdi göğsünden odaya,
Soğudu içimdeki umudun denizi.
Yüzemiyorum seni.
Mevsimi değil gülmenin,
Şimdi ağlamalar zamanı göğün.
Yüzümün kaçıp saklandığı çilehanem küçük sıcacık avuçların,
Kapanan gözlerimin ardında düşlerim uçuşuyor bahçeye yeni asılmış çamaşırlar misali,
Mis gibi kokuyor zihnimde tüm uçuşan hayaller.
Rüzgarlar dövüyor bir bayrak gibi dalgalanan yüzümü,gözlerine demirlemeye gelen bakışlarımı limanında.
Çayım son sıcak nefesini verdi göğsünden odaya,
Soğudu içimdeki umudun denizi.
İçemiyorum seni.
Saçım dedemin makinasından hallice kesili,
Mısralar kaynayan bir dağın kor kırmızısından dökülü.
Canı yanıyor ölümü dudağından öpen yaralı aslanın bile,
Sakın yanılma ceylanlar sevinmiyor asla bu ölüme...
Öyle bir oruç ki bu,
Üç gün üç gece sürer bazı.
Adı sevda bu açlığın,
Hiç bir aş doldurmaz bu boşluğu.
Yüklemiş Canan kekik dağının tepesinden sırtıma bu derdi,
İndikçe çıkıyorum,çıktıkça düşüyorum tüm o yolları...
Adı sevda bu bitmeyen yolun,
Dağın tepesinden ayaklarına,ayağından başına bir yol durmadan devam eden,alıp verdigimiz nefesler gibi...
Başka başka isimler veriyorum sana.
Başka başka gülüşler takıyorum yüzüne hayallerimde.
Bu insan uçuran rüzgarlar,direkler ve halatlar,
Tanrım ne olur beni bağla sırtımdan yoluna,
dağıldım.
Kum taneleri gibi uçuşup tükeniyorum bu yaşamak denen bıçaktan rüzgarda.
Çayım son sıcak nefesini verdi göğsünden odaya,
Soğudu içimdeki umudun denizi.
Yazamıyorum seni.
Ağrıların sokağında kedileri besliyorum,
köpekleri arıyorum,bulamıyorum.
Şeyhler,düşler ve müritler.
Üçler,yediler ve kırklar.
Zarlar,kaderler ve yıkılmaz sonsuz duvarlar.
Çayım son sıcak nefesini verdi göğsünden odaya,
Soğudu içimdeki umudun denizi.
Bağladım,çözemiyorum seni.


10.38 nükleer silahları var dilimin,kullanmadığım.
bir gözüm hiroşima,bir gözüm nagazaki oysa.

kör noktalar kulesi gözlerim

 
Derde düşen gözlerinde vazgeçiyorum nefeslerimden.
Bir yumru oturuyor boğazıma,
Yutkunamıyorum.
Yüreğim ağırlaşıyor taşıyabileceğimden fazla.
Paslı ellerimde susuz kalsa bile inatla açan,
yeşil filiz bir kin,
İçimde bahardan bir bahçede gülen çocuklarımız var...
Nereye baksam canım yanıyor sonra,
Umudum bir yağmur var aklıma gelen masum sesinde,yağıyor da sonra.
Ölüyor tüm yangınlarım,
Yaşıyor içimdeki tüm masumlar.
Derde düşen gözlerinde vazgeçiyorum nefeslerimden.
Yorulmuş rüzgarda tül ruhun,sallanmaktan belki.
Gücüm yetse kapatırım tanrının tüm pencerelerini gözlerinde inan.
Halin düştü önüme bir rüyada işlemeli bir  mendil gibi cebinden bi gece,
Bin gece aradım sonra tekrar o rüyayı,bulamadım.
Mendilin yerde kaldı,alamadım...
Derde düşen gözlerinde vazgeçiyorum nefeslerimden.
Yüreklerimiz çok uzaklaşmış birbirinden,duyamıyorum.
Yüz oda bir salon bir yalnızlıkta okuyorum bu şiiri sana,
Fısıldıyorum,yaklaş dibime dek ama.
Hala kokunu özlüyorum.
Bir kabir,bir yankı,bir mum gölgesi tek sahnem önümde sonra.
Derde düşen gözlerinde vazgeçiyorum nefeslerimden.
Kan davası bir ömür mü bu bilmiyorum,sana soruyorum.
Ve önüne bir montague olup tekrar tekrar düşüyorum...


12.26 kör noktalar kulesi gözlerim.kulede nöbetinde cır cır böceği sesinde uyuyakalan düşlerim.Sonra ben uyudum ve öldü herkes.kimse kalmadı içimde benden başka.demir dövmeyen kocaman bir ateşi var şimdi ruhumdaki dağın.

20 Şubat 2025 Perşembe

Bir heykel,bir şiir,bir sen

 
Gözlerimi açıyorum bir anda uykumdan geceyarısı uyanırcasına,
Göğe bakıyorum sırt üstü nedense boynum bedenimden çok aşağı.
Bir tanrıça tutuyor beni anne kucağı misali kocaman güçlü avcunda,
Vurulmuş bir güvercin gibiyim,
doğrulamıyorum.
Kendimden akmışım,
sıcacık banyosundayım kendi kanımın bir avcun bana kazılı kabir çukurumda.
Başım saçlarım kan ile ıslanmış,
Kan kırmızı yağıyorum uzanıp yükseldiğim göklerden aşagılara.
Zor bela kaldırıyorum başımı az biraz sonra,
Görüyorum karşımda,
Kalbim kan revan atıyor hala tüm kudreti ile,
bir tanrıçanın benden uzak diğer elinde...


11.24 İnsanoğlu,kalaylı bir tencereye üç tel bağlamış çalmış umman çayırlarda şiirlerini.Kurumuş bir ağaç kovuğuna bağlamış üç tel söylemiş içindekileri.Bir dala delikler açmış üflemiş gezegene düşlerini...

Kaderim,tanrının kendi elini hançerlediği gün son bulur sevgilim.Ve ben sonumu acısız sıcacık bir uykuya dalarak güzel bir rüyaya dalarmışcasına izleyebilirim.


Bir heykel,bir şiir,bir de sen.

19 Şubat 2025 Çarşamba

Beyaz bir güvercin teslim olmuş sanki uzanıp yaradanın ellerine

 

Beyaz bir güvercin teslim olmuş sanki uzanıp yaradanın ellerine,
Tanrım gözlerindeki izni ile çekip kalbinin üzerindeki tertemiz tüylerinden,
Üflüyor hepsini durmadan sessizliğin cennetine saplanmış kalmış göğünden,
Ne de güzel yağıyor kar böylesine beyaz,
böylesine kuş tüyü gibi hafif ve kocaman tepemizden...


14.25 gözlerimizin perdesinde yaşamın en güzel filmi akıyordu.

*oysa sadece kar yağıyordu.

18 Şubat 2025 Salı

Kafamdaki atlar

 
Kafamdaki atlar.
Dörtnala koşuyor emanet nefesler ciğerimin çayırlarında.
Sevda kuşlarının çobanıyım tanrının yeşilden ovasında.
Kafamdaki atlar.
Dörtnala koşuyor emanet sevdalar yüreğimin dağlarında.
Kederi kum etsem döksem her gece.
Ve yerden kalkmaz kum dolu içimdeki binlerce kalaysız tüm o teneke kaplar.
Bir dert piramidinin karıncasıyım ömrümce.
Kafamdaki atlar.
Dörtnala durmuş terli,kalbi güm güm atan yanaklarınca su içiyor avcunun çeşmesinden.
Kafamdaki atlar.
Gem kırıyor ağzında özgürlüğe şaha kalkıp,
Rüzgara dahi kafa dayıyor yelesini kor ateşten yakıp,
Koşup senin keskin kaya dik yokuşuna.
Bir kılıcın kesen tarafında,
o incecik öldüren keskin yolunda koşuyor senin zirvene atlarım,
Demirden ayaklar hızlandıkça,iki kılıcın savaşı misali kıvılcımlar çıkıyor koşan adımlardan,
Başımızdan aşağı ateşten yıldızlar yağıyor geceleri sanki...
Gel seninle yağan o yıldızların yanan ateşi altında buluşalım.
Tutuşalım güm güm atan kalplerimizin savaş davullarını dinlerken göğsümüzün zırhını bile delip geçen.
Ateşler çıkıp yağarken başımızdan,bir rüzgarın fırtınası kadar koşarken altımızdaki at,
Sevişelim koşan bir atın üzerinde seninle sevgilim,dudaklarımız düşmenin korkusu ile birbirini sımsıkı tutarken...
Kafamdaki atlar.
Çırılçıplak.Eyersiz.Kelepçesiz.
Kimseyi almaz da asla sırtına,
Yalnız sırtından kanayan bir hançer ile kocaman bir sevdayı hiç düşürmeden taşıyor...
Yolu gök kanadı kırık atımın.


10.28 kafamın yeşil denizlerinde atlar koşuyor.

Sevda bir is kokusu cennetin sakızlı çam dalına sürülü

 
Sürdüm elimi yere.
Bir avuç mısra aldım göğsünün toprağından şu mavi eşsiz göğe.
Ne zaman gözümü yumsam yanına,
Düştüm ayağının memleket kokusu dibine.
İki zeytun,azı yenmiş bir dilim kuru ekmeğe sordum sevda nedir diye.
Çatlamış camı yüreğinde,dumanı başında çayı gösterdi ikisi de.
Sürdüm elimi yere.
Bir avuç mısra aldım göğsünün toprağından şu mavi eşsiz göğe.
Suladım çölüne iki kala yağ tenekesinde ekili düşten tarlaları.
Yoncalara kıyan ruhuma adımların suluyor gözlerimdeki yağmurlarımı.
Ruhum gezegenin sonu,
Ruhum okyanusun gidilmez dibi.
Ruhum kasırgası kara suların.
Ruhum paslı prangası ağızlarda eriyen yalan yeminlerin.
Sürdüm elimi yere.
Bir avuç mısra aldım göğsünün toprağından şu mavi eşsiz göğe.
Ruhum yedi kulenin güneş görmez zindanı.
Ruhum onsekizbin alemin seyyahı yine de.
Esir düşmez uçan ruhumda yazdıklarım.
Gözlerimi kapadım da gördüm her yalanı ve yananı.
Sevda bir is kokusu cennetin sakızlı çam dalına sürülü.
Sürdüm elimi yere.
Bir avuç mısra aldım göğsünün toprağından şu mavi eşsiz göğe.
Kokladım,öptüm avcumu ve saçtım tepemden aşağı hepsini.
Şiir oldu yağdı ıslanan toprak göze geçmişin çimen kokusu ile.


10.02 kafama düştü hece.

Dudakların tutuşsun kanasın dudaklarımın şehrinde çıplak ayak koşarken

 
Elimize değecek her şeyi kağıtlara sarıyorlar şimdilerde,
Dokunuşlarımızı,hislerimizi çalıyorlar içimizden.
Ellerimiz pis imiş diyorlar üstelik en en tanıdıklarımız bile.
Yansın ellerimiz bırak anne,
fırından şimdi doğan ekmeği kurtarırken mesela ateşten,
Yada soğusun diye yere koyulan tepsiyi koklarken.
Dudakların tutuşsun kanasın dudaklarımın şehrinde çıplak ayak koşarken sevgilim,
Kağıtlara sarma öpüşlerimi...
Düşleriniz kirli diyecekler,
uçma sakın rüyalarında diyecekler sana,
Sakın durma,hemen atla uçurumlardan göklere sevgilim.
Çünkü yavru kuşlar bile günaha kanat çırpıyo olamaz yuvalarından atlayıp düşerken.
Elimize değecek her şeyi kağıtlara sarıyorlar şimdilerde,
Çalıyorlar parmak uçlarımızdan tüm hissetmeleri,çıplak ayaklarımızdan yürümeleri.
Çalıyorlar denizin ılık nefesini kremler ile teninden.
Acılarını çalıyorlar haptan uyuşmalar ile gövdenden.
Bırak ağlasın,çığlık atsın kolun bacağın tenin,
Sen sarıl kendine yalnızca...


11.52 doğru öğretilen zamane yalanları.

17 Şubat 2025 Pazartesi

ısırmalar atlası

 
Sarp bıçak gibi yüksek kayalar.
Parmak uçlarının adımlarından tuttuğun kenarları sararmış mandalina kokan mektup sayfalar.
Su sesinin huzurunda kuş öldüren katil şeyh tanıklar.
Menemen dumanı ve çay kokusu.
Dört nala koşan kısraklar ve söven rüzgarın saçları okşayan nefesi var.
Toprak çatıda huzurla uçan yörük bal arısı sessizliği.
Tenimi kesen jilet sızım.
Sıcak böreğim.
Düş kapanım.
Silgisi tükenmiş kurşun kalemim.
Hatasızlık korkum.
Kar soğuğum.
Buz ağrım.
Uyuşmuş karıncalanan yorgunluğum.
Mezar bekleyenim,kabir nöbetçisi toz toprak plastik şişem.
Yeni sulanmış ıslak toprak kokan dualarım.
Kırık kemiğim,dayanılmaz hançer ağrım,
Kaynamış sıcak pekmezim.
Düşüm,duam,kalabalıklarım.
Telleri köyünü terketmiş duvarım,
asılmış sonsuz uykudaki curam.
Ardıçım,baltam,teknem.
Vurulduğum,
Çıkartılamayan,içime saplı çekirdeğim.
Kalbime saplı paslı çivim,
kan cezvesi işkencemin ipek şiirden falı.
Cırcır böceğim,aşk korom.
İs dumanım,sabun kokum.
Saçağa saklanmış yağmur düşüm,çatı ucunda filizlenmiş çiğ tanem.
Dudağıma sürülü tadı olmayan zehrim,
Tükürük yeminim,
Sevda orucum.
Çörek otum,papatya iftarım.
Ekşi sarmaşık yaprağım,lezzetli mor çiçek dikenim.
Şeytan tırnağım.
Düş sızım.
Sıcak süt tencerem,kaynayan sabahımın süt kaymağı.
Yer sofram.
Çoban orucum.
Akrep taşım.
Nazar çölüm.
Çamurlu yüzüm,en güzel çocuk oyunum.
Anne karnım,kış uykum,ana dizim.
Sonsuz mührüm,
Sevda muskam.
Yağmur pencerem,sıcak sevda çayım,sallayan sandalyem.
Ana örgüsü eski hırkam.
Günah keçim.
Sevda kovanım.
Tenimde arı iğnem,can yangınım.
Ten alevim.
Mum gölgem,yanan ip kokum.
Gözlerimin gülen ışığı,

Nasılsın iyi misin sevgilim.


15.51 kolumda simetrik diş izi ısırmalar atlası.aklımın yitik haritası.

balıkçının mektubunu martılar uçar

 
İnandığımız yalanlar var parlak plastik çiçekler gibi,
Suluyoruz da her gün,
bile bile kendimizi aldattığımızı.
Kaç kitabı var kafalarınızda kutsalınızın,
Kim kimi kandırmak çabasında peki aralarında, kafalarınızda açan pervasız yalanlarınızın.
Düşler,kuşlar ve yılanlar.
Sıcak ekmek,süzme yoğurt ve aşklar.
Zaman düz değil sevgilim,
Dikine büyüyen bir sarmaşık zaman yerçekimsiz bir alemden sulanan.
Zamanı ne kadar hızlı tırmanmaya çabalasan da nafile,
o da büyüyor seninle çünkü her adımınla yanyana.
Ne yaparsan yap,istersen kendi uçurumlarını çiz kafanda ve atla işte bu yüzden geçmişe asla dönülemiyor.
Çünkü bizim cehennemimiz,özledigimiz hiç bir geçmişe düşememek yeniden sevgilim.
Yerçekimsiz kaderin,ne kadar atlasan da,
seni alıp yarınlara uçuruyor usul usul bir uçan balon çaresizliğinde sevgilim...


İnandığımız yalanlar var parlak plastik çiçekler gibi,
Suluyoruz da her gün,
bile bile kendimizi aldattığımızı.
Mısralar parlıyor çiğ taneleri gibi tanrının soğuk bahar sabahı çayırlarında sevgilim,
Binlerce örümcek ağlarını örüyor her sabah durmadan ve yeniden.
Her seferinde aynı özen ve eşsiz bir incelikte.
Tanrının şairleri,unutup en kadim sevmeleri ve ıslanan toprağın kokusunda filizlenip yeniden açan yemyeşil dünleri,
sinek avlıyor gevrek defterlerin dallarında açan sayfaların ağlarınca.
Ve çayırlara atılan balık ağı misali ışıldıyor gülüşün,
sabah güneşi ile yeşil denizinde yüzen balinalar kadar kocaman kelebeklerin...


14.46 balıkçının mektubunu martılar uçar...
 

adı on cennetimizin

 
Yaşamayı sayıyorum bir bir ömürden,
Her gün düşlere kaçıp saklanıp.
Ağaca koşup tırmanan çocuklar gibi güvendeyim dallarında sanki o kısacık sürende bile.
Kapatıyorum gözlerimi sarılıp gövdene.
Elman dalında kalsın sevgilim,
Bir ısırık alsam da koparmıyorum hiç bir günahını senden.
Kovulduğumuz yerlere bakıyoruz yıldızları izlerken çünkü hala.
Bir iki üç...dokuz on belkide.
Bir masal tüm masum anne ağızlarda yaşamak sevgilim,
Oysa sıfırım gözlerini bulup içtiğim her yerde sadece.
Yaşamayı sayıyorum bir bir ömürden,
Her gün düşlere kaçıp saklanıp.
Beş altı yedi...ve sen belkide.
Ve binlerce yıllık kadim bir mezarım kimsenin umursamadığı eski bir tarlada sonra.
Habersiz benden tüm dünya,
Yıldızlar tanımaz beni dili başka ışıl ışıl göklerin şehirlerinde de mesela.
Yağmurlar birikiyor damla damla kirpiklerinde sevgilim,
Islanıyoruz yine de ama üşümemiş gibi bakıyoruz çok yakın,göz göze ve elele.
Halbuki üşüyor her saniye titreyen sıcacık kalplerimiz bile.
Bile bile lades bir sevda bu bizimkisi,
Bir gribi bile paylaşırız belki umudu bu,
salya sümük gülerken ıslak gözlerimiz ile birbirimize yine de.
Yaşamayı sayıyorum bir bir ömürden,
Her gün düşlere kaçıp saklanıp.
Bir ileri bir geri,dur duraksız değil tersine
Durabildiğim kadar uzun hatta,
saydıklarım arasına yılları saklayacak kadar belkide.
Sana geliyorum,senden geçiyorum,dokuz diyorum da sonuma yakın dilimin sokaklarında bazen.
Ömrümün okyanusunun sonuna dayamışken burnumu tam da,
Bir kanbur balina zıplıyor göğün mavisine değmek için mavi yüzgecini sanki lacivert suyu parçalayıp sıkıldığı her şeyden,
Sonuna da gelmiş olsam tüm saymaların ezelden,
Ve ben yeniden ve yeniden,
Sıfıra düşüyorum gözlerini bulup içtiğim her yerden.
Yeniden başlıyorum her seferinde kat be kat çıktığım dökülen sonsuz külüyle şu fani iskambil kuleme...
Yaşamayı sayıyorum bir bir ömürden,
Her gün düşlere kaçıp saklanıp.
Herkesi herkese emanet etme telaşında aşınıyor ruhlar,inançlar ve tüm o masum kuşlar.
Sona gelip uçurumuna bakmak serde var hepimizde zaten,
On demek,ölmek çok kolay inan...
Sekizimde hafızdım.
Dokuzun uçurumuna dayadım başımı da defalarca sonra ama,
Hep sıfıra düştüm seninle yeniden ve yeniden sonsuzluğun kum saatinde tersine yüzyıllardır hala,
Tanrının eli izin vermiyor istemez ise nedense asla...
Çeviriyor kum saatini bir kuş tüyü kadar hafif eliyle her seferinde ışıldayarak.
Yaşamayı sayıyorum bir bir ömürden,
Her gün düşlere kaçıp saklanıp.
Üç iki bir...
Ve seni her seferinde,çamurda dahi ayaklarının izi çıkmaz bir hafifliğin suretinde yeniden doğup seviyorum...


14.03 alemlerden her seferinde öle öle çürüyüp yükselip,kirpiğine yağıp düşüyorum.gözlerinin dallarına konan bir bülbül çiziyorum avuçlarına sevgilim.ve ayaklarının önüne,cehennemin feza ile öpüşen alevlerinden yanıp kül olup uçuşup düşüyorum...adı on cennetimizin...

16 Şubat 2025 Pazar

Bir biz kutsalız bir peygamberin dudağından doğmuşcasına bu sabah

 
Köylüsüyüm mısraların.
Haftalarca aç bırakılmış vahşi köpeğiyim kanlı sevişmelerin.
Dudaklarından kanını emiyorum sıcak mabedinin.
Katiliyim kendimin,
Her gece kendimi kovalıyorum.
Bıkmadan usanmadan her akşam canımı alıyorum söküp yaşamı kendimden.
Köylüsüyüm mısraların.
Günlerdir aç susuz koşuyorum,
Boynundan yakalanmışsın tüm ceylan korkularınla bana,
Ve sevişmek kanlı bıçaklı bir hayatta kalma telaşı genç dudaklarımızda sanki,
Öpüşürken ayrılmadan dudakların birbirine müebbet hapsinde,
nefes nefese karışıyoruz yaşama telaşı ile burunlarımızdan birbirimize.
Sevişmenin fizanında sonu yok bir yol yürüdüğümüz seninle,
Öpüşmeler göğe dayadığımız merdiveni gecenin.
Ve aya varmaz asla hayallerimiz.
Yine de dur duraksız tırmanıyoruz karanlık göğüne ruhlarımızın.
İçine giriyoruz umman okyanusuna bembeyaz bulutların ama dokunamıyoruz yine de...
Sonsuzluğu emiyoruz dudaklarımızdan,
Tanrının memesinden yaşamı içiyoruz sanki,
Tanrının masum ve aç iki yavrusuyuz karanlık gecede doğurup emzirdiği...
Yürü yürü bitmez inlemelerin cenneti dut kokan nefesin...
Gecede göğe asılmış misali şu güzel hilal,
soyunduğun gezegendeki odanda seni gizliden izlediğim anahtar deliğim...
Köylüsüyüm mısraların.
Kurumuş toprağının derin çatlağına,denizini arayan nehrimi döküyorum sevgilim.
Kulağına fısıltılardan bir taç bırakıyorum,bir sel ile bedenine nuhun tufanını çarparken...
Helak oluyor korkular.
Helak oluyor gece.
Bir biz yaşıyoruz yorgun sevinmelerden uzak,
Bir biz kutsalız bir peygamberin dudağından doğmuşcasına inan bu sabah...


03.32 hatırlanası sevişmelerin mahşeri.hayatta kalan ölülerin şafağını doğuruyor,kuzey ışıklarını yakan gözlerinde sevişirken bakıştığımız her an...

Tırmanıp ısırdım göğsünden tüm günahları

 
Bilirsin beni,
Bir odanın kuytusunda yada
Bir salonun saklanmayan tül akşamında,
Soyunmuşum sana,
Dökmüşüm yapraklarımı bir kışımdan bir yazımdan,
Çırılçıplak karşındayım belli ki.
Daha ne kadar kalayım bilmiyorum,
Kaç kitap yakayım gözlerine,ısınman için umutlarının kibrit kutusundan...
Bilirsin beni,
Pilavlı akşamların en çapkınıyım,
Doymam asla,
Ve tüm çatılar benim çayırım don kişot üryanlığımda...
Bilirsin beni,
Yattım mı yatağa karşında susmam asla,
Bir de sokağın lambası soyuyorsa gözlerimde seni bana.
Dilim,afrodizyağı azgın dört nala ruhumun.
Ve binsen yüzü koyun hayvanlığımın sırtına yeniden sen,
sıcacık mabedin heyecanını yakıp atsa güp güp yangın yeri sırtımda.
Ben göklerin kemiklerini kırsam kafesimi parçalayıp,
kapalı gözlerimin ve uyuyan huzurumun ardında.
Bilirsin beni,
Hiç bir doygunluk,doyurmaz seni benim açlığım kadar...
Sen victorusun bu hikayenin ve ben canavarıyım bu aşkın sevgilim.


02.37 aç kaldım sonsuz meyve bahçelerinde tanrıların.koparmadım korktum ölü dut kurusu dudaklarını dalından.Tırmanıp ısırdım göğsünden tüm günahları,yine de ayırmadım dalından asla kutsal elmanı.yeşil yaprağından nefes alırken hala sen,çiğnedim ruhuna yaslanan taze tenini...

solmuşum unutulup bir şubat balkonunda

 
Tut ki sus olmuşum sana.
Düşmüşüm yavru kuşluğumdan,dalımdan,yuvamdan,zamandan.
Sen ağlamışsın tüm göğünü kurutana dek gözlerinden döküp yaşamını,
Kırk alem çöl olmuş gözümüz.
Çünkü birmişiz senle.
Tut ki sus olmuşum sana.
Kırılmış bacağım,iyileşmez yüreği,lal olmuş kişnemez ruhumun.
Kafama namlusu dayalı bakışlarının.
Merhametsiz hepsi,kendini yırtıyor haram ölümlerde defterimden tüm o gencecik şiirler.
Tut ki sus olmuşum sana.
Küsmüş saksıda çiçeğim,mavi gökten kuşlarım sana.
Lütfen sen affettir düşlerini,düşlerime.
Ben ne yapsam beceremiyorum.
Tut ki sus olmuşum sana.
Kan kusmuşum senelere,
sinmişim sandık içi köy kokan o güzel yeminlere.
Yağmura bir şehir yağmış bu gece.
Dualar ıslanmış açılmayan ağzının ardında.
Kapılar kapanmış.
Tut ki sus olmuşum sana.
Tut ki sormadan mühretmişim dudaklarına dudaklarımı yakıp,
Hapsetmişim kapanmış gözlerimi fısıldayan ılık nefeslerine.
Tut ki sus olmuşum sana.
Tut ki sevişirken çıplak tenine yağmışım ağlayıp, usul usul yazmışım su tenine mektubumu.
Tut ki sus olmuşum sana.
Tut ki kurumuş,solmuşum unutulup bir şubat balkonunda...


02.09 insan,katili her yeşilin bu sonsuz yaşamak ummanında...

13 Şubat 2025 Perşembe

Placebo cehennemleri var sıkıcı ağızların

 
Placebo cehennemleri var sıkıcı ağızların.
Ölümün kendi bile basit ve tekdüze,
Alımı çalımı yok öyle ağızlardaki korku dolu masalları gibi.
Söyleyecek çok sözü var kendini korkutması gereken insanın nedense.
Aslında,
Ölümün kendi bile basit ve tekdüze.
Bir kapı ne kadar düz ve sessiz ise,o da öyle işte.
Placebo cehennemleri var sıkıcı ağızların.
Kendini susuz bıraktı insan bir dere kenarında otururken,
Bir rüya gördü susuzluktan uyuyakalıp sonra,
çöl oldu kurumuş dudakları ona düşünde,
Bir vaha gördü sonra,gülümsedi.
Adına mutluluk dedi.
İnsan uyudu.
Kuruyan ağzından salyası yere damladı.
Yanında uyuduğu dere şırıldadı.
Başucunda bir eşşek güldü gördüğü hal'e.
Hal damladı gökten eğrilip bir yaprağa değip insanın yüzüne.
Placebo cehennemleri var sıkıcı ağızların.
Ve adı şifa olan yılan,kendini ısırmak için kuyruğunu kovalamaya devam etti,
Adına yaşamak dedi insan...


*Özlediği ölmeleri yazıyor kimi ozanlar avuçlarındaki suya,içmeden hemen önce.


07.53 sondan bir önceki sayfa yırtılmış.neden...

monodialog sevişmeler seansı

 
- kaç piyano kırabilirsin beynimde söyler misin ? Kaç iskelemi yakabilirsin gemilerinle defalarca daha fazla söyler misin ? Havadan sudan konuşmalar ile yaklaşıp masum çocuk adımların ile içimdeki kaç sokağımı daha sallayabilirsin bakışlarının depremleri ile söyleyebilir misin ? Soyundum karşında ateşlerden kaçıp hiroşimada yeniden doğmak için ağlaya ağlaya yürüyen çocuklar gibi.Çırılçıplağınım şimdi senin.mutlu musun ? Kaç kez bıçaklayabilirsin beni ard arda kalbimden söyler misin ? Oyuncak bebekler gibi soyuyorum seni kendi ellerimle tek tek şimdi.mısralarını söküyorum tek tek bedeninden köklerini yakalayıp sımsıkı,dudaklarından söküyorum aşını sevişmenin.kaç kez uçup bitirebilirsin durmadan hem de hiç bu devri alemi ? Kaç mabed yakabilirsin göğsümde söyler misin ? Kaç bardak kırabilirsin dolaplarımı çarpıp açıp gönül mutfağımda söyler misin ? Kaç kağıt yırtabilirsin avuçlarımdan koparıp,kaç kağıt kesiği atsan canımı alabilirsin can kaybından söyler misin ? Kaç çiçeği daha susuz bırakıp kurutabilirsin ruhumun balkonundan söyler misin ? Geçilmez çöllerin seferi ruhun,vahasında sevdalı şiir yazan,yavuzu ben...kaç kıtayı daha alsan fethetsen içimde,doyar ki dişi aslan yüreğin benden içtiği al kanlar ile...

- hiç.

- senin saçlarını kim koklamadı sevgilim.senin başını kim okşamadı.kim seni koynuna alıp dönmedi gözlerde her şey kaybolana dek hızıyla,sevgi dolu rüzgarı ile şu dönmedolap dünyada.kim sen uyuyana dek tutmadı ellerini, minicik avuçlarından koklaya koklaya,seni...


06.45 monodialog sevişmeler seansı.

Bi düşlerimiz kaldı sevgilim

 
Herkes,her şeyin hırsızı artık.
Bir hırsızlar şehri buralar,bu zaman.
Çalınanlar mezarlığı yanıbaşımızda büyüyen bu koca hiçlik.
İçimizde akan sıcak kırmızı dereyi bile,
usul usul bardak bardak içiyor kana susamış yürüyen sivrisinekler.
Herkes,her şeyin hırsızı artık.
Seni bile senden çalıyor insan,
Saniyeleri bile bileğindeki yelkovandan.
Herkesin hırsız olduğu bir yerde,
Sence de herseyini kaybedip hiç bir şeysiz kalmak,
süper kahramanı olmak değil midir buraların.
Korkacağın hiç bir şey yoktur belki artık,
Kimbilir.
Herkes,her şeyin hırsızı artık.
Bu hırsızlar şehrinde,
Bi düşlerimiz kaldı sevgilim.


05.57 güneşi doğursun kolayca diye gece,suyu geldi karanlık göğün...

Ve adın,kaybetmelerin en güzeli

 
Taşlar kırıldı.
Kuşlar gibi uçuştu şehrin kayaları göklerde.
Düşmez denilen kale düştü,çamur ile yerlere.
Çıplak kaldı sokaklar.
Namusun zehri dayandı dudakların kapısına çoktan.
Hangi düşman dayanacak kapımıza bilmeden ey dünya.
Taşlar kırıldı.
Kuşlar gibi uçuştu şehrin kayaları göklerde.
Gök bile korktu tüm gece tükenmeden patlayan toplarından demirden mağaraların...
Kaybetti,asla kaybetmeyen gözler bile o akşam tüm rüyaları.
Taşlar kırıldı.
Kuşlar gibi uçuştu şehrin kayaları göklerde.
Göğe bakan gözlerimiz yem oldu üstümüzde uçuşan şu masal ölümlere.
Ve toz yağmurları yağdı gözlerimizden tüm güzel dünlere...
Taşlar kırıldı.
Kuşlar gibi uçuştu şehrin kayaları göklerde.
Biz yenilmeyizler çatladı kırıldı ağlama duvarında,
Titanik battı,
Babil düştü...
Taşlar kırıldı.
Kuşlar gibi uçuştu şehrin kayaları göklerde.
Üzerimize yağan tozlu gece,yüzümüze düştü tane tane,
Kırık bir kum saatinin tek tek yere düşen kumları gibi saydık tane tane bekleyip o gece kıyameti.
Ne kadar ağladıysak o kadar çamur oldu tozlu yüzümüzde akşam.
Taşlar kırıldı.
Kuşlar gibi uçuştu şehrin kayaları göklerde.
Kar yağan gecenin tüm sesleri yutması gibi,
Tüm aşkları unuttu kanlı pençesinde o an zaman.
Taşlar kırıldı.
Kuşlar gibi uçuştu şehrin kayaları göklerde.
Uçarken vurulan kuşlar gibi ayağı yere kavuşamadan henüz,cennetin kapısını öptü kanlı dudağı ile şu kadim an...
Akıyor yüzünden kırmızı bir ırmak gibi savaşmak sevgilim,
Yüzüne sarıldığım,ruhumu gülüşünün aydınlık duvarına dayadığım o eşsiz cennetim an,
kanının tadını aldığım gözlerimi her şeye kapadığım o kör zaman,
Hangi sevda geçebilir ki artık kafamdaki masallarda dahi aşkımızı,
Hangi ağırlık taşırabilir balinalar ile yüzen okyanusumu söyle.
Taşlar kırıldı.
Kuşlar gibi uçuştu şehrin kayaları göklerde.
Ve bu her günün savaşı sevgilim.
Ve bu her günün fethi zihnimizde.
Kolay değil insanın zihni sevgilim.
Her aynı günün savaşı ve askeri olmak bu şiirlerin...

Taşlar kırıldı.
Kuşlar gibi uçuştu şehrin kayaları göklerde.
Bir kaç saniye sonra altında can vereceğim yekpare kayanın altına yazıyorum adını,
Dudaklarım,yüzünün denizinde küreklerini bilerek düşürmüş,kaybolmuş sandalı yeni yıkanmış çarşaf teninin,
Ve adın,kaybetmelerin en güzeli...


05.32 bir sabah ansızın yanıbaşında bitebilirim...

Rumuz: ısırgan otu'n.

11 Şubat 2025 Salı

yanlış yazılan kelimeler ve geç kalınmış buluşmalar ömrü çobanlar şairinin

 
Karlar düşüyor harfler gibi sevgilim,
Gök şiirini yazıyor ıslak toprağa.
Kırılıyor soğuktan gururlar,titreyen çimenlerin çamurlu ayak uçlarında.
Üşüyor tir tir titreyip tüm o aptal inatlar.
Karlar düşüyor harfler gibi sevgilim,
Üşümüş buzdan avcuna üflüyorum içimin ocağında demlediğim nefeslerimi...
Dünyanın en güzel hoh'usun sen ciğerimden üşüyen ruhuna eğirdiğim.
Yarısı yenmiş yün eldivenler atlasım,
Eskilerden kalma,siyah beyaz,boynumun en sıcak atkısı...
Karlar düşüyor harfler gibi sevgilim,
Sessiz akşamları şehrin,saygı duruşunda göğün bu beyaz şiirini fısıltılar ile okuyuşuna.
Karlar düşüyor harfler gibi sevgilim,
Adını kazıyor yerlere parklarda çocuklar,enikler ve kuşlar...
Gök mektubunu yağıyor isminin ardına...


Karlar düşüyor harfler gibi sevgilim.


21.27 fin.yanlış yazılan kelimeler ve geç kalınmış buluşmalar ömrü çobanlar şairinin.

sayonara arafistan,araf diyarım benim

 
Gözlerim dalıyor,karşımda gri duvarlar.
Bir martı uyandırıyor beni çizer gibi uçup baştan başa karşımı...
Bir yörük ağlıyor kayalardan ovalara dökülüp,
Şehre kar olup düşüyor kederler gökten üşüyüp.
Gözlerim dalıyor,karşımda gri duvarlar.
Dağlar kızgın ateş ediyor göğe,denize,taa şehirlere kadar.
Kor kızıl,demirleri su diye içen lavdan mermileri var umman taşların,kadim kayaların...
Taşlar kızgın bizlere.
Köpek kızgın,kuşlar kızgın.
Gözlerim dalıyor,karşımda gri duvarlar.
Bir yayla kızı uyandırıyor beni çizer gibi yürüyüp baştan başa arşımı...
Yeşil eteğinde dağların,bir nazar boncuğu yürüyor sanki.
Pili akmış eski bir radyo ağaç dibinde,
Tek türküm akan suyun sesi kulağımda şimdi.
Kuşlar şakıyor şırıldayan suyun ardı sıra,
Korosu yıldızlar gün batımının.
Gözlerim dalıyor,karşımda gri duvarlar.
Kül kokusu,odadaki ocak,tarhana çorbası.
Dumanı doyurur seni,kaşık atmana lüzum yok.
Kuru ekmek yıkanır su ile,bekler bezler arasında seni.
Toprak dam,damda dut ve göğe çıkan o sonsuz tahta merdiven.
Uzanıp yıldızlara olta attığım limanımdı o dam çocukluğumun,
Hiç yıldız tutamadım.
Karavana avcısıydım göğün.
Bir yıldız tutabilseydim ah keşke eğer,
yem takacaktım gönlüme hilali çekmek için sonra belkide...
Gözlerim dalıyor,karşımda gri duvarlar.
Nefes alamıyorum.
Beton ağaçlara tırmanmak yaşadığımı inan hissettirmiyor.
Şehrin yağmurlarını içsem de geçmiyor susuzluk ruhumdan,
Eğilip içmeyince kum kokusu suyunu memleketin yerden.
Gözlerim dalıyor,karşımda gri duvarlar.
Sırtımı bir söğüte vermeyince dinlenmiyor ruhum,uçup gitmiyor yorgunluklar içimden.
Banklar ki içi doldurulmuş hayvan misali,sesi çıkmıyor,ceset ağaçlar mezarlığı,yaşamıyor...
Gözlerim dalıyor,karşımda gri duvarlar.
Ölüm bir bülbülün şiiri olmuş,memleket misali her gün kulağıma fısıldayıp,beni çağırıyor...

Gözlerim dalıyor,karşımda gri duvarlar.
Her yer çamur,mezar taşları ve başımda ard arda kuşlar gibi uçuşan,istesem de asla dokunamadığım selalar...


20.59 sayonara arafistan,araf diyarım benim...

8 Şubat 2025 Cumartesi

Ve yanağına değen yüreğim sanki tüm demirden tankları içinde erittiğim


Yazdan zamanlar kafamda.

Gülüşün bir Temmuz öğleni,
Ve tutuşuyor dudağında ağustosun kekik kokusu.

Günlerden,günebakan aşklar sahili...
Dağınık her şey,her yer içimde.
Kafamda bir çöl gecesi saçların,
kum fırtınası öpüşün beni,
açamıyorum ne kadar istesem de gözlerimi...
Yazdan zamanlar kafamda.
Cebimde kırık bir kalem,kırgın bir yürek,
sıva çatlağı diyor doktorlar,ama biliyorum çöksem çökerim,
Kağıdım ise inan hiç yok.
Taşlar benim,duvarlar,ağaçlar,yapraklar feda uğruna,kıyabilsem hepsi benim.
Kıyabilsem inan sadece benimsin.
Yazdan zamanlar kafamda.
İlk adım ocak.
Son gün yirmi sekiz.
Karların tek korkusu dudakların,
Ve yanağına değen yüreğim sanki tüm demirden tankları içinde erittiğim...
Yazdan zamanlar kafamda.
Gülüşün ateşten bir  Eylül öğleni,
Ve tutuşuyor dudağında Ekimin tuzlu kekik kokusu.
Deniz,her zamankinden de güzel mavi elbisesinde ve yapayalnız...
Bir gülüşün katlıyor kağıt gemilerini denizin ve yelkenin nefesi ılık türküsünü serin akşamların...
Kime sorsan deliyim,
Kime sorsan sana sevdalı...
Gülüşün bir Eylül sabahı,
Ve tutuşuyor dudağında günaydın diye doğan güneşin kekik kokusu.
Yazdan zamanlar kafamda.
Ve daima unutuyorum çok üzgünüm doğduğun günleri.
Kime sorsan deliyim,
Kime sorsan asfalt dökmüşüm,sana çatlamış,filiz vermişim...


23.34 tankını şiirler ile boyayan bir deli askerim ben.son ses aşk şiirleri çalıyorum megafondan ve tüm mermileri unutmuşum bile isteye.kaybetsem de kazandım ben sevgilim bunu lütfen sana söyliim...kaskımda çiçekler,tankımın ucunda yüzlerce gül asılı.kahkahalar ile mutluyum,kahkahalar ile ölü...ve ben aşkının deli,pervasız,ismi bilinmez şehidiyim...

5 Şubat 2025 Çarşamba

Sen ardımı çevir sevgilim,bul kolayca cennetimi


Anahtarsız,kilitsiz içimin kapıları.
Dümdüz kapı...
yok ne anahtar deliği,ne asma kilidi.
Çalsan çalınmaz,baksan görünmez.
Zili yok,tokmağı yok yüreğimin.
Kapı kapalı,
Kim geldi kim bekledi bilmem,
Delik yok çilehanemde.
Görmez gönül...
Her yer zifir karanlık.
Kapı kapalı,
içeriden açılır yalnız.
Anahtarsız,kilitsiz içimin kapıları.
Düşlerimden gerisi dışarısı...
Yapayalnız karanlıklar,tek ses nefesler ilahisi.
Hal...
Anahtarsız,kilitsiz içimin kapıları.
Kimsesi yok yazdıklarımın.
Öksüz,yetim tüm penceresizliklerim...
Ve zindanlar çiziyorum kağıtlara.
Gemilere kağıt gemiler katlıyorum,
Aslında zaten hayal gibilere hayal.
Anahtarsız,kilitsiz içimin kapıları.
Bu kadar kargaşa,karalama yaşam kağıdım baştan başa,
Sen ardımı çevir sevgilim,bul kolayca cennetimi...

Ey sırat deliğim,
Huzur düşüm,
Cennetimin tohumu.
Anahtarsız,kilitsiz içimin kapıları.
Cehennemlerden topluyorum senin tohumunu,cennetim yeşil bir filiz versin diye...
Ateş ağaçları yakıyor seni toplayan toprak evladı ellerimi.
Anahtarsız,kilitsiz içimin kapıları.
Bu kadar kargaşa,karalama yaşam kağıdım baştan başa,
Sen ardımı çevir sevgilim,bul kolayca cennetimi...


09.58 her son;yeniden başlamasını doğuruyor zamanından önce,kanlı ve telaşlı.Büyük acılarla üstelik.
Prematüre sabırsızlıklar fırını bir yürek bu eldeki...
Ve değiyor tüm beklemene,acılarına,ulaşamadıklarına rağmen her şeye merak etme sevgilim...

Eksi elli ,ellibir farketmez kutbun penguenine


Karanlık kehanetler katlayıp uçuruyolar kalabalıklara.
Şaşırıyorum.
Çok kahini var bugünün,çok kıyameti var dilinde aslında hiç bir şey bilmeyen insanın.
Başımızdan aşağıya korkular dökülüyor yüksek binalarda alçak ruhlardan.
Yirmi üç kötüydü,sallandı hep,
Yirmi dört yanıyo,yandı yanacak vesaire...
Ve yirmi beş,
Kış çok sert geçecek,donacak gezegen...

Eksi elli ,ellibir farketmez kutbun penguenine oysa mesela.
Korkmaz o hiç bir kıştan,
Zaten kimse de konuşmaz önündeki kıştan.
Biraz doğayı izlemek,takdir etmek ve taklit etmek lazım belkide.
Birbirimize sokulup karşılamak lazım buzdan fırtınaları,tıpkı o cesur smokinli ufaklıklar gibi.


21.14 doğa,daima kazandı milyonlarca yıldır,milyon defa...

Asfaltlar kırılıyor sevgilim


Asfaltlar kırılıyor sevgilim,
İçim paramparça.
Her şey eskiyor.
Nazlı nazlı kar yağıyor.
Sadece bana mı ,benim pencereme mi bilmiyorum.
İkimiz de görüyoruz diye düşlüyorum.
Asfaltlar kırılıyor sevgilim,
İçim paramparça.
Kemiklerim sızlıyor.
Her şey yas tutuyor.
Değişiyor çocuk sokakların yüzü ve çizgileri.
Tanıyamıyorum bugünü,dünden tanıdıklarımı.
Asfaltlar kırılıyor sevgilim,
İçim paramparça.
Kolumuzda zamanın giyotini bileniyor tik tak.
Geriye sayıyor mutluluk,bizleri korkutmaya uğraşarak...
Sonsuza kadar diye bir miktar yok sevgilim,
Yatcaz kalkcazlar kadar kandırmaca hala dünya.
Ben büyümeye çalıştım ama başaramadım.
İnan tüm gördüğüm büyüklerin yaptıklarını da yaptım,
Ama hep o çocuk olarak kaldım.
Üzgünüm.
Asfaltlar kırılıyor sevgilim,
İçim paramparça.
Yolları değişti yürümelerin,
Ölmenin bile duaları değişti...
Asfaltlar kırılıyor sevgilim,
İçim paramparça.
Eskisi gibi kirlenen yolları yağmurlar da yıkamıyor sevgilim..
Tozlu ve çamurlu adımlar biriktiriyor günler ardımızda.
Bir şans,bir aman bile dedirtmiyor zaman,
İçimizden filizlendirdiğimizi dahi dilimizden çalıp yaşamasına izin vermiyor.
Asfaltlar kırılıyor sevgilim,
İçim paramparça.
Karıncalar bile artık saklanıyor...


14.45 dayanıklılık zor meslek sevgilim.inan herkes layığıyla beceremiyor.acemi çırak kaygılarım var benim üstelik.hala yaşamak bana mutluluk satamıyor...

4 Şubat 2025 Salı

taş'a tutulan ellerimin kenti

 
taş'a tutulan ellerimin kenti.
filistin'in yalnızlığı ceplerim...
Delik deşik uykuda dahi düşlerim.
Ve cesareti delilik sayılan aslan yürekli çocukları bu kentin.
Dedelerine kırgınım ve kızgınım ama bu simdi başka,
yapma ne olursun,bari sen anlamayan olma.
yılların sızısı var oysa o tertemiz sol kenarda...
ilki sonundakiyle aynı yolda.
bari sen alnımda sıcak al boyası ile,resmi cinayeti olma kan ile bombalanan yüzümün.
Ne olur yeter artık vurma temiz düşlerimi.
Her gün yerden yere çarpılan sayılar,harfler ve hipokrattan asla tutulmayan yeminler.
yüzüme vurulan düz yazı yalan haberler,
ve makyaj yapılan zaten ölü mısralar...
bari sen köşedeki yalnızlığımda beni taşa tutma.

bu kaçıncı unuttum...
bu harp aşkı,bu savaş davulu noktaların uygun adım tanıklığı.
yaranı kanatan sen,tuz'un kahpeliği neden ben o kanlı yalanında,anlayamadım.
bu kaçıncı unuttum,
şehrimi topa tutuşun gök yüzünden,
barutundan merhameti bile söküşün.
duvarlarımı yağmalayan yüreğin neyi istiyor bilemedim,
Hangi iman açıklayabilir Canan'ın emanet verdiğini izinsiz,merhametsiz söküp almayı...
Bir elma için inmedin mi sen yere,şimdi O'ndan can çalmak niye.
Düştüğün yerlerin daha da dibi var mı düşün ve söyle.
oysa ki herşeyi bilen ben,ipekten cehaletimin zırhı içinde kılıcımı yine de çekemedim.
unut tüm kitapları,
kitabı yok nefeslerimizin...
ve sayfası çevrilemez hiçbir zaman, 
Canan'dan asla anlamadığın o şiirlerin...
ayracı,nefrete sarılan çığlığın yada inan ne desem bulamadım...
Ve aç suretimle beraber;
tek cephanesi,pencerelere vuran kırık sokak lambasının şavkıdır kundaktaki evladımın gözlerinin...
duvarlarımı dövme ey kumandan,
yeter artık dur ne olur.
bitir savaşını benimle.
kendi cephenden bakma sadece bu harbe.
dinlemiyorsun beni hiç ama hiç,
etme.
kırmızı şapkalı kız ve ne ? lütfen küçülme.
masalı bin acıdan kesip ikiye bölme...
saldırma bırak şu kendini yormaları göğüs kafesinden,
kalbini esir etme göğsün kafesine...
tek sen misin sanıyorsun YETER diye bağırmak haykırmak isteyen söyle.
bağırırken kağıdın yüzü gibi yırtılmak istiyorum hem de...
bu kaçıncı duvarlarımı topa tutuşun bilemedim...
halbuki herşeyi bilen,savaşan ve daima yenen ben, "ne oldu ki acaba bana" bile diyemedim...
yapma,
top yekün yağmalama sinemdeki düşü,
vururken gülle gülle yüreğimin şehrini...
yapma,
yakma,kalbindeki taş kaldırımlarını bile kan ile ıslanan bu Allahsız kepazeliğinin...
kibirle suçlanmak...ne kadar da acı oysa.
varsa derhal soyunayım bu günahımı.
Zaten kalmadı üzerimde bana bile ait olmayan dışında ne bir an,ne bir can.
vurma duvarlarımı kinlerinden doldurduğun o kutsal vicdansız ahın ile,
Ve kurşunlardan,yanan kurşun kalemini tutan avuçlarında,
yapayalnız Gazze... 

yeter,ALLAH AŞK'ına yeter...
t/aşlarına kadar yakma isteğin söyle hangi ölüm ile söner...
dövme duvarlarımı,sonuçsuz yumruklarıyla ateş bakışlarının,nefret eden sözlerinin.
dövme artık kendi yalnızlığını bizim üzerimizden...
Ağlayan duvarlar mı yüzünü döndüğün,
duvarların da mı ağlıyor yaptıklarına yoksa artık,
susarak suladığın yalanlar mı kana susayan söyle...
Elinde ateşten bir gömlek,
Ve tüm hızıyla durmaksızın dönen şu bizlere çok kızgın yalnız gezegen,
Dursa bir an,
Ve dönse tersine aniden,
Elinde büyüttüğün o kindar ateş bile,
önce seni yakıp külün ile secde eder,
Sen istediğini söyle ondan sonra ne farkeder,
gayrı yeter...


09.52 eskilerden,çok eskilerden.söylenmesi gerekenlerden.merhametsiz ateş,kendini de yakıp sönmeye mahkumdur...


* eski bir yazımı yeniden paylaşıyorum.

Kutsal saklanbaç

 

Kan kokusu bir sabah gökten şimdi yağan.
Ve düşler kuruyor içinde,kitaplar gibi insanların.
Ceketini giymiş tüm o solgun bulutlar.
Göğün yüzü gidiyor buralardan.
Terkediyor bugünler bizi.
Kan kokusu bir sabah gökten şimdi doğan.
Güneşi takıyor günün göğsüne kainat,yeni bebeğine altın diye.
Bir sen demi,ocakta şimdi usul usul kaynayan.

Kan kokusu bir sabah gökten şimdi yağan.
Beyaz görünse de kar bu kadar güzel,bu kadar sessiz ve bu naz,
Zehir sürüyor güzel ılık dudakların dudaklarıma biliyorum,
Yine de geri çekilmiyorum,
Bırakıyorum kendimi gömülmek istediğim o ılık kırmızı toprağa usulca,
Gözlerimi mutluluk ile yumuyorum,
bu kaybedeceğimi bildiğim iki kişilik kutsal saklanbaca...


09.11 kutsal saklanbacı,kaybederken kazanan masum ruhların.

Ve dilinde ıslatıldı tüm kurumuş sızılar

 
iki'nin ironik iması güzel düşünülmüştü,
noktanın biri terkedip gitmişti sonsuzluğunu..
sırta alınası yoklukların tümüyle göçüldü sızı diyarından...
emanetler bırakıldı en yalanından.
yalnız bırakıldı dilde zaman,hasrette heyecan.
nakit harcandı cebinde biriken vakt-i zaman.
ve bir cep saatinin arkasına kazındı gökte tan.
'' gidilmeli '' dedi inanması güç olsada vicdan.
ten ağardı,tan kızardı utancından.
'' elveda '' dedi et koparken tırnaktan.
şeytani acıların koparılamayan isyanından.
Ve dilinde ıslatıldı tüm kurumuş sızılar.

'' elveda '' dedi et koparken tırnaktan...

elveda...
el veda.. .
el v eda..


08.51 dipte kalanları sıyırıyorum,kilerdeki geçmişi pişiriyorum...

3 Şubat 2025 Pazartesi

Rumuz: kürkçü dükkanı

 
Dünya kötü imiş,öyle diyorlar.
Yaşamak zor imiş.
Çamurlu imiş her gün kirlettikleri su.
Boş yere imiş çalışmak,çabalamak.
Değeri yok imiş savaşmanın,doğruların.
Kötüler kazanacak imiş.
Masal dinlemek boş imiş,
Anlatmak değersiz imiş.
Vazgeçmemek aptallık imiş.
Kitaplar bomboş imiş.
Dünya kötü imiş,öyle diyorlar.
Yaşamak zor imiş.
Zehirli imiş her gün zehrettikleri aş.
Anlamı yok imiş gülmenin,
güvenmenin...
Büyük balık küçük balığı yer imiş,
Buna en çok balinalar gülmüş.
Sevmek,inanmak,kazanmak hayal imiş.
Şiirler,şarkılar hain imiş.
Suskun gönüller,diller korkak imiş,öyle diyorlar.
Ruhu yırtık imiş kükreyenlerin.
.iktirin lan.


09.53 tilkilerden özür dileyin ey kurnazlar,çünkü onlar ormanı asla yakmazlar.

Rumuz: kürkçü dükkanı

Düşlerin topacında ipim çözüldü sevgilim

 
Düşlerin topacında ipim çözüldü sevgilim.
Fırıl fırıl dönen dünya,durdu birden gözlerimde oraya buraya çarpıp,
Düşen bir balerin gibi,vurulan bir kuğu gibi süzülerek düştü suyun üzerine tüm yarınlar sanki...
Nasılım iyi miyim diye sorarsın belki bilmiyorum,
Olağan mutsuzluklar atlasında,kendime hiç gidilmemiş ülkeler arıyorum parmak uçlarımdan hala çok şükür.
Düşlerin topacında ipim çözüldü sevgilim.
Dünyanın sonuna yola çıkamadım hala varsa eğer,
Aynı limandayım,
Bu dünyanın en güzel çapası asılı gönlümün kalyon duvarında...
Düşlerin topacında ipim çözüldü sevgilim.
Ardımdan biri uzansa keşke çocukluğum gibi,
Dedem alsa sarsa ince ince usta işi düş ipimi...
Ah aaahh keşke...
Gözlerim,ne kadar da geç açıldınız ah be keşke !
Düşlerin topacında ipim çözüldü sevgilim.
Dönmüyor dünyam,
Dönmüyor dünler,
Yarınlar bile dönmüyor inan dünler olmayınca...
Düşlerin topacında ipim çözüldü sevgilim.
Ve kutusunda artık tüm oynamaktan vazgeçip,
Kendinden vazgeçemediklerim...


09.05 saat dokuzu beş geçe.

Gölgesini kovalayan kediler gibi

 
Göğsümde dağlardan da kocaman bu ağrı neden var,
Vurulmadım da ama.
Yerden yere serildim durdum,
Boş bir poşeti dövüyor gibi azgın bir akşamın kış rüzgarı,
Dövüldüm.
Düşmeler.
Tüm yerle bir olmalar.
Durulmadım da ama,
İçimdeki kızgın ve her yanan çakıl görünür gözlerimin deresinde akan dibinden yine de...
Cinayet sevinçler asılı duvardaki heybemde.
Ve çamları kesen bayramları var insanların.
Güzel ceset ağaçların katillerini aramıyor ama kimse.
Merhum fidanlara makyaj çabasında süsler ile masum caniler oysa...
Göğsümde dağlardan da kocaman bu ağrı neden var,
Vurulmadım da ama.
Gölgesini kovalayan kediler gibi,
Kuyruğuna koşan enikler gibi,
Şeytanları kovalıyor insan,
Kendinden çok da uzakmış gibi...
İçini sulayan hayalleri var çocukların,
Isırgan otu duaları var annelerin,
Şifa olsa da acıtan,kaşındıran...
Göğsümde dağlardan da kocaman bu ağrı neden var,
Vurulmadım da ama.
Yemeden kesildim.
İçmeden kesildim.
Sevilmedim de bazı bazı.
Sevmekten kesildim de,
Ölmedim...
Yani,
Ölmek kolay değilmiş sevgilim.


18.02 olağan mutsuzluklar sarıyorum,ekşi üzüm yaprağı düşler bir de akşamlarıma.Bir çay koyuyorum ocağa,şubata bir şiir demliyorum sonra taze yeşil yapraklarından sadece.

Sekizinci mektup


Bu sekizinci mektup,
Binlerce sayfa uçuştu aramızdaki rüzgarlarda,
Yüzlerce mektuba sandık oldu camdan şişeler, aramızdaki okyanuslar boyu...
Karbeyaz gönlünüzün bir adım dahi atılmamış patikalarında,
zirvenin zor beyaz cehenneminde,
Eşsiz ruhunun kar yangınlarında yanmaya hazırım sevgilim.
Ve bilmeni isterim ki,
İçinizdeki yersiz hisler,korkular gönlüm için mevsimsizdir...
Bu sekizinci mektup,
Bana doğru yürüdüğünü hissettiğim günlerde hayalimde adımlarını düşleyip sayıyorum,
Çocuklar gibiyim,bağışla...
Bazen bekliyorum,gelmiyorsun.
Geldiğin zaman anlatırsın nedenini bana mektubunda,biliyorum.
Bunun huzurunu bile düşünüp uyumayı seviyorum.
Bu sekizinci mektup,
İçimi ısıtan ayları var sevdamızın,
Mangaldan geçtim çok oldu,
Bir demir ocağı yüreğim,avuçlarım...
Ruhum denize giriyor seninle ocağında bu şehrin sevgilim.
Semti kaçtığımız,saklandığımız günleri var sevdamızın,
Bir bina kule olur gözümüzde,
Bir kulenin en tepesinde ayrılıp,elele yürüdüğümüz ayrılıklarımız var bizim...
Bu sekizinci mektup,
Bu ayrılıklar,tüm bu uzaklıklar içimizde mevsimsizdir sevgilim,
Kalbini bahar tut sen...
Bu sekizinci mektup,
Kalemim ağaçtan,sana yazdığım cümlelerim,
ve tüm sana uzanan ördüğüm yollar kurşunlardan kalem sevgilim...
Silgiler,tek canavarı hayallerimizin yani.
Beni içime dogru katla sevgilim,sihrim silinip kaçmasın.
Bu sekizinci mektup,
Yolun başında tüm düşlerim.
Bala inanmak çok zor sevgilim bu zamanda,
Yalan tüm inanmalar,yalan onca hazlar ve tatlar...
Ama ben sana çiçek topluyorum yine de,
Yanık kanadımla uçabildiğim kadar...
Bir şifa balı,
bu sevmek,bu sevda,bu bu bu her neyse işte eğer...
Hayır hayır sakın,bir çay kaşığı bile fazla,
Bir göz yaşın kadarı,inan her yeri yemyeşil etmeye yeter...
Bu sekizinci mektup,
İlk kez içimdeki kalenin kapılarını birine bu kadar ardınca açıyorum.
Birkaç denemem oldu daha önce sonu pişmanlıkla biten,yalan yok.
Senin uğruna son kez yapıyorum bunu belkide.
Kaybetme pahasına olsa da her şeyi,
Bir sonu,dudaklarından öper gibi kapatıyorum tüm olacaklara gözlerimi.
Ne olursa olsun artık yeter çağı çocuk ömrümün sanırım...
Ve bunu çok çok iyi bilsem de,
Durduramıyorum kendimi,
kellemi koltuğa alıp bekliyorum seni.
Bu sekizinci mektup,
Kara göründü sevgilim.
Limanda,bir doktor ve bir baba seni bekliyor...
Fırında tarçınlı bir kurabiyenin kokusu seni çağırıyor usul usul ve kibarca...
Bu sekizinci mektup,
Çöpe atılamaz dünlerin mirasları,
hala koynumuzda çocuklar gibi ağlıyor...


17.48 koynumuzda hayallerimiz var sallayıp büyüttüğümüz sevgilim.koynumuzda çocuklar misali koşup oynayan hatıralar uyanıyor nefeslerimiz ile...

1 Şubat 2025 Cumartesi

Gaga kırma zamanı ey ruhum

 
Gaga kırma zamanı ey ruhum,
Senin adımların yaş aldı bizim için bunca sene,
Yol aldık ben ve deli gönlüm sayende.
Eyvallah sureti ruhuyem,eyvallah kaburga kemiğim...
Gaga kırma zamanı ey ruhum,
Can çok yanacak,Canan kavrulup kavuracak,
kül olacak bugüne kadar topladıkların kalbimizin sandukasına belki kimbilir.
Gaga kırma zamanı ey ruhum,
Düzen bozma anı bu yaşamak savaşımın.
Bir ırmak ki akıyor buz gibi ve pırıl pırıl camdan hallice,
Toz,çamur,altın,çakıl karışmış birbirine akıyor dünya ırmağından nehrine.
Ve delikli elek ile dans ediyor korkuyla su maymunları...
Gaga kırma zamanı ey ruhum,
Ey maymunu olamadığım dünya beni affet,
Söz geçiremedim gök gönlüme,
Göz açık yada kapalı önümde hep bir düş,bir rüya.
Bağlamışlar beni tek vücut bir ağaca mahkum diye,
Geçmiş karşıma üryan doğmuş insan,bir yaprağım var diye.
Gül yüreğim,gül simsiyah bir alemde dışlanmış bir al kalmışım...
Gaga kırma zamanı ey ruhum,
Aç kal,
Çıplak kal,
Su ye,
Düş uyu,
Kül kal,
Yeniden doğ,büyüyüp kaderin kutsal rahminde...
Gaga kırma zamanı ey ruhum,
Yalnız kal,
Tek doğdun,tek düşeceksin ılık sur nefesine...
Gaga kırma zamanı ey ruhum,
Şimdi ölmek,
Şimdi tam da yaşamak zamanı...


10.11 ömrün kanatlarında düşme zamanı.bir kayaya tutunup çarpıp ölme zamanı.toprağın atası taşta yatıp uyuma zamanı.canın yanma zamanı.yeniden ak bir güneş ile sırılsıklam ruhtan bedene üflenip dirilme zamanı...